hüznün yüzü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hüznün yüzü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
25 Ocak 2011 Salı
Bir Gün Belki Hayattan, Geçmişteki Günlerden...
Sıradan bir gün..
Sıradan angarya işler, dönek insan yalakalıklarıyla donatılmış gibiyim.
Farklı insanlarla konuşarak oyalıyorum kendimi, hiç biri sana benzemiyor.
Ben ve senin için sıradan üzüntülerimle başbaşayım yine işte...
Herşey aynı..
Dün ki gibi bugünde sana yazıldığı için bir yazım daha öldü...
Ve ben yine her gün yaptığım gibi bugünde, tüm yaralı kelimelerimin üstünü kapattım.
Başın sağolsun!
Yarına Allah kerim...
BeşOcakİkibinonbir
Bugünde "unutacağım" diyorum kendi kendime.
Unutmak için direnen benliğime seni hatırlatıyorum.
Biliyorum, geçecek bu sızı; acıtsada kanatmayacak birgün yokluğun.
Bugün msn yi açtım.. Engelini kaldırdım...
Tıpkı geçenlerde bir arkadaşımda okuduğum ve aklımda kalan dizeler gibi:
"Bu defa bu oyuna yenilmek için başlıyorum"
Ben seni uzaktan sevsemde mutluyum.
OndörtOcakİkibinonbir
Yokuz...
Birbirimizin hayatında olmaktan vazgeçeli günler; "ay" diye anılır oldu.
Varlıklarımızı tam yaşayamadan, yokluklarımızla erken tanıştık.
Sen, gerçektin! Salıncağımı asla yükseklere çıkartamayacağını biliyordun..
Geleceğe taşımak için, götürdüğümüz bir avuç su gibiydik. Ve sen kendi öngörülerinle bunun gerçekleşmeyeceğini düşündüğün için bana hiç umut veremedin. Taşıyabilir miydik bilmiyorum, ama kesinlikle denemeliydik...
Ve sen sevgilim, hislerini kendinde yaşatacak kadarda bencildin aynı zamanda. Ama biliyor musun, ketumluğunu anlamamı beklemen bence bana karşı yaptığın en önemli haksızlıktı. Sonunda duyguları birbirine fazla gelen iki insandan öteye gidemedik birlikte.
Oysa ki;
Uyanmak istedim seninle yeni güne. Ellerine, burnuna, alnına dokunmak istedim. Alnına adımı yazmak istedim en hayalperest halimle... Bir yazgıyı yazmakla, yaşamak arasındaki gerçektin. Ve ben o yazgıyı değiştiremeyeceğimi belkide baştan bilmeliydim...!
Ateşinle yanarken ve annemin kocakarı ilaçları merhem olamazken, kor olmakla, köz olmak arasındaki o ince çizgide debelenirken, senin için bir kozdan ibaret olduğumu düşündürttün! Bazen sana kızıp, hırslanıp küllerimden oluşan o dumanla boğul istiyorum anlıyor musun? Boğazımda bir düğüm gibi kalmana içten içe sinirleniyorum. Çok istemiştim... Harflerine tutunmaya, kelimelerinde kendime dair yer açmaya, yarına dair umutlar tazelemeye hazırdım! Hevesimi kursağımda bıraktın...
Zaman geçiyor. Artık "geçire geçire geçirilen günler" diye nitelendirmiyorum onu. Garip bir biçimde yokluğunla yaşamayı ve buna alışayı öğrendim. Sanki hala benimsin gibi.. Sana kızarak kusmak istediğim tüm kelimeler köşelerine çekilmiş gibiler. Seni yok saymaktan vazgeçtim. Yokluğunu kabullendim.
İçimde zerre pişmanlık yok.. İyi olduğunu bilmek yetecekmiş gibi geliyor şu sıralar.
17 Ocak 2011 Pazartesi
Mektuplar / Ayrı Yastıkların İki Ayrı İnsanı...
Biz seninle bir yokuşun tam ortasında; ellerimizdeki ağır yüklerle yukarı çıkma çabasındayken, yardım etmek için yukarıdan inen bir çift eldik birbirimize..
Seni düşünürken hep ne isterdim biliyor musun? Aynı yastığa baş koyacak şekilde yakın durmak seninle. Gecenin bir yarısı uyandığımda yüzünle karşılaşmak, nefesini dinlemek. Tıpkı beraber o tek kişilik yatakta aramızdaki kocaman yastıklarla yattığımızdaki gibi; yan tarafımdaki yastıkta oluşan çukurun sahibi sen ol istedim... O günden sonra, her şeyi anlamlandırmaya çalıştığım bir süreçte ise belki de en hayırlısı bu diyerek söylendim durdum. Belki de biz ayrı yastıkların insanlarıydık, kim bilir? Seninle yeni güne uyanma fikri polyannacılıktan başka bir şey değildi belki de.
Senin hakkında asla kötü konuşmadım. Her karşılaştığıma seni övdüm, içten içe benim olmanla gurur duydum. Aramızdaki o görünmez bağa inandım. Gözyaşım, omuzum, günahım, edebim oldun... Arkadaşım, aşkım, kızdığım dünya üzerindeki tüm sıfatlarımın sahibi oldun sen. Özlemim değil, öznem ol istedim ben sadece. Uykularıma gir, başucuma, koynuma.. Kasıklarıma gir ve kalbimin atışını hissettir orada. "Sen, kasıklarımın tamlamasıydın! Ve bana dokunduğun andan itibaren tüm dil bilgisi kurallarım yıkılmıştı..." diye yazmıştım bir gün.. Belki de ayrı yazılması gereken "de"lerdik.ve ben birleşik yazarak tüm tabuları yıkmıştım.
Şimdi uzağız ya, bir gün beni kaybettiğini anladığında ve bu farkındalık kazanmaya yetmediğinde lütfen güzel hatırla beni. Biliyorum hep ağır bir maskenin ardına saklanıyorsun. Her şeyden sıyrıldığında anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını da biliyorum. Ama lütfen sen hep güzel kalmayı dene. En azından dene!
Duygularımızda, iş yerlerimiz gibi yanımızdaki insanlar gibi veya ardımızda bıraktıklarımız gibi değişir mi bilmiyorum. Kullandığımız kelimeler, sevme biçimlerimiz, sevgililerimiz hepsi değişiyor. İsterdim ki biz hep kalalım birbirimizin hayatında. Kısmet olmadı. :( Yanında tüm şehrin kalabalığını, uğultusunu, o yalaka insanların boş sohbetlerini, yaşamlardaki çirkeflikleri, benim garipsediğim ne varsa onları gezdirirken sen; ben senin hayatının en temiz kalan yanınmışım gibi gelirdi. Onu da kendi kuşkularınla kirletmişsin. En çok buna acıyorum işte.
Beynimde bir ur gibiydin, içime işleyen "ah" gibiydin...
Gözlerindeki çapakları görebilecek kadar sana yakın uyuyabilmeyi ve bedenindeki tüylerle bağlanmışken sana, tenimdeki seni görebilmeni dilerdim yanında..
Sen bana öyle bakarken, kalbimin en buruşuk yerleri açılırdı!
Benim için öyle güzeldin ki, öyle iyiydin ki...
Ama hep bir yol ayrımındaydık seninle ve bu yolu yanyana yürüyerek değil, aramıza setler örerek geçtik biz.
* Aldığı kararların istikrarlı olmadığını, verdiğinde anlayan Efsa...
24 Aralık 2010 Cuma
Bunlar Öylesine Sen Sayıklamalarımdı...
Bir devşirme okulunda öğrendiğin ilk kelime olmak
ve en uzun gecede saatleri geriye alıp defalarca sevişmek isterdim seninle.
Adımı adın bilmeni isterdim...
Sen benim için hayallerimde gitmek istediğim, en denizaşırı ülke gibiydin.
Ben ise; senin yanlış bildiğin doğruların..
Seni hep uzaktan sevdim.
Ve ben çoğu zaman uzaktan sevişmelerin kadınlarına benzerdim..
Sana göre ikili ilişkiler hep iki yüzlüymüş gibi gelirdi ya, bunu mazeret bilip hayatına bu kadar yakınken, senden uzak kalmayı tercih edendim.
Çünkü seni hayatımdan çıkartırsam, dinlerini ret eden krallar kadar hain olacağımı zannederdim.
Şimdi seni düşünürken üzülüyorum aslında arasıra. Mesela yüzündeki çizgileri ezberleyemeyecek, asla saçlarına düşen akları sayamayacağım.. Belki kokunu bile unutacağım yeniden duyumsayana dek.
Ah adam!
Biz seninle bir şeyin anlatılması ile yazılması arasındaki fark kadardık.
Masalları tersinden öğrenen bir çocuk gibi kaldı bir yanım.
Sen beni öpünce yüzyıllık uykumdan uyandım...
Ve sen tanımlayamadığım o dünyada beni tek başıma bıraktın!
Şimdi tüm irade savaşlarımı seninle yapıp, bunun vicdanı ile yaşa istemek benim hakkım.
Sen, tüm ezberlerimi bozduran adam!
Birgün saçlarımı tekrar kırmızıya boyayıp geleceğim yanına..
* Bezelyesiz bir haftasonunda Efsa...
22 Aralık 2010 Çarşamba
Belki de, İşte Bu Yüzden...
Çünkü; Yanlış iliklenen bir gömlek düğmesi gibiydin. Ben seni hep yanlış zamanda, yanlış deliğe geçirdim.
Çünkü; Ayağımın havada kalmasına izin vermedin. Hep sağlam basma endişesi yaşattın yanında bana!
Çünkü; Doğru yanıtları ezoterik ifadeler ile saptırıp, yanlış soruları sormama neden oldun!
Çünkü; Beni kendinde hep "dün" bıraktın.
Çünkü; O kadar çok yamalamıştık ki birbirimizi. Artık tiftik atmaya başlamıştık ucumuzdan bucağımızdan. Her seferinde birbirimize bağlanışlarımız azaldı.
Çünkü; Sen soyundun, sana özenle giydirdiğim kelimeleri. Ben düştüm
Çünkü; Çok baktım, yanıldım!
Çünkü; Yokluğunda her şeyi sineye çekip, varlığına minnet edeyim diye! O anki ilgine şükran duyayım ve seni bu şekilde kabulleneyim diye, bir cehennemi sundun sen bana, ellerinle!
Çünkü; tıpkı bir arkadaşımın dediği gibi: “Bir cehennemi kabul edebilecekken ben ve bundan eminken karşımdaki adam; cenneti sunmak istemedi bana. Ve ben cehenneminle yetinmeyi denedim."
Çünkü; Avucunun içindeki suyu, diğer avucuna boşaltırken oynaştığını düşünürsünde, giderek eksildiğini fark etmezsin ya...!
Çünkü; Hani bazen sırf ona yakın olabilmek kolunla koluna temas edebilmek için, çok yorgunken bile ayakta beklersin ya...
Çünkü; Sonunda "Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi"* demedi kimse...
Belki de;
"İşte bu yüzden"
* Bugün çok sevdiğim birisi ameliyat oluyor. Lütfen iyi dileklerinizi, dualarınızı esirgemeyin ki; ameliyatı çok başarılı geçsin ve çabucak iyileşsin diyen Efsa... (dip not: ameliyattan çıkmış, çok ağrısı varmış :(... )
* Turgut Uyar
1 Ekim 2010 Cuma
Mektuplar / Bir Gece ve Ardında Bıraktıkları...
Gelecek olana;
Merhaba adam,
Merhaba adam,
Bakma böyle mektuplarla seslendiğime, bazen insana en kolay içini dökme yada iletişim yolu buymuş gibi geliyor. senelerdir farklı insanlara, farklı zamanlarda, içlerinde bir çok konuyu barındıran mektuplar yazdım. İlk kez de sana bu kadar uzun yazıyorum. İlk defa bir insana ne şekilde hitap edeceğimi şaşırıyorum.. Sen dahil kimse ile konuşamayınca, "ama"lar ve "keşke"lerle birleşip anılmaya başlandı bende. Her "ama" bir jilet kesiği gibi, her "keşke" içimde patlamaya hazır birer çığlık sanki...
Hani hayat insanı ummadığı yerlerden alıp, ummadığı yerlere taşır ya.. Senin de benim hayatımda bambaşka bir rolde iken, bu kez farklı bir rolle karşımda olacağını söyleseler inanmazdım bile... Ama şimdi yapamıyorum. O geceden, sözlerinden, beni karşına alıp aralıksız 2 saat konuşmandan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamıyorum.
Bir ipin ucunda asılı kalmış gibiyim.
Bir yandan kendi kendime "atla işte ne olacak" diyorum.
"Sen bunu çoktan hak ettin. Kimin değer yargısına göre hareket ediyorsun ki, neyi bekliyorusun ki! Ölümcül bir günah işlemiyorsun. Başkaları ile bitmiş bir ilişkinin üzerine, yeni bir ilişki! kuran ilk sen değilsin. Düşünme, sadece o an içinden geçeni yap gitsin... Düşünme.."
Ama diğer yandan tüm doğru saydıklarım parmaklarımda oluşmuş bir kuvvete dönüşüyor.
"Bu zaman dek inandığım değerleri bir insan için böyle yerle bir edebileceksem, ne anlamı kalıyor ki yaşamanın.. Beni ben yapan bu değilse ne peki?" diyorum...
Aslında inandırılmak istiyorum! İkimizde çocuk değiliz, birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. İkimizde birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu biliyorum. Ama adım atmaya her ikimizde korkuyoruz. İkimizde geçmişimizden kaçamıyoruz ve gelecek için sözler vermeye çekiniyoruz değil mi? Tüm dünyaya birbirimiz için sırtımızı dönmüşken, "ya olmazsa" yı istese de çıkaramıyor insan aklından... Ne sen bunları göz ardı edebiliyorsun, ne de ben! biz bunları, sevgimizi taşıyacak kadar kuvvetli miyiz?
Benim için savaşacak kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ama ya yorulursan diye düşünmeden edemiyorum. O kadar ezberi bozulmuş durumdayım ki, gittiğinden beri düşüncelerimde saptığım tüm yollar sana çıkıyor. Her senden vazgeçmek istediğimde, hatta uzaklaşacak mazeretler üretmeyi denediğimde; enseme, saçlarıma düşen gözyaşıların aklıma geliyor.
(Neden o an sana yüzümü dönmeme izin vermedin? Omuzlarımı tutan ellerini, ellerimin arasına almak için çırpındığını neden fark etmedin? Neden sen ağlarken, o damlaları silmek, yok etmek istediğimi görmedin? Bana bunu neden yaptın? Kendine neden yaptın? Aslında nedenlerime mazeretler aramıyorum, bazı şeyler nedensiz geliştiğini bilecek kadar yaşadım hayatta.)
Ellerin o kadar ben gibiydi ki.. Sana dokunurken yabancılaşmadım, yabancılamadım seni. Bütün bir gün kokun boynuma ve ellerime sinmiş bir şekilde dolaştım. Kafamı hafif oynatsam saç tellerimin arasından bile sen fışkırdın sanki. Ya hayatımda her şey yolunda çok şükür, gülüyorum, mutluyum. ama bir tek sen eksiksin sanki... Birlikte olsaydık, biz güzel bir çift olurduk düşüncesini beynimden atamıyorum. Sevme biçimlerimiz aynı, düşüncelerimiz aynı, ama biz ayrıyız... Ve yok artık dedirten bir ilişkinin içerisine atılmaya ikimizde çekiniyoruz. Bir şekilde tutulup kalacağımızı, her an birlikte olmayacağımızı, mesafelerimizi, yaşayış biçimlerimizi hepsini bir tartıya koyunca dengeler şaşıyor çünkü...
Ah adam, şunu bil!
Bir gün bütün bu olanlar yaşanmasaydı, farklı şehirlerin, farklı kültürlerin, farklı insanların karşısına çıkmasaydık; doğru bir ilişkiye seninle adım atmayı çok isterdim, inan.
"Peki ya geç mi" diyor, içimdeki ses.
Sussun istiyorum!
Susmuyor...
* Bu aralar neredeyse tüm arkadaşlarım ev arıyorlar. Hepside bu şehire gel, iş bulalım sana da, birlikte kalırız söylemlerindeler. Verilecek her kararı beklemeye alan, Kasımdan sonraya erteleyen Efsa...
Dip not: Ve yazı yanlış anlaşılmalara müsaade etmemesi için ilham veren sayfayı aktarayım istedim...
* Görsel
11 Ağustos 2010 Çarşamba
Mektuplar / Meleğime
Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…
Bir gün benden gitti.
Ummadığımız bir anda yaşamayı seçen bebeğim, o an ölmeyi seçti.
Daha erken, benim başıma gelmez dediğimiz şeyler vardır ya hayatta. Hayat günlük meşgalesiyle oyalarken, “ce eee” kıvamında bir süprizle bambaşka bir boyuta geçirir bizleri. Aklınıza gelmeyen başınıza gelir! Bebeğiniz sizden, yaşamdan erken ayrılmıştır.
İçiniz yanar…
Çünkü artık siz onun büyüdüğünü, okula gittiğini, karne alışını göremeyecek; bisiklet sıyrıklarını temizleyemeyeceksinizdir. “O kirli ayakkabılarla basma yere, yeni temizledim” şeklinde yüksek bir ses çıkmayacaktır artık boğazınızdan. Kokusunu duyamayacak, en sevdiği yemekleri bilemeyeceksinizdir. İlk sevgilisi, ilk işi olmayacaktır hiç.
Tarihler hep o günü gösterecektir sizin için. Her rengin hüzün barındıran bir tonu olur ya, bu tarih de öyledir takvimler arasında. Bütün günler beyaza, maviye boyansa da; bir tanesi siyah kalır.
Bir gün canınızı feda edebileceğiniz bir insan çıkmıştır karşınıza. Ama o, bir gün ölür. Etrafınızdaki herkes sabır ve dayanma gücü diler size. Herkes bilip bilmeden, bir şeyler söyler. Kendilerince teselli ederler, sanki bunlar yetecekmiş gibi. Suratlarına baktığınızda ise acılı bakışlarla dolu bir sürü gözle karşılaşırsınız. Bazen bu “geçer” diye ahkam kesenlere “hıh” dercesine gülersiniz içinizden… “acımı nereden bileceksin ki” diye düşünürken, gözlerinizin her daim yanmasına engel olmaya çalışırsınız. Yolunuzun üzerindeki parklardan köşe bucak kaçtığınız anları hatırlarsınız. Bu acı zamanla hafifler mi bilemezsiniz. “Allah insanlara kaldıramayacağından fazla dert vermez” derler. Ama bunca anne olmayı hak etmeyen kadının arasında “neden ben?” diye de düşünmeden edemezsiniz. İsyan etmek değil de; bir sürü keşkeniz olur, yaşamadığınız anlarınıza.
Benim bir gün bebeğim öldü…
Ben ise nasıl geçtiğini yaşayana soralım tadında günler geçirdim. Hani şu “geçire geçire geçirilen zamanlar” dediklerimden…
Şimdi bebeğimin ölümünün üzerinden 3 koskoca yıl, 6 bayram geçti…
Bayramlık alamadan ve her fırsatta yokluğunun sancıları ile geçirdiğim doğum günleri…
Evet, başardık! Hayata yeniden uyum sağladık babanla. Ama geceleri terden sırılsıklam, göğsümün sızladığı anlarda sanki acıkmışsın da emzirmem gerekiyormuş gibi bir hisle uyandığım oluyor. Arada karnımda tekme atışlarını duyuyor gibiyim… Bir bebek kokusu duysam sanki varmışsın, “bak ölmedi işte” ler gibi…
Günlerin çabukluğu kadar kolay geçmiyor acılar, ama sabrediyorum. Belki diyorum belki bir gün senin gibi güzel ve evimizin içini mucizelerle donatan bir bebeğimiz daha olur.
Benim bir gün bebeğim öldü…
Ve ben onun ardından üzüldüğümü, ağladığımı, acı çektiğimi hisseder diye güçlü durmaya ve hayatımı devam ettirmeye karar verdim…
Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…
* Hayırlı Ramazanlar ve herkes için güzel günler dileyen Efsa...
* Görsel
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Bir Boğazdı Aralanmış Dudakların...
Beni öpmek için değil, benimle konuşmak için yaratılmıştı dudakların…
Bu yüzden “seninle dolu olup da, sana doyamamanın”
ne demek olduğunu, asla anlamadın!
Ben sana aşık oldum..
Oysaki annem kadardı boyum,
Ve babam kadardı adımlarım.
Yolumda giderken,
Kuzeyim sen oldun.
Ve güneyim Akdeniz..
Sen İstanbul' dun.
Bir gün dudaklarını aralandın…
Boğaz oluştu!
Kuytunda ki boğazda, benim gemilerim karaya oturdu.
Ah sevgili,
Şimdi ben ne zaman uykuya dalsam hep sana uyanıyorum.
“Uyku uykunun damızlığıdır” der annem…
Sana uyanmak için hep uykuya dalıyorum.
Evet;
Biliyorum seni en çok seven kadın değildim,
Ama en koşulsuz sevebilen bendim.
Oysaki tek isteğim,
avucunun içine sığınmak,
kirpiklerinde kaybolmak,
sakallarının arasında kendime yer açmaktı.
Onu bile yapamadım.
O kadar soğuktu ki ellerin,
Dokununca buharlaştım!
Şimdi, ahir zamandayım…
Sahi söylesene:
"Suratıma ne üfledin de, kıyametim oldun?"
Ben seninle; en çocuk, en yalın, en kadın hallerimi yaşamıştım.
“Keşke sen de boşalsaydın hücrelerimden... Ter gibi, yaş gibi, haz gibi...”
diye bahsettim arkadaşlarıma geçenlerde.
Bilemedim…
Benim olmayan her şey zararlıymış bedenime.
Yanarken kırmızı olan tüm yanlarımın, siyah olması için önce sönmem lazımmış.
Hey sen!
Bana ait olmayan adam.
Başkalarının da olmaman tek avuntumdu.
Çünkü tarihim sana tekerrürden ibaretti.
Yüzümde soluğunu duyumsamak tek duam oldu.
* Med cezirlerde bir Efsa...
* Görsel
11 Haziran 2010 Cuma
Mektuplar / Bedel
Seni başkalarına anlatmak istedim, bağıran kelimelerle. İçimde biriken sen’ ler yüzünden, boğulmak üzereydim. Hafifletmeyi denemezsem ölecek gibiydim bu sıkışmadan.
(Aslında hep yeni insanlarla tanışma sebebim bile sendin. Her birine sil baştan, uzun uzun seni anlattığım geceler geçirdim. Sıkıldıkları an onları es geçip, başka insanlar buldum beni dinleyecek.)
Bilmiyorum seni bu kadar çok sevilebileceğini tahmin eder miydin? Bakma, bazen bana bile garip geliyor sana olan aşkımın bir noktası olmayışı. Sanki benim kaderim sende virgüllerle yazılmış! Kanser gibi kesildikçe yeniden hortluyorsun hücrelerimde.
(Aslında biliyor musun, hiçbir kelime yetmiyor seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.)
Anlamanı beklemiyorum inan. Fakat sadece bil! Ben bu hayatta bir tek seni, her halinle sevmeyi becerebildim. Tüm bencilliğin, ertelenmişlerinle, başka kadınlara aşıkken, hatta tek gecelik sevişmelerinde bile sevdim ben seni.
(Aslında içimde bir apse vardı ve seninle açıldığını düşündüğüm yaralarımı kapatmak için başka insanları, sargı niyetine kullandım.)
Hayatımda, tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade; eksikliğini hissettireceklerini fark edip, senden vazgeçmeyi diledim. İşte sonunda bulmacam bitti. Beynimi kemiren kuşkularda! Sorularda…!
(Aslında şu an Cladius' a işlediği cinayeti, sahneleten Hamlet gibiyim. Oluşmasına izin verdiğin eserini ve bedellerini sana izlettim. Bitti. :) Şimdi yolum açık olsun sevgili...)
* Yarın çok güzel bir insanla buluşacak olan Efsa :)))
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Ben küçükken 2
Ben küçüktüm
Abisinin masalları tersinden anlattığı bir çocuktum.
Kendimin bir masal kitabı olana dek;
Kırmızı başlıklı kızı kötü, kurdu iyi bildim.
Cadıyı iyi, prensesi kötü mesela.
Ev sahibimiz vardı Mehmet amca.
İnşaatlardan çimento kağıtları toplar bakkala satardı.
Bir ayrıydı kesekağıdından taşımak, elindekileri.
Şimdi ise poşetler her bir yerimizden fışkırmakta!
Hıdırellez apayrı kutlanırdı.
Tüm ilçe bir olup, güllerle çevrelenmiş parkımızda piknik yapardık.
Bir sürü yakılmış mangalın ve etin arasında dolanır, hepsinden birer parça tadardık.
ateşler yakardı büyüklerimiz,
Üzerinden atlar, salıncaklarda sallanırdık.
Denize gitmek, pikniğe gitmek demekti birazda.
Piknik demek aile demekti.
Aile demek, toprak demekti.
Terliklerimizi ayağımıza geçirip,
asansör yerine sokağa fırlayıvermek güzeldi.
Sobanın üstü kestanelerle, mandalina kabukları ve patateslerle dolardı.
Oda mis gibi kokardı.
Ben annemin maksisini koklardım.
Dünyada daha güzel bir koku olamazdı.
Sopalı gırgırlar, merdaneli çamaşır makineleri;
Süpürgelerin bile örtüsü vardı.
Kendime bir oyun yaratır, portakal kabuklarını bıçakla keserdim...
Özledim.
Özledim.
* Tedirdağ' dan bloguma gelen arkadaşa selamlar diliyorum :). Tüm arşivimi üşenmeyip okuyorsun ya helal olsun.
29 Mart 2010 Pazartesi
Ben küçükken...
Akşam ezanı okununca,
Apar topar tozlarla bütünleşen küçük bedenlerimizle, evlerimize dönerdik.
Ezan vakti geldi mi akşam olmuş sayılırdı.
Sabah olunca sil baştan…
Gözümüzde büyüttüğümüz, aslında ufacık bir arığın üzerindeki köprüden geçerdik
Suyun üzerinden hoplardık O taraftan, bu tarafa.
Evden kullanılmayan kumaş, örtü parçaları ile terk edilmiş minibüsü süslerdik.
Erkek çocuklar bozardı, biz yeniden yapardık.
Ne onlar bıkardı, ne de biz.
Ne onlar bıkardı, ne de biz.
Kızılderili olurduk.
“Kantaki”, “çantaki” diye lakaplar takardık.
Annem kovboy filmlerini severdi.
Oysa ben küçük evi bile hatırlamazdım.
Aklımda Köle Isauradan birkaç sahne vardı.
Büyük küçük kavramını çözemezdim.
Ve sürekli sorardım anneme
“Neden bulaşık yıkamak için küçüğümde, aranızda yatmak için büyüğüm”
Diye…
Gülerdi annem.
Abim sakat olmayan diğer eli ile beni battaniyeye sarar.
Sonra tutup çekerdi.
Kahkahalarla gülerdim.
Kendimi halının içinden çıkan Alaaddinin prensesi zannederdim.
Mahalle kavgaları yapmazdık.
Gerçi mahallemizede başka çocuklar girmezdi pek.
Girdiklerinde umursamazdık, herkes yerini, yurdunu, gideceği yeri bilirdi.
Onlar bir hevesle gelirlerdi.
Bizde bir hevesle geldikleri gibi gideceklerini bilirdik.
Bizde bir hevesle geldikleri gibi gideceklerini bilirdik.
Evden gizlice yürüttüğümüz meyve bıçaklarını
Dizlerimize kadar gelen otları kah yuvarlanıp, kah yolarak yemek yapardık.
Arada babamın jiletlerini bile çalmışlığım vardı.
Allah tan kesmezdik elimizi.
Tek kullanımlıktı sanki her şey.
Tek kullanımlıktı sanki her şey.
Jiletleri çöpe, bıçakları annelerimize çaktırmadan eve götürürdük.
Ben büyürken
Okula kendim giderdim.
3 büyük caddeden geçerdim.
Babam "seni sadece 2 gün okula götürdüm, gerisini kendin gittin" diye anardı ara sıra.
Ben ilkokula başladığım yıl, mavi önlükler çıktı.
Ama bizim gri pileli formalarımız vardı.
Çok hava atardık.
75 kuruş harçlık alırdım.
Param cinoya ve simite yeterdi...
Bağcıklı çizmelerin moda olduğu zamanlarda,
Ailemin durumu çok iyi gitmezken, alamayacaklarını bilip üzülmüştüm.
Ama bir gün babam beni sevindirmek için alıp gelmişti.
Ben mutluluktan ağlamak nedir anlamıştım.
Bir çizmenin bağcıklarındaydı mutluluk,
Ve beni sevindirmek için ucuz bir yerden bulup almıştı
“AİLEM”
Hepimizin oruç tuttuğu zamanlarda,
Enfes sahur sohbetleri yapılırdı.
Soframızdan kahkaha eksik olmazdı.
Ramazan demek, birazda aile demekti.
Birlik demekti.
Ve biz güzel bir aileydik.
O zamanlar telefon hatları yeni çekiliyordu.
O zaman telefonlar santralden bağlanıp, jetonla aranıyordu.
Rakamlar 6 haneliydi.
Annem anlatırdı evlerine ilk telefon gelişini…
"Bizim telefon numaramız 7 idi. Şehirdeki telefonu olan 7. Evdik"
derdi.
derdi.
Ben küçükken
Memlekete her gidişimizde, dedem çizimlerini gösterirdi.
Şehirlerimizin havadan çekilmiş resimlerini gösterirdi.
3 tane ciltlenmiş karikatür kitapları vardı, ansiklopediden büyük.
Her yaz bıkmadan onları okurdum, çoğunu bilsemde.
Şehirlerimizin havadan çekilmiş resimlerini gösterirdi.
3 tane ciltlenmiş karikatür kitapları vardı, ansiklopediden büyük.
Her yaz bıkmadan onları okurdum, çoğunu bilsemde.
Teyzem hepimize küserdi.
Ailede ki sırları ben bilmezdim.
Annem hiç dedikoducu bir kadın değildi.
Memlekete gitmek; dedikoduları istemesende dinlemek demekti.
Devam edecek…
9 Şubat 2010 Salı
Sıradan Bir Pazar Günüydü...
İnsanlık için sıradan bir pazardı
ve ben en son
bir havaalanında görmüştüm yüzünü.
ve sıyrılıp,
kaçıp gitmek istercesine ayrılmıştım kollarının arasından.
Kalırsam ağlayacaktım.
Sıradan bir pazardı...
Ben sana aşıktım.
Bilmem kaç şehir uzaklığındaydım sana.
Kaç şehir gözüm kapalı yaklaşmıştım.
Bugün yine sıradan bir gün
ve ben şu an
seninle yapmadığım bir şeyi yapmak isterdim
Aynı masada oturmak mesela!
Yanyana bardaklar
Aynı tabaktan yemek yemek gibi...
Ya da kahvaltı hazırlamak belki sana...
Yoksun
Yokluğunla bile anlamlanmıyor bir çok şey.
Yalnız senin anlayabileceğin bir dille konuşmak istiyorum sana.
Ama yalnız benim anlayabileceğim bir dille anlat değil.
Sıradan bir günde, sıradan insanlığa ilan etmek, belki istediğim
kraliçeliğimi.
İstediğim
Sıradan bir gün gidişini izlemek belki...
Geleceğini bilerek...
* Yoğun günlerin, bezelyenin karnesinin, gözümün hala tam iyileşememesinin, ailenin memlekete gidiş gelişinin, ders çalışma zorunluluğunun ertelenmesinin ardından; bir müddet eski yazıları yayımlayan Efsa...
14 Ocak 2010 Perşembe
Mektuplar / Veda
Artık seni sadece sevgili olarak andığımın farkındasın değil mi? Sonuna "m" harfini eklediğim tüm sözcükleri yuttum geçenlerde. Yalnız boğazımdan geçerken zorlandı. Yani soluk borumu tıkadı biraz, nefesimi sarstı. Ama yuttum! Mideme oturmasına müsaade etmeden çıkarttım içimden... "Ayakta su içme" derdi annem. "Böbreklerine gitmez sonra, süzmez içindekileri" Bende midemde oyalanmadan git istedim. Bulandırma beni daha fazla diye...
Önceden önümde alışkanlığın verdiği bir süreç vardı atlatacağım... Ve ben özledim işte. Bazen yanımda ol istedim. Tenine dokunayım. Ellerimde kokun kalsın istedim... Ve bazende defalarca kendimle çelişip intihar ettim ben sende. Defalarca dirildim. Beni okumayı sevdin ya kendini gördükçe! İşte tam bu yüzden kestim bileklerini kelimelerimin. Kırmızı (ben) akarken, siyahlaştılar (senleştiler) iyice...
Biliyorsun! ulaşılamayana değildi benim özlemim. Sadece benim kahramanım ol istedim. Ben ölmek üzere iken kurtar beni... Ama sen en çok yeniden diriliş zamanlarımda, yeniden senden kurtulduğumu sandığım ve güçlü olduğum anlarda sevdin beni. Seninle yeniden yenilmeyi öğrendim.
Sen benim için güneş gibiydin sevgili. Her defasında yüzümü sana döndürdüğüm... Ama... Ama işte bazı bazı dokunduğun yerleri kopartmak istedim. Ellerimi, yüzümü, saçlarımı, yanaklarımı... Ama en çok düşüncelerimi! Kop artık benden, çık içimden istedim.
Aylarca senden neden vazgeçemediğimi tarttım durdum beynimde. Bu kadar çelişkiye, bu kadar gidiş gelişlere rağmen neden senden vazgeçemiştim. Biraz geç anladım... Yolum sendin. Aslında bundandı bir adım bile yol alamayışım...
Seni kendimce sevdim, seni istedim. Mesela hep de bildim. Sen benim için o adam değildin. Sadece o sırada sevilecek en güzel şey sendin...
Biliyormusun, kokunu unuttuğumu farkettim geçenlerde... Tıpkı sana kızgınlıklarımn hepsini unutmamak isterken, unuttuğum gibi. Ki hediye etmek için aldığım ağaçta kurudu susuzluktan... Ve tüm yazdıklarını sildim yine geçenlerde. Tüm kelimelerini okurken bugünün bana ilk kez mail attığın gün olduğunu gördüm. "Seni geç tanıdığıma pişman olmam umarım" diye yazmışsın. Hiç sanmıyorum! İkimizde birbirimizde iyi ki tanıdım dediğimiz insanlardan olacağız... Sebeplerimiz birbirimizinkinden çok farklı olsa da...
Bugün güzel bir veda istedim senin için. Güzel hatırlayalım birbirimizi, yazdığımız gibi. Vedayı, bana yazdığın bir cümle ile bitiriyorum. Yolun açık olsun Sevgili...
"Aklıma geldikçe sen, ben kendimi gizleyecek bir yerler arıyorum. Gizlediğim yerlerde sen varsın çünkü... Buldukça miraca çıkıyorum. Ört üstümü."
* Apar topar yazdım... Akıcılığını kaybeden her bir kelime için...
* Büyüdüğünü hisseden Efsa...
3 Eylül 2009 Perşembe
Süliet

Geldim yanına...!
Sülietimi indirdim.
Benim dediğim bir adamın evine.
Bir önceki sevişmenin kalıntıları ile dolu izlerini
ve başka bir bedenin kokusunu taşıyorken baktı suratıma!
Kan(a)mazdım...
Zorla ayırıp gölgemi o evden;
Gittim...
Biliyormusun BEN;
Başka kollarda,
başka yüzlerle,
başka bedenlerle
sen diye sevişiyorum...
artık...
pişman mıyım...?
biraz...
Sadakat de ihanetti değil mi sevgilim?
Tıpkı bana söylediğin gibi!!!
~~~~~~~
* Bir sürü taslağı olup, hikayelerini sonlandıramayan Efsa...
14 Mayıs 2009 Perşembe
Gözlerimi kapatıyorum

Gözlerimi kapatıyorum...
Beni uyudu sanıyorlar...
Yüzümün sadece yarısı görünüyor saklandığım yorganın altından...
Sesimi çıkartmıyorum...
Susuyorum...
Suskunluklarımla örtüyorum içimdeki kasırgayı...
Yoruldum herşeyin skalasının tutulmasından.
Azından,
Çoğundan,
Ortasından...
Gözlerimi açmasam...
Yorganın altından hafif bir müzik duyulsa...
Ve ben bütün günleri kırmızıya boyasam mesela,
Ama bir tanesi siyah kalsa....
Ona bakarken de yorulmasam...
Tenine dokunurken bir beyaz gibi yabancı kalmasam...
Bende siyah olsam...
Bir şarkı olsam...
Dudaklarında olsam...
Uyusam sonra...
Uyandırırmısın?
4 Aralık 2008 Perşembe
Hoşça kalın,

Hüznüm çöküyor üzerime
ve ne çok üşüyorum bugünlerde
ve ne çok sorguluyorum kendimi,
ve tutunacak dallar arıyorum
ve kollar beni sarsın istiyorum.
ve sizi bilmiyorum ama ben sevildiğimi dokunuşlarla hissediyorum,
ve birileri bana dokunsun, saçlarımı okşasın,
ve gerçekleri yadsımadan;
kayıp masalları anlatsın istiyorum.
ve yolculuklara çıkayım hem içime, hem dış dünyada.
ve kaybolayım...
ve çıkılmamış yolculuklara çıkayım
ve her durakta durayım
ve insanlar ardımsıra seslensinler,
kendine iyi bak desinler
hoşça kalın diyeyim bende onlara.
BENSİZ HOŞÇA KALIN
14 Ekim 2008 Salı
Yüzümle de konuşabilirim...

"kao de warau kokoro de naku" derler japonlar (acı ve üzüntüsünü hafif bir gülümsemenin arkasına gizlemesi - Yüzü gülüyor fakat kalbi ağlıyor)
Bende şu konumda aynen öyleyim. Hayatımın tam 7 senesini bu vaziyette geçirdim. Sürekli ruh halimi insanlara yansıtmamak için cebelleştim. Ama bir zaman sonra öyle bir noktaya geldim ki; ben şu halde daha çok üzülüyorum, sürekli kendimden veriyorum ve duygularımı yansıtmıyorum. Baktın bir bok olacağı yok, hala aynı saflıkla hareket ediyorum, bende vazgeçtim oynamıyorum. Karşımdaki kişilere ilk izlenimde her durumda gülümseyebilen bir varlık olarak tanımlanıyordum. Benimle tanışan herkezin ortak konuşması
- ya efsa gerçekten nasıl gülümseyebiliyorsun bu şekilde, onca şey yaşamana rağmen bu bakış açısına sahip insan çok az bulunur biliyormusun.
- efsa sen çok güçlü bir kadınsın, ben olsam yapamazdım, hele şu sırıtman yokmu?
- gerçektende sen türünün son örneklerindensin.
- haklıymışsın ilk gülümsemen akılda kalıyor.
- hala gülümseyişini düşünüyorum, aklımdan çıkmıyor.
Şimdi ise insanlar doğal olarak bendeki bu surat asma işlevini sorgulayıp duruyorlar.
- efsa ne oldu sana (ulan bişiy yok işte)
- efsa sen böyle değildin (sen görmek istediklerini görmüştün çünkü ve bende göstermek istediklerimi göstermiştim sana kendimi dış dünyadan soyutlayarak)
- efsa iyimisin seni çok üzgün görüyorum. (artık eski halime dönüyorum tabiki daha iyiyim)
- efsa yapabileceğim bişiy varmı? (kendin için mi?)
- bize ne oldu efsa? neden bu hale geldik? (sanki olan biten bir biz varmış gibi)
- bana neden böyle davranıyorsun? (artık 2, şahıslardan daha çok kendimi düşünüyorum.)
Sanırım ben artık yüzümle de konuşabiliyorum.
@ Tabiki bu kıstaslara işyeri ortamını sokacak kadar salak değilim. Hala enfes rol yapıyorum... ve bu blog sayesinde kendimle yüzleşir oldum...
24 Eylül 2008 Çarşamba
Hüzün, erkek mi yoksa kadın mı?..yoksa...

Hüzün deyince aklınıza ne geliyor?
Anılar, sefalet, deniz, terkedilmişlik hissi, yağmur?
Hüzün erkek midir kadın mıdır?
Hüzün en çok kadına mı yaraşır erkeğe mi?
Hüzünün cinsiyeti varmıdır?
Bakir yada bakire değildir eminim buna.
Hüzün bence kadın...
Yada erkekleri o kadar çok temkinli görmeye alışmışız ki
Hüznü en çok kadına yakıştırıyoruz.
Ama hüzün en cok kadına yaraşıyor, en cok ona yakışıyor.
Sessizce uzaklara bakan bir kadındadır hüzün
Ve sessizce tek bir damla yaşın aktığı andır.
Kafasını cama dayamış bir kadın profili belkide.
Hüznün bir yüzü varmıdır?
Hüzün çocuk olmasın sakın...!
Anılar, sefalet, deniz, terkedilmişlik hissi, yağmur?
Hüzün erkek midir kadın mıdır?
Hüzün en çok kadına mı yaraşır erkeğe mi?
Hüzünün cinsiyeti varmıdır?
Bakir yada bakire değildir eminim buna.
Hüzün bence kadın...
Yada erkekleri o kadar çok temkinli görmeye alışmışız ki
Hüznü en çok kadına yakıştırıyoruz.
Ama hüzün en cok kadına yaraşıyor, en cok ona yakışıyor.
Sessizce uzaklara bakan bir kadındadır hüzün
Ve sessizce tek bir damla yaşın aktığı andır.
Kafasını cama dayamış bir kadın profili belkide.
Hüznün bir yüzü varmıdır?
Hüzün çocuk olmasın sakın...!
Boşver yaa ben hüznümü sana bıraktım kalan sağlar benim olsun...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)











