efsa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
efsa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2012 Salı

Aç sadrını, sana geldim.





Uzun yollardan geldim, sana geldim. 
Yoruldum, duruldum 
bir nehir bunca sene yatağını mı arar? 
Aradım. Aktım. 
Kimsesizim. Yalnızlığımda seni biriktirmişim meğerse.
 Alnım kırıştı. Her kırışıkta aradığımı sakladım, görmesin yaban gözler diye. 
Yabancı değilim. Kimsesizim ey Bahaddin’in oğlu. 
Aç sadrını, sana geldim. Beklediğin bendim. Aradığım sendin.
Ben Şems’inim.

* Şems-i Tebrizi




* Bunu ekleyerek başlamak istedim. Çünkü uzun zamandır beni böylesine etkileyen cümleler okumamıştım. Dua ettiğim şeylerin tümünü gördüm bu kelimelerde. Ve salt aşk olarak tanımlamıyorum. Burada bir hayat yatıyor. Ama tabi ki beklediğim ve arandığım aşk gelip beni bulsun, orası ayrı.  :) 
Sizleri özledim. Listemdeki her birinizi okuyorum. Yorum yapabildiğime yapıyorum. Ama yazma kısmı bana ağır gelir oldu uzun zamandır. 
Burada öyle güzel ve hatırlı dostlar kazandım ki, fazlasını aramıyorum ve bulduklarım bana yetiyor.
 Hayatı yazmaktan çok yaşamayı tercih ettim birazda ve okula ağırlık verdim. 
Büyük hedeflerim ve beklentilerim var. İyi ve güçlü şeyler yapmak istiyorum. 
Karşıma çok iyi bir iş fırsatı çıktı. Şu an son 3 kişi arasındayım. Olursa yolum daha kolay ilerleyecek benim için. Başarmak için bir yerden başlamak istiyorum.

Şimdi dengeleri yeniden oturtma zamanı. 
Daha sık görüşme ümidiyle..
Hoş kalın :)


* görsel: deviantart

13 Nisan 2011 Çarşamba

Dans 3


Eğer 1 sene dişimi sıkıp, azimle çalışırsam; eğitmenlik için sertifikamı elleri ile imzalayacağını söyledi hocam.. Henüz çok iyi değilim ama 1,5 yıldan sonra başladığım yere baktığımda ilerlediğim yolu çok net görebiliyorum..

Hep sorulduğu üzere "Neden dans ettiğime" gelince. Dans benim için sevişmek gibi... O an ikinci bir şey düşünmemek. Tüm dünyadan soyutlamak kendini. Sadece yaptığın şeye odaklanmak... 
Bu heves başka türlü nasıl anlatılır bilemiyorum. Ama umarım beni anlıyorsunuzdur. 

* Uzun uzun yazasım yok, eskisi gibi suskunluklarımda yok üstelik. Hevesimi kaldırdım şimdilik her şeye. Öyle tepkisiz, soğukkanlı ve durağan bir şekilde devam ettiriyorum hayatımı. Her şey vazgeçilebilir görünüyor gözüme. Bir parça da bencillik kokusu oluştu tenimde. Hayatımdaki herkesi bir köşeye oturttum. 30 lu yaşlara yaklaşıyor olmak bende böyle bir etki bırakıyor sanıyorum. 
Kısa cümlelerle anlatıyorum kendimi. Artık tumblr kullanmaya başladım. Sanıyorum sindirmem bitince suizlerinde görüşeceğiz yeniden.

* Edit: :)) Kendi bloguma girişi bırakın, yorumlara cevap veremediğim için özür diliyorum. Cepten girmeyi deneyeceğim. :) öperim hepinizi...

28 Aralık 2010 Salı

3, Ev Tadilatı Şenliklerimiz


Evinizde inşaat hali varsa ve artık her sene tekrarlanıyorsa, bunu bir şenlik havasında isimlendirmeniz neredeyse farz olur. Zira birbiri ardına yaşadığınız olaylar tam bir şenlik havasını andırabilir...

Aslında her şey su borularının eskimesi ve tıkanıklık yapması ile başladı. Halı kaplı merdivenlere inat 2. ve 3. kat arasında tüm su borularımız duvarlar kırılarak değiştirildi. Üzerine 16 yıldır kullandığımız buz rengi mutfak dolaplarımızın artık eskimeye yüz tutması üzerine; içinin değiştirilmesi kararı ile mutfağımızı yapacak olan marangoza haber verildi. Ama adama haber verilme ile gelmesi arasındaki zaman içerisinde nasıl oldu ise, ailecek tüm mutfağın değiştirilmesi daha uygun görüldü. Bu da yetmezmiş gibi nasılsa onu değiştireceğiz, bari yerleri de laminant kaplatalım kararı ile o geceyi tamamladık.
Ertesi gün kel alaka şekilde yeni bir duşa kabin yaptıralım mı? sorusu da tuz biber oldu...

