25 Aralık 2008 Perşembe

Ben' e dair / mim en sevdiğim şarkılar.

Andrea Bocelli & Helene Segara - Vivo Per Lei

Fahir Atakoglu - Pour Lui

Josh groban - Per Te

Emre Aydın - Afilli Yanlızlık

Ahmet Kaya- Acılara Tutunmak

Adını sanını bilmediğim arapça slow bir parça

Sagopa Kajmer - 24

Akon - Mr. lonely (yanlış yazmışım ya kimsede uyarmıyor) :))))

Şebnem Ferah - Hoşçakal

Ferudun Düzağaç - Beni bırakma

Camillamın pasladığı mime istinaden, dinlemekten en zevk aldığım bıkmayacağım parçalar.

Yüzsüzlük yapıp dün ilk defa dinlediğim bir parçayı da eklemeden duramıycam. Benim çok hoşuma gitti ve gülümsetti. İnsanın böyle eteklerini savurarak dönesi geliyor çıplak ayaklarla :)) Direk aklıma göçmen kızı geldi nedense bir de elveda rumeli... Dinledikten sonra evet güneş yeniden açabilir, ışınları ile beni taçlandırabilir dedittirdi bana. Umudun şarkısı olsun buda...



24 Aralık 2008 Çarşamba

sahne değişir...



İşyerindedir kız. Sakin bir gündür, sürekli geçmişe gittiği bir gündür... Uykusuz bir gece daha geçirmiştir ve ancak sabaha karşı sızabilmiştir. Oysa onu bir süpriz beklemektedir, istediği şeye kavuşmuştur bilemeden... Nadir rüya görür zaten, rüyasında onun arabasındadırlar, o elini son bir kez tutmak ister kızın, hiç çekinmeden uzatır ellerini kız, ferahlar... Olsundur bir kez tutmuştur ya o elleri, artık huzurla gidebilir. Zaten onun sözünü dinler başka bir konuda. Vedalaşırlar rüyasında koltukların üzerinde elele... Kız iyi hatırlamak ister adamı... adam iyi hatırlamak ister kızı...

sabahı düşünür sahne değişir...
Sabah telefonun zilini duymaz sabah, bezelyesinin servisi gelmiş onları 10 dakikadır beklemektedir. Apar topar bindirir.

Evden çıkmak için hazırdır. Sabah ayağına nerden geldiği belirsiz bir nazarboncuğu çıkatması yapışmıştır kızın. Alır uyanmış olan babasına gösterir. Nerden geldiğini anlayamazlar... Babası sanki içini okumuş gibi bakar, "dikkatli ol" der. Babasını düşünür kız, ne kadar da benzeşirler. Annesine göre o hep babasının kızıdır. Kız annesinin de kızı olmak ister, ama olan ablasıdır. Yolda düşünür kız, annesi o okula giderken bile hiç kalkıp kahvaltı hazırlamıştır ona. Hep kendisi yada ablası bir bardak süt ısıtmıştır ona. İçinde kalmıştır küçük kızın...Annesi dokunmayı pek sevmeyen bir insandır. Sevgisini dokunarak anlayan kıza inat. Kız hep birileri ona sarılsın istemiştir, ama annesi ayda 3-4 kez ancak sarılmıştır... Anne olunca anlar annesini biraz daha, ama o kız bütün çocukluğunu babasıyla geçirmiştir. Annesi hep mesafelidir... Babası ile gözleri ile konuşma yetisine sahiptir.

Dolmuşu beklerken poyrazın etkisi ile bütün kuru yapraklar sadece onun durduğu yere gelirler. Toz çepeçevre sarar kızı, yapraklar başında taçlanır, galez kelimesini hep sevmiştir. Dayanamaz bütün yapraklara basar...

İşe gelirken bindiği dolmuş bir okul servisine çarpar, yanındaki kaza tespit tutanağını verir, başka bir araca biner. Şaşkındır, işe geç kalır...

Sigorta şirketinden nazar boncuklu bir anahtarlık gönderirler. Ama kız o tarz şeyleri sevmez, hatta takıyı bile sevmez vücudunda, o hep sadelikten yanadır. Nazar boncuğuna bakıp düşünür, ne o ne de aile öyle batıl inançlara inanmazlar. Ama düşünür kız, bunların işaretler olduğuna inanır... Vardır bir hayır, ama düşüncelerine dur diyemez, bozuktur ya morali, hayatındaki kötü anları düşünür kız...

sahne değişir...
Düğünü olmuştur, abisinin evine giderler ertesi gün, abisi çerez-kola falan almaya gider... dönmez ama... meraklı, sancılı saatler sürer, yengesi telefonda bayılır... 3 saat sonra yoğun bakımda sol gözünde bir damla kanın eşliğinde, kırık vücüdu ile karşılaşırlar, ingilizce/ osmanlıca birşeyler mırıldanıyordur abisi... Çığlıklar, yumrular boğazında düğümlenir kızın... Düğününe sevinemez...

sahne değişir...
aradan 1 ay geçmiştir, abisi onu hatırlamaz... İlk sineması, ilk sigarası, ilk denizi, ailesinden harçlık almayıp onun yanında çalışıp para kazanmıştır kız, ailedeki babasından sonra en sevdiği... onun için tübitaktan kazandığı ödülle burslu okuma şansını kullanmayıp, x lisesinden geri dönen abisi kız kardeşini hatırlamaz... Kız küçüklüğünden beri abisinin anlattığı masallara inanmıştır... Okula gidene dek kurdu iyi kırmızı başlıklı kızı kötü sanmıştır, abisi onu hep güldürmüştür... Şimdi ayağı kırıktır, platin takılacaktır, vücudu mosmordur... abisinin zaten sağ eli ve kolu özürlüdür doğum nedeniyle. Şimdi ise sağ tarafı komple kırıktır...

sahne değişir...
ablası boşanmıştır eniştesinden, annesi hem oğluna hem kızına üzülür... kız hiç üzülmez bu duruma...

sahne değişir...
abisine platin takılır, 6 ay yürümeyecektir... Yapacağı duruşmalarını vekaleten kayınbiraderi onun adına üstlenir. Uzunca bir müddet çalışmayacaktır.

sahne değişir...
aradan 1 ay daha geçmiştir, annesinin kanamaları durmaz. hem kızının ayrılığı, hem oğlunun haline dayanmaz yüreği, vücudu, ameliyata alınır... rahmi alınır...

sahne değişir...
kız da ayrılmıştır eşinden, annesi hala üzgündür, babasının ağladığını görür ilk defa, yıkılır kız... Hayatta en acı şeyin bu olduğunu düşünür bir babanın ağlaması, hayallerini suya düşürmüştür kız. Babası mükemmeli sever çünkü... Sarılırlar...

sahne değişir...
babasında zehirli guatr çıkmıştır, ameliyat olur... 3 gün sonra eve çıkar, iyidir, sevinir kız...

sahne değişir...
3 gün sonra annesi "babana felç indi, hastanedeyiz der" donuk bir sesle. Kız şoktadır, daha yeni hastaneden çıkmışlardır oysaki... iş yerindekiler kızı sarsarak kendine getirirler... Babası iyileşir ama kız o anı hiç unutmaz... Babası annesini sayıklar hep, hala 68 yaşında bile herkezin içinde öper annesini, bilir kız... Onlar güzel bir çifttir 63 den beri...

sahne değişir,
annesinde göz tansiyonu vardır,,, her gün 5 tane damla kullanır yoksa kör olacaktır...
dün % 60 işitme kaybı oluştuğu saptanmıştır, Babasında şeker çıkmıştır... Kız farkederki her şeyin başı sağlıktır...

Kız düşünür... düşünür... sarmalanmak ister, gidip sarılmak ister onlara, tutar kendini ama, telaşlandırmak istemez kimseyi, telefon açsa ağlayacak konumdadır çünkü...

23 Aralık 2008 Salı

Masal masal içinde / O Adam



Adam…
Beklenmeyen misafirlerin özlemiyle dopdolu günlerden birinde; kapılarını zorlamıştı. Açmayacaktı, delikten baktığı insanı tanımıyordu. Tamamen yabancıydı... İsmini seslendi, benim dedi, İşte o an tanıdık bir şey hissetti masaldaki kız kalbinde. Her gün kağıt üzerinde gördüğü bir ismi mırıldandı dudaklarında sessizce. Masaldaki adam yüzünü de göstermişti yine o gün.

Hafifçe araladığı kız kapıyı...
Şaşkındı, ürkekçe uzattı ellerini. Bu arada kızın savunma içgüdüsünü kullandığı söylemleriyle yılmadı adam, sürekli konuştu... Susmadı adam, kadının suskunluklarına inat... Kapıları açtı sonunda kız korkusunu yenerek. Konuğunu ağırlayacak kadar güçlü hissediyordu kendini artık. Girmeyi başardı adam, ellerini uzattı adam, tuttu kız...

- "hoş geldin" dedi kibarca. Gerçekten de ne hoş geldiğini düşünüyordu o an. Karşısındaki adam gülümsüyordu, sürekli gülüyordu, kız mutlu olduğunu düşündü; bu konuşkan, heyecanlı, sürekli gülen adam içini kıpırdatmıştı. Adamında kendi içinde mutlu olduğuna sevindi.

En güzel şekilde ağırlamak istemişti bu konuğunu, ama bilsin de istiyordu onun günlük yaşantısını. Ortalığı toplamaya lüzum görmedi; bıraktı biraz dağınık kalsın. Adam o halleriyle sevsin istedi kendisini. Ama adam daha büyük hayallerle girmişti o eve; beklediği gibi olmamıştı, daha farklı bir yaşamdı kızda ki, gördüklerini bilmek istemedi. Aslında sevdiği çok şey de bulmuştu onda, sevmediklerinden de fazla. Ama az da olsa sevmediklerinin ağırlığı, sevdiklerine üstünlük tasladılar. Bunlarla başa çıkamayacağını düşündü belki de. Düşünmeyi seçti adam... Düşündükçe kızdı... Kızgınlıkları ile baş başa kalmak istedi, kızgınlıklarını kıza kusmak istedi... Kız kırıldı, incindi ama vazgeçmemişti. Yapabileceği her şeyi yaptı, hatta ilk defa bir şeyin mücadelesini verdiğini hissetti. Kız sadece iyi ağırlamak istemişti, olmadı. Gitmeyi seçti adam günün birinde, engel olmak isteyen kıza inat. Kız çok denedi, gitmesin istedi, ama kaybetti. Çünkü her defasında ret edilmişti.

Dün adamın mesajını gördü, özenle seçmişti kelimeleri adam. Ona melek gibiydin demişti, suçlama demişti, özür dilemişti, başladığı gibi güzel bitmeliydi adam için, gitmeyi seçmişti... Adam için doğru olan bitmesiydi, kız için yanlış... Bitmişti...

Dün adamın başka birini merak ettiğini gördü kız, onu araştırmıştı. Bu bile yeterdi kıza vazgeçmesi için. Adam hiç bilemeyecekti ne çok sevildiğini, bir daha söylemeyecekti kız. Bir daha onunla ilgili dizeler dolaşmayacaktı şu sayfa da. Vazgeçmeyecekti elbet, ama savaşmayacaktı artık. Çünkü anladı ki ne kadar giderse o kadar kaybediyordu kendini... Adamı...

Neden kapısını çaldığını merak etti adamın, keşke daha güçlü olsaydı dedi. Kendisi gibi beklentisiz yaklaşabilseydi. Aynı havayı solumayacakları, aynı evin kapısından giremeyecekleri, aynı toprağı elleyemeyecekleri, öpüşmeyecekleri düşüncesini oluşturmuştu artık adam onda.

Vazgeçmişti başında adam... Sağırdı adam, dilsizdi, kördü, umursamazdı, kabullenemezdi içindekilerle yaşamayı... Üzgündü kız, kızgındı aslında, şu an iyi değildi, ama olacaktı, çünkü artık güçlüydü. İnsanlara güvenini yeniden kazanmıştı, sevgiyi kazanmıştı, Karşısında ki vermediyse o onun düşüncesizliği idi, onun kaybedeceği bişiy yoktu, elinden gelenin en iyisini yapmıştı, belki son bir şey daha kalmıştı, onu da yapınca vicdanı rahat olacaktı.

Kapattı kapıyı giderken adam. Kız arkasından açık bırakmıştı oysaki... Aralıktı kapı, isterse dönsün diye. Döner gibi oldu adam, ama eşikten girecek cesareti bulamadı yeniden, sil baştan yaşadılar ayrılığı.

Kapanan kapıları açmaya cesaretin yoktu adamın, anlamıştı kız, en sevdiği mısralardan bir kaçını tekrarladı... Ama adam duymadı...
- "Biliyorum ne sen dönebilirsin artık... Ne de ben kapıyı açabilirim sana."
- "Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak. Haykırmak. Ağlamak.
Sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...


Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla
benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, sıkışıp kaldığım bu karanlık
dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu
artık seni sevmek...

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için
birbirine yalvaran iki yüreğiz artik... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz...
Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...

Affet beni sevgilim... Verdiğim sözleri tutamadım...Mademki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgilim...
Madem yokluğumla daha mutlusun,
O halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm  son kimlik olsun..." **



** Cezmi ersöz - şizofren aşka mektup



19 Aralık 2008 Cuma

bütün günleri beyaza boyayın... ama bir tanesi siyah kalsın...



“ Ölüm kadar zordu gözlerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Son kadehlerim oldun bazen
Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim
Şimdi ellerinden uzak olduğum kadar uzağım kendimden,
Hiç bitmemiş siyah beyaz bir puzzle gibi hayat
Parçaları birleştirmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye titriyor ellerim.
Ölüm kadar zordu ellerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Ayrılık şarkıları oldun bazen
Bazen buralardan kaçış sebebim
Şimdi beyazlar dans ediyor saçlarımda
Seyretmediğim siyah beyaz bir film gibi hayat
Seyretmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye dinmiyor gözlerim
Ölüm kadar zordu gidişin
Ne benim oldun ne aklımdan çıktın.”
Özdemir ASAF
bazı şeyleri duymayı kaldıramayacagını bilerek bunu benden isteyen tek insana... ŞEREFE... Daha temiz olan kirliyi (!) iteklesin... Bir insanı olduğu gibi kabullenmeyip, kendi kalıbında olmadığını anlayınca vazgeçen birine...

4 Aralık 2008 Perşembe

Hoşça kalın,



Hüznüm çöküyor üzerime
ve ne çok üşüyorum bugünlerde
ve ne çok sorguluyorum kendimi,
ve tutunacak dallar arıyorum
ve kollar beni sarsın istiyorum.
ve sizi bilmiyorum ama ben sevildiğimi dokunuşlarla hissediyorum,
ve birileri bana dokunsun, saçlarımı okşasın,
ve gerçekleri yadsımadan;
kayıp masalları anlatsın istiyorum.
ve yolculuklara çıkayım hem içime, hem dış dünyada.
ve kaybolayım...
ve çıkılmamış yolculuklara çıkayım
ve her durakta durayım
ve insanlar ardımsıra seslensinler,
kendine iyi bak desinler
hoşça kalın diyeyim bende onlara.
BENSİZ HOŞÇA KALIN

1 Aralık 2008 Pazartesi

Mektuplar / Hiçkimse




Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin diye başladı hikayede ki kız bu seferki mektubuna. 

Yalnızdı, ama bu eskisi kadar koymuyordu. Anlamını bulduğu ve yazılarla anlamlandırdığı bir hayat kurmuştu yeniden kendine. 

Kız geriye bakıp düşündüğünde istemişti ki "evet ben kendi başıma da mutluyum ama bu mutluluğu, seninle de paylaşmak istiyorum" Ama erkek duymak istememişti bu mesajı. O suskunların kahramanlarını oynuyordu her zaman. 

Onu mutlu görmek adına yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı. Her ne kadar vazgeçmeyeceğim senden dese de kız, sonuçsuzlandırılamayan her şey; üzerine alınganlık olarak yapışmıştı. Keşke biraz daha cesaretli olsaydı adam, böyle suskun kalmasaydı. 

"bitti..." dedi yaşanmamışlıkların üzerine nokta koymanın zamanı geldiğine inanan kız. 

"Sen hiç bilmezdin de, senin yanından ayrılıp eve dönmek çok koyardı aslında. Yanında rahattım ben, huzurlu, hep yanında olayım isterdim. O dizlerde uyumak, sana sokulmak isterdim. Söylediğin ya da yazdığın her sözcükten ben çıkmak isterdim" Olmadı. Başlamadan tükettik. Şimdi tekrar eve dönüş zamanı, kapanan kapılara dokunmama zamanı... Şimdi yine bitmelerin ve yeni başlangıçların zamanı...

Başladığı mektubu zarfa koydu, zaten üzerinde adresi yoktu, alışkındı buna kız. Hiçbir zaman göndermemişti yazdıklarını. Ve mektuptan aklında kalan bir paragrafın, üzerinden geçti tekrardan.

"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan korkuyorum..."

Duraksadı ve düşündü... "Asıl sorun nerede biliyormusun çözümünü bildiğin bir seyin kuruntularını yasamak" dedi hafif bir sesle aynadaki aksini görüp seslenen kız. Sadece adamın tepkisinden korkuyordu artık. Sustu... Usulca pencereden dışarısını izledi. "Keşke" dedi, "Keşke sonunu her ikimizde bilsekte bu aşkın, yine de yaşasaydık" 

Yaşan(a)mayan şeylerden tüm yaşamı boyunca nefret ederek...





28 Kasım 2008 Cuma

Tanıdım Yanlızlık Düşlerimi



Tek bildiğim gecelerinin masalsı düşü ben değildim.
senin prenses deyip koynuna aldığın,
ellerinle dokunabildiğin gerçekliğindi,
benim uzaktan iç geçirip, sadece seyrettiğim
bana düşen kendi düşlerimi ellerimle söndürmek oldu.
Artık yanlızlık düşlerimi bile görmez oldum nicedir...
Şimdi sadece üşüyorum...!

7 Kasım 2008 Cuma

son ayrılık

Bu son ayrılığımız olacak bir tanem,
Çünkü kavuşamayacağız bir daha...
En güzel giysilerimi giyemeyeceğim gün doğarken,
Gülümseyemeyeceğim aynalara...
Öylesine yürüyeceğim yollarda,
Öylesine sessiz sakin...
Acelem olmayacak ilk sigaramı yakarken, Deliler gibi çarpmayacak kalbim
Başkasını sen sandığımda
Sonbaharı seveceğim en çok,
İçim sızlamayacak seni düşlerken,
Yeni hiçbir şey olmayacak hayatımda,
Dargın olacağım umutlara...
İkimizde alışacağız bu acıya bir tanem, Çaresizliği de seveceğiz bir zaman sonra... Herşey bizden önceki gibi olacak...
Şarkılar ne kadar zalim olsa da...


* mazilerden çıkıp gelen bir şiir...

1 Kasım 2008 Cumartesi

Tüküreyim teklifine


Tescilledim güzellik başa bela. Blog sanmaki enfesim şuyum buyum. Ama bütün şebekler bana niye denk geliyor anlamıyorum ki :( Neden bütün erkek arkadaşlarım sonunda bana aşklarını itiraf ediyorlar. :(( istisnam yok kesinlikle, yazık...

Eski müdürlerim olan güvenilir beyle ve 40 yaş müzmin bekarı bay mıymıyla akşam yemeğe çıkmak için sözleştik. Ama bay güvenilir gelemedi. Şehrimizin gayet şık olan bir restorantına gittik. Adam ben içicem dedi ki gittiğimiz hiçbir yemekte alkol almamıştık daha önce noluyoruz acaba diye düşünüyorum. Kocaman şişe beyaz şarap geldi... Allah' ım bay mıymıy ın gözleri nasıl parlıyor anlatamam adam bir şen şakrak, bir konuşkan. Sıçtın efsa dedim, yemek bitse de gitsem diye bakıyorum.

Bir yandan da yan taraftan şırıl şırıl sular akıyor beynimi yedi su sesi, ortamda sıktı biraz kaçacak delik arıyorum resmen. Adam memleketini, ailesini anlatıp duruyor, hıı diyom ama dinlemiyorum, hafif şarapta etkisini göstermeye başladı, gülümsüyorum sürekli salak salak, yemek yediğimiz yerde ördekler var suyun içinde onlara bakıyorum, şu mekanda ışık ne hoş yansımış enfes resimler çıkar orada diyom... sonunda yemek bitti adam birden;

- gelecek hakkında ne düşünüyorsun planların ne dedi?

- artık hayattan hiçbir beklentim yok mıymıy bey, beklentilerimin hepsini düşürdüm yoksa mutlu olamayacağımı anladım.

- evlenmeyi düşünmüyorsun?

- 6 ay önce deseydiniz evet derdim. Zaten biliyorsunuz direkten döndüm. Ben birilerine sığınmayı seven tiplerdenim, (bana hep dedikleri sen bana kendimi erkek gibi hissettiriyorsun diye, nasıl beceriyorsam bir bok yaptığım yok)

- Biliyormusunuz artık şu bölümün yerini değiştireceklermiş şirkette.
(artık lafı nasıl döndüreceğimi düşünürken istemsiz çıktı)

- bıdır bıdır bıdır

- hesabı isteyelimmi, geç olmadan gideyim bezelye bekler beni uyumaz.

Ne gelmez hesap oldu, garsona hesap dedikçe meyve, kabak tatlısı, türk kahvesi getirler. Artık bıraktım kader oyna benle anasını satayım dedim. Neyse bir şekilde geldi. Araca bindik seviniyorum kurtuldum sorulardan diye düşünürkennnn....

- efsa biliyormusun seni ilk gördüğüm an hani iş görüşmesi için gelmiştinya, krem bir takım vardı üzerinde, o an, o birkaç saniye içinde, o göz temasında işte evlenebileceğim kız dedim. O günden beri sana karşı hiçbir düşüncemi yanıltmadın. Birazdan sana da soracağım o ilk gün ne düşündüğünü... -lafı kesilir hemen -

- ben düşünmüyorum mıymıy bey

(ayrıca sizi ilk gördüğüm an çizgi film karakterlerine benzetmiştim. gözlüklü kocaman göbekli, kel... hayır kel ve göbekli adamları zaten beğenirim de sen ayrı bir tür gibisiniz. Temel reisteki durmadan hamburger yiyen adamsınız siz...)

- neden diye sorsam, sebebini bilsem
(Allah' ım bitsin bu işkence... arabadayız ama kıçım dondu lan, adam yanıyor herhalde ben montla şu havada zangırdıyom arabanın içinde)

- ben size asla o gözle bakmadım.
(kokunuzu sevmedim, tıslayarak nefes alıyorsunuz ve herşeye rağmen sizde güç yok, 40 yaşınıza dek evlenmemişsiniz arada 15 yıl var)

- anlıyorum, ben içimde kalmasın ömrüm boyunca diye sormak istedim, yanlış anlamamışsındır umarım. Sen ailenle, karakterinle :P, güzelliğinle çok mükemmel bir insansın
- yok anlamam mıymıy bey.


(Allah' ım güzel Allah' ım ömrüm boyunca balık denk geldi. (by mıymıyda balık) Sonra günün birinde hiç terazi erkeği ile tanışmadım ben diye düşünme gafletinde bulundum. ardarda 5 erkek tanıdım hepsi de terazi idi. Geçen sefer 28 ekimde bunlardan biri yırttı kıçını. Sihirli bir dönemdeyim sanırım gelen gelene. Hayır yani ne bu bolluk anlamış değilim. Tek bildiğim bir erkeği evlenmeye ikna etmek kadar kolay bişiy yok anladım. Amam bu salaklar başlarına ne geleceğinden emin değiller o ayrı... şuradada belirtmiştim bu durumu, ama artık kanıksadım. BEN TİPTEN KAYBEDİYORUM...

* 40 yaşında herif utanmadan bir feybokunda "hoşçakal demeden bilmeliyim, arzu ettiğim, sen hiç senin olmayan birini sevdinmi" diye şiirler yazmış.
Teneşirler paklasın seni mıymıy efendiiiii.

29 Ekim 2008 Çarşamba

MUTLU YILLARA TÜRKİYEM




Gittiğim şehirlerde her zaman kocaman direklerdeki büyük Türk Bayraklarının resimleri çekerim. Bunu yaparken sanki onun gücünü hissediyorum, o dalgalanmaları görükçe için hayranlıkla kalaklıyorum her seferinde,tüylerim ürperiyor.

Ben bayrağımla gurur duyuyorum.

Ülkemle de gurur duyuyorum.

Neslim de gurur duyuyorum.

İyiki Türk' üm diyorum ve herşeye rağmen Türkiye de yaşıyorum.


MUTLU VE DAHA DAHA NİCE GÜZEL YILLARA TÜRKİYEM...



( ben de senin gibiyim akrebim ve yengecim ) :))


@ aşağıdaki resimler ikisi de farklı illerden birer örnek. ilk resim yaşadığım şehirden, diğeride izmitten.

28 Ekim 2008 Salı

Bugün yıkığım biliyormusun?

Bugün yıkığım biliyor musun..?
Bezginim, çaresizim, umutsuzum...

Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir deli otlar büyüyor içimde...
Sancılıyım, yorgunum, kederliyim...
Bu halini sevdim gitme kal...
Çamurlar çirkefler içindeyim...
Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir dayak yemiş adamım şimdi...
Bezginim, kararsızım, yılgınım...
Al götür beni o kayıp gecelere...
Yeter ikimize yalnızlığım...
Bırakma beni insanlar kötü...
Bırakma beni Korkuyorum...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Lamba neden söndü...


Lamba neden söndü?

Onu rüzgârdan korumak için cübbemle örttüm,
İşte bu yüzden söndü.
Çiçek neden soldu?
Onu aceleci bir sevgi ile bağrıma bastım,
İşte bu yüzden soldu.
Nehir neden kurudu?
Yalnız kendim kullanayım diye bir yerine bent yaptım,
İşte bu yüzden kurudu.

Rübabın teli neden koptu?
Onun gücünü aşan bir nağmeyi üzerinde zorladım,
İşte bu yüzden koptu.

R. TAGORE



Bu şiiri çok sahiplenici ve kontrolcü bir yaklaşımda olan aileme okumuştum geçen sene. Ne garip bazı şeyler değişse de, biz zamana uyum sağlayan bireyler olsakta bulunduğumuz kültür yapısı, evimizde ki düzen hiç değişmiyor.

Annem şu son 1 senedir dul kadın sendromuna yakalanmış gibi. 2 kızı da ayrılınca eşlerinden millet ne derleri pek bir fazla düşünür oldu...aman şöyle yapmayın, böyle yapmayın, o sırtı açık şey çok açık değil mi, şu saate geç değil mi, aman boşverin gitmeyiverin, onlar gelsin... Halbuki işten eve evden işe geliyoruz gidiyoruz. İkimizin de sadece pazarı var ve nereye gitsek beraber oluyoruz. Ablamın bir sevgisi oldu bu arada ee çocukta evin kedisi gibi bizim evden çıkmıyor. Gayet medeni bir ortamda cümbür cemaat oturuyoruz, daha ne olacak. Ama yokkk çocuğun arabasını gören komşular ne diyecekler... Bu mevzuu uzun zamandır yaşamımızın bir parçası oldu. Aynı diyalogları çeşitli zaman dilimlerinde üzerine basa basa gündeme getiriyoruz.
Kim için yaşadığımızı bir anlayabilsem yada millet ne derleri sorgulayan annemin düşünce yapısını bir değiştirebilsem...
Oysa ki haklı taraflarının olmasına rağmen biraz daha mutluluğumuzun, yaşadığımız an' ların hevesini çıkarmamıza destek vermesini istiyoruz sadece.
Ama gerek hukuk sisteminde, gerekse çevre faktörünü umursayan aile yapısı yüzünden umutlarım giderek azalıyor... Ben bunları kabullenmeyecek kadar dışadönük bir insanım... yazık ben solup içime kapanırken annem bunları göremek bile istemiyor, o bizde olması gereken kendi çocuk tasvirini bize yaptırım gibi uygulatmaya çalışıyor şu yaşımızda...

27 Ekim 2008 Pazartesi

kıçını kır otur diyorlar, oturan kim...


Haksızlığa karşı bütün tepkiler aynı,

ama en güzel karşılık blogmanidan geldi bence.

dns adresleri hepimizin kurtarıcısı oldu.

yoksa ktunnel lerle cebelleşecektik sanırım.

blogmania/dnsadresilerideğiştirme' yolu ile

ve ikinci güzel şeyse serbestyazarlar.

İyi ki varsınız...!





22 Ekim 2008 Çarşamba

peki öyle olsun... o halde yokluk benim bu aşk büründüğüm son kimlik olsun...



Beni kaybetme korkusu yaşatmadığım veyahut yaşatamadığım tüm aşklarıma... çünkü yırtınsam da huyumdan mı, suyumdan mı, tipimden mi bilemiyorum ama garanti eş / sevgili pozisyonlarına düşüyorum. Sonra da gidene peki git derken, dönene ertelenmiş anları yaşamak için geç kaldığını belirtiyorum her zaman.
Benim puzzle mda bir parça hep eksik kaldı ve ben kartondan yeni bir parça yaratıp yamamaya çalıştım.
ve ensevdiğim kitaplardan birinin birkaç cümlesi ile bitiriyorum lafımı...
"Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..."
cezmi ersöz / Şizofren aşka mektup

14 Ekim 2008 Salı

Yüzümle de konuşabilirim...


"kao de warau kokoro de naku" derler japonlar (acı ve üzüntüsünü hafif bir gülümsemenin arkasına gizlemesi - Yüzü gülüyor fakat kalbi ağlıyor)
Bende şu konumda aynen öyleyim. Hayatımın tam 7 senesini bu vaziyette geçirdim. Sürekli ruh halimi insanlara yansıtmamak için cebelleştim. Ama bir zaman sonra öyle bir noktaya geldim ki; ben şu halde daha çok üzülüyorum, sürekli kendimden veriyorum ve duygularımı yansıtmıyorum. Baktın bir bok olacağı yok, hala aynı saflıkla hareket ediyorum, bende vazgeçtim oynamıyorum. Karşımdaki kişilere ilk izlenimde her durumda gülümseyebilen bir varlık olarak tanımlanıyordum. Benimle tanışan herkezin ortak konuşması
- ya efsa gerçekten nasıl gülümseyebiliyorsun bu şekilde, onca şey yaşamana rağmen bu bakış açısına sahip insan çok az bulunur biliyormusun.
- efsa sen çok güçlü bir kadınsın, ben olsam yapamazdım, hele şu sırıtman yokmu?
- gerçektende sen türünün son örneklerindensin.
- haklıymışsın ilk gülümsemen akılda kalıyor.
- hala gülümseyişini düşünüyorum, aklımdan çıkmıyor.
Şimdi ise insanlar doğal olarak bendeki bu surat asma işlevini sorgulayıp duruyorlar.
- efsa ne oldu sana (ulan bişiy yok işte)
- efsa sen böyle değildin (sen görmek istediklerini görmüştün çünkü ve bende göstermek istediklerimi göstermiştim sana kendimi dış dünyadan soyutlayarak)
- efsa iyimisin seni çok üzgün görüyorum. (artık eski halime dönüyorum tabiki daha iyiyim)
- efsa yapabileceğim bişiy varmı? (kendin için mi?)
- bize ne oldu efsa? neden bu hale geldik? (sanki olan biten bir biz varmış gibi)
- bana neden böyle davranıyorsun? (artık 2, şahıslardan daha çok kendimi düşünüyorum.)
Sanırım ben artık yüzümle de konuşabiliyorum.
@ Tabiki bu kıstaslara işyeri ortamını sokacak kadar salak değilim. Hala enfes rol yapıyorum... ve bu blog sayesinde kendimle yüzleşir oldum...

11 Ekim 2008 Cumartesi

Bir dakika bir dua


Tanrıdan gururumu yok etmesini istedim. Tanrı "Hayır. Gurur benim yok edebileceğim bir şey değil, senin bırakabileceğin bir şeydir." dedi.
Tanrıdan sakat çocuğumu iyileştirmesini istedim. Tanrı "Hayır. Onun ruhu sağlam, vücut o kadar önemli değil, o geçici bir şeydir." dedi.
Tanrıdan bana sabır vermesini istedim. Tanrı "Hayır. Sabır büyük acılar çekilerek öğrenilebilecek bir şeydir. Sabır verilmez, hak edilir." dedi.
Tanrıdan beni mutlu etmesini istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sadece nimetlerimi sunarım, mutlu olmak sana bağlı." dedi.
Tanrıdan beni çektiğim acılardan kurtarmasını istedim. Tanrı "Hayır. Çektiğin acılar günlük kaygılarının önemsizliğini anlamanı, onlardan uzaklaşmanı ve bana daha çok yaklaşmanı sağlar." dedi.

Tanrıdan ruhumu olgunlaştırmasını istedim. Tanrı "Hayır. Kendi kendine olgunlaşmalısın, ama meyvelerini alman için yardım edeceğimden emin olabilirsin." dedi.
Tanrıdan hayatı sevmemi sağlayacak her şeyi istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sana hayatı vereceğim, böylece hayata dair her şeye sahip olabilirsin." dedi.
Tanrıdan, tanrıya duyduğum sevgiyi, başkalarına da duyabilmeyi istedim. Tanrı şöyle dedi: " Nihayet doğru bir şey istedin."
Ruhu olgunlaşmamış bir kul tanrıya hep "ver bana..." ile biten dualar eder, olgunlaşmış bir ruh ise "vermemi sağla..." diye bitirir dualarını...
* Steve Goodier'ın "Bir Dakika Hayatınızı Değiştirebilir" adlı kitabından alınmıştır.
Bugün dua edin istedim sadece yüreğinizden kopup gelen çığlıklarınız derin isteklere dönüşsün.

9 Ekim 2008 Perşembe

Sonlar ve başlangıçlar




Mutlu sonlara inanıp, mutsuz sonları tercih eden biriyim ben
yaşamımda.


Sona yaklaştığımda başlangıcı seçen...

4 Ekim 2008 Cumartesi

Düşünüyorum da / TAGORE

Geçmiş iki yılımın en düşündürücü anlarını bana yaşatan şiiri yazacağım bugün sadece ve yaşamımda arkadaşlarımın arasında bile benimle özdeşleşen " ne çıkar ateşböceği sansalar beni...." sözünün başladığı noktayı. Gerçi ben kendime uyarladım biraz ama esin kaynağım hep bu yazı oldu. Hayatımın bir dönüm noktasına geldiğinde seçtiğim yaşamı. O tarihten sonra hep verici oldum ben ilişkilerimde. Denedim, risk aldım.
Geriye dönüp ilişkilerime kuşbakışı baktığımda ise derin bir huzur kaplı hayatımda. Söylenmemiş sözcüklerim giderek azalıyor. Affetmem gereken kişilerin sayısı da. Ben artık geçmişimle daha rahat yüzleşir oldum.
Aşklarımın en tutkulu olduğu dönemler oldu ve en derin ayrılıkları, tutkuları yaşadığım sancılı saatler...
Zaten aşk da benim için budur. "Huzurlu ama mutsuz halimden, mutlu ama huzursuz halime" geçme dönemimdir.

Şimdi ise bir vazgeçmişlik var üzerimde. Herşeye heveslerimi yitirdim. olsa da olur olmasa diyorum bazı bazı. ablamla hep konuşurduk ve bana derdi ki "Aslında efsa hepsi geçici. Ben artık aşkı eskisi kadar gözümde büyütmüyorum." Bende büyüyormuyum diye düşünüyorum şimdi
bilmiyorum.
Her neyse, Tagore ' u daha sonraki dönemlerde anlatırım belki size.
Kısaca kendisi nobel ödüllü ve brahmanizmin oluşmasında etkisi büyük insanlardan birisi. Hindistan milli marşının da yaratıcısı...
Ama adamın benim hayatımda çok önemli bir etkisi oldu farkında olmadan.
Ve o benim için muhteşem sayılan şiiri...

Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,

Cesaretsizliğimiz
in anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlu korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.

Hissedilmeden, el değmeden,sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
kirpiler ve kaplumbağalar gibi..

Sahi koruyor mu bizi çatlamamış bu sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi golgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?

Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?

Belki en hoyrat yurek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sev
imli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.

Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, Korkaklığım, sevgi isteğimi En insani yönlerimi
kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.

O da çözülecek belki,
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak... Ne olur bir darbe daha alsak? Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğ
u. Denesek, risk alsak, yanılsak...
Fark etmez.

Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.

O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özledigimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.

Vakit az, paylaşmak, sarılmak için
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.

Sırtımızda ağır küf
eler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.

Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi..?


RABİNDRANATH TAGORE


26 Eylül 2008 Cuma

öp beniiiiii....


Benim ilgi bekleyişlerimde aynen aşağıdaki hikaye şeklinde. Milletten sevgi arayışlarim, birşeyi kırk kere söyleyince mi anlamı kalmıyor yoksa benim mi beklentilerim fazla bu ölçüde tam çözemedim ama ne zaman ben ilgi bekliyorum, özen istiyorum, üzerime düşülsün diye çırpınsam mutlaka karşımdaki iki pışpışlayıp yarı yolda bırakıyor beni. Sonra alınganlıklarım ve içime kapanışlarımla kendimi yiyip bitiriyorum. Bu hikayeyi de ondan seviyorum. Kendimi görüyorum... Ben sevgi arsızı bir kubağayım... ve biz çoğu zaman elimizin altında tutmak istiyoruz herşeyi. Birgün onları kaybedebileceğimiz aklımıza bile gelmiyor., hep yanımızda olmalı sanki sevgilerimiz, dostlarımız bile... Sonunda da altın kafesteki kuşu öldürüyoruz içe kapanışlarıyla...



Yol kenarında duran bir kurbağa, karşı kaldırıma geçmekte olan bir kişiye seslendi:
- “Bir dakikanızı rica edebilir miyim? Lütfen” dedi.
- “Ben çok güzel bir prensesim. Beni öperseniz, bir anda değişeceğim ve eski durumuma dönüp, prenses olacağım. o zaman herkese ‘Bu cesur adam beni kurtardı’ derim.

Adam kurbağayı eline aldı, gülümsedi ve cebine koyduktan sonra yoluna devam etti. Bir süre kurbağa yeniden konuşmaya başladı:
- “Lütfen inanın bana, be gerçekten çok güzel bir prensesim” dedi ve yalvararak ekledi :
- “Beni öperseniz,söz veriyorum, bir günümü sizle birlikte geçiririm.”

Adam yine gülümsedi ve kurbağayı yanıtlamaya gerek bile duymadan yoluna bile devam etti.fakat birkaç adım attıktan sonra kurbağa bu kez yalvarmaya başladı:
- “Ne olur öpün beni” dedi.

Adam kurbağayı cebinden çıkardı, ona yine gülümseyerek baktı.Kurbağa ise, yalvarmasını sürdürdü:
- “Ne olur bir kez öpüverin beni” dedi.
- “Göreceksiniz, o zaman birden, güzel bir prenses olacağım ve söz veriyorum, sizle tam bir yıl birlikte olacağım ve her dediğinizi yapacağım, her istediğinizi yerine getireceğim.”


Adam gülümsedi, kurbağayı yine cebine koydu ve yoluna devam etti. Kurbağa bu kez, adamın cebinden çığlıklar atarak bağırmaya başladı.
- “Niye öpmüyorsunuz beni, söylesenize?” diye haykırdı.
- ”Beni öpünce göreceksiniz, çok güzel prenses olacağım. Neden inanmıyorsun bana?” kurbağanın bu isyanı üzerine adam onu yeniden cebinden çıkardı, yüzüne yaklaştırdı ve kafasından geçenleri tane tane açıkladı:
- “İster peri, ister prenses de ol, fark etmez” dedi. sonra acımasız bir biçimde noktaladı sözünü:
- “ Benim için hiçbir şey, ‘Konuşabilen bir kurbağa kadar değerli olamaz.'

24 Eylül 2008 Çarşamba

Hüzün, erkek mi yoksa kadın mı?..yoksa...


Hüzün deyince aklınıza ne geliyor?
Anılar, sefalet, deniz, terkedilmişlik hissi, yağmur?
Hüzün erkek midir kadın mıdır?
Hüzün en çok kadına mı yaraşır erkeğe mi?
Hüzünün cinsiyeti varmıdır?
Bakir yada bakire değildir eminim buna.
Hüzün bence kadın...
Yada erkekleri o kadar çok temkinli görmeye alışmışız ki
Hüznü en çok kadına yakıştırıyoruz.
Ama hüzün en cok kadına yaraşıyor, en cok ona yakışıyor.
Sessizce uzaklara bakan bir kadındadır hüzün
Ve sessizce tek bir damla yaşın aktığı andır.
Kafasını cama dayamış bir kadın profili belkide.
Hüznün bir yüzü varmıdır?
Hüzün çocuk olmasın sakın...!

Boşver yaa ben hüznümü sana bıraktım kalan sağlar benim olsun...


17 Eylül 2008 Çarşamba

Bir Adam, Bir Kadın, Bir Aşık

Anadolu’nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır.Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.

Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir. . . Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Kadın kocasının uyumasından emin olunca,sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer … Ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder.

Koşarlar iki sevgili….. kaçıyorlar. Tarlaları , ovaları aşarlar… Anadolu’da bir köy nasıl koşmasınlar ki.Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır. Namus belası, Töre cinayetleri, yoksulluk, cefa, korku. Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler. Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar.

Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki :

"Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor"

çıkartıp bakar ki…ayakkabısının içinde bir tomar para!
Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek,

"Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti" yaban elde muhtaç olmasın diye o yoksul köylü; bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu.
O güzel insanı, O onurlu davranışı sergileyen, O terk edilen adamı aslında hepimiz taniyoruz.
Çünkü O; bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi

Uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece …

A
şık Veysel


Sunay Akın TV8 deki bir programinda anlattığı bir hikayedir. sizinle de paylasmak istedim... Bazen sonun bittiği anlar vardır... Bu da onlardan biri...

8 Eylül 2008 Pazartesi

ruhumla taze söyleşiler

İnsanlar değişkendir ve değişirken neler kaybettiğinin farkına varmaz.
O çocuksu saflığı bir daha bulamaz kendisinde.
Dizginlerin hala kendi elinde olduğunu sanır.
Kulağına gerçeğin ta kendisi gelir,
ama o bunu işitemez
bile bile yalan söyler durmadan yüreğine...

Hayatımdan hep bir şeyler çalınıyor anlıyor musun?
Ruhumdaki yangın söner belki diyorum,
yalan sönmüyor.
Bağırmak istedikçe sesimi duyuramıyorum.
Gelecek beni gitgide daha çok korkutuyor.
Çünkü iyi veya kötü her şeyin sonudur gelecek.

hayatı ıskalıyormuyuz?


Neden boylesine kucuk mutluluklari bile yasamayi beceremiyoruz. Hep secmek zorundayiz... hepimiz gunun birinde kendimiz icin dogru olani secerken bir baskasinin yasamini altust edebiliyoruz. belkide insan buyuk acilar yasadiktan sonra simsiki tutundugunu sandigi seyler avucundan kayip gidiyor.Biliyormusun ucak kullanirken bir bulutun icine girdiginde yapman gereken en iyi sey geriye donmektir. cunku gidecegin yolu bilemezsin, ama geldigin yolu bilirsin. Ama ben sirf macera icin yolumu buluttan yana gecerek denedim ve benim bulutumun sonu hep firtinaydi. O firtinadan yikik, umutsuz olarak ciktim.Yada dev bir dalganin ustunde uzaklara gittigimi sanirken, bir baska darbeyle kendimi yine kiyida buldum. tabi yine tek basima...!
yasamdan ne kadar cok sey beklersen, o kadar korkuyorsun sanirim. korkakligin bedelini de hayal kirikliklarinla oduyorsun. neyi cagirirsan onu gorursun ya zaten... Beklenenlerle yasananlar hic birbirini tutmuyor.

Sende anlayacaksin...! bir sabah uyanacaksin ve artik bir baskasina verebilecegim bir parcan kalmadigini goreceksin. ama zaman gectikce cuvala koyulabilecek bir seyler de bulunabilir, kimbilir...
Hep bir ruya ile yasaminiz arasinda bir bag kurmaya calisacaksiniz. Birine yetisirken, oteki kapanan telefonlarla...!

28 Ağustos 2008 Perşembe

koku... sevginin ilk hali



Ayşe Arman bir yazisinda diyordu ki." Biz hep sevdigimiz erkeklerin kolunun altini kokladik."

ilk okudugumda garip gelen ama sonraki saniyelerde gercekten de oyle dedigim bir cumle olmus bu. direk aklima babam geldi. onun kokusu. sonra sirayla hayatima bir sekilde giren ve kokusu hala hatirimda kalmis olan kadinlar, erkekler gecti aklimdan. hepsinin de kokusunu sevdim. bende ilk tanistigim yada yanimda duran insanlari ilk gordugumde koklayan bir insan olarak :)... direk koku ile yazilmis tum cumleler ilgimi cekiyor.

sırf kokusu için birini sevme hali bile gorulebilir bazi insalarda.
yani bir koku deli de edebilir, tutkunda, gicikta... benim icin koku sevginin ilk sekli...

ve yine o koku guven ifadesi...
o koku huzurun farkli bir hali...
yasadigimi hissetmenin gostergesi...

kime guvenecegimi yada sevecegimi kokusu belirliyor genelde. benim icin bir insanin yanimda kalabilmesinin, onunla her turlu iliskimi devam ettirebilmem icin ilk once kokusunu sevmem lazim. insan sevdigi insanin terini bile sever ya... benimki de oyle. hatta mumkunse birkac gun yikanmasin :)))

evimizin kokusu bile bambaska gelir insana... iyiki geldim dersiniz her kapidan girisinizde.ben koklayamayi seviyorum ne derseniz deyin. cicegi, evimi, insanlari, kuzumu, cantamin kokusunu bile seviyerum

ve en onemlisi kendi kokumu. karsimdaki insanda ben gibi kokar yanimda oldukca, bir butun oldukca.

zaten amerikada ki arastirmacilar bulmuslar kokudaki gizemi. kadinlarin sevdigi erkeklerinin koltuk alti kokulari onlari sakinlestiriyormus :)) baska soze gerek yok


ve bu yazinin siiri
"...yaşadığımı koklamak istiyorum
bir koku uzaktan yakından ya da kendimden
kulak memelerinde şebboy saçlarında o koku ki
öptükçe öpüldükçe büyüyen her yel estikçe getirir düşlerime
koklarım çok uzaklardaki anılardan seviyi
bir yel esmiş mi esmemiş mi
bir kıpı dal oynasa bir yaprak kıpırdasa
duyulur duyulmaz olsa da
içimdeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir koku
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı..."
aziz nesin (acili gecenin bitiminde)



ve son soz olarak" sevdiginizin kokusu istediginiz zaman koklayabileceginiz kadar yakininizda olsun "

20 Ağustos 2008 Çarşamba

gitmek


Ben gidemeyenlendenim ve hayir diyemeyenlerden. İnsanlara, esyalarima, geride birakacaklarima o kadar bagli kalakalmisim ki, sanki bir adim one atsam ayagimi dusuverecegim, tokezleyecegim... kendimi o noktada guvensiz hissediyorum...
Gidebilrim diyorum bazen ama bu sefer de geriye donusum nasil olur bilemiyorum. Sanirim gitsemde arkamda biraktiklarimla yuzlesmeye korkuyorum ve geriye donusu dusunuyorum.
Ben her seyi birakip gidemeyenlerdenim...
O bensiz ne yapar, bu ne dusunurlerle omrumuzu yiyip bitiriyoruz resmen.İste kendinizle yuzlesebilecegiz bir zaman dilimindeyim yine....!

Bazen gitmek gerekir, ama kalmayi bilmek de bir erdemdir sanirim...

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasina, bir baska ülkeye, daglara, uzaklara...
Hayatindan memnun olan yok.Kiminle konussam ayni sey...
Her seyi, herkesi birakip gitme istegi.
Öyle yanina almak istedigi üç sey falan yok.
Bir kendisi.Bu yeter zaten. Her seyi, herkesi götürdün demektir.
Keske kendini birakip gidebilse insan.Ama olmuyor.
Hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her seyi yüz üstü birakmak göze alinamiyor.
Böyle gidiyor iste. Bir yanimiz kalk gidelim, öbür yanimiz oturdiyor.
Otur diyen kazaniyor. O yan kalabalik zira.
Is, güç, sorumluluk,çolukçocuk, aile, güvende olma duygusu...
En kötüsü aliskanlik.
Aliskanligin verdigi rahatlik, monotonlugun dogurdugu bikkinligiyeniyor.Kaliyoruz.
Kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz.
Evlenmeler...Bir çocuk daha dogurmalar...Borçlara girmeler...Isi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor.
Misal, ben...Kapidaki Rexi birakip gidemiyorum.
Degil bu sehirden gitmek, iki sokak öteye tasinamiyorum.
Alip götürsem gelmez ki... Bütün sokagin köpegi oldugunun farkinda.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
Sirtinda yumurta küfesi olmak diye bir deyim vardir;
evet,sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatimiz küfeler.
Ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazim. Inadina kök salmak lazim.
Bari ufak kaçislar yapabilsek.Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakasi.
Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.Sabah 09.00, aksam 18.00.
Sonra baska mecburiyetler.Sikisip kaldik.
Sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karsiligi bir ömür yani.
Ne saçma.Bahar midir bizi bu hale getiren?Galiba.
Ben her bahar ásik olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittigim olmadi hiç. Ama olsun... Istemek de güzel.
PAKIZE SUDA

aşk' ın kimlik savaşı

Bir iliski cok kimlik degistirir gecen zamanlarda...
Kacan olursunuz bazen...
Bazende kovalayan...
Gitmek isterseniz bazen,
Yasananalar sikinti verici olmaya baslar,
Ama kalan olursunuz her zaman...
Her zaman sevdiginiz sizi yeterince sevmiyordur.
Zaten hicbir zaman zaman onun istedigi kisi Olamayacaksinizdir.
Sizin kimliginizi degistirmeye baslamistir bu iliski...

Kosarsiniz bazen yorulursunuz,
Cok yorulursunuz...
Ama yine de vazgecmezsiniz...
Aslinda kimdiniz siz...
Hic dusundunuz mu?
Bu iliskiye baslamadan once neydiniz?
Şimdi ise kimsiniz?
Verdiniz mi? Aldiniz mi?
Kazandiklariniz mi yoksa kaybettikleriniz mi fazla?

Hem secen olduk hem secilen,
Hem kacan olduk hem kovalayan,
Hem kaybolmak istedik hem bulunmak,
Hem kaybetmek hem de kaybetmemek,
Hem kotu hem masum,
Hem sadik hem capkin,
Hem kiskanc hem caresiz,

Hem ozgur hem tutsak,

Hem korkak hem kararli,
Hem gittik hem kavustuk,
Hem sevdik hem de nefret ettik,
Hem varlikliydik hem yoksun,
Hem dogruyduk hem yalan,
Hem sahiplendik hemde umursamadik,
Hem doyduk hem aciktik,
Hem basarili hem yarim kaldik,
Hem bitti dedik hem de bitiremedik...

Vazgecmek istedik ama vazgecemedik...


Ama unutmayin; bir asktan geriye kalan son kimlik, yokluktur her zaman....

RESİM ALINTI
Related Posts with Thumbnails

..