27 Temmuz 2009 Pazartesi

Genç ve Dul kadın


Genç anne olursunuz... Bunun en güzel yanı; bebeğinizle birlikte büyümenizdir. Özellikle hala çocuk kalmak isteyen bir benliğiniz varsa, birlikte oyunlar oynamanın keyfini sürersiniz...

Ama genç anne olmakla, genç ve bekar anne olmak arasında toplumumuzda ayrımcılık olarak görülebilen bir durum vardır.
Bu yazıyı sanırım birkaç bölüme ayıracağım... İlk bahsetmek istediğim dul kadın mevzuu...


Şimdiii; bir şekilde, bir sebeple yürümeyen bir evliliğiniz biter yada eşiniz ölür... Sizse hayatın size nimet mi, lanet mi sunduğunu anlayamazsınız. Boşandığınız için kendinizi mutlu, içi boşalmış ve hayata yeniden adım atmaya hazır hissederken, size göre nimet olan şey... Topluma göre lanettir çoğu zaman. Malum pek bir etiketleme meraklısıyız hepimiz.

Dün yan komşunuzun bacım, kardeşim diye seslendiği sizler, anında okus pokusla "kadına" çevrilirsiniz. O ana dek göze batmayan, herkes gibi olan davranışlarınız; (birilerinin gözünde!) bir anda içinde seksepalite kokan eylemlere dönüşmüştür. "Dul kadın" olmanın "potansiyel verici" olmakla eşdeğer sayıldığı bir devirden günümüze neler değiştiğini düşünüyorum da. Koca bir hiç...! Tamam, belki biraz anlam değişikliği oldu o kadar. Onlara sorarsanız mazeretleri çok açıktır. Dul kadının sevişmeye ihtiyacı yok mudur? Eee dünkü size bacım diyenler, her zaman bu ulvi görevi layığı ile yerine getirmek isterler. Cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamayı vazife edinirler. Zaten dul kadının da düşünecek başka bir şeyi yoktur, tek derdi budur. Her şeyi bir yana bırakıp, Ah! Biri gelse de sevişsek diye bakınırlar hepsi! Üstelik bu hangi seviyede, kültürde, gelenekte bakarsanız bakın dul kadın olmak zorlayıcıdır bir kadın için.

Siz boşanırsınız / eşinizi kaybedersiniz; sonra şöyle bir çevrenize bakarsınız, değişen bir şeyler olacak mı diye? Bizim beynimizi geçmişte öyle bir boyamışlardır ki, arkadaşınızın eşinin arabasına binmeye bile çekinirsiniz...
Yanlız yaşamaya çekinirsiniz... Yanınızda ki her erkekle işi pişirme ihtimaliniz vardır çünkü! Bir neslin filmleri, size bu dul kadınlarla ilgili birçok şey aşılamıştır... İnsanların bekarken yaşadıklarını yaşarsanız, size cüzzamlı gibi bakıverirler.

Birde şu var bakın!
Diyelim ki; aileniz sizi bağrına basmıştır. Onlarla yaşamanız size, biraz daha namuslu bir hava kazandırır. Çünkü yanlız yaşayan bayanlar, imkanları! fazla geniş bayanlardır... İnsanlar yüzünüze bakıp gülümserken, içlerinde: "Hem dul, hemde yanlız yaşıyor. Bak bak bak. Kesin yatıp kalkıyordur bu kadın... Zaten geçen günde biri bırakmıştı araba ile... Şu gün geç gelmişti evine, çocuğundan da mı utanmıyor... Böylelerinden korkacaksın, her daim tetikte olmalısın... Evine mi alıyorsun o kadını, kocan evdeyken! Deli misin kızım sen..."

Bir dulsanız, hareketlerinize iki kez dikkat etmeniz gerekir. Nasıl oturulacağı kalkılacağı, nasıl gülümsediğinize bile en ince ayrıntısı ile dikkat edilir. Hep iki ile çarpılacaktır her davranışız... En ufak açığınızda aradan sızmaya çalışılır. Hemcinsleriniz bekar bir bayanı süzerken, sizi iki kere dikkatle süzerler. Erkekler içinse; kolay avsınızdır... Nasıl görürler biliyormusun? Zorluk çıkartmaz, Tecrübelidir. İlişkilerde çocuksu davranışlarla sizi bezdirmez. Soru işareti ile biten cümleler pek kullanmaz? Yanınızdayken doğaldır, kendini farklı göstermeye çalışmaz, doygundur vs. diye liste uzayıp gider...

Bir düşünelim bakalım? İş görüşmesine giden dul ve çocuklu bir bayan; sorulan soruda şöyle bir düşünür. Heleki çocuğu varsa; bekarım dese bir türlü, demese diğer türlü... En sonunda bekar ama çocuğu olduğunu belirtince, karşıdaki insanın bakışları, değişir mi değişmez mi? Ya da yeni tanıştığınız birisine bunu söylediğinizde.
Bayansa size destek olma ayağında neden ayrıldığınız merek eder önce. Erkekse sizinle sevişmenin nasıl olacağı, yada diğer tabirle kendisine verip vermeyeceğinizi. Bunlarında hepsini de, içine umut ve "ay sen ne güçlüsün" kelimeleri altında yaparlar.
~~~~~~

Toplum için ya evlisinizdir, ya bekar. Kredi kartı başvuru formlarında veya önünüze sunulan çoğu belge de size seçenek sunarlar. Ne olduğunuzu seçmeniz gerekir. Hadi bakalım seçin ne olduğunuzu. Evli misiniz: hayır, bekar mı? Eh bekarım tabiki diye düşünürsünüz. Ama sonra bir soru belirir beyninizde;
niye utanmam mı gerekiyor benim dulluğumdan? Boşanmış olarak büyük ve affedilmez bir suç mu işledim ben? Yürümeyen evliliğimin suçunu sadece kadın tarafına yüklerken, çok mu masumsunuz siz? Ama nedir? Boşanmış olmak, dikiş tutturamamaktır değil mi?

Ya ben... İkinci bir evliliğe sıcak bakıp, ama derinlerde deli gibi korktuğumu size nasıl açıklayayım. Hep insanların ne dediklerine bakan bir ailenin/çevrenin/arkadaşların yanında büyürseniz, empati yeteneğiniz ne kadar gelişken olur biliyormusunuz?

Birde anneler vardır. Tek korkuları oğullarının dul kadınlara bulaşmasıdır. Maazallah kendi oğulları bir dul kadının oyuncağı oluverirse, o kadının çocuklarını besler halde buluverir kendini. Çünkü asla kendilerine
"baba" demeyecek çocuklara bakmak için yetiştirmemişlerdir oğullarını... Bekar erkek & Dul kadın versiyonu daha kabul edilemez ölçülerde bizim ülkemizde. (Bir nebze bakirelik kavramı ortadan kalkınca, olabilirliği artmış bir durumdur.) Hımm napar bu kaynana adayları:

- evlatlıktan ret ederler oğullarını.
- sütlerini helal etmezler.
- kendilerine yazık ederler.
- intihar etmekle tehdit ederler.


Üstelik ne deseniz boş gelecektir. Siz kandıran taraf, erkekse kandırılan taraf olacaktır her zaman. Anlatmaya çalışırsınız, peygamberden tut, birçok örnekler sunarsınız. Ama o zaman dinin bir hükmü kalmaz. O zaman örf-adet-gelenek üçlemesi konuşur. Siz ne derseniz diyin, zordur bunları aşmak.


Hele ki aşan tarafın ayrıldığını düşünürsek, çıkacak söylemler, "ben sana demiştim" ler havada uçuşur.


Velhasıl zordur dul bir bayan olmak. Bir sonraki evlilik hep korkutur insanı. Beyninizden şöyle bir geçer düşüncesi: "Ya bu da yürümezse..."


Mutluluğa inanıp inanmamaksa, tamamen size kalmış. Diliyorum hepmizin karşısına güzel insanlar çıksın her yönden.


resim alıntı

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Önce





Sıcak çorbadan önce soğuk meze,

Sıcak şaraptan önce soğuk koltuk,

Sıcak nefesten önce soğuk bir el,

Sıcak bir kırmızı,

Soğuk bir beyaz.

...

Arka fon siyah.


Resim fotografçının isteği üzerine kaldırıldı

17 Temmuz 2009 Cuma

Özledim

Baba;
Sen en çok "senede bir gün" şarkısını severdin...
Bir erkeğin (hele bir kadına) şarkı söylemesi çok güzel gelirdi bana
ve sen ne güzel şarkı söylerdin...
Şarkıdan değil, seni dinlerken mest olurdum.

Şarkı söylemeyi çok severdin. Bense seni dinlemeyi...
Senin şarkın biterdi, ne söyleyelim dercesine bakardın yüzüme...

Bense "şarkılar seni söyler,ben gamlı hazan, inleyen nağmeler" ile başlardım, cılız sesimle mırıldanmaya...
Sesim iğrençti, doğru notalarla söyleyemezdim, hep kendimce söylerdim şarkıları.
"En çok hangisini seviyorsun" deseler, cevap veremezdim.
Demediler, ama sen hep benden önce bildin hangisi olduğunu?
Bakıp suratma o an hangisini dinlemek istediğimi bildin...
Hangisini o an en çok sevdiğimi...

* Sana ilk hediyem 9 yaşımda iken oldu. Harçlıklarımı biriktirip, beğendiğin bir sanatçının kasetini almıştım. Verirken yüzüne bakıp, tepkini izleyeceğim diye düşündüğümü biliyorum. Ama o an o kadar utandım ve duygulandım ki, bakamadım gözlerine. Hiç bilemedim ilk hediyemi verirken, gözlerindeki ifadeyi. Ne ben bakabildim, ne de sen konuşabildin o an... Bundan 2 ay sonra elinde bir orgla çıkageldin. Yanında en sevdiğim çikolatamla birlikte...

* 15 yaşımda elimde ilk altın madalyamı tutup sana gösterişim. Bu sefer yüzüne hevesle bakışım, senin gururla bakışın...

* Geçtiğimiz pazar günlerinin birinde, sen-ben-bezelye olarak gittiğimiz deniz faslından dönerken; aynı gün annemle kavga edip ona söylediğim sözler aklımdan geçti. Senin bizi yatıştırışın...İlk kez dede anne torun olarak bir arada olmanın keyfi ile dönerken hoşgör kızım bizleri dedim. İçim sızladı.

* Yazları bahçedeki salıncağa oturup, radyoyu yada o arşiv cd lerinden birini bulup (hatta hep 11 ve 14 i seçip) açışın yok şimdi.

Bahçemiz de suskun bu aralar. Bitkilerin ve çiçeklerin dallarıda uzadı. İyiyiz idare ediyoruz kendimizi ama biraz eksiğiz gibi.Yemek yapmıyoruz mesela. Hayır işin özü atıştırmanın dışına çıkmakta istemiyoruz. İçimiz almıyor. Evimize ekmek girmedi mesela 2 haftadır. Annem de kızmıyor ben pişiriyorum yemiycem diyosunuz diye...

Seni çok özledim babacım, ama dün annemi de çok özlediğimi farkettim. Ablama yanaşıp öptüm. Doymadım 3 kere daha öptüm. Hadi seni özleyeceğimi bilirdim de baba, bu sefer sanki annemi daha çok özledim. Seni anlattım tüm yazıda belki. Ama sende özlediğim şeyleri aradım. Anıları andım. Annemi ise şimdiki hali ile çok özledim.

Evimiz ses olunca çok çok güzel. Haftaya görüşmek üzere sizlerle... İkinizi de çok özledim...



resim alıntı

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Bugün güzel bir gün



  • Bu bir kadın bir erkek dizisini kaç kişi izliyor bilmiyorum ama. Bugün facebookta gördüm bir bölümünden ufak bir kesiti. Dayanamadım buraya da koyayım dedim. Bu nimet mi - lanet mi olduğunu çözemediğim yetenek (dolaylı yoldan anlama-anlatma) bütün kadınlarda var sanırım. Bir çok bölümü çok güzel konduruyor kadına da erkeğe de, ama bu bölüm çok hoşuma gitti siz de izleyin istedim. (En alta ekledim... umarım görüntülenir. olmadı link bu.)

  • Birde ben senelerdir tek bir soru çözmediğim halde, hatta bu bilgilerle kazanamam herhalde dediğim halde... Üniversiteyi kazanmışım. 145 tutturamam bu bilgilerle derken, 264 almışım. Hayır bilseydim çalışırdım, 10 soru çözsem karımaymış baksanıza. Bende nasılsa bu sene kazanamam, seneye hazırlanıp en azından boş durmam diyordum. O zamanda AÖF den devam ederimdi amacım. Şimdi istersem okula bile gidebileceğim bir puanım var. İş saatleri akşam okullarına denk gelmiyor diye biliyorum. Abim saat 3 de başlayabiliyor bazıları dedi. Öyle olsa oradan devam edecektim. Bakalım düşüneceğim artık. Ama şaşırdım, birde cidden 10 yıl geçti ben hiç test denen meretin T sini çözmeyeli. Var anasını ahahaha modunda bir haber oldu benim için.

  • İşin güzeli ise 2009 yapılacaklar listemde bir hedefim daha gerçekleşti. O kadar az madde kaldı ki, kalanların çoğu da duygusal şeylerle düzeltmem gerekenler... Bu yönümü seviyorum, ertelemiyorum gerçekten istediğim şeyleri. Eninde sonunda gerçekleşiyor. Hırsımın olması beni bu yönde olumlu etkiliyor.

Bugün güzel bir gün... ve işte beğendiğim video...



resim alıntı

10 Temmuz 2009 Cuma

Gündelikler

Ben kaza yaptım. İlk söylediğimde insanları bir panik dalgası alıp götürüyor ama önemli bişiy değil işte. Çarpacak onca yer arasında gittim seranın yandan açılmış penceresine...(gerçekten sadece pencerenin kıyısına hatta) geri geri çıkarken çarptım :)))))
Tabi benim serada ne işim olduğu ise ayrı bir mesele!! "Aslında ben orada muhtarı arıyordum". :) desem inanacakmısınız? Hııı?
Muhtarın binası olmamasından ve telefonu kapalı olduğundan, tarifle evini buldum. 3 kişiye tarif ettirerek, gittim. Ama o da ne? Muhtar beyler evinde değilmiş, serada kavun toplamaya gitmiş :)))
Serayı tarif etmeleri çok uzun sürdü. Bunda benim şaşkın bakışlarım arasında, bir serayı diğerlerinden nasıl ayırt edebilirim ki? bakışımın etkisi büyüktü. Ben sadece domatesin yaprağını bilirim. Bu ne yaprağı desen aval aval bakarım suratına yani... Serayı buldum tabi. Oda adamın beyaz kamyoneti varmış (Allahtan). Arabayı uzaktan seçer seçmez nasıl suratım aydınlandı anlatamam. Hani bir nur indi desem yalan olmaz. Neredeyse sarılıp sonunda buldum seni diyeceğim. Akşamdan beri arıyorum muhtarın cebi hep kapalı. Bende ne güzel planlamıştım, sabah erkenden muhtardan belgeleri alıp nüfusa giderim diye...
Muhtarın serası iç kısımda olunca; önümde iki seçenek belirdi. Ya o topuklularla sera alanına tıkır mıkır girecektim, yada araba ile 100 metre içeri girecektim. Valla ayakkabılarım el yapımıydı, üstelik daha 1 ay olmadan basamam o çamura diye düşünerek, girdim arabayla. Çukurlardan sallana sallana ilerledim. Muhtarla konuştum. Muhtarın o gün T den A hattına geçesi tutmuş. Akşamdan kapalı gişe oynamasının sebebi buymuş.
Çıkarken hain çukurun birinin ahına bulaşıp gıcırtt sesi eşliğinde arabamın sol çamurluk üstünü içe doğru basket topu derinliği gibi göçürdüm. Kendime siftahı yaptın dedim, sonra da kapa çeneni Efsa!!! Ağzını hayra aç deli dedim.
Ama ben paniklemesemde muhtarın maşallahı vardı. Düşünün hasar ne diye inmedim bile. Olsun canım benden kıymetlimi havalarında hafif öne gidip geri geri devam ettim, muhtar arabaya doğru eşkin adım gelirken... Adam bana acıdımı nolduysa; elinde iki kavun koşturuyor!! :)))) Almış kavunları yersiniz diye elime tutuşturuyor. Yok yemem, ben kavun sevmem ki şöyledir böyledir derken adam gayet rahat açtı arabanın kapısını yere koydu kavunları.
İş yerine gidince bizim mutfaktaki ablaya verdim yersiniz diye. Sigortacı olmanın yararları konullu panele hoş geldiniz deyip, aynı zamanda benim başıma verdikleri servis müdürüne hiçbir ayrıntı vermeden sanırım bana kaportacı lazım dedim. 200.00-TL hasarım varmış yaklaşık. Kaskoyu deldirsem mi deldirmesem mi bilemedim. Henüz ablama da söylemedim. :))) suratının ifadesini adım gibi biliyorum. Gözleri açılacak. ahaha 1 yıl bile olmadı alalı. Oda otomotiv sektöründe olunca, bizdeki kaportacı yerine onların servisinde yaptıracağız sanırım. Bizde hep modifiye tarzı varda, gün içinde vuvvvv vuvvv sesleri arasında baba parası yiyenlerin (ki çoğu tefeci) gelip gitmesini izliyoruz.
Bütün bu nüfus muhtar işleri bezelyenin okulu içindi. Bu yıl sistem değişikliğine ................ çok samimi bir şekilde saygılarımı sunuyorum. Kızımı eski mahallede göstermişler. Yani dedesinin evine 100 metre ilerideki okula. Mahalledeki çocuklarla okuduğunu onlar gibi konuştuğunu düşündükçe tüylerim ürperiyor. İstediğim okula yazdıramıyorum malesef. 3-4 ay sonra aktarma şansım varmış sadece. Buradaki okul ise bize çok ters. yakınımızda ki okula yazdıramamakta ayrı bir kara mizah gibi. Yolun bir tarafına bir muhtarlık, diğer tarafına öbür muhtarlık bakıyor :((( Ne halt edeceğimi bilemedim. Bu okula verirsem öğle yemeklerinde ne yiyecek bu kız. Üstelik dolmuş bile geçmiyordur o okuldan yakın değil. :(


Bir de 2.5 aydır kızını görmeyen babası, 2 gün onunla bir otelde kaldıktan sonra, efsa akşamları sen al seni özlemiş, ben senin benzin paranı karşılayayım dedi.!!! Ki ben bu adamdan nafaka bile almıyorum, ne kendim ne de kızım için düşünün yani. Annemlerde yok mecburen onlarda kalmak zorunda gündüzleri. Hayır okul kaydı için birde ben bu adamı bekledim kaç ay. Boşuna beklemişim yani. Her işe ben koşturdum. Hangi okulda hangi öğretmen iyi, hangi okulun şu binası ne zaman yapılmış gibi paranoyakça şeylere takıldım. O kadar karıştım ki en son. İyi olmayan okulda öğretmen iyi, öğretmeni iyi olmayan okul iyi. Seç seçebilirsen. Herifin götüne güvenmediğimden özel okulu hiç düşünmedim bile. Kesin ilk 3 taksitten sonra ödemez biliyorum. Hala bana 2007 den borcu var siz düşünün. Herifin götünü ben topluyorum, nafaka da almıyorum. Yaptığı işi de batırdı. Ben varya salaklığıma doymayayım. Zaten şimdi ne kadar korunmak isteyen role bürünüyorsam hep bu salağın yüzünden. 8 sene bir ilişkide yönetici gibi bir role bürününce, artıkları toplayınca, bir sonraki ilişkinde mümkünse birisi benim yerime düşünsün, gözükara olsun cart curt diyorsun. Bu seferde farklı şekilde şapa oturuyorsun.


Yine çenem açıldı. Arada böyle oluyor iç dökme zamanım geliveriyor. Bu hafta da böyle. Kimi görsem ben varyaaa... şeklinde cümleler kurar oldum :)))) Utanmasam yolda gördüğüm teyzelere anlatıcam, aslında ben şunu şunu yaptım da onlar bi ben kadar olamadı diye. :)))


Evde ses olmaması çok kötü. Yalnız yaşayan insanlara ikinci sınıf muamelesi yapasım geliyor. Yok anacım ben tek başıma kalamam, bir ses bir nefes aradım. İlk gün böyle voktamı filmlerimi aldım. 2 film izledim. kitap okudum. içkimi yudumladım. Normalde içki içince gülen ben, bu beni niye aramıyor, herkes kazamı okuyunca aradı bir o aramadı modunda şığır şıpır ağladım. Adilin beynini gecenin ikisinde ütüledim. Artık çocuk en son ben yatıyorum, uykum var cümlesini 4. kuruşunda yattı.

Birde birisi bana çok ilginç bir mail göndermiş... Nasıl ya oldum biran. Bu aralar beni şaşırtan çok şey oluyor. Bir de geçenlerde bir arkadaşım facebook üzerinden, bir başka blogcu hakkında dikkatli ol dedi bana. Benim blog yazdığımı kimse bilmiyor ki çevremden arkadaşlarımdan... Anlamadım yani... Hayır tanıyormusun diyorum yok diyor? Eee ortak tanıdıklar mı var diyorum? Sorma başka bişiy diyor. İyi de soracağım aşikar madem neden kıllandırıyorsun insanları... Sözüne de güvenebileceğim biri. Ne diyeceğimi bilemedim. Teşekkür mü, küfür mü etmeliyim bilemedim... Sormadım o saatten sonra kendisine herhangibir soru, görüşmedim, yazdıklarına da cevap veresim gelmedi...


Cumartesi için biri ile yemeğe çıkacağım, içimden gelmese de, yapmam gereken en doğru davranış bu. Yoksa kendime düşünsel olarak zarar veriyorum. Elimden geleni yaptığımı düşündüğüm için içim rahat olsa da; Kafama takıp ince detayına kadar düşünüyorum da düşünüyorum. Sonra iş nedenlere geliyor. Sonra taviz, ödün derken. Bunların kelime anlamlarına kadar düşünüp. Ulan salak efsa beklentisiz yaşamaya çalışırken ödün ve taviz kelimeleri kullanman ne iş? diyorum...


En iyisi ben sizinde beyninizi şey etmeden yatayım. Saçmaladım biraz affola. Eğer hala okumak içinizden gelirse diye bana gelen maili aktardım. Beni çok şaşırtsa ve duruma uysa da, belki başkaları içinde uyar diye düşündüm.


"Kendinizi gözden geçirme adına kullanmanız gayet yerinde olur. Öncelikle nasıl bir ilişki istiyorsunuz ve bugüne dek nasıl seçimlerde bulundunuz.Sakinlik ektiniz fırtına mı biçtiniz veya yapıcı davrandınız yıkıcı insanlarla karşılaştınız?Gücünüzü birleştirmekten yana olduğunuz halde krizlerle mi karşılaştınız?O zaman size söyleyeceğim tek cümle şudur. Siz ektiğinizi biçmişsiniz. Şaşırdınız değil mi?
Oysaki yaptıklarınızın doğru olduğunu siz de ben de biliyoruz. Ama bu doğruların değerini anlamayan ve anlaması mümkün olmayan kişilerle ilişkinizi sürdürdüğünüz ve devam ettirdiğiniz için yanlış yapmışsınız. O nedenle bu süreçte şimdi kendi yapınıza uygun olmayan kişilerle vakit kaybetmemeyi öğrenmelisiniz.
Daha düzgün, iyi niyetinize uygun, sizi gerçek manada anlayabilecek kişiyle olmalısınız. nasıl mı anlayacaksınız. Tabi ki mantığınızın sesine kulak vererek. İşte yüzleşme zamanınızın geldiğinin göstergesidir. Bu yüzleşmeyi başarılı bir şekilde yaptığınızda, ilişki konusunda bundan sonra gayet tutarlı ve dengeli kişilerin hayatınıza girdiğini gözlemleyebilirsiniz.
Yapamadığınız takdirde, karşınıza çıkacak yeni kişiyle, iki yönlü bir aşk yaşamaya devam edersiniz. Ya sakin bir limanda dinlendiğinizi hissederseniz veya fırtınaların ortasında boğuşursunuz. Ya, yapıcı tarzda bir ilişki yaşarsınız veyahut her ikiniz de kendi istekleriniz konusunda direttiğiniz için, bu beraberliği uzun süre sürdüremezsiniz.
Seçim senin."



resim alıntı

7 Temmuz 2009 Salı

Masal / Tuğlalar




Hani gözümüzün önünde olanı göremeyiz ya bazen. Gördüğümüz an ise gerçek suratımızda patlar... Onun gerçekleri de öyle idi. Bir gün etrafına alıcı gözlerle bakmaya başladığında: "Buraya kadarmış" dedi. Elleri ile ördükleri duvarları yıkmaya başlamıştı nicedir. "Hiçbir şeye değil de bu duvarlara acıyorum belki de" diye düşündü kadın ve yazmaya devam etti.
Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı... Her bir tuğlayı geriye çektiğimizde, hatalarımızla yüzleşir buldum kendimi. Unuttuğum incinmişliklerimi ve söyleyemediklerimi; hırçınlaşıp sözcüklerin zehirli dilini kullanıp kırdığım, bazen bunalttığım seni anımsadım. Sadece hayatımızda bir şeyler olacaksa hep mükemmel olmalı, rayında gitmeli diye düşünmüştüm. Yanlış konulan bir tuğlayı seni uygun şekilde uyarmama rağmen düzeltmiyordun. Ve ben sonra unuttuğum hatayı fark ediyor ve o tuğla için tüm yapılı bir duvarı yıkma çabasına girişiyordum. O yamuk tuğlanın orada durması, senin çabasızlığını yüzüme vuruyor gibiydi.
"Neden" diyordum, "bu kurulu düzen içindeki eksikleri veya yamuklukları fark edemiyor."Görsen de hiç denemedin, bosverdin, öyle de yaşanır sandın, kendin uzaktaydın çünkü ara sıra fark ettiklerin gözüne bakmayacak kadar değersiz geldi belki de. Bende bunu hiç affedemedim.
Biliyorum; sen bu satırları okurken daha cevaplandırıyorsun, tüm sözcüklerimde ki gizli sorularımı. Ama bu kez yetmedi işte kelimelerin. Ortada cevaplandırdığın ama asla beni tatmin etmeyen, benden çok kendini inandırmak için kullanılmış kelimelerin ile kalakal istedim. Defalarca şans verdiğimizi bile hissettirmeden, adım adım uzaklaşmamızı izledik birlikte. Etrafıma duvarları ellerinle ördürdün farkında değildin... Değildim... Ama biliyormusun? Ben hep denedim, belki de bu nedenle kendimi suçladığım anlardan sıyrılıp, kendimi affetmem daha kolay oldu senden.


Benimkilerden önce örülmüştü senin duvarların. Bunun için bana hep kendimi suçlu hissettirme yoluna gittin, kendi yapamadıklarını benden bekledin. Ben yapmadıklarını yapınca da, sana ihtiyacım olmadığını anlamamı sağladın. Sonra ne oldu biliyormusun, benim yüzümden birbirimizden uzaklaştığımızı düşündüm. Konuşamamanın, ortak paylaşım alanlarının darlığının bizi çözümsüz ve sığ bir alana sıkıştırdığını sandım. Denediğim tüm girişimleri sonuçsuz bırakan hayat şartları sandım, seni hiç suçlamadım, suçu hep kendimde aradım.


Biz hiç kavga etmedik seninle? Defalarca birbirimizi incitmekten kaçınıp son anda tuttuk öfkelerimizin dizginlerini, sonra eski yalnızlıklarımıza geri döndük. Çözmek yerine susmayı tercih ettik. Neden? Neden bir kez olsun bana haksız taraflarımı bağıra çağıra söylemedin?Neden öfkeli görmedim hiç seni?


Hep merak ettim biliyormusun? Bir ayrılıp bir barışan, sürekli birbirlerini hep seven hem yeren insanların davranış biçimlerini... Biz hiç böyle değildik. Biz birbirimize hep güvendik. Birbirimizi kırmaktan korktuk. Değer mi dedik üzmeye? Tamiri zor sözcükleri söylemekten çekindik... Değiyormuş, insanları hataları ile yüzleştirmek gerekiyormuş...


Senden sonra ne oldu biliyormusun? Hayır, hiç bilmedin? Hiç fark ettirmedim sana? Sadece bir kez verdiğim tepkiyi gördün, incinmişliğimi gördün... Yanımda koltukta oturuyor ve duymayı hayal bile edemeyeceğim şeylerle yüzleştiriyordun kem kendini, hem aileni, hem beni. Kafamı çevirip sana baktım inanamamazlıkla... Bakışıma "üzgünüm" diyen ifade ile karşılık verdin. Ama bu bakışta "imkanım olsa, yine giderdim" ifadesini yakalayınca çevirdim başımı... Kucağımda duran ellerime, oradan ayaklarıma, oradan halının çizgilerine baktım... O anı hiç unutmadım.


Yıkıldım sanmıştım, bir daha toparlanamam... Ne halt edeceğimi bilmeyerek geçti ilk aylarım. Ben özene bezene yaptığım tuğla duvarlarımızı işte o gün yıkmaya başladım. Kendi ellerimle yaptım bu evi, yine kendi ellerimle yıkarım hesabı, tek tek yüzleştim her biri ile. "Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı..." Zamansız daha kurumadan konulan tuğlalardı bizimkiler. Fazla hava alınca evimizi ısıtmaya yetmedi hiç bir sıcaklık. Çatladı birer birer... Yanlış konulan içi doldurulamayan tuğlalardı bizimkiler. Eksik kaldık...


Şimdi hiçbir şeye değil de verilen emek emek üretilen tuğlalarıma acıyorum bazı bazı dedi ve sustu kadın...





Resim alıntı


4 Temmuz 2009 Cumartesi

Yastık


Tanıştırayım...

Bu benim yüksek bir yastıkta yattığım zamanki halimden arta kalanlarımın örnek bir resmi.
Normalde her insan gibi kendime has bir yastığım var benim.
Alçaktır kendisi!
Hemde çok alçak...
O kadar güzeldir ki bezelye bile alır gecenin bir yarısı benim yastığımı...
Severim kokusu benden dolayı, hiç yıkanmasın isterim birde...
Hep ben koksun, hep kızım koksun.
Usanmadığım tek şey koklamak ve dokunmak.
Bazen sırf bu nedenle hayvanlaşır içimde bir yer.
Dolarım.
Hissettiğim sevgiyi nereme koyacağımı bilemem.
Ne kadar sevsem koklasam dokunsam az gelecektir.
Yetmez...
(Geçenlerde kızımda hissettim bu duyguyu, ısırmak geçti içimden)

Neyse bir yastığım var benim.
İşte arada gözyaşlarımı emer.
Terimi de emer.
Birde unutmadan;
Bazen farketmeden akan salyalarımı da emer.
Saçlarımı görürüm bazen sevinirim,
Bazen ise üzülürüm tekrar yapıştırıveresim gelir.
Telefonlarımı hep onun altına saklarım.
Kitabım da hep onun kenarında durur.
Severim sevdiğim şeylerin yastığımın kenarında durmalarını.

(...Geçen gün kızımın ağzında sakızla uyumuş olduğunu o uyanınca farkettim. Anneliğimi sorguladım bunun üzerine. Ya yutmuş olsaydı diye...)

Geçen gün uzun zamandır yatmadığım bir yastıkta uyudum.
Yumuşaktı sevdim.
Başka koksa da o kokuyu da sevdim.
Ama ilk görüşte sevmediğim şeyler vardı.
Kılıfı değişsede, tersini çevirip yattım, varlıklarını unutabildim.
Sanki öyle yapınca görünmez ve geçmiş varlıkların izlerini örtebilecekmişim gibi geldi.
Bu 2 ay demek yerine 60 gün demeye benzedi.
Olsun avuttu.
Uyuyabildim.

Bugün tüm uykusuzluğuma rağmen neşeliyim. dün akşam çok hoş dansettim kursta. Kendimi ben bile beğendim yani. Düşünün 2. ayıma gireceğim, ancak dün beğenebildim. Bachata da zaten iyiydim. Ama salsada da ne kadar iyi olduğumu farkettim. Buda neşemi katladı, akşamda kuaföre gidip bir kırmızılaşıp geleceğim. Ailem memlekete gidiyor, anne-baba bütün yaz yoklar. Bende izinden gelen arkadaştan sonra gideceğim onlara katılıp. Şimdilik evde tek başına oynayacağım bu hafta. Bir sürü film alacağım, vokta alacağım, arabama atlayıp arkadaşıma gideceğim, evde pinekleyeceğim, yemek pişireceğim . Birde annemin tenkitlerine rağmen özgürce kola içeceğim. (çok kızıyor deleceksin mideni diye, Allah tan selilüt denen mereti Allah benden uzak tutmuş, yoksa bu kadar kolaya hangi vücut dayanırdı bilmem)

Herkese güzel hafta sonları olsun. :)



resim alıntı

Related Posts with Thumbnails

..