Aslında bütün bunlar 15 gün sonra cumartesi günü yapılacak olan annemin günü içindi. Yetişir mi telaşları, ne renk olsunlar, duşa kabini cam mı yaptırmalıyız, plastik mi olsun, tek teker mi, çift mi derken hepimizde ufak ufak gerginlikler baş göstermeye başladı. Hele ki bizim gibi anneniz bir ikizler kadını ise karardan sonraki süreç bizim için ne kadar zor oldu tahmin edin.

İşleri yetiştirme telaşı içerisinde marangozcu, mermerci, duşa kabini aldığımız yer, laminantcı, su tesisatçısı, boyacısı hepsi annemin gününü öğrendi! :) Ve her birinin ağzından "merak etme teyzecim yetiştiririz biz" demeye başladı. Ama işler hiç de umulan gibi olmadı.

Pazartesi gelecek olan mutfakçı çarşamba gelince, eski dolaplar sökülmediği için laminantçı gelemedi. Her şey son 3 gün içerisinde yetiştirilmeye çalışıldı. Mermerci işini bitirip gitmişti ama tüp için bir yer kesmeyi unutmuştu. Mutfak dolaplarını yapan adam kendi kafasına göre çekmeceleri büyütmüş sayısını küçültmüştü. Fiş yerini kesmeyi unutup, dolabı direkt oturtmuş, 3 lü kablo çözümlerine gidilmişti. Üstelik yeni alınan musluk lavabo gibi şeyler yeni mutfakla uyum sağlamayınca hepsi sil baştan yeniden satın alındı ama eksik şeyler biter mi? Nipel denilen ufacık bir şey yüzünden lavabo kullanılamıyordu! Apar topar en yakın hırdavatçı bulundu ve ablam gecenin 12 sinde nipel denilen zımbırtıyı aramaya gitti.

Bu arada ablamın hırdavatçının şaşkın bakışları arasında gecenin o saatinde nipeli buldum diye sevinerek eve dönüşü sonrasında gördüğü manzara aynen şu şekildeydi:
"Annem ve tesisatçı önlerine kocaman bir kabağı almışlar, soymak için uğraşıyorlar."
Tabi ki ablam ilk şokun etkisiyle düşüncesini dile getirdi. "Evden giderken musluğu takan adam, dönüşümde kabak soyuyor. Evimizdeki bu keramet nasıl bir şeyse..."

En son hatırladığım Cuma gecesi 2 de elimde bezle mutfak dolaplarının içini siliyordum ve annem yetişmeyecek diye krizler geçirmek üzereydi. Neyse ki işler yetişti, kıymalı börek, kabak tatlısı ve birkaç yöresel yiyecek eşliğinde sağ salim gün atlatıldı.

Ha bir önceki ev şenliklerimizde ise sırası ile;
  • 1. de tüm banyo, teras kalebodurları değiştirildi. Alt kata banyo eklendi. Evin dış duvarları boyandı. Camlara pimapen takıldı..
  • 2. de Alt katta mutfak eklendi, Bazı odalara laminant döşendi. Evin içi boyandı. 

* Yani uzun lafın kısası, bu eve harcanan parayı kendime harcasa idim, bize yeni bir ev alacak adam bulabilirdim, hatta yeni bir ev bile alabilirdik diye düşünmeden edemeyen Efsa...


26 Ekim 2010 Salı

Dans 2



Bu hafta bir video ile baş başa bırakıyorum sizleri...
Değişik ve biraz daha samimi bir dans türü olan Bachata ile..
Ve yine birkaç hatasını yakalayan ben.. :)
İyi seyirler...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Vukuatlarım



* Benzinlikteki markete gidip dönüşte aynı tip ve renk başka arabaya zınk diye oturuvermek! Sonrada yandaki adama garip garip bakmak!

* 5 yaşındayken 2 kez evden kaçmak...Biri ablamın peşinden okula gideceğim diye... İkincisi babam çikolata vermeyince, kahveye!

* Annem örgü makinesinde istediğim şeyi yapmama izin vermeyince; arkasına oturup, peçeteleri parça parça kopartıp, onlardan ufak top yapıp burnuma tıkmak. Nefes alamayınca kurtarılmak!

