- 1. de tüm banyo, teras kalebodurları değiştirildi. Alt kata banyo eklendi. Evin dış duvarları boyandı. Camlara pimapen takıldı..
- 2. de Alt katta mutfak eklendi, Bazı odalara laminant döşendi. Evin içi boyandı.
28 Aralık 2010 Salı
3, Ev Tadilatı Şenliklerimiz
20 Ekim 2010 Çarşamba
Her Şey Hayal Etmekle Başlarmış :)
Benzer havaları soluyoruz.
* Herşey hayal etmekle başlarmış değil mi can' ım.. "Hayallerimize" o zaman deyip, yüzündeki gülümsemeyi saklayamayan Efsa..
* Görsel biziz işte... :)
5 Ekim 2010 Salı
Sahne Değişir / Başarı Duygusu
* Bu aralar sürekli aksilikler olmasına rağmen, kendini mutlu hisseden Efsa...
* Görsel
17 Eylül 2010 Cuma
Bir Çınarın Ardından...
11 Ağustos 2010 Çarşamba
Mektuplar / Meleğime
* Hayırlı Ramazanlar ve herkes için güzel günler dileyen Efsa...
* Görsel
31 Mayıs 2010 Pazartesi
Harflerin Oyunu
Eski bir şubat akşamına istinaden...
Bezelye geliyor ve sarılışma öpüşme faslından sonra yine her akşam yaptığımız tiyatrosal kitap okuma seansına geçiyoruz. En sevdiği kitaplar sırası ile
• Vak vak ördek,
• Arkadaşını çok seven havhav köpek,
• Arı maya,
• Trafik kurallarını öğreniyorum,
• Rapunzel
(Ek olarak bir de ufak oyuncak bir laptopu var bezelyenin. Bazen de onu alıp dinlemeye başlıyor, kelime olarak veya kelimeyi heceliyor, harfleri tane tane söylüyor, rakamları sayıyor falan. Artı şarkılarda söylüyor bize)
Biz her akşam bunlardan kendi seçtiği bir tanesini alıyoruz ve başlıyoruz gösteriye. (Artık ezberimizde çünkü bütün kitaplar ikimizin de.) Yatağın içinde oturuyoruz sırtımızı yastıklarımıza dayayıp… Eğer vak vak ördeği okumamı istedi ise; sol elimin dört parmağını üstte tutup başparmağımla açıp kapayarak "vak vak" yapıyorum. Küçük ördekçikleri de bezelye söylüyor ya da hareketlerini yapıyor (onlarda vik vik sesi çıkarıyorlar). Böylece hem aynı kitabı okumaktan bıkmıyoruz, hem de taklit yeteneğimiz gelişiyor.
Dün gece bilgisayarını aldık, onunla oynamaya başladık. Eğer sesi bizi çok rahatsız ederse harfleri biz bedenen yapıyoruz. Bir o harf söylüyor ben yapıyorum, bir ben söylüyorum o yapıyor.
• O başlıyor ve "Ç" diyor. Yatakta yan yatıp kollarımı ve bacaklarımı uzatıyorum. Bir bacağımı kıvırıp Ç oluyorum.
• Sıra bende "S" diyorum. O da yan yatıyor. Kollarını uzatıyor, bedenini hafifçe büküp, ayaklarını geriye büküyor. S oluyor. "Aferin" diyorum, pratikliğine gülümseyerek.
• "P" diyor. Oturur pozisyona geçip bedenimi öne büküyorum, ellerimi bacaklarıma koyuyorum. P olmuş oluyorum.
• "İ" diyorum. Bu ı dan sonra, en kolay harf ve bezelye bunu yaparken çok sevimli oluyor. Bedenini düm düz tutuyor ve ellerini tepesinde yumruk yapıp duruyor.
• "E" diyor. Sıkışıyorum... Yine oturur haldeyim. Kollarımı bacaklarımı uzatıyorum. En son kafamı öne eğiyorum. Küçük harf kullanmamız yasak oyunumuza göre. Olabildiğimce E oluyorum... Halime gülüyor bezelye.
• "K" diyorum. Bedeni yan ve dik duruyor. Kollarını çapraz bir yukarı bir aşağı eğiyor. K oluyor hemencecik.
• "J" diyor. Diz çöküyorum, kollarımı kaldırıp ellerimle tepede yumruk yapıyorum.
Bu harf oyunu tamamen bitiyor. En çok G lerde gülüyoruz. B leri yapamıyoruz. :))) ama çok çok gülüyoruz eğleniyoruz. O anlar paha biçilemez. Hem anne, hem arkadaş olduğumuz ender anlardan biri. Kızımı seviyorum tabii ki ama en çok hayranım ona.
* Bu yazı eski bir yazı ama nedense içimden geldi koymak istedim. :)) Çocuklarınızla güzel bir akşam yada hafta sonu geçirmek isterseniz idael bir oyun bence. Bu oyunu kendimiz bulduk, ama dilerseniz siz kendinizce geliştirip oynayabilirsiniz.
Sevgiler.
* Görsel
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Ben küçükken 2
Özledim.
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Mektuplar / Kızıma
22 Nisan 2010 Perşembe
29 Mart 2010 Pazartesi
Ben küçükken...
Ne onlar bıkardı, ne de biz.
Mahalle kavgaları yapmazdık.
Bizde bir hevesle geldikleri gibi gideceklerini bilirdik.
Tek kullanımlıktı sanki her şey.
Ben büyürken
O zamanlar telefon hatları yeni çekiliyordu.
derdi.
Ben küçükken
Şehirlerimizin havadan çekilmiş resimlerini gösterirdi.
3 tane ciltlenmiş karikatür kitapları vardı, ansiklopediden büyük.
Her yaz bıkmadan onları okurdum, çoğunu bilsemde.
19 Mart 2010 Cuma
Özledim...
Salıncakta yükseklere uçmayı.
16 Mart 2010 Salı
Bezelye Diyalogları
- Annee
16 Aralık 2009 Çarşamba
Asker çocuğu olmak
- "Babam askerdi ve uzun yıllar Doğu’da yaşadık. O nedenle dışarı çıktığımızda hep birilerinin haberi olurdu. Lise ikinci sınıfa kadar birisi bana bir şey sorduğunda ağlıyordum, çünkü çok fazla okul değiştirdim. “Arkadaşlar aramıza yeni birisi katıldı. Kendini bize biraz tanıtır mısın?” hayatımda en nefret ettiğim cümledir. Bir gün artık bu soruyu duyunca ağlamaya başladım."
Ve bende uzun yıllardır duran bir mail...
- Hala kapı kitlemeden evinde yaşamaktır.
- Sanılanın aksine aile içinde disiplini görmeden uygulamaktır.
- Ailenizdeki tüm bireylerin doğum yerinin farklı olması demektir.
- Okul değiştirme rekorları kırmak demektir. (üniversiteye giden 12 yıllık eğitim sürecinde 8 ayrı okulda okumak gibi)
- Tayin olunan şehirde yeni dostluklar,aşklar kazanıp sonra onları kayıtsız şartsız terk etmek ve gittiğiniz yerde bunları sıfırdan yapabilmek için yırtınmak demektir. (ki muhtemelen bunu başarıp “oh ne güzel ortamımı kurdum” dediğinizde, yeni bir tayin emri babanızın eline ulaşmıştır)
- Okulun ilk günlerinden nefret etmek demektir. (herkes birbirini tanımaktadır sizse benim gibi yeni bir var mı diye bakınıp ilk irtibatı onla kurmaya çabalarsınız. muhtemelen isminiz sınıf listesine yazılmamıştır. en alta kalemle eklersiniz. numaranızı da bilmiyorsunuzdur. ilk bir hafta böyle misafir sanatçı gibi okula gidip gelirsiniz…)
- Vatan sevgisini kitaplardan okuyarak değil, bizzat yaşayarak öğrenmektir.
- Sizin kamplarda nasıl eğlendiğinizi
- Ordu evlerinde nasıl ucuza kola içtiğinizi
- Askerlik zamanımız geldiğinde babamızın bize torpil yapacağını konuşurlar…
* Bu yazı alıntı... Ama çok hoşuma gitti... Zamanında Pilli Cadının da yazdığı böyle hoş bir yazı vardı... Okumak isterseniz buyrun :)
* Birde birilerini direk Allah' a havale ediyorum artık. O kullandıkları kelimelerini alıp boğazlarından aşağıya sokup, başka yerlerinden çıkartıcam zamanımı bekliyorum. Kimse ile bir derdim, tasam, çekememezliğim yok. Milletin ne yaptığını zerre umursamıyorum ben , merak da etmiyorum. Ama onlar ile aramızda kapanmamış hesap kalmayacak buda böyle bilinsin. Yutturucam o kelimeleri teker teker.
3 Aralık 2009 Perşembe
Engellenmek... Abim' e ve tüm arkadaşlara...
Akşam iş çıkışı muhasebe müdürünün arabasında eve doğru yol alınır. Bir tane daha çalışan vardır aracın içinde. Az sonra abisinin arabasını görür kız. Yanyana dururlar ama abisi görmez kızın farkeden bakışlarını. Adamlar farkederler abisi yerine. "Birini mi gördün?" sorusunu "Abimi" diye cevaplar kız. Ardından abisinin aracı bizden daha ileride durur. Konuşma başlar...kız : (üzerinize afiyet azıcık sinir ve kemikleri kopmuşta) Doğum sırasında olmuş.
Muh. Müdürü : Neresi özürlü peki?
Kız: (Otomotiğe alınmış gibi cevap verilir) Doğum sırasında elleri önce çıkmış. Ebe de dikkatsizce çok çekince her iki kolunda da sinir kopması ve kemik kırılması olmuş, sol kolunu iyileştirebilmişler ama sağ kolu çok fazla zarar görmüş. Şuan sağ kolunu kullanamıyor...
Diğer çalışan : Yaaa tüh tüh... ee araba kullanıyor. (Arabaya arkadan bakmaya çalışarak abimi arama)
Kız : evet araç otomotik vites özel dizaynlı. Zaten sağ kolunu kullanamıyor sadece.
Muh. Müdürü : hııııı (üzüntülü bakışlarla) evli mi?
Kız : evet çocuğu bile var. (garip olan ne???)
Diğer çalışan : İyi bari. kaç yaşında abiniz?
Diğer çalışan : Ebenin hatası mıymış peki?
Diğer çalışan : ...... Bey işte olacağı varsa oluyor, Allah öyle istemiş.
Kız : ( :S )
* Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler günü... Seni çok seviyorum Abicim ve seninle gurur
duyuyorum.
* Bu yazı yayımlanıp geri çekilmiş geçmiş yıla ait ve sevgili İpeğin blogunda yayımlanmış bir yazımdır...
24 Kasım 2009 Salı
İniş ve Çıkışlar
Yeni işim uzun zamandır bünyesinde olmak istediğim bir oluşum. Olmak istediğim konumda olmasam da, başlangıç için çok güzel. Ki konum itibari ile fazla geldiğimi bile söylediler bugün. İçim ısındı, sevindim. Ama insan bazen mutlu olmak için beklentilerini düşürmek zorunda kalır ya. Benim ki de o hesap oldu. Yine de çok şükür tabi ki... Cumarteslerimin tatil olması süper bir şey... Çığlıklar atasım geliyor sevinçten cumartesi sabahları, yatakta biraz daha mayışınca...
Kendime Sıkıntı 1: Uzun zamandır ailelerimizin evlenelim diye ısrar ettiği, sadece benim istemediğim birisi Amerikadan geliyor. Mantıksal olarak bakıldığında olmaması için hiçbir neden yok. İyi bir aile, iş, ev, para pul, düzen, fiziksel özellikler, yabancı bir ülke deneyimi herşey hoş görünüyor. Ama bunun için 1 yıl bezelyesiz bir yaşamı tercih etmem gerekiyor. Aileme göre kaçırılmayacak bir fırsat... Bana göre eziyet. Üstelik şimdiden afakanlar basıyor üzerime. Olmayacağını hem karşı tarafa, hem ailelere belirtmiş bulunuyorum. Yalnız hala herkesler ısrarcı. Fikirler değişebilir gözü ile bakılıyor...
Kendime Sıkıntı 2: Ailem bezelyeyi istemiyor... İstemiyor derken sevmiyorlar veya red ediyorlar anlamında değil. Aksine çok bağlıyız biz birbirimize... Sadece yaşlandılar ve küçük bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorlar. O yemek yemediğinde üzülüyorlar. Her hafta sonu aldın, verdin, bıraktın, iş yerine bırakmadılar davasından kurtulmak istiyorlar. Her gidiş zamanlarında sorun yaşanır oldu. 15 de bir gelsin evimize demeye başladılar. (Mecburen okul için onlarda kalması hepten uzaklaştırdı sanki.) Bezelyenin sürekli kardeş istemesi ve bunu sürekli dillendirmesi bile üzüyor artık onları. Biz onların hayatına, evlerine, kurallarına katıldığımız için bunlar harfiyen olsun istiyorlar. Gibi gibi ufak ama can sıkan şeyler var. Ve ben arada kalmaktan yoruldum. Kızımla ailem arasında sıkışmış gibi hissediyorum kendimi bazı bazı. Onlar "benim hayatımın bezelye olmadan daha güzel olacaktı" yı kafalarından atamıyorlar sanırım. Engel gibi görünmüyor elbette ama bunu yadsıyamıyorlar. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
Sıkıştım açıkcası, eski iş yerimi özlüyorum. İnsan lastik kokusunu özler mi? Özlüyor işte... Ailemin sağlıklı olduğu zamanları da özlüyorum. Tüm evin sorumluluğunu ablamla omuzlamak da istemiyorum. Hayatımı kolaylaştıran şeyler bulmaya çalışmadığım zamanlarımı da özlüyorum. Ayrı eve çıkmayı bile düşünür oldum bezelye gitti gideli. Bu sefer nasıl yaparımlar beynimde dönmeye başladı. Yalnız yaşamak düşüncesi bana cazip gelmiyorç Ben kalabalıkla mutlu olan bir insanken tek başıma yemek yeme düşüncesi beni kasıyor ve çok üzüyor. Ama bir yönden mecburum. Kızım okuluna, öğretmenine bu kadar bağlıyken haydi sil baştan onunla oyun oynar gibi olsun istemiyorum.
Şu bloga bile uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Kısa cümleler eşliğinde başka bir blog açtım. Yoruluyorum. Ve herşey sade, yalın, gerçek, takdiksiz, sorunsuz olsun istiyorum. Yazıp geçeyim istiyorum...
Neden bu kadar sık İstanbul' a gittiğimi merak edenler bile var. Kaçış değil benimkisi... Düşüncelerimi dağıtmaya ihtiyacım var sadece. Ama görüyorum ki onda bile batıyorum. Birine yetişirken öteki telefonum kapanıyor hissi...
* Resim
* Uykusuz Efsa...
17 Kasım 2009 Salı
An' lar
* Resim
* Durgun Efsa...
19 Eylül 2009 Cumartesi
Kış Yaklaşıyor
Kış yaklaşıyor...
Çok boş boğaz olunca insan; aklı direk soğuğa değil, yemeğe gidiyor. Kış benim için ıspanak ve pırasayı ifade ediyor. Bayıldığım tek sebze olan ıspanak mevsimi geldi derken, hain pırasa oradan sinsi sinsi gülümsüyor. Aslında onu da seviyorum, ama limon sevmeyen bünyem! Annemin tencereye bolca sıktığı limon suları yüzünden ekşiyor... Kış geliyor ve kuru fasulye ve nohutta her hafta pişirilenler listesinde ilk
Kış yaklaşıyor...
Kış benim içim birazda çanta, çizme ve şapka üçlemesi oluyor. En sevdiğiniz giyim tarzı sorusuna kesinlikle binici kıyafeti diyebilen ben, iş yerinde öyle dar paça bir pantolonun üzerine çizmeyi çeksem işin sonunu tahmin ettiğimden pazarı ve akşamları iple çekiyorum. Belki 20 çeşit şapkam var evde. Ve yine hatırı sayılır bir çizme stoğu. Modacılara bunun için dua ediyorum ve Allah' a şükrediyorum suratım hemen hemen her çeşit şapkaya uyun sağladığı için... Kış yaklaşıyor ara ara üşüyen içimiz sıcak bir şapka da ısınıyor...
Kış yaklaşıyor...
Antalya da kar yağmıyor... En son 18 Şubat 2008 de ve ondan 15 yıl önce yağan kar unutulmuyor. Kış bize umut da getiriyor. Kar yapmıyor evet ama onun yerine "yaz sıcağının intikamını almak istercesine" 10 dakika içinde sokakları sel götüren bir yağmur yağıyor. Kırmızı topraklarla çevrilen iş yerimde çamurlara denk gelmemek mevsimi başlıyor. Kış geliyor ve bu mevsim herkesin ayakkabısından içeriye su giriyor.
Kış yaklaşıyor...
Sobalar kuruluyor... Evleri bir telaştır alıp götürüyor. Kestaneler, patatesler, sucuklar pişiriliyor. Ekmek arası sözcüğü kullanılıyor. Çorbalar önem kazanıyor. "Ah bir eve gitsemde annemin çorbasından içsem, içim ısınsa" düşünceleri yerleşiyor. Bazen çorbaya ekmek doğranıyor.
Kış yaklaşıyor...
Yemekten önce çay suyu konuluyor. Arada aaa kaynadı demlesene deniliyor. Yemekten sonra hazır oluyor. Çekirdekler de ayrı bir değerleniyor ve güzel sohbete, dizilere eşlik ediyor...
Kış yaklaşıyor...
Biraz daha yavaş parçalar seviliyor. Radyolar daha sık çalınıyor. Sohbetler yazlık mekanlardan evlere taşınıyor. Bir koltuk kapan seviniyor. Yayılınıyor...
Kış yaklaşıyor...
Trafik daha sıkışıyor. İnsanlara kış kasveti çöküyor. Gülümseyen suratlar azalabiliyor.
Kış yaklaşıyor...
Bir yaz rüyası kapanıp, bir kış masalı daha başlıyor
Ve Efsa ne hikmetse, hep kışın aşık oluyor... :)
@ Ailesini bugün kavuşacak Efsa... :)
7 Eylül 2009 Pazartesi
Çok iyi olma çelişkisi

Benim çoğunlukla battığım anlar, işte şunlar:
Çok iyi olmaya odaklanıyorum...
Çok güzel bir kadın,
Çok iyi bir eş/sevgili,
Çok iyi bir anne,
Çok iyi bir insan,
Çok iyi bir evlat,
Çok iyi bir kardeş,
Çok iyi bir arkadaş,
Çok iyi yemek yapan,
Çok iyi bir meslektaş,
Çok iyi sevişen bir kadın,
Çok düzenli bir insan;
Olursam;
Daha çok sevileceğim sanıyorum...!
Ha oluyor muyum?
Olduğum anlar elbette oluyor.
Ama sonra karşımdakinden de aynı özeni ve özverileri bekliyorum.
İşte bu noktada çamura batıyorum.
Sadece kafama takılan;
İnsan iyi bir evlat, anne, ev hanımı olmalı diyen bir annem var.
İnsan bir şeyde çok iyi olmalı diyen bir ablam var.
İnsan her şeyde iyi olmalı diyen bir beynim ve babam var.
İnsan çok çalışıp yavrusuna bakabilmeli, ona her defasında toleranslı davranabilmeli, yoksa neden bu dünyaya getirdi diyen bir yiğenim var.
Biz kocaman evde babamla konuşmadan anlaşırken, diğerleri ile çatışıyoruz.
İnsan sizce nasıl olmalı, kendi gibi olmanın dışında yani, karşıdakilerin beklentilerini, çevresel faktörleri veya maddiyatı da hesaba katarsak?
* Dün babasına işkembe çorbası yapıyorum, siz gelince yine yaparım derken; cevap olarak, “sizi çok özledim” diyen babasının sesinin tonunun titrediğini fark eden ve dünyada ikinci en büyük acının bir babanın ağlaması olduğunu düşünen Efsa…
* Annesi gelip, “dans kursu yetmedi de, bir de spor salonuna mı para vereceksin” demesine fırsat bırakmadan spor salonuna yazılan Efsa…















