ruhumla taze söyleşiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ruhumla taze söyleşiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2010 Pazartesi

Kolay Olsaydı...



Kolay olsaydı, çok daha fazlasını yapabilirdim. Oysa az ve öz oldu, benim oldu.

Kolay olsaydı, bu kadar haklıyken susmayı beceremezdim.

Kolay olsaydı, izlerini daha erken silebilirdim.

Kolay olsaydı, kafamı yastığa koyduğum an, daha çabuk uyuyabilirdim.

Kolay olsaydı, çok bakınca yanılabileceğimi bilemezdim.

Kolay olsaydı, üzerimden onu çıkarttıktan sonra bu kadar açıkta kalmazdım.

Kolay olsaydı; ailemin, annemin değerini bu kadar iyi anlayamazdım.

Kolay olsaydı, şu an bu cümleleri kuruyor olmazdım.



* Birkaç güne Ateş böceği ve Neslim ile İstanbul günlerinde...

5 Ekim 2010 Salı

Sahne Değişir / Başarı Duygusu


Sahne değişir...
Babası arada kaçamak bakışlarla, ışıl ışıl bakan gözlerle kızını dinlemektedir. Kız ise sağ dizini, babasının sol dizine dayamış; kalbi anlattıklarının heyecanı ile gereğinden hızlı atarak oturmaktadır. Elinde son maçında kazandığı madalyasını tutup, sıraya dizdiği diğer madalyalara bakarak:
- "Baba, bir pano yaptıralım bence. Bak bu ilk altın madalyam en tepeye bunu koyarız. Gümüş ve bronzları da birbirinin altına. xxx abi çiviletmiş buna benzer bir şekilde" der. "Hatta baba, senin görevde iken aldığın nişanları da koyarız en tepesine"
Babası ise gülümseyerek öper ellerini kızın. Heyecanına ortak olduğu bellidir gözlerinden...
Annesi ise gülerek
-"bence bacağındaki morlukların birer fotoğrafını çekelim, panoya her birini asarız. Bu gidişle ten rengi diye bir şey kalmayacak kaval kemiklerinde" diye takılmaktadır ona.

Kız o an, şans faktörü dahil bir yere gelmek istiyorsan emek, özveri ve efor sarf etmen gerektiğini, ama sonunda elinde/yüreğinde o kanıtı tuttuğun an tüm bunlara değeceğini öğrenmiştir...

Ve sahne değişir...
22. doğum günüdür kızın... Yeni bir yaş, ona yeni bir hayat da kazandırmıştır. Hayatında sürekli ertelenecekler listesinde olan bir şey için bu kadar sabredip, bekleyip, acı çekip; sonunda bu kadar mutlu olacağını söyleseler inanamayacağı bir şey gerçekleşmiştir. Bir tatlı yorgunlukla gözleri kapanır... Uyandığında annesi yanı başındadır. 10 saat önce karnında olan bebeğiyse, şu  an kucağında mışıl mışıl uyumaktadır. Kokusu bile öyle güzeldir ki. Kendi annesine bakıp gülümser, annesi de ona... Bebeğinin dudaklarında gezinirken parmaklarının kıvrımları, emmek için aranır çileği. Bezelyeden parmakları vardır sanki o çileğin...

Kız o an; hayatta hiçbir şeyin bu kadar başarı ve mucize dolu olduğu duygusunu veremez. Ne iş, ne eşi, ne kazandığı madalyalar, ne arkadaşlık... Hiçbiri bunun kadar mucizevi olamaz diye düşünür 


Sahne değişir...
Bu geçen birinci aydır... İçinde sigarayı bırakma isteği olmadan bir inat uğruna bu kadar dayanmasına annesi mucize gözü ile bakmaktadır. İlk kez 14 yaşında tattığı bu tadı (annesinin tabiri ile zıkkımı), başlarda gençlik hevesi ile içmeye başlamış, ardından iş yaşamında da devam ettirmiştir.
Şimdi ise boşanmasının üzerinden bu kadar az bir süre geçmesine rağmen 10 yıllık bu hevesi bir anda bitirmesine herkes hayret etmiştir.
Kendiside gurur duymaktadır iradesi ile. Birgün öylesine, hiç aklında yokken "yarın öğlene kadar almayayım bakalım, dayanma sınırım neymiş" diye başlattığı bu oyun, sonunda o gün akşamına dek dayanmasına, sonrasında da tün gün, tüm hafta, tüm ayına yansımıştır. Ona yenilmeyeceğim ve kendimi yenilemek istiyorsam, ilk bundan başlamak kadar güzeli yok dediği bir irade savaşına dönüşmüştür. 3. yılına birkaç ay kala kendince başarı hikayelerine bir yenisini daha eklemiştir.