* En öne oturup, şoföre parayı uzatıp "şunu uzatır mısınız" demek. Şoförünse dönüp yüzüme gülerek "kime uzatayım" demesi!

* Annem yokken balkon demirlerinin arasına kafamı sokmak, sonrada çıkaramamak. Ama en kötüsü eteğimin üzerindeki kırkayağın varlığı...Çığlıkk!

* Kahkül keseceğim derken, yamuk kesmek. Hal böyle olunca saçımın o kısmını dipten kazımak. Birkaç gün sonra çıkmaya başlayınca... Fondoten dahil bir çok boya maddesi ile ten rengine boyamak!

* Cıvımadan seviyeli şekilde sohbet ettiğim birine "uyanmadıysan dürteyim" diyecekken "uyanmadıysan sürteyim" yazmak. Kim koydu s ve d yi yanyana demek!

* Sevgiliyi arıycam diye, eski genel müdürümü aramak. Gelen seslere istinaden "nerdesin, napıyorsun ki arabada" diye hesap sormak!

* Restoranta girince buharlaşan gözlüklerim sayesinde önümü göremeyip, benim için ayağa kalkan hoşlandığım çocuğun ayağına kapanmak!

* Eleme maçlarımdan birinde hafızamı kaybetmek. Serumu yiyince kendine gelmek. Ama bu sırada "ben bu öküzle mi çıkıyorum" demiş olmak!

* İş yerinde 1.haftamda, tuvaletteyken sular kesilmesi... 2.haftaysa yine tuvalette kapının kulpunun elimde kalması, diğer kolun öbür taraftan düşmesi ve içeride sesimi duyurma çabalamam.

* İlk yol maceramda fırtınaya yakalanmak. Serviste balataları yeni değişen aracımızla 5km elfreni çekili gitmek, en son dumanlar çıktığını anımsamak. 5. Şeritten sağ şeride zorla geçip, dumanlar çıkan araçla benzinliğe yanaşmak ve pompa görevlilerinin bir panikle elinde tüplerle yanıma gelişleri!

* İlk kazamı ayakkabım çamur olmasın diye girdiğim 2 seranın arasında çıkmak için geri geri giderken, seranın açık penceresine vurarak yapmak!

~~~~~~~

* Pazar gün ki sınavda bana dua edin diyen Efsa...

* Ve ayrıca yeni kampanyamız olan "Umut Çocukları Okulda" kampanyamız için desteklerinizi bekliyorum. Konu ile ilgili Birmilyonkalem sitesine göz atabilirsiniz.

* Ve Kitapkolik.net kitap ödüllü yarışma düzenlemiş. Yarışma hakkında ayrıntılı bilgi için buyrun buraya.

* Görsel

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Dans




* Geçen sene bloga yazmışım 22 Ağustosta Tangoya başladığımı... Hoş 52 haftanın 52 sinde gitmedim ancak 35 hafta gidebildim, ama benim için eşsiz bir deneyim, stres atma yolu oldu dans. Hep hayalimdi tango öğrenmek ve 2009 hedef listemde vardı. Gerçekleşti... Tabi ki hala eksik kalan noktalar var :) ama tango öyle bir detaycı ki, en ufak hareketi adımı bile kaç ders sonra oturtabiliyorsun.        

İlk başta annem oraya verdiğim parayı boşa sayıp, karşı çıkmıştı. "gideceksin de ne olacak, bu yaştan sonra öğrenipde ne yapacaksın, gösteriye mi çıkacaksın" diyerek :) Ama benim ne kadar hevesle gittiğimi ve yüzümdeki gülücükleri gördüklerinde bir zaman sonra vazgeçti mırıldanmaktan.

Şimdi takvim olarak 1 seneyi atlattım evet. "Neden hala devam ediyorsun" diye soruyor çoğu arkadaşım. sen bilsen bile başkası bilmeyecek. Evet bilmeyecek belki.. Sadece dans ederken şunu anlıyorum: hayatı ertelemiyorum, ilk kez geleceği düşünmeden, plan yapmadan, anımı yaşadığım tek şey dans benim. İşte bu yüzden birkaç kez bıktığım olsa da hep devam ettim. İyi ki de etmişim.

Ve şimdi ufak bir video koymak istedim. Öylesine bir derste, öylesine "hadi video çekelim" anında hatalarında, kıkırdamalarında, koca göbeğiminde var olduğu ufak bir video... :)

Belki bir gün daha özel bir çekimle, daha özenli bir şekilde bir video çekilir. zira normalde yasak video çekimi bile. Görüntü kalitesi çok iyi olmadığından koydum buna güvenerek. :))

 

VEEE
ayın 20 sinde akrepkizi blogum 3. yılına girdi hayırlısı ile.
Nice nice paylaşımlara, dostluklara...
Bu yıl da bana çok özel dostlar kazandıran blog dünyasına minnettarım bu yönde.
Ve blog dünyasına ilk girdiğimde, ilk yazı deneyimlerimde, çelişkilerimde, mutsuz hissettiğim anlarımda yanımda olan Beenmayam, La Paragas, Evren, Arzu ve Utku' ya hala hayatımda var oldukları için çok teşekkür ediyorum. :)

Vee Üfürükten prensesiminde blogunun yıl dönümüydü 20 si. Nice paylaşımlara güzel kız deyip kaçıyorumm. :)

* Görsel

9 Temmuz 2010 Cuma

Ç/alıntı Yazılar Üzerine


Sahibinden izinsiz / yazanın ismimi koymadan / linkini vermeden hiç kimse burada ki yazıları yayımlayamaz. Alıntıladığı yazıların altına en azıdnan "alıntıdır" yazmayı bile çok gören zihniyetlere istinaden bu yazıyı yazma isteği duydum. Her zaman böyle olaylara karşı kendimce, elimden geldiğince önlemler almayı denedim. Reader sayfasının altına bile not düştüm "izinsiz alıntı yapılması yasaktır" diye. Onu bırakın sitenin sayfasında bile bu uyarı var oldu her an. Alt taraflarda idi. Bugün görmeyen embesillere karşı yukarılara çıkarttım yerini.

Zamanında kopyalamayı da engelledim sitede. Bu seferde tek tek cümleleri yazıp çalmaya başladılar. Bugün yeter dediğim bir noktaya geldim. Dün 4 tane şikayet yaptım. Bugün de sabahtan devam ettim. Her hafta bu tarz şikayetleri yapmaktan bıkmadım, sadece bunaltı geldi.
Son 1 ayda 5 facebook sayfası kapattırdım. 2 tanesi hala şikayette bekliyor, 3 blogdan sildirdim. Ki bunlar sadece bir aylık bilanço...

Tamam beğenilmek, okunmak çok güzel yalnız bu sayfada ki gibi emek hırsızı birinin  http://www.facebook.com/note.php?note_id=436367138367 "izinsiz çaldığınız o yazımı kaldırın oradan" dediğim sayfalar birde üzerine üste çıkmaya çalışır gibi "Burası bir paylaşım sayfası yazının altına başkasının ismimi yazılmış hayır nasıl emeğe saygısızlık olabilir ki o zaman sadece beğenilen birşiir paylaşılmış o kadar facede her sayfada olduğu gibi ama tepkiniz asıl saygısızca olmuş..." yazması hiç hoş değil. Zaten ben o orada burada benim olanı isimsiz paylaşsın diye yazıyorum. Link vermeden, bu yazıları şu şu yazmıştır ve şu sayfadan alıntılanmıştır demeden yayımlamaya kimsenin hakkı yok.

Önceden tek cümleleri falan umursamıyordum, forum sayfalarında fink atmasını ama bundan sonra her bir forum sayfasına tek tek giricem ve tepkimi göstericem. Yazılarımı çalmaya cüret ediyorlarsa, bende tepkimi her şekilde göstermeye cüret ederim. Ben kimseye bu saygısızlığı yapmıyorsam, başkası da yapamasın mümkünse.

Bu ve bunun gibi olan arkadaşlara bir kaç yardımcı link adresi şunlar arkadaşlar.
http://www.facebook.com/legal/copyright.php?noncopyright_notice=1
https://www.google.com/webmasters/tools/spamreport?hl=tr&pli=1


* Bundan sonra çalan sayfaları tek tek afişe edecek olan Efsa...

*Görsel

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Harflerin Oyunu




Eski bir şubat akşamına istinaden...

Bezelye geliyor ve sarılışma öpüşme faslından sonra yine her akşam yaptığımız tiyatrosal kitap okuma seansına geçiyoruz. En sevdiği kitaplar sırası ile

• Vak vak ördek,
• Arkadaşını çok seven havhav köpek,
• Arı maya,
• Trafik kurallarını öğreniyorum,
• Rapunzel

(Ek olarak bir de ufak oyuncak bir laptopu var bezelyenin. Bazen de onu alıp dinlemeye başlıyor, kelime olarak veya kelimeyi heceliyor, harfleri tane tane söylüyor, rakamları sayıyor falan. Artı şarkılarda söylüyor bize)

Biz her akşam bunlardan kendi seçtiği bