boktan zamanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
boktan zamanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Haziran 2009 Cuma

Anılar / Bir düğün sonrası


"En iyi olan her zaman zor olandır... Yani "zaman" dır"

dedim bir hafta önce arkadaşıma. Bir forum sayfasından bugünlere dek gelmiştik. Ayrı şehirlerde kısıtlı imkanlara rağmen 2 defa görebilmiştik birbirimizi.
Onun yaşamından bir kesit anlatmak istedim bugün. Amacım elbet üzmek değil ama, yaşamın hala sürdürülebileceğini anlatmaya çalışmak belki de. Sebep aramıyorum. Sadece içimden bu geçti.

Kardeşinin düğünü için memleketlerine gittiler. Birlikte elbise seçeneklerine bile baktık, uzaktan resimler gönderdi bize. Boşanmış bir ailenin 2 evladı olarak, çok değer verirdi kardeşine. Ablalık kadar anne ve babalıkta yapmıştı kendisine. İşte şimdi evleniyordu. Arkadaşımızı güle oynaya uğurladık kardeşinin düğününe. Sonrasında duyduklarımı ise aynen yazıyorum.

Düğünü bittikten sonra konvoyda giderken, 2 aracın yanyana geldiği bir an; lastiklerin birbirine sürtünmesi ile taklalar atar. Arkadaşımın kardeşi, damat ölmüştür. Gelin de ise hiçbir şey yoktur. Ufak tefek çiziklerin haricinde...

Sonrasında:
@ Aradan 2 gün geçti, kızdan saklanılan sır söylendi. Güzel gelin sinir krizleri geçirdi!
@ Aradan 1 ay geçti, arkadaşımız ruh gibiydi. Bizde ne diyeceğimizi bilemedik. "Hangi bahane avutulur bilmem, hangi gunahın bedeli bu..." dedi 1 yıl boyunca sadece. Konuşmadı, okumadı bizleri. Birkaçımız gitti görüştü, arada kendisi uğradı...!
@ Aradan 1 ay daha geçti, güzel gelin hamileydi! Üstelik bebek 4 aylık olmuştu. Aldırmayı hep red etmiş, tüm ısrarlara rağmen...!
@ Aradan 3,5-4 ay geçti, erken gelmeyi isteyen bebek kız oldu. İsmi kondu. Gözümüz Aydın' dı...! Bebeğin resimlerine baktık, anneyi, aileyi, arkadaşımızı böyle salak saçma geveleyici sözlerle, utana sıkıla tebrik ettik.
@ Arkadaşım dedi ki... Narkozun etkisi ile annenin sayıklamalarını duyunca, içimiz parçalandı!

Tam doğru insan dediğin birisinden sonsuza dek kopmak...
Üstelik düğün bitiminde evlerine dönerken konvoyda kaza sonucu onu kaybetmek...
Doy-a-mamak...
Yaşanamayan, paylaşılaşamayan bir evlilik...
Babasız bir bebek büyütmenin güçlüğü...
Babasını hiç göremeyecek koklayamayacak bir bebek...

Hadi susalım
Ben bazen oscarlık beceriyorum bunu...!


* Benim abimde düğünümün ertesi günü kaza geçirdi. Kazadan 15 dak önce gördüğümde markete gitmek için ayakkabısını giyiyordu. Bir sonraki görüşümde, bacağı alçıda. sol gözünden yanaklarına bir tek kan damlası sızmış bir şekilde, ingilizce ve osmanlıca bir şeyler sayıklıyodu. Abim zaten sağ kolunu pek kullanamazdı, doğumda oluşan bir hata sonucu bedensel engelli idi. Şimdi ise sol tarafı komple kırıktı. Çok şükür düzeldi 1 sene sonra ama o günler ne zordu biliyorum. Neyse bu günlük hüzün yeter sanırım.
Allah herkese sağlık versin diyorum.


Resim alıntı

19 Mayıs 2009 Salı

Deneme - Hikayeler / Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair


Boynumdaki nefesinle uyanır gibi oluyorum. Gözkapaklarımı yarı açarak, sana bakıp gülümsüyorum.

- "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense
- "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun.

Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum...

Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor.

Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo, hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona yakışıp yakışmadığı da değil...
Anlatmak istediğim; o kişi ile en son neler yaptığınız, en son kelimesi... En son ne giymişti mesela? Yapmayı ertelediği bir şeyler var mıydı ve size bundan bahsetmiş miydi? Son yemeği neydi? Ya son düşüncesi ne oldu? Soruları...

Sen gidiyorsun... Ve ben şu an kapıdan asansöre kadar kaç adım attığını bile merak ediyorum. Anımsıyorum da; ilk tanıştığımız zamanlar, koluna girdiğimde yürüyüşümüzü birbirimize uydurmaya çalışırdık. Senin adımların benim bir buçuk adımım gibiydi. Ve ben yarı koşar halde, hala kolumda kolunu hissedebilmek için çabalardım sana uyum sağlamayı. Başarmıştık değil mi? Aynı adımlarla kaldırımlarda yürümeyi...

Sen gidiyorsun... Ben uyanıyorum... Ufak bir "akşama ne pişirsem" sorusuna hemen "sulu köfte" diye ses veriyor içim. En sevdiğin şekilde yapıyorum sulu köfteyi. Az suyla, biraz patates ve köfteleri çok karabiberli... "Öğlen çıkarız belki" dediğin aklıma geliyor. Olsun diyorum içimden, akşama hazır olur en azından, tasası kalmaz.

Sen gidiyorsun ve geri dönmüyorsun...
Keşke diyorum. Keşke bir gün öncesinden yapsaydım şu yemeği... Sen ne çok severdin...
Peki, sen son ne yedin, yoksa bir çay mıydı boğazından geçen? Belki de suydu. Sen çok severdin zaten su içmeyi.

Sen gidiyorsun ve ben şuan sonları düşünüyorum... Söylemek istediğim her şeyi söylemişim sana. Sevgimi, özlemimi, kızgınlıklarımı, başarılarındaki övgülerimi...

Son telefon konuşmamız ayın 14 ünde oluyor.
Son gömleğin mavi çizgili,
Son kez öptüğüm yer göğsündü bedeninde... Başım göğsündeydi uykuya dalmadan önce.
Son kez seni güldürdüğüm konu neydi sahi? Dur bakayım, topuğumun kırıldığı ve benim elimde ayakkabın teki ile koridorda kalakalışımdaki şaşkınlığım mı? Birde, salondaki koltuğun yerini değiştirirken verdiğim mücadeleye gülmüştün, taklidimi yaparak... Ne güzel gülerdin. Gözlerinle ve yüreğinle gülerdin...
Son kez koklayışın...
Son kez gözlerim yarı açık sana bakışım...
Son kelimen...
Son... Son... Son...
Bir son nasıl anlatılır? Bir son nedir? Ölüm bir son mudur?
Ya sensizlik? Açıklaması uzun sürer mi? Ve ben yeterince açıklayabilir miyim sensizliği?
Yatağın sağ tarafına hiç yatamayışımı.
O günkü olayları, şaşkınlıklarımı paylaşamayışımı.
Sulu köftenin ve mantının hayatımda asla bir daha pişirilmeyecek listesine girmesi mi sensizlik?

Biliyor musun aşkım, o günden sonra kirli çamaşırları bile kokladığımı biliyorum. Bir banyoda kaç saat geçirilebilir sence? Birileri beni orada bulana dek kıpırdamayışım. Kapıyı çilingirle açtırmak zorunda kalışları ailenin... Annenin suratına baktığımda, senin gidişinden çok bana acıdığını gördüm biliyor musun? İlk defa bana öyle sıcak ve yavrusuymuşum gibi baktı... Bunun için sonları yaşamamız mı gerekiyordu? Hayır, isyan değil içimdeki. Ölüm hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun sen. Ama yaşamındaki sonlarla avutuyorum kendimi... Bilmiyorum... Eşyalarını toplamayı ret ediyorum. Kirli sepetindeki çamaşırları yıkamıyordum elimden zorla almasalar. Onlar kirli değildi ki... Onlar sen kokuyordu. Gömleklerini ütülemek bile ne büyük keyifmiş Tanrım...

Sen gidiyorsun... O günden geriye kalanları düşünüyorum... Kalan... Artık kalanlarla yetiniyorum işte. Sancılı saatler, insanların beni tek başıma bırakmama telaşları... Psikologlarda saatler geçirme... Geçire geçire geçirilen saatler...

Sen gidiyorsun... Senden kalanları veriyorlar bana bir poşetin içine konulmuş. Bak bir kalan daha işte... Şaka gibi dimi... Değil... Cep telefonun, paçalarından ceplerine dek kesilmiş kan damlarının olduğu krem pantolonun, bozuk paraların, cüzdanın... Son kez elimi poşete atıyorum... Evimizin anahtarları çıkıyor... Biz bir daha asla bir aile olamayışımızın gerçeğini de peşinden sürükleyerek...

Sen gidiyorsun ama düzeliniyor! Hayata kazandırılıyorsun. Kalanları dolduracak "şey" ler yaratmayı öğreniyorsun. Artık eşyaların yerini değiştirebilecek gücümün olduğunu keşfettim bak. Meğer nazım hep sanaymış. Arabanın muayenesini bile kendim yaptırdım geçtiğimiz günlerde. Misafir geliyor ve artık senin koltuğuna oturduklarında ani bir refleks ile ayağa fırlamıyorum mesela. Arda ile tayfun uğradı geçenlerde iş yerime, Eskileri konuşup gülümsettiler beni. Eskiler... Ve yeniler... Seninle ilgili anılarım bile eskimedi sevgilim. Bazen aynı hikayeyi anlatırken buldum yine kendimi. Alıştılar çevremdekiler de sanırım. Birde yeniden gülümsediğimi gördüklerinde, bende seviniyorum. Güçlü kızsın diyorum hep kendime. Uykularım çok düzenli mesela. İlaç kullanmayı ret ettiğim için uzunca bir müddet bununla boğuşsam da, her şey gün geçtikçe yerine oturuyor...

Sen gidiyorsun... Karnımdaki bebeğim de seninle birlikte gidiyor sanki... Doğmamış çocuğumuza üzülüyorum... Güle güle bebeğim diyorum... Babanla birlikte seni varmışçasına seviyoruz...

Sen gidiyorsun... Ben boşluk doldurmaca oyununa bir son vermeyi zamanla yaşama uyumu öğreniyorum. Seni mutlu edebildiğimi düşünüyorum en azından. İçim rahat sevgilim.

Tek bildiğim seni çok özlüyorum...
Seni seviyorum.

Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair...


* Görsel alıntı.

24 Aralık 2008 Çarşamba

sahne değişir...



İşyerindedir kız. Sakin bir gündür, sürekli geçmişe gittiği bir gündür... Uykusuz bir gece daha geçirmiştir ve ancak sabaha karşı sızabilmiştir. Oysa onu bir süpriz beklemektedir, istediği şeye kavuşmuştur bilemeden... Nadir rüya görür zaten, rüyasında onun arabasındadırlar, o elini son bir kez tutmak ister kızın, hiç çekinmeden uzatır ellerini kız, ferahlar... Olsundur bir kez tutmuştur ya o elleri, artık huzurla gidebilir. Zaten onun sözünü dinler başka bir konuda. Vedalaşırlar rüyasında koltukların üzerinde elele... Kız iyi hatırlamak ister adamı... adam iyi hatırlamak ister kızı...

sabahı düşünür sahne değişir...
Sabah telefonun zilini duymaz sabah, bezelyesinin servisi gelmiş onları 10 dakikadır beklemektedir. Apar topar bindirir.

Evden çıkmak için hazırdır. Sabah ayağına nerden geldiği belirsiz bir nazarboncuğu çıkatması yapışmıştır kızın. Alır uyanmış olan babasına gösterir. Nerden geldiğini anlayamazlar... Babası sanki içini okumuş gibi bakar, "dikkatli ol" der. Babasını düşünür kız, ne kadar da benzeşirler. Annesine göre o hep babasının kızıdır. Kız annesinin de kızı olmak ister, ama olan ablasıdır. Yolda düşünür kız, annesi o okula giderken bile hiç kalkıp kahvaltı hazırlamıştır ona. Hep kendisi yada ablası bir bardak süt ısıtmıştır ona. İçinde kalmıştır küçük kızın...Annesi dokunmayı pek sevmeyen bir insandır. Sevgisini dokunarak anlayan kıza inat. Kız hep birileri ona sarılsın istemiştir, ama annesi ayda 3-4 kez ancak sarılmıştır... Anne olunca anlar annesini biraz daha, ama o kız bütün çocukluğunu babasıyla geçirmiştir. Annesi hep mesafelidir... Babası ile gözleri ile konuşma yetisine sahiptir.

Dolmuşu beklerken poyrazın etkisi ile bütün kuru yapraklar sadece onun durduğu yere gelirler. Toz çepeçevre sarar kızı, yapraklar başında taçlanır, galez kelimesini hep sevmiştir. Dayanamaz bütün yapraklara basar...

İşe gelirken bindiği dolmuş bir okul servisine çarpar, yanındaki kaza tespit tutanağını verir, başka bir araca biner. Şaşkındır, işe geç kalır...

Sigorta şirketinden nazar boncuklu bir anahtarlık gönderirler. Ama kız o tarz şeyleri sevmez, hatta takıyı bile sevmez vücudunda, o hep sadelikten yanadır. Nazar boncuğuna bakıp düşünür, ne o ne de aile öyle batıl inançlara inanmazlar. Ama düşünür kız, bunların işaretler olduğuna inanır... Vardır bir hayır, ama düşüncelerine dur diyemez, bozuktur ya morali, hayatındaki kötü anları düşünür kız...

sahne değişir...
Düğünü olmuştur, abisinin evine giderler ertesi gün, abisi çerez-kola falan almaya gider... dönmez ama... meraklı, sancılı saatler sürer, yengesi telefonda bayılır... 3 saat sonra yoğun bakımda sol gözünde bir damla kanın eşliğinde, kırık vücüdu ile karşılaşırlar, ingilizce/ osmanlıca birşeyler mırıldanıyordur abisi... Çığlıklar, yumrular boğazında düğümlenir kızın... Düğününe sevinemez...

sahne değişir...
aradan 1 ay geçmiştir, abisi onu hatırlamaz... İlk sineması, ilk sigarası, ilk denizi, ailesinden harçlık almayıp onun yanında çalışıp para kazanmıştır kız, ailedeki babasından sonra en sevdiği... onun için tübitaktan kazandığı ödülle burslu okuma şansını kullanmayıp, x lisesinden geri dönen abisi kız kardeşini hatırlamaz... Kız küçüklüğünden beri abisinin anlattığı masallara inanmıştır... Okula gidene dek kurdu iyi kırmızı başlıklı kızı kötü sanmıştır, abisi onu hep güldürmüştür... Şimdi ayağı kırıktır, platin takılacaktır, vücudu mosmordur... abisinin zaten sağ eli ve kolu özürlüdür doğum nedeniyle. Şimdi ise sağ tarafı komple kırıktır...

sahne değişir...
ablası boşanmıştır eniştesinden, annesi hem oğluna hem kızına üzülür... kız hiç üzülmez bu duruma...

sahne değişir...
abisine platin takılır, 6 ay yürümeyecektir... Yapacağı duruşmalarını vekaleten kayınbiraderi onun adına üstlenir. Uzunca bir müddet çalışmayacaktır.

sahne değişir...
aradan 1 ay daha geçmiştir, annesinin kanamaları durmaz. hem kızının ayrılığı, hem oğlunun haline dayanmaz yüreği, vücudu, ameliyata alınır... rahmi alınır...

sahne değişir...
kız da ayrılmıştır eşinden, annesi hala üzgündür, babasının ağladığını görür ilk defa, yıkılır kız... Hayatta en acı şeyin bu olduğunu düşünür bir babanın ağlaması, hayallerini suya düşürmüştür kız. Babası mükemmeli sever çünkü... Sarılırlar...

sahne değişir...
babasında zehirli guatr çıkmıştır, ameliyat olur... 3 gün sonra eve çıkar, iyidir, sevinir kız...

sahne değişir...
3 gün sonra annesi "babana felç indi, hastanedeyiz der" donuk bir sesle. Kız şoktadır, daha yeni hastaneden çıkmışlardır oysaki... iş yerindekiler kızı sarsarak kendine getirirler... Babası iyileşir ama kız o anı hiç unutmaz... Babası annesini sayıklar hep, hala 68 yaşında bile herkezin içinde öper annesini, bilir kız... Onlar güzel bir çifttir 63 den beri...

sahne değişir,
annesinde göz tansiyonu vardır,,, her gün 5 tane damla kullanır yoksa kör olacaktır...
dün % 60 işitme kaybı oluştuğu saptanmıştır, Babasında şeker çıkmıştır... Kız farkederki her şeyin başı sağlıktır...

Kız düşünür... düşünür... sarmalanmak ister, gidip sarılmak ister onlara, tutar kendini ama, telaşlandırmak istemez kimseyi, telefon açsa ağlayacak konumdadır çünkü...
Related Posts with Thumbnails

..