Düşünür kız... Kendi ellerimle kendimi öldürmeyi göze almışken, bazen öylesine yapılan en ufacık hareket ona hayata yeniden adım atma hevesi kazandırmıştır. Bir başarı diğerini tetiklemiştir. Önce iş, sonra sigara, sonra kendini toparlama evresi baş göstermiştir. Ve istemeyerek başladığı bu olay, inadı ve kararlılığı sayesinde sağlıklı bir çevreye sahip olmasını sağlamış, kızının insanlara "annem artık sigara içmiyor biliyor musunuz" övünmelerine sahne olmuştur. 


* Bu aralar sürekli aksilikler olmasına rağmen, kendini mutlu hisseden Efsa...

* Görsel

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Son/ra/lar



Adam dedi ki...
"Elinle burnunu kapatıp bir derin suya atlasan ve gözlerin kapalı olsa senin sen olmamana tek engel gözlerini açman olur...
Sen olmak gözlerin de..."

Kadın dedi ki...
"Suya bırakmak kendini. Sesi bile ne de güzel gelir. :)
İlk defa kendini sorgusuz bırakabilirsin, seni sarıp sarmalayana.
Sen demeden dokunur sana.
Nefesin tükenene dek...

Gözlerini açmasan da, istemsiz bir savunma mekanizması yaratır bedenin kendine.
Sonlanır herşey."

Adam dedi ki...
"Ve her son yeni bir başlangıçtır"

Kadın dedi ki...
":) inancı kalanlar teselli bulsun bununla. Bana göre artık her başlangıcın bir sonu var.
Ama sondan önce sonra larını yaşamak daha koyuyor"

Adam kadına sonraları yaşattı...
Masal bitti.



* "Dedi ki" serisindeki veya bu gibi diyaloglara bakarken, yine de yüzünde hoş bir gülümseme yerleşen Efsa...

* Görsel

5 Ağustos 2010 Perşembe

İki Yüz




Adam dedi ki...
"iki yüz, iki hayat mıdır?"

Kadın dedi ki...
"Hayır. Tek hayat. Tek insan. İçteki ikiyüz vardır"


* Bugün garip bir can sıkıntısı yaşayan Efsa...

* Görsel

8 Temmuz 2010 Perşembe

Öğrendim...


Arkadaşlıklarında bazen nefes almaya ihtiyaç duyduklarını, ama bunu yaparken fazla ihmalin insanın canını acıtacağını da öğrendim...

Herkesin sevme biçiminin farklı olduğunu ve herkesin ben gibi sevgiyi gösterme biçimi olmayacağını öğrendim...

Issız bir yolda üzerinde yürürken, 1 metre ilerimde yürüyen bir adamın kötü değil, bazen bilmeden beni koruyabileceğini öğrendim...

Kırgın ve kızgın uykuya dalmama engel olan bir adamın var olabileceğini ve sevginin bazen birden gelmeyip zamanla artan bir şey olduğunu da öğrendim...

Bildiğim şeyleri tekrar öğrenebileceğimi öğrendim...

Nesiller değiştikçe kardan adamların azaldığını ve akşam ezanı okununca eve giren çocukların kalmadığını öğrendim...

İnsanların elde edemediklerinde ki hırslarını öğrendim.Yine bu onlara batıp, içlerini kemiren hırsları yüzünden, olayları nasıl saptırdıklarını da öğrendim. Çok sevdiğim insanları sırf bu yüzden hayatımdan çıkarabileceğimde; ne yazık ki öğrenmek bu yaşıma kısmetmiş.



* Kandilinizi mübarek, yapacağınız dualar kabul olsun dilekleri ile, bugün mutlu olan Efsa... :)

* Görsel

30 Haziran 2010 Çarşamba

Senden Sonra Ben...



Senden sonra ben;
Saçlarımı kırmızılaştırdım.
Boylarını kısalttım.
Kendimi yenilersem seni daha kolay unuturum sandım.

Zaman içinde bolca kendimi kandırdım.
Yeni hikayeler yazdım.
İçlerinde sen kokan kelimeler kullandım.

Şarkılar dinledim.
Kitaplar okudum altlarını çizdiğim…
Seninle izlediğimiz o filmi yeniden izledim, başka kafalarla.

Güçlü durmayı denedim.
Senden nefret ettim.
Yeniden seninle sevişmek istedim.
Uzun bir dönem kimsenin bana dokunmasını istemedim.
Kendimi senden habersiz, sana ait hissetmeyi sevdim.

Seni kıskandırmaya denedim.
Genişliğinle hırslandım.
Hediye aldığım o bonsai ağacını hiç sulamadım.
Sana olan hıncımı bir ağaçtan çıkardım.

Yeni yüzlerini tanıdım.
Sen bu musun dediğim anları yaşadım.
Karşımda olsan zalimle haykıracağım sözler tasarladım.

Başkasına aşık oldum.
Bocaladım.
Sevgiyi sorguladım.
Günlerce adın aklıma gelmedi.

Farkındalık denilen şeyi kavradım.
Aslında sen; hayatımda tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade,
eksikliklerini hissettireceklerini sezdiğim birisi idin.
Ve ben bunu bir şekilde fark edip, senden vazgeçmiştim.

"Benden sonra sen?" ne yaptın biliyorum.
Benim için olmasa da, yaşadıklarından pişmanlık duyduğunu da...  
"Herkes seçimleri ile yaşar demiştim" değil mi?
Şimdi senin bunlarla yüzleşme zamanın geldi...   



* O kadar çalıştığı halde açık öğretim sınavlarında çuvallayan, yeniden derslere boğulacak Efsa...

* Görsel

18 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Sevgiyi İfade Biçimi


Sevgilim,
Sana yazacağımveya yazdığım tüm yazıların etiketine aşkı sakladım. Şu an hayatımda hiç ummayacağım bir biçimde aşkın her halini yaşıyorum ve bu aşkın doğru olduğunu hissediyorum. Her duygu zamanında ve özüne uygun hissediliyor gibi.

Biliyorum sevgiyi ifade edişlerimiz bazen birbirinden farklı olabiliyor. Ve ben her yeni günde seninle yeni bir şeyler öğreniyorum. Misal sevgiyi dile getirmekte bazen ne kadar yetersiz kaldığımı... Ama telefonun diğer ucunda söylediklerini bir sessiz direnişle ve kabullenmişlik edası ile dinlerken; inan içimden o anlarda çok farklı sesler yükseliyor. ama bir türlü bulundukları yerden bir türlü çıkamıyorlar. Sese dönüşemeyen bir çok kelime biriktiriyorum beynimde...

Sevgilim,
Senelerce sevgiyi anlamada ve ifade etmede dokunmayı kullanmış bir insanım ben. Ve şimdi karşımızda teknolojinin bize sunduğu ve nimet mi, lanet mi olduğunu tam anlamadığım bir iletişim yöntemi ile birbirimize ulaşmaya çalışıyoruz. Az önce içimden yükselen sesler farklı dedim ya! İşte bu sesler devreye girip "keşke" diyor, "görse şu an ki sözcüklerle ifade edilemeyen mimik ve hallerini." (Sana bakışlarımı gösterememek en büyük pişmanlığım oldu son zamanlarda.)

Aslında, seni uyurken izlemeyi çok özledim. Yanında huzurla durmayı, aynı masada bardağına çay koymayı, bana çatmanı, arabada giderken bir rüzgar esintisi ile kokunun burnuma dolmasını ve yüzümde gülücükler oluşturmasını öyle özledim ki...

Lütfen bize bu kadar yakışan bir şeyin hayatımızda hep var olmasını sağlayalım olur mu?

 
 
* Biraz uykusuz, biraz yorgun, biraz melankolik, biraz meraklı, biraz ağız ucuyla gülümseyen, biraz mutlu, birazcık acıkmış Efsa... :)
 
* Görsel

4 Haziran 2010 Cuma

Düşler



Burnundan dudaklarına inen ter olmak istedim.
Birazda; bir kızılderilinin siyah örgülerine saklanmak.
Şamanların ellerinde,
Brahmanların eteğine saklanmak...

Tagore kalsın mezarından şimdi!
avaz avaz bağırıyorum işte.
uyansın!
düşümde, düşlerim düzüldü.
Düştüm,
Güveler yedi beynimi.

İçime bir liberal kaçtı.
Savunduklarını haykırıyor.
Gözleri sert esen rüzgarlardan yaşarmıyor.
Siyaha öyle bandırılmış ki; beyazlar kör edemiyor.

Çöz saçlarımın ucundaki kurdeleyi.
İçimdeki ağaç, yüzük parmağını uzatmış bekliyor,
Senin bağlayıp dilek dilemeni...




* Bugün bir can' ın doğum günü. Seni seviyorum Yesari.  Aramızdaki samimiyetin hep var olması dileği ile. Mutlu yıllar bir tanem. :)

* Görsel

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ben küçükken 2


Ben küçüktüm

Abisinin masalları tersinden anlattığı bir çocuktum.
Kendimin bir masal kitabı olana dek;
Kırmızı başlıklı kızı kötü, kurdu iyi bildim.
Cadıyı iyi, prensesi kötü mesela.

Ev sahibimiz vardı Mehmet amca.
İnşaatlardan çimento kağıtları toplar bakkala satardı.
Bir ayrıydı kesekağıdından taşımak, elindekileri.
Şimdi ise poşetler her bir yerimizden fışkırmakta!

Hıdırellez apayrı kutlanırdı.
Tüm ilçe bir olup, güllerle çevrelenmiş parkımızda piknik yapardık.
Bir sürü yakılmış mangalın ve etin arasında dolanır, hepsinden birer parça tadardık.
ateşler yakardı büyüklerimiz,
Üzerinden atlar, salıncaklarda sallanırdık.

Denize gitmek, pikniğe gitmek demekti birazda.
Piknik demek aile demekti.
Aile demek, toprak demekti.
Terliklerimizi ayağımıza geçirip,
asansör yerine sokağa fırlayıvermek güzeldi.

Sobanın üstü kestanelerle, mandalina kabukları ve patateslerle dolardı.
Oda mis gibi kokardı.
Ben annemin maksisini koklardım.
Dünyada daha güzel bir koku olamazdı.
Sopalı gırgırlar, merdaneli çamaşır makineleri;
Süpürgelerin bile örtüsü vardı.

Kendime bir oyun yaratır, portakal kabuklarını bıçakla keserdim...
Özledim.


* Tedirdağ' dan bloguma gelen arkadaşa selamlar diliyorum :). Tüm arşivimi üşenmeyip okuyorsun ya helal olsun.  

29 Mart 2010 Pazartesi

Ben küçükken...


Benim çocukluğumda
Akşam ezanı okununca,
Apar topar tozlarla bütünleşen küçük bedenlerimizle, evlerimize dönerdik.
Ezan vakti geldi mi akşam olmuş sayılırdı.
Sabah olunca sil baştan…

Gözümüzde büyüttüğümüz, aslında ufacık bir arığın üzerindeki köprüden geçerdik
Suyun üzerinden hoplardık O taraftan, bu tarafa.
Evden kullanılmayan kumaş, örtü parçaları ile terk edilmiş minibüsü süslerdik.
Erkek çocuklar bozardı, biz yeniden yapardık.
Ne onlar bıkardı, ne de biz.

Kızılderili olurduk.
“Kantaki”, “çantaki” diye lakaplar takardık.
Annem kovboy filmlerini severdi.
Oysa ben küçük evi bile hatırlamazdım.
Aklımda Köle Isauradan birkaç sahne vardı.

Büyük küçük kavramını çözemezdim.
Ve sürekli sorardım anneme
“Neden bulaşık yıkamak için küçüğümde, aranızda yatmak için büyüğüm”
Diye…
Gülerdi annem.

Abim sakat olmayan diğer eli ile beni battaniyeye sarar.
Sonra tutup çekerdi.
Kahkahalarla gülerdim.
Kendimi halının içinden çıkan Alaaddinin prensesi zannederdim.

Mahalle kavgaları yapmazdık.
Gerçi mahallemizede başka çocuklar girmezdi pek.
Girdiklerinde umursamazdık, herkes yerini, yurdunu, gideceği yeri bilirdi.
Onlar bir hevesle gelirlerdi.
Bizde bir hevesle geldikleri gibi gideceklerini bilirdik.

Evden gizlice yürüttüğümüz meyve bıçaklarını
Dizlerimize kadar gelen otları kah yuvarlanıp, kah yolarak yemek yapardık.
Arada babamın jiletlerini bile çalmışlığım vardı.
Allah tan kesmezdik elimizi.
Tek kullanımlıktı sanki her şey.
Jiletleri çöpe, bıçakları annelerimize çaktırmadan eve götürürdük.

Ben büyürken
Okula kendim giderdim.
3 büyük caddeden geçerdim.
Babam "seni sadece 2 gün okula götürdüm, gerisini kendin gittin" diye anardı ara sıra.

Ben ilkokula başladığım yıl, mavi önlükler çıktı.
Ama bizim gri pileli formalarımız vardı.
Çok hava atardık.
75 kuruş harçlık alırdım.
Param cinoya ve simite yeterdi...

Bağcıklı çizmelerin moda olduğu zamanlarda,
Ailemin durumu çok iyi gitmezken, alamayacaklarını bilip üzülmüştüm.
Ama bir gün babam beni sevindirmek için alıp gelmişti.
Ben mutluluktan ağlamak nedir anlamıştım.
Bir çizmenin bağcıklarındaydı mutluluk,
Ve beni sevindirmek için ucuz bir yerden bulup almıştı
“AİLEM”

Hepimizin oruç tuttuğu zamanlarda,
Enfes sahur sohbetleri yapılırdı.
Soframızdan kahkaha eksik olmazdı.
Ramazan demek, birazda aile demekti.
Birlik demekti.
Ve biz güzel bir aileydik.

O zamanlar telefon hatları yeni çekiliyordu.
O zaman telefonlar santralden bağlanıp, jetonla aranıyordu.
Rakamlar 6 haneliydi.
Annem anlatırdı evlerine ilk telefon gelişini…
"Bizim telefon numaramız 7 idi. Şehirdeki telefonu olan 7. Evdik"
derdi.

Ben küçükken
Memlekete her gidişimizde, dedem çizimlerini gösterirdi.
Şehirlerimizin havadan çekilmiş resimlerini gösterirdi.
3 tane ciltlenmiş karikatür kitapları vardı, ansiklopediden büyük.
Her yaz bıkmadan onları okurdum, çoğunu bilsemde.
Teyzem hepimize küserdi.
Ailede ki sırları ben bilmezdim.
Annem hiç dedikoducu bir kadın değildi.
Memlekete gitmek; dedikoduları istemesende dinlemek demekti.


Devam edecek…

24 Mart 2010 Çarşamba

Sahne değişir / Olaylardan Çıkarılan Dersler



Sahne değişir…

İlk kez girilen bir mekanda, bir sandalyede oturmuştur kız. Gözlerini kapatmadan önce gördüğü son şey krem rengi duvardır. Bir müddet daha gözünün önünde canlanır bu son görüntü. Oturduğu yerden başının dönüşünü durdurmak için; tutunma ihtiyacı hissettiği bellidir. Sağ eli ile sandalyenin altına doğru sıkıca tutunmuş, parmaklarının ucunda tahtayı hissetmiştir. Ama sağ tarafına düşecekmiş hissi hala geçmemiştir.

Arkasında hissettiği havada duran ellerin sahibi bir kadın vardır. Kadın verdiği enerji ile kızın başını döndürmüştür. Bu tarz şeylere inanmayıp, safsata sayılan bir ortamda büyütüldüğü için şimdi yaşadığı şaşkınlığa sürekli bir yenisi ekleniyordur. O sırada karnının guruldaması ile hafifçe utanıp, komik geldiği için kıkırdar. Ama gözleri hala kapalıdır.

Ve baş dönmesi yavaş yavaş geçtikçe yerini huzura bırakmış, uykusu gelmiştir. Oysaki daha oturalı 5 dakika bile olmamıştır. Ellerine, içine dolan sıcaklığı hisseder ve hayal eder… İnsanları elleri ile iyileştiren şifacılara hep imrenmiştir. Ve “bir süper gücün olsaydı ne olmasını isterdin” sorusuna hep aynı cevabı vermiştir. Şimdi o güç ellerindedir… Kendi elindedir. İnsanlara ve belki de en çok kendisine çok yardımı olacağını çoktan anlamıştır. Bazen bazı şeyleri araştırmanın yetmeyeceğini, bunun için de bir şeyler yapmak gerektiğini anlar kız!


Sahne değişir…

Bir hastane odasında gözlerini açar. Başucunda o zamanlar ki çıktığı çocuk vardır. Endişeli gözlerle kendisine bakmaktadır. Neden geldiğini bir an anımsamaz. Başında hatırı sayılır derecede bir sızı vardır. Kalkar tuvalete gitmek ister. Kolunda ki serum şişesi ile tuvalete gitmenin zorluğunu ilk kez o an fark eder.
Her şeyi hatırlamaya çalışır ama hala görüntüler çok siliktir… Ve seneler sonra bile o tuvalette ki anımsadığı görüntülerden başka bir şey hatırlamayacaktır. Hayatından 3 gün belirli anılar dışında silinmiştir sanki… Başucunda kalan çocuktan için "ben bu öküzle mi birlikteyim" diye arkadaşlarına soruşunu anımsayıp kendinden utanmıştır.

Doktorların koyduğu teşhis amnezi dir. Arkadaşlarından o günlere ilişkin birçok anı dinler. Onların; defalarca yaşadığı olayların ne olduğunu anlattığını, ama kendisinin 5 dakika sonra yeniden unuttuğunu, kafasına aldığı darbelerin şiddetini, maçtaki hakemi, rakibini… Herkesin anlatacak birçok şeyi vardır sanki.

Bir Türkiye turnuvasında, 49 kiloda yaptığı 3. maçtan sonra finalde kafasına yediği 4 tekme ile hafızasını ve eleme şansını kaybetmiştir. Uzun zamandır yapamadığı tek bir harekete odaklanmıştır bedeni. Sonradan azmedip başarabildiği tek hareket yüzünden; hem sağlığını, hem de maçını kaybetmiştir. Hiçbir şeye tek bir noktadan bakmamayı ve bazen eksikliklerin bile insanlara çok şey kattığını anlar kız!


14 Mart 2010 Pazar

-Mış Tadında Bir Masal


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...

Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.

Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.

Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şeyin unutulduğu...

Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...

Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...

Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.

Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...

Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.

Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.

Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.

3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.

Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.

Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.

Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.

Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.

İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.
Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?

Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.

Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.

Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...

"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"

18 Şubat 2010 Perşembe

Mektuplar / Kapı


"Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin" diye başlamıştı kız, geçmişte bir mektubunda... Şimdi yazdıklarına, bir yenisini daha eklerken; başını, elinin teriyle nemlenmiş sayfadan kaldırıp, odasının kapısına baktı. Görmekle bakmak arasında ki o çizgide, zihninde çağrışımlar birbirini kovalamaya başladı...

Hayatında yürürken teğet geçtiği…
Bazen kolaycacık açılan...
Bazense zorlasa da giremediği...
Başkaları tarafından daha önce girilip kapısı açık kalmış...
Veya kendi kararları ile kapatmış...
İçeride ne var diye eğilip baktığı...
Ve beklediği halde açılmamış kapıları düşündü.

 İlk çıkış kapısını nasıl yaptığını bilemediği bir biçimde yaratmıştı. Çıkmaya ise çoktan cesareti ve hevesi vardı. Çıktığında gayet kalabalık, cıvıl cıvıl ve renkli bir koridorda bulmuştu kendisini. Alışkın olmadığı bu görüntü onu büyülemiş, hep özlemini çektiği bir dünyada var olduğunu zannetmesine sebep olmuştu. Zamanla bu dünyanın onu mutlu etmediğini ve orada ki insanlardan farklı olduğunu anlaması uzun sürmese de, kaçınılmaz bir biçimde onlar gibi olmuştu.

Ama şimdi... Zihni oyunlar oynuyordu bugünlerde ona. Eğilip yazmayı denerken;

"Onlar gibi; başkasını kandırdığını düşünüp, aslında yalnız kendini kandırmak... Evet, tam tanım buydu işte! Geçmişten beri süregelenlerden biri. Defalarca açar gibi yapıp, kapattığı kapıları düşündü. Kendi bencilliğinin içinde hapsolup, bir çemberin içinde sıkışıp kaldığını anladığında ki, kurtulma çabalarını... Başkasının sevgileri ile ruhunu besleyip, kendi sevgisini yalnızca kendine sakladığını sanmıştı. Kimseyi buna değer bulmamıştı. Gerçeği anladığında ise, zor olmuştu tekrar bir çıkış kapısı yaratmak. Çözümün kendini affetmekle olacağını öğrenmek ve aynadaki aksiyle yüzleşmek çok sancılı günlerdi onun için."

 Düşüncelerinden sıyrılıp; devam etmeye çalıştı, mektubuna kaldığı yerden...

Kapıdan çıkınca gördüğü koridor, ona hayatını anlatıyordu aslında. Aydınlık, ferah ve koyu gölgelerden uzak bir yerdi orası... Krem duvar kağıtlarının arasından adım adım ilerledikçe, kendine yaklaştığını görmüştü. Sırayla tüm kapılara dokunmak gelmişti içinden... Bazen kulplarına dokununca elleri yanıyordu, bazen gösterişli bir kapının ardındakileri merak ediyordu...

Adım adım yürürken; yanından geçtiği bir kapının önünde durdu kendiliğinden. Merakla, ürkekçe ve içeriden gelen seslerin tüm çekiliği ile uzattı başını. Baktığında tek görebildiği; kalabalıkların arasında sadece bakışları ile onu sımsıcak sarıveren ve bir anda büyüsüne kapılan bir adamın varlığıydı. Diğerleri gibi tüm neşe dolu görüntülerin içinde hüzün barındıran insanlardan olsa da, farklılığı ilk başta belli oluyordu adamın. Odayı sevmese de, adamı sevdi kadın. Ama "beraber kendilerine ait bir oda yaratalım" dedikçe uzaklaşıyorlardı birbirlerinden. Oyalandı bir müddet daha orada kadın. Sonra onun kapısı, onun odası olmadığını ve adamla kendilerine ait bir oda yaratamayacaklarını idrak ettiğinden beri; adamın varlığı pahasına çıkmak istedi, bu sahte neşeli ortamdan.
Koridorda kendisine eşlik eden o çok sevdiği Evrenin, Özlemin, Arzunun ve Ateşin rengarenk, çerçevesiz tablolarına baka baka devam etti yolunda. Yeni bir kapının eşiğinde daha durup duramayacağını merak ediyordu kendince. Bazen geliyor yürümekten usanıyor, bazen ise koridorda ki güzellikleri fark ediyordu.
Elinde bir anda beliriveren kalemle duvarlara yazılar yazmaya başladı.
Yazdıkça yürüdü... Yürüdükçe büyüdü...

Başka yazıların da tablolarına bakarken ve hala yazmaya devam ederken, yorulduğunu anlayıp oturmaya karar verdi. Aradan ne kadar an geçti bilmiyordu ama bir adam gelip, kendisine sormaya lüzum bile görmeden pat diye yanı başına oturunca; bir kaç hırlı, harlı, tatlı sohbet geçti aralarında. Sonra birden uzattığı bacaklarının üzerine elini koydu adam. Şaşırdı kadın onun bu arsızlığına. Adam elinden tutup: -"Gel" dedi. Kadın tutuşan ellerine ve adama bakıp korkmadan tutarak, yeni bir odaya doğru yürüdü yavaş yavaş...

Bu sefer acelesi yoktu

(noktası olmayan bir mektup yazmaya başladı)



* Bazen gereksiz kırılganlıkların pençesinden kurtulamayan ve fazla ince düşünebilen Efsa...

18 Aralık 2009 Cuma

Soyunuş




Soyunmalısın...
Evet şimdi!
Teker teker çıkartmalısın seni sen yapanları...
İçimden geçse de, ben dokunmamalıyım kıyafetlerine
Bunu sen yapmalısın!

Soyunmalıyım...
Hemen şimdi!
Tişörtümden değil, tokamdan başlamalıyım mesela
Saçlarım dökülmeli bir anda omzuma
Yaklaşmalısın
Uzaklaşmalıyım...
Daha soyunmamışsın!!!


Soyunmalısın...
Evet, hemen şimdi!
Tüm kusurlarınla sevmeliyim seni.
Aynalara bakar gibi olmalısın
ve korkmamalısın.
ve bir suya dokunur gibi dokunmalısın kendine
arınmalısın!


Sevgilim,
Önce kendini bulmalısın...

ki beni bulasın...



*  Kendini büyümüş hisseden Efsa...

13 Kasım 2009 Cuma

Düşüp yeniden kalkmalarımın,

Doğum günüme bir gün kala anne olmamın,

Kaybettim sanarken kazanmalarımın,

Burnumun sürtülüp, duyduğum vicdan azaplarının,

Sevilmenin / aşık olunmanmn

Affetmenin ve affedemememin,

Emellerime ulaşmamın,

Yeniden okumamın,

Aşık olmamın,

Umursamazlığımın,

Tutku ve hırs duymamın,

Yeterince sevilmediğimi düşünüp kendi içimde kaybolmalarımın,

Beklentilerimin,

Özlemlerimin,

Hayatımı etkileyen gerçeklerle yüzleştiklerimin,

Büyüklük bende kalsın dediklerimin,

Evlenip ayrılmanın,

Başarılarımın,

Başarısızlıklarımın,

Şaşkınlıklarımın,

Potlarımın,

Gaflarımın,

Hayatımın,
ve kendimle dalga geçmelerimin,


Şerefine!!!


Saatler 20:20' yi vurmalı...
Kavramalı-ydı- bir el benim dercesine belimi...
Şanssızlıklarımın da şerefine...
@ Buradaki melankolik yazılara inat aslında hep gülümseyen Efsa...

19 Ekim 2009 Pazartesi

Kısa Cümleler...



Sus(u)yorsun...


Sus(u)yorum...

En iyi bildiğim şeyi yapıyoruz aslında ikimizde...


Biliyorsun...

Biliyorum...

Bilerek susmak bazen bildiğin şeyleri söylemekten daha acı verir insana...

~~~~~~~

Hayatımın çizgisinde, yaşamımın en güzel anlarında bir set gibi dikiliyor


İMKANSIZLIĞIN...!

Çok üzgünüm...

Yaşayamadığımız herşey için.

~~~~~~~

Ee iyi hoşta. Sonradan hatırladım. Üstüm sende kaldı be tatlım.Geri iadesini yapmadın hala.

~~~~~~~

İçi acıdı kadının bunun son bakışlar olduğunu anlayınca. Tam kalkarken;
- "Sığındığın bir dağ olmaktı amacım... Yaslandığım bir dağ olsaydın..."dedi ve yürüdü arkasına bakmadan.


~~~~~~~

Dans ederek yüzsem dalgalar beni senin kıyılarına vurur mu?


Senin kıyıların ben gelene dek, mahsun kalır mı?

~~~~~~~


Sorun şu;

"öyle cümleler kuruyorsun ki, suçunu her ikimizde bilsek de kanıtlayamıyorum."

~~~~~~~


Cennet burası mıydı?

O zaman gel de kuru yapraklar arasında dans edelim sevgilim...

:)

~~~~~~~


Bırak gözlerimdeki, rimellerim aksın...
Zaten sen başparmağınla sil diye sürdüm rujumu bugün.
dağıt suratıma,
dağıl bana

~~~~~~~


Adam kadına göre çok sessizdi...

Bu sessizlik çoğu zaman kadına ağır geldi.

Kadın hissettikleri bitsin istedi.

Delirecek gibiydi.

Bitmemesi hırslandırıyordu üstelik.
Hırçınlaştırıyor, olmaması gereken kişilik bulamaçları yaşatıyordu.

Adam bitsin istedi.
Hissettiği vicdan azabından biraz öte bişiydi.
Adam kendini bastırmayı öğrenmişti.
Sevgisini dirseklemeyi, onu geride bırakıp mantığıyla hükmetmeyi...

Adam; kadın hala onu sevdiği için üzülüyordu.
Tıpkı kadının adamın vicdanının rahatsızlığına üzüldüğü gibi.


Kadın bitmesine duacı... Adam bitmesine seyirci...



* Seçimleri için Mim arkadaşımıza teşekkürler...
* Bu aralar içindekileri kusmak isteyen Efsa...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Çok iyi olma çelişkisi


Benim çoğunlukla battığım anlar, işte şunlar:

Çok iyi olmaya odaklanıyorum...

Çok güzel bir kadın,

Çok iyi bir eş/sevgili,

Çok iyi bir anne,

Çok iyi bir insan,

Çok iyi bir evlat,

Çok iyi bir kardeş,

Çok iyi bir arkadaş,

Çok iyi yemek yapan,

Çok iyi bir meslektaş,

Çok iyi sevişen bir kadın,

Çok düzenli bir insan;

Olursam;

Daha çok sevileceğim sanıyorum...!

Ha oluyor muyum?

Olduğum anlar elbette oluyor.

Ama sonra karşımdakinden de aynı özeni ve özverileri bekliyorum.

İşte bu noktada çamura batıyorum.

Kızımı, sevgilimi, babamı, annemi, her zaman birinci plana atıyorum ve bunu o istediği için değil. Benim onu orada görmek istediğim için yapıyorum. Ben zaten mutluyum biliyorum. Ama oda mutlu hissederse kendini, benimde mutlu olmam için ekstra kapılar açılacakmış gibi geliyor. Çünkü karşımdakini asık suratla görünce, ister istemez onun mutluluğuna, bir gülümsemesine çabalar halde buluyorum kendimi.

Bayrama ailem gelecek, yaz başında ablam ile kurduğumuz düzenden, anne ve babamın düzenine geçeceğiz. İyi bir kardeş olmayı ikinci plana atıp, iyi bir evlat olmaya daha özen göstereceğim. Bir yerde ne kadar istesem de kendi hayatımı değil, birilerinin yaşamındaki hayatımı yaşıyor gibiyim. Kimin kime dahil olduğu çok açık. Ama en azından kendi kararlarımı verebilecek, bunlarında sorumluluğunu üstlenebilecek kadar başarılıyım son yıllarda. Bazı arkadaşlarım diyor. İşte çık, gez, dolaş, eğlen. Ama benim mutluluk anlayışımda ya da huzurumda bunlar yok ki. Boş muhabbete gelip, birilerini çekiştirerek veya kakara kikiri kalabalık arkadaş toplantıları aramıyorum. Bunlarla neşe bulacağımı değil, boşa zaman geçireceğimi düşünüyorum ki.

Üstelik bunları en mükemmel şekilde yerine getirmek isterken, olmuyor. Birine yetişirken, öteki telefonum kapanıyor. Ben bunun orta yolunu bulma özürlüsüyüm sanırım. :)

Herşeyi geçerimde kızım... Ona iyi bir anne olamamaktan zaman zaman korkmuyor değilim... Bazen insanlara duyulan kırgınlıklar, başka insanlar ile de iletişimi kesebiliyor. Ve ben öyle bir inadım ki; kızımın sesini duyma pahasına, özlesem de onlarda kaldığı müddet boyunca aramıyorum. Bizim evimizi de arasınlar istemiyorum. Sırf bu yüzden içimde azda olsa bir pişmanlık gölgesi gelip geçiyor. Geçiyor, çünkü benim sınır noktalarıma geldiğinde insanları nasıl görmezden geldiğimi biliyorum. 2,5 yıldır tek bir kez bile aramadım. Ama şimdi okula başlayacak ve acaba okulda anneden bahsedildiğinde neler düşünecek. Ben onu nasıl, nerede göreceğim diye içim içimi yiyor. Beğenmeye beğenmeye arayacağım yani. Hafta içi görmek içinde Çarşamba günlerini zapt etmeyi düşünüyorum. Bakalım hayırlısı artık.


Sadece kafama takılan;

İnsan iyi bir evlat, anne, ev hanımı olmalı diyen bir annem var.

İnsan bir şeyde çok iyi olmalı diyen bir ablam var.

İnsan her şeyde iyi olmalı diyen bir beynim ve babam var.

İnsan çok çalışıp yavrusuna bakabilmeli, ona her defasında toleranslı davranabilmeli, yoksa neden bu dünyaya getirdi diyen bir yiğenim var.

Biz kocaman evde babamla konuşmadan anlaşırken, diğerleri ile çatışıyoruz.

İnsan sizce nasıl olmalı, kendi gibi olmanın dışında yani, karşıdakilerin beklentilerini, çevresel faktörleri veya maddiyatı da hesaba katarsak?


* Dün babasına işkembe çorbası yapıyorum, siz gelince yine yaparım derken; cevap olarak, “sizi çok özledim” diyen babasının sesinin tonunun titrediğini fark eden ve dünyada ikinci en büyük acının bir babanın ağlaması olduğunu düşünen Efsa…

* Annesi gelip, “dans kursu yetmedi de, bir de spor salonuna mı para vereceksin” demesine fırsat bırakmadan spor salonuna yazılan Efsa…


Resim

Related Posts with Thumbnails

..