sorgulamalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sorgulamalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2010 Çarşamba

Belki de, İşte Bu Yüzden...



Çünkü; Yanlış iliklenen bir gömlek düğmesi gibiydin. Ben seni hep yanlış zamanda, yanlış deliğe geçirdim.
Çünkü; Ayağımın havada kalmasına izin vermedin. Hep sağlam basma endişesi yaşattın yanında bana!
Çünkü; Doğru yanıtları ezoterik ifadeler ile saptırıp, yanlış soruları sormama neden oldun!
Çünkü; Beni kendinde hep "dün" bıraktın.
Çünkü; O kadar çok yamalamıştık ki birbirimizi. Artık tiftik atmaya başlamıştık ucumuzdan bucağımızdan. Her seferinde birbirimize bağlanışlarımız azaldı.
Çünkü; Sen soyundun, sana özenle giydirdiğim kelimeleri. Ben düştüm
Çünkü; Çok baktım, yanıldım!
Çünkü; Yokluğunda her şeyi sineye çekip, varlığına minnet edeyim diye! O anki ilgine şükran duyayım ve seni bu şekilde kabulleneyim diye, bir cehennemi sundun sen bana, ellerinle!
Çünkü; tıpkı bir arkadaşımın dediği gibi: “Bir cehennemi kabul edebilecekken ben ve bundan eminken karşımdaki adam; cenneti sunmak istemedi bana. Ve ben cehenneminle yetinmeyi denedim."
Çünkü; Avucunun içindeki suyu, diğer avucuna boşaltırken oynaştığını düşünürsünde, giderek eksildiğini fark etmezsin ya...!
Çünkü; Hani bazen sırf ona yakın olabilmek kolunla koluna temas edebilmek için, çok yorgunken bile ayakta beklersin ya...
Çünkü; Sonunda "Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi"* demedi kimse...

Belki de;
"İşte bu yüzden"


* Bugün çok sevdiğim birisi ameliyat oluyor. Lütfen iyi dileklerinizi, dualarınızı esirgemeyin ki; ameliyatı çok başarılı geçsin ve çabucak iyileşsin diyen Efsa... (dip not: ameliyattan çıkmış, çok ağrısı varmış :(... )

* Turgut Uyar

13 Aralık 2010 Pazartesi

Bazı Erkekler Vardır / 2


Bazı erkekler vardır, onlarla ilgili asla ileriye yönelik birşey düşünmemişsinizdir. Şu anı düşünmekten ilerisini görmeyede vakit kalmaz zaten. O hep hayatınızda kalsın istediklerinizdendir. Sizi tanır, en çok da kendini tanır çünkü. Varlıkları güven vericidir. Apansız geliveren ve sizi gülümseten bir hediye gibidir. Onun özverilerine kendi özverinizi eklersiniz..

Sonra bir gün öylesine söylediğiniz bir cümlenin etrafında; "zamanında sahneye konmasına izin verdikleri" eski bir filmin karesine benzetirler sizi, gereksiz ve sebepsiz bir biçimde... Aslında içten içe benzersinizde zaten. Ama aynı filmi başka oyuncular eşliğinde çektiğinde farklı bir tat alabileceklerini bilirlerken; her yeni insanın yeni bir dil ve din olduğunu o an düşünemezler...

Üstelik o dili anladıklarını sandıkları an, garip bir biçimde seni de yanıltmayı başarırlar. Kendi yanlış cümlelerini yüzlerine vurduğunuzda "nasıl böyle cüretkar bir cümle kurabildiğinize" şaşırıp, sizi tüm hata payının en büyük paydası ilan ederler. Kendinizi anlatmaya çalışırsınız. Ama başka kadınların anlattığı ve bunların kandığı masalların hırsını sizden çıkartmasını da gayet iyi becerirler. Şaşırıp kalırsınız. Çünkü bu erkekler daha önce de yazdığımız gibi zamanında çooookkk deneyenlerdendir.
Kendinizi oynamadığınız bir filmin, kel alaka bir sahnesinde hissedersiniz.

Bazı erkekler vardır.
Aslında hayatınızda kalsın istersiniz. Ama gitmek istediklerinde de asla tutmazsınız.
Çünkü bir kez tutarsanız o elleri, bir daha asla koyduğun yerde bulamazsınız!
Çünkü gitmesi birazda kaçmasıdır aslında.

Sizin hiçbir şey yokmuş gibi davranışlarınıza, hala özür bekleyen tonda yanıt aldığınızda şaşırmayın aslında. Siz karşındakini asla incitecek, kıracak, küçümseyecek bir cümle kullanmamışsındır. Kendi inatçılık ve triplerini size kusarak neyi söylediklerini anlayamazsanız da üstelemeyin... Şirinliklerin örtbas etmeyi başaramadığı bu anlamsızlıklarda kendinizi boğmayın...
Bazı erkekler çok kolay silerler sizin gibi yüreğini ve hayatınızı açtığınız insanları.

Bazı erkekler vardır...


* Hayatında ilk kez "kibirlilikle" suçlanılan ve şu saatte bile buna şaşıran Efsa... :)

* Görsel

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bazı Erkekler Vardır...



Bazı erkekler vardır; hayatından hiç çıkmaz ama hayatına da dahil olmaz. Öyle o çizgide dur ister. Düşünme ve bekleme ister. Ne git der,ne de kal...Çünkü hiçbir zaman sana kapılarını tam olarak açmayacaktır. İster belki ama hep senin anlayamacağın biçimde bir bahanesi vardır onun. Anlayamazsın... İki arada bir derede bırakır seni.

Anlamlandırmaya çalıştığın bir süreçtir bu. Sen kendini, onu ve adı konmayan o ilişkimsiyi düşünürken, söylediklerin ve yaptıkların ona tripmiş gibi görünür. Cevabını bilmek istediğin her konu onu daha da uzaklaştırır senden. Aslında sadece ağzından net bir kelime söylemesini beklersin. Susar...

Oysa tek istediğin ufak bir sarılış, sımsıcak merhabadan öte değildir belki de... Anlatamazsın. Sadece içinde büyüttüğün o şey net olsun istersin. Bileyim ve ona göre şekillendireyim. Ama o söylemez asla testi mi olacaksınız yoksa şekerlik mi. Döne döne en sonunda nevrin döner... Sonra bir de bakmışsın elinde yamuk yumuk ne olduğu belli olmayan bir şekil çıkar.

"Öyle erkekler insanı tüketir. Zamanla bakarsın ki hiç bir şey kalmamış geri" der arkadaşların.. Çünkü zamanında öyle bir kadın tüketmiştir onu. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemez. Belki 3. yılda yaşadığı sorunu seninle 1. ayda yaşıyorsa, mücadeleye yer bırakmaz. "ben bu filmi izlemiştim" deyip kesip atar. "O erkekler yarasını hep açık tutar. Çünkü yarası acısın ister. acısın ki geçmişi ona ders olsun hiç unutmasın."* Bu yüzdendir ilk tanıştığınızdan itibaren onunda şu an içinde bulunduğu hayata söverek, geçmişteki sıkıntıları anlatışı.. Unutturmaz kendine. Sende bil ister onun nereden nereye geldiğini. Yaralarını sana kusar, şimdiki hayatının çarpıklıklarını sana kusar. Kusar kusmasına da vazgeçmez yine de yaşantısından...

Aslında sorun yarasında değildir. Sorun seni iki arada bırakmasıdır.Gitmek istediğin an seni yolundan geri döndürmesidir. Biliyorsundur yolun sonu yoktur. Yuvarlaktır. Yolu yolun olduğunda hep aynı yerde döndüğünü, döneceğini bilirsin. Ama öyle bir bakar ki bazen sana, için acır gitmeye. Sana ihtiyacı vardır. O an yanında yalnız seni istemiştir. Umutlanırsın. Her şey sil baştan yaşanır. Ama asla fazlası olmayacaktır. İstemez çünkü. Ama bil ister. Umutlanma ister. Bununla yetinmeni, fazlasını beklememeni ister.

Bazı erkekler vardır; nefret etmek istediğinde dahi şefkat duyduğun... Ömrün olsun isterken, garip bir şekilde ölümün olmuştur...

Bazı erkekler vardır, haklarında çok şey yazılasıdır. Bu sadece bir kısmıdır...


* Gribin kıskacında bir Efsa...

7 Ekim 2010 Perşembe

Yaşamaya Değer


Paloma: "Go' nun satrançla benzerliği yoktur. Satrançta, kazanmak için öldürürsünüz. Go' nun en önemli özelliklerinden biri, kazanmak için hayatta kalmanızın yanında, rakibinizi de yaşatmanız gerektiğidir. Hayat yada ölüm, hamlelerinizi ne kadar iyi yada kötü inşa ettiğiniz oranda belirlenir. Ve kazanan mümkün olan en iyi yapıyı inşa edebilendir."

Paloma, Bay Kakuro ile konuşurken...
"Bayan Michel' i bir kirpiye benzetiyorum. Dıştan bakınca dikenli, bir kale gibi korunaklı. Ama bana öyle geliyor ki, içini görebilsek aslında hiçte uyuşuk olmayan bir nevi şahsına münhasır, sadece göze batmaktan sakınan, son derece zarif yaratıklar gibi sanki..."
"Bizde bu hayatta hepimiz kirpiler gibiyiz. ama çoğu zaman zerafet yoksunu"


Paloma: "Çikolata neden bu kadar güzel? İçeriği yüzünden mi? Ya da dişimizin arasında çıtırdamasının hoşumuza gitmesi yüzünden mi? Ben en çok dilimin üzerinde eritmeyi seviyorum."
Renee: "Hakkın var. Yeme şeklini her değiştirdiğimizde, sanki onu yeniden keşfediyoruz."

Paloma: "Biraz huzur istiyorum sadece."
Renee:  "Odanda huzur bulamıyor musun?"
Paloma: "Eskiden saklanırdım, ama artık beni buluyorlar"


Palomanın annesi kapıcı kadınla konuşuyorken, evin kedisi kapıya doğru yöneliyor. Küçük kızında elinde kamera var çekiyor bunları bir yandan. Kedi kapıya yöneldiğinde anne, kapıcıyı hafiften ittirip kendi ile birlikte dışarı çıkartıyor. Ve Palomanın ağzından burjuvayı anlatan en güzel cümle çıkıyor benim için.
Fısıltı ile: "Kedi çıkmasın, kapıcı girmesin"

* Dün akşam izlediğim ve tadı damağımda kalan enfes, sade, günlük yaşantımızın içinden çıkıp gelmiş gibi olan "Yaşamaya Değer" adlı filmden aklımda kalanlar cümleleri aktardım size... Uzun zamandır ilk kez bir film bana bu kadar içten geldi. Yok denecek kadar az bir abartıya sahip, kişilerin birbirlerine geçişleri birkaç yerde yarımlık duygusu verse de, hayatımızdaki insanların ardında saklanan gerçeklikleri anlatıyor. Sanılanın aksine "görünenin ardındakini" gibi... Küçük bir kızın yaşamını çevreleyen insanların yaşamlarına da dokunuyoruz.

Kesinlikle izleyin demiyorum. Ama izlerseniz hoşuna gider ve ağzınızda hem neşeli, hem hüzünlü, hem düşündüren, hemde en önemlisi yaşam tadı bırakacak diyorum.

Filmin kısaca özeti şöyle:
Muriel Barbery'nin çok satan romanı "L'Elégance du Hérrison"dan uyarlanan film her biri kendi yalnızlığına gömülmüş karakterlerin bir apartmanda kesişen hayatlarını mizahi bir dille ele alıyor. Paloma Paris'te dış dünyanın hızlı temposundan uzak bir çevrede yaşayan 11 yaşında, oldukça zeki ve sıkkın br kızdır. 12.yaş gününde intihar etmeye karar veren Paloma, ölümle randevusunun yaklaşmasına yakın ketum ve yalnız apartman görevlisi Renée Michel ve gizemli olduğu kadar elegan Mösyö Kakuro Ozu gibi değişik karakterlerle tanışır. Böylece Paloma karamsar hayatını gözden geçirme şansı bulacaktır.


* Filmin içinde küçük kız çok hoş bir kart hazırlıyor Bayan Michel' e. Bir gün benim için çok değerli olan birkaç insana da böyle kartlar hazırlamam gerektiğini hissettim. :) Resimleri çizmeye başladım bile. :)

20 Mayıs 2010 Perşembe

Geceleri...



Geceleri düşlerim düzülüyor sanki
Bana ait olmayan eller dokunuyor damarlarıma, kanıma, rüyalarıma...
ya merdiven çıkıyorum, ya büyük bir dalganın altına girmek üzere bekliyorum.
Denizlerim bile dalgalı, sularım ıssız bir mavilikte.

Geceleri harflerin altında kalıyorum.
Rüyalarımda kelimeler görüyorum.
Uykum beynimi yiyor, sabaha çoğunu unutmuş oluyorum.

Bana ait olmayan sözcükleri yazıyorum sanki,
Kendi hayatıma uzaktan bakıyorum.
Sen tek sen girmiyorsun düşlerime.
Özledim.



* Bezelye tarafından sürekli taklit edilen Efsa... :)
 
* Görsel

24 Mart 2010 Çarşamba

Sahne değişir / Olaylardan Çıkarılan Dersler



Sahne değişir…

İlk kez girilen bir mekanda, bir sandalyede oturmuştur kız. Gözlerini kapatmadan önce gördüğü son şey krem rengi duvardır. Bir müddet daha gözünün önünde canlanır bu son görüntü. Oturduğu yerden başının dönüşünü durdurmak için; tutunma ihtiyacı hissettiği bellidir. Sağ eli ile sandalyenin altına doğru sıkıca tutunmuş, parmaklarının ucunda tahtayı hissetmiştir. Ama sağ tarafına düşecekmiş hissi hala geçmemiştir.

Arkasında hissettiği havada duran ellerin sahibi bir kadın vardır. Kadın verdiği enerji ile kızın başını döndürmüştür. Bu tarz şeylere inanmayıp, safsata sayılan bir ortamda büyütüldüğü için şimdi yaşadığı şaşkınlığa sürekli bir yenisi ekleniyordur. O sırada karnının guruldaması ile hafifçe utanıp, komik geldiği için kıkırdar. Ama gözleri hala kapalıdır.

Ve baş dönmesi yavaş yavaş geçtikçe yerini huzura bırakmış, uykusu gelmiştir. Oysaki daha oturalı 5 dakika bile olmamıştır. Ellerine, içine dolan sıcaklığı hisseder ve hayal eder… İnsanları elleri ile iyileştiren şifacılara hep imrenmiştir. Ve “bir süper gücün olsaydı ne olmasını isterdin” sorusuna hep aynı cevabı vermiştir. Şimdi o güç ellerindedir… Kendi elindedir. İnsanlara ve belki de en çok kendisine çok yardımı olacağını çoktan anlamıştır. Bazen bazı şeyleri araştırmanın yetmeyeceğini, bunun için de bir şeyler yapmak gerektiğini anlar kız!


Sahne değişir…

Bir hastane odasında gözlerini açar. Başucunda o zamanlar ki çıktığı çocuk vardır. Endişeli gözlerle kendisine bakmaktadır. Neden geldiğini bir an anımsamaz. Başında hatırı sayılır derecede bir sızı vardır. Kalkar tuvalete gitmek ister. Kolunda ki serum şişesi ile tuvalete gitmenin zorluğunu ilk kez o an fark eder.
Her şeyi hatırlamaya çalışır ama hala görüntüler çok siliktir… Ve seneler sonra bile o tuvalette ki anımsadığı görüntülerden başka bir şey hatırlamayacaktır. Hayatından 3 gün belirli anılar dışında silinmiştir sanki… Başucunda kalan çocuktan için "ben bu öküzle mi birlikteyim" diye arkadaşlarına soruşunu anımsayıp kendinden utanmıştır.

Doktorların koyduğu teşhis amnezi dir. Arkadaşlarından o günlere ilişkin birçok anı dinler. Onların; defalarca yaşadığı olayların ne olduğunu anlattığını, ama kendisinin 5 dakika sonra yeniden unuttuğunu, kafasına aldığı darbelerin şiddetini, maçtaki hakemi, rakibini… Herkesin anlatacak birçok şeyi vardır sanki.

Bir Türkiye turnuvasında, 49 kiloda yaptığı 3. maçtan sonra finalde kafasına yediği 4 tekme ile hafızasını ve eleme şansını kaybetmiştir. Uzun zamandır yapamadığı tek bir harekete odaklanmıştır bedeni. Sonradan azmedip başarabildiği tek hareket yüzünden; hem sağlığını, hem de maçını kaybetmiştir. Hiçbir şeye tek bir noktadan bakmamayı ve bazen eksikliklerin bile insanlara çok şey kattığını anlar kız!


8 Aralık 2009 Salı

SONRA - LAR



Ne ilginç birşeylerin hep sonralarından korkuyorum.

Hayatımda istediğim şeyler; bazen emeğe gerek kalmadan sunuldu, bazen ise kendi çabamla elde ettim. Ama hadi şunu da yapamadım dediğim çok az şey var hayatımda. Mesela hiç keşkem yoktur. Sadece kazandığım bir okula gitmediğim için, "acaba gitsem nasıl olurdu hayatım" diye düşünmüş ama üzerinde durmamışımdır.

Keşke dememek için çırpınıyorum resmen. Kimin yanında olmak istiyorsam oluyorum yada gidilecek yerleri sıralamaya koyup gidiyorum bir şekilde. Ama şundan da korkuyorum mesela; ya günün birinde kendime koyduğum hedefler biterse. Ya sonra kendi sınırlarımca gidilecek, yapılacak, ilgi duyduğum konularda öğrenilecek şeyler kalmazsa... diye düşünüyorum.

Hal böyle olunca karşımdakinden de aynı davranışı bekliyorum... Ya bu sonsa, ya beni uzun yıllar göremezsen içinde kalmayacak mı be insan evladı. Ne demeye istediklerini engelliyorsun demek geçiyor içimden avaz avaz.

En basitinden aklıma gelenler şunlar;


* İlk kez denediğim bir yemeği, ikinci kez aynı lezzette yapamamaktan korkuyorum.
* Birisi ile sevgili olmadan önceki halleri, sevgili olduktan sonraki hallere tercih ediyorum. Bu nedenle hep çekimser kalıyorum. Hep sallantıda olan ilişkileri seviyorum.
* Veya uyduruk yaptığım bir şeyin, ikinci kez aynı güzellikte olamayacağından.
* Bir erkeği evlenmeye ikna etmenin zor olmadığını biliyorum, ama sonrasından, yürütememekten korkuyorum.
* Yemeklerin içindeki eti, en sona saklıyorum tadını daha iyi alabilmek için. Bitmesinden korkuyorum ilk lokmada.
* Kızımı büyütmenin keyfini tadarken, sonrası için kaygı duyuyorum.


* Bu aralar hayatında bir eksik var ama ne olduğunu bulamayan Efsa...
* Bezelye geçenlerde R. efe diye bir çocukla oturmak istediğini belitti. Çünkü o çok usluymuş. İnşallah onunla oturturmuş öğretmen... :)
* Resim

7 Eylül 2009 Pazartesi

Çok iyi olma çelişkisi


Benim çoğunlukla battığım anlar, işte şunlar:

Çok iyi olmaya odaklanıyorum...

Çok güzel bir kadın,

Çok iyi bir eş/sevgili,

Çok iyi bir anne,

Çok iyi bir insan,

Çok iyi bir evlat,

Çok iyi bir kardeş,

Çok iyi bir arkadaş,

Çok iyi yemek yapan,

Çok iyi bir meslektaş,

Çok iyi sevişen bir kadın,

Çok düzenli bir insan;

Olursam;

Daha çok sevileceğim sanıyorum...!

Ha oluyor muyum?

Olduğum anlar elbette oluyor.

Ama sonra karşımdakinden de aynı özeni ve özverileri bekliyorum.

İşte bu noktada çamura batıyorum.

Kızımı, sevgilimi, babamı, annemi, her zaman birinci plana atıyorum ve bunu o istediği için değil. Benim onu orada görmek istediğim için yapıyorum. Ben zaten mutluyum biliyorum. Ama oda mutlu hissederse kendini, benimde mutlu olmam için ekstra kapılar açılacakmış gibi geliyor. Çünkü karşımdakini asık suratla görünce, ister istemez onun mutluluğuna, bir gülümsemesine çabalar halde buluyorum kendimi.

Bayrama ailem gelecek, yaz başında ablam ile kurduğumuz düzenden, anne ve babamın düzenine geçeceğiz. İyi bir kardeş olmayı ikinci plana atıp, iyi bir evlat olmaya daha özen göstereceğim. Bir yerde ne kadar istesem de kendi hayatımı değil, birilerinin yaşamındaki hayatımı yaşıyor gibiyim. Kimin kime dahil olduğu çok açık. Ama en azından kendi kararlarımı verebilecek, bunlarında sorumluluğunu üstlenebilecek kadar başarılıyım son yıllarda. Bazı arkadaşlarım diyor. İşte çık, gez, dolaş, eğlen. Ama benim mutluluk anlayışımda ya da huzurumda bunlar yok ki. Boş muhabbete gelip, birilerini çekiştirerek veya kakara kikiri kalabalık arkadaş toplantıları aramıyorum. Bunlarla neşe bulacağımı değil, boşa zaman geçireceğimi düşünüyorum ki.

Üstelik bunları en mükemmel şekilde yerine getirmek isterken, olmuyor. Birine yetişirken, öteki telefonum kapanıyor. Ben bunun orta yolunu bulma özürlüsüyüm sanırım. :)

Herşeyi geçerimde kızım... Ona iyi bir anne olamamaktan zaman zaman korkmuyor değilim... Bazen insanlara duyulan kırgınlıklar, başka insanlar ile de iletişimi kesebiliyor. Ve ben öyle bir inadım ki; kızımın sesini duyma pahasına, özlesem de onlarda kaldığı müddet boyunca aramıyorum. Bizim evimizi de arasınlar istemiyorum. Sırf bu yüzden içimde azda olsa bir pişmanlık gölgesi gelip geçiyor. Geçiyor, çünkü benim sınır noktalarıma geldiğinde insanları nasıl görmezden geldiğimi biliyorum. 2,5 yıldır tek bir kez bile aramadım. Ama şimdi okula başlayacak ve acaba okulda anneden bahsedildiğinde neler düşünecek. Ben onu nasıl, nerede göreceğim diye içim içimi yiyor. Beğenmeye beğenmeye arayacağım yani. Hafta içi görmek içinde Çarşamba günlerini zapt etmeyi düşünüyorum. Bakalım hayırlısı artık.


Sadece kafama takılan;

İnsan iyi bir evlat, anne, ev hanımı olmalı diyen bir annem var.

İnsan bir şeyde çok iyi olmalı diyen bir ablam var.

İnsan her şeyde iyi olmalı diyen bir beynim ve babam var.

İnsan çok çalışıp yavrusuna bakabilmeli, ona her defasında toleranslı davranabilmeli, yoksa neden bu dünyaya getirdi diyen bir yiğenim var.

Biz kocaman evde babamla konuşmadan anlaşırken, diğerleri ile çatışıyoruz.

İnsan sizce nasıl olmalı, kendi gibi olmanın dışında yani, karşıdakilerin beklentilerini, çevresel faktörleri veya maddiyatı da hesaba katarsak?


* Dün babasına işkembe çorbası yapıyorum, siz gelince yine yaparım derken; cevap olarak, “sizi çok özledim” diyen babasının sesinin tonunun titrediğini fark eden ve dünyada ikinci en büyük acının bir babanın ağlaması olduğunu düşünen Efsa…

* Annesi gelip, “dans kursu yetmedi de, bir de spor salonuna mı para vereceksin” demesine fırsat bırakmadan spor salonuna yazılan Efsa…


Resim

8 Haziran 2009 Pazartesi

Yorumlar


Sizi bilmiyorum ama ben bazılarınıza yorum yazmayı çok seviyorum. Onları okurken düşündürdüklerini geçtim. Yorum yazarkende diğer yandan beni farklı uçlara götürmeleri, kendimi tartmamı, bazen şöyle bir silkelenmemi sağlamaları çok hoşuma gidiyor. Zaten nerede sorgulama yazısı var bayılıyorum okumaya veya insan davranışları ile ilgili olayları anlatan yazılara, hikayelere...

Bu insanların çoğunlukla bana hissettirdikleri ilk duygu huzur ve bir çeşit güven. İsimleri bile o an çok güzel şeyler hissettiriyor. Evet yalnız değilsin falan gibi düşünüyorum. Beenmaya, Sufi, Joa, Aydan atlayan kedi... ilk aklıma gelen isimler. Hani belki eş zamanlı okumuyorum hepsini veya aynı gün. Ama okuduğum zaman da öyle bir denk geliyor ki; ya bu kadar olur diyorum. Nasıl da hissetmiş. Evet benimde tam anlamıyla anlatmak istediğim / görmek istediğim / göremediğim vs vs. bu diyorum. Kendi kendime hem şaşırıp, hem söyleniyorum ve başlıyorum yazmaya.

 “Kendim gibi görüyorum, empati yapıyorum. Bana yapılmasını istemediğim davranışları onlara yapmıyorum. Beni en acıtan şey umursamazlıktır diyorum sonunda karşıdan hep bunu görüyorum. İnciniyorum, ben bu kadar açıkken, netken neden onlar kapalı diyorum. Hata arıyorum, onlara şans tanıyorum. ama yok yani.

çözümsüzüm hele ki artık insanlara mazeret bulmaktan yoruldum. Bu kadar zor mu ya? 

Ya ben... Bir yola girdiysen kendine yol açana kadar yılma diyorum. Sürekli deniyorum. Sonucun boş olduğunu içten bilsem de, denemedim dememek için devam ediyorum. O yolu bırakıp gitmek bana göre bir vazgeçiş geliyor. Yenilgi gibi.

O yoldan bir kere döndüm. Şimdi daha mutluyum, huzurluyum daha çok yoruluyorum daha çok öğreniyorum. Ama öğrendikçe acıtan şeylerin olduğu suratıma çarpıyor. inciniyorum, hak etmediğimi düşünüyorum. Çünkü kendi kalbimi düşüncelerimi biliyorum. 

Neyse bugünlerde beynimde kocaman böcekler var, iki türlü konuşan... mantık mı yoksa duygusal tonda mı karar vereceğimi bilemiyorum. Pişmanlık yaşamamak için.”

 Aydan atlayan kedinin ÖFKE isimli yazısına yazdığım yorum…

 veya

 "Hep erken yaşta ölmeyi istedim. Benim için yaşlılık demek ihmal demektir. hani suratım kırışır saçım beyazlar endişesi de değil. Sevdiklerimin hayatında artık eskisi kadar önemli olmadığımı hissetmektir beni korkutan...

ve ölüm. Korkmuyorum. Geride bırakacağım tek güzel eserimi mucizemi bırakıyorum. ve biliyorum ki emin ellerde. ben olmasam da hayatını devam ettirebilir. 

Kimseye borcum yok, söylenecek sözlerim yok, herkesin suratına karşı ilettim sözcüklerimi. Yaşamak istediklerimin çok cüzi bir miktarı erteledim. Ölümden korkmamı gerektirecek bişiy yok.

(bu arada sana yaptığım yorumlar o kadar hoşuma gidiyor ki. Kendimle yüzleşmemi sağlıyor. teşekkür ederim. içime dokunduğun için.)"

Yine Kedinin Akşam Yine Akşam yazısına yazdığım bir yorum…

* Şimdi Öfke yazısının yorumunu Nisan ayında yapmışım. Tekrar okuyunca aklıma gelen ilginç bir cümle oldu. Okudunuzmu bilmiyorum. Kitabın adı Şeytanın Fısıldadıkları. Enfes cümleleri vardır Emre Yılmaz' ın. Cümleyi şimdi çok net hatırlamıyorum ama şuna benziyordu: 

"Sana yapılmasını istemediklerini başkalarına yapma" bu can sıkıntılı hımhımların ahlak davranışıdır. "Sana yapılmasını istediklerini sende başkalarına yap." :)))


Sanırım benim yapmam gereken asıl bu...! Bazen biraz da Ben' i ön plana çıkartmak. İyi haftalar diliyorum sizlere. 


Resim alıntı :)))

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Bedenin sana ait!



"Size çok sevdiğim ve yaklaşık 5 yıldır yayımlarını takip ettiğim bir kadının bilgilendiren bir yazısını aktarmak istedim. geniş içeriğe www.beni koruyun.com dan ulaşabilirsiniz. Özellikle çocuklarınıza anlatabileceğiniz uygun bir dille yazılmıştır. Dilerim gerek olmaz ama bilgilendirmekte yarar var diye düşünüyorum."

"Maalesef bazı yetişkinler onlara duyduğun güveni kötüye kullanabilirler. Yanlış yapan sen değil, istemediğin bir biçimde sana dokunan kişidir. Cinsel taciz daha büyük, daha yaşlı, daha güçlü kişilerin işlediği bir suçtur. Kendini suçlama ve kimsenin de seni suçlamasına izin verme."

İyi dokunma, kötü dokunma, gizli dokunma: Bedenin sana ait!

Öncelikle, kimlerin sana dokunabileceğine, öpebileceğine ve sarılabileceğine senin karar verme ve “hayır” deme hakkın olduğunu asla unutma!

Birisi sana uygunsuz biçimde dokunduğunda:

“Hayır” de ve o kişiye yaptığından hoşlanmadığını, dokunmasını istemediğini söyle.

Hızla o kişiden uzaklaş. Hoşlanmadığın bir şekilde sana dokunan kişiden kaç. Bir daha bu kişiyle asla yalnız kalma.

Yardım iste. Çığlık atabilirsin.

Kendine inan. Sen yanlış birşey yapmadın.

Birisi sana uygunsuz bir şekilde dokunursa, olan biteni güvendiğin birine anlat. Tehditlerinseni korkutmasına ve sessiz kalmana neden olmasına izin verme.

Birisi sana dokunur ve bunu aranızda sır olarak saklamanızı isterse kendine şu soruyu sor: “Bu sırrı saklamak beni rahatsız ediyor mu?” Seni rahatsız eden hiçbir sırrı saklama. Anne-babana, bir akrabana, öğretmenine, doktoruna ya da güvendiğin başka bir yetişkine durumu anlat. Anlattığın kişi sana inanmazsa, güvendiğin bir başka kişiyle konuş, birisi sana inanıp yardım edene kadar vazgeçme.

Tehdit veya tacizde bulunan kişiden uzak durmak için elinden geleni yap. Kendini rahatsız veya güvensiz hissetmene neden olacak biçimde sana dokunan kişi ile yalnız kalma.

İyi dokunma

Sevdiğin kişilerin sarılması ve öpmesi güzel birşeydir. Örneğin:

Uyandığında annenin sana sarılması ve öpmesi.

Babanın iyi geceler dilmek için sarılması ve öpmesi.

Anneanne ve büyükbabanın ziyarete geldiklerinde herkesin birbirini kucaklaması ve öpmesi.
Kötü dokunma

Kendini rahatsız hissetmene neden olan dokunmalar genellikle kötü dokunmalardır. Birisi sana istemediğin bir şekilde dokunduğunda bunu gizlemek zorunda değilsin. Kendinin kötü olduğunu düşünme. Kötü olan sen değil, sana kötü bir şekilde dokunan kişidir. Bedenin sana aittir. Sen istemiyorsan kimse sana dokunamamalıdır. Kötü dokunmanın ne olduğunu bilmek ister misin?

Canını acıtan dokunma kötü dokunmadır.

Dokunulmasını istemediğin halde sana dokunulursa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi kendini rahatsız hissetmene neden oluyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunma senin korkutuyor ve sinirlendiriyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Birisi seni kendisine dokunmaya zorluyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu hiç kimseye söylememeni istiyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu başkasına söylersen sana bir zarar vereceği tehdidinde bulunuyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Maalesef bazı yetişkinler onlara duyduğun güveni kötüye kullanabilirler. Yanlış yapan sen değil, istemediğin bir biçimde sana dokunan kişidir. Cinsel taciz daha büyük, daha yaşlı, daha güçlü kişilerin işlediği bir suçtur. Kendini suçlama ve kimsenin de seni suçlamasına izin verme.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Zaman

Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.

Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var.

Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var.

Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var.

Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var.

Ağlamanın zamanı var, gülmenin zamanı var.

Yas tutmanın zamanı var, oynamanın zamanı var.

Taş atmanın zamanı var, taş toplamanın zamanı var.

Kucaklaşmanın zamanı var, kucaklaşmamanın zamanı var.

Aramanın zamanı var, vazgeçmenin zamanı var.

Saklamanın zamanı var, atmanın zamanı var.

Yırtmanın zamanı var, dikmenin zamanı var.

Susmanın zamanı var, konuşmanın zamanı var.

Sevmenin zamanı var, nefret etmenin zamanı var.

Savaşın zamanı var, barışın zamanı var.


Zaman... Kalışım sadece birilerinin ekmeğine yağ sürmemek için, yoksa kuşkularla bu kadar doluyken içimden buralarda olmak bile geçmiyor. 

Kaynak

19 Mart 2009 Perşembe

Sevilme isteği


İnsan mutsuzluk anlarında neden geçmişi hatırlar. Aklıma türlü sahneler geliyor yine. Suçlayacak kişiler, olaylar, yerler arıyorum. Bulduklarım oluyor... Bulamadığımda kendime sarmayı deniyorum. Ama kendimle hesaplaşalı çok uzun zaman oldu. Boş bir suçlama benimkisi. Sebep - sonuç ilişkisi çoktan kurulmuş. Kendimi tanıyorum. Görünüşte o kadar güçlüyüm ki, kalelerim o kadar sağlam ve yıkılmaz ki... kendimi Prensesler gibi görüyorum. Sanıyorum ki şu dünyada kimsenin beni sevememe ihtimali olamaz. Ben iyiyim, ben bu dünya için fazla dürüst bir insanım. Ben olaylarda ilk önce hinlik düşünmem. Düşünmek gerekiyormuş. İnsanlar birbirlerinin ağızlarına sıçınca, kaybetme korkusu duyuyorlarmış. Suçu bastırma politikası uygulayıp aksi yönde saldırıya geçmek gerekiyormuş. O kadar umursamaz olunmalıymış ki, hissettiklerini söylemeyip gösterip kendini geri çekmeliymişsin. Benim gibi ne hissettiğini öyle şappadanak söylersen, sonunda olacağı buymuş. Karşındakini süründürüp, ezim ezim ezmek gerekiyormuş.
Neden bu kadar tavizkarım insan ilişkilerinde???


* Dünyada herkes beni iyi ansın istiyorum... Kefareti çoktan ödenmiş yaptıklarımı, bir daha tekrarlamamak için mi?

* Senelerce el üstünde tutulup, sonradan birileri ile kıyaslandığımdan, sürekli daha mükemmeli olma çabalarımdan mı? Birkaç törpülenmesi gereken eksikliklerim yüzünden, kendimi diğerlerinden, düşük görmem mi?

* Kendimi mi sevmiyordum yoksa. Doğru ya insan bir kere sevmezse kendini, bir başkası sevsin ister. Sevilme arzusu o kadar büyür ve bağımlı hale getirirki insanı, ne tür şebeklikler yapacağını şaşıverir insan. Sürekli sevildiğinizi duymak istersiniz, ama bir yandan da sevilmeye değer bulmazsınız kendinizi. Her an ilerisi için sözler beklersiniz.Benim çelişkimde bu noktada mı başlıyor? Ben bunları aşmamışmıydım?
* Vicdan mı yoksa? Son söylediğim söz asla kırıcı olmamalı karşımdakine. Değermi, kırmaya üzmeye bakış açısımı? Ölürlerse onlara söylediğim son söz yıkıcı ise vicdanım buna el verirmi?


Dün gece sırasıyla; istek, korku, hırs, kabullenememişlik, öfke, sinir, tutukluk, kendine acıma, karşındaki aşağılama, kaybettiklerine üzülme, çaresizlik, onun kaybettiklerini düşünme, bitkinlik, yorgunluk, bu geceyi geçirsem isteği, kimseye bişiy anlatamama, hatta bazen o kadar çok üstü kapalı anlatma ki artık yorulma, yardım isteme, çakılı kapatma isteği, veda yazısı hazırlama, hatta tümden blogu kapatma isteği, kimseyi aramama, kimseyi okumama, telefonlara cevap vermeme, birilerinden bişiyler ummama, uyusammm uyusam uyusam. Blog kapatılmalı... Bu gece bitse... Kimse beni bulamasa...


Heyy sizler okuyun bilin... Benim canımı yakmak istiyorsanız ihmal ve umursamazlık yapmanız yeterlidir bilyormusunuz? O yaptı, oradan biliyorum....


ve son olarak şu yazıdakinin aynısını da hissediyorum. Kazanma ve kaybetme hırsları üzerine...
Related Posts with Thumbnails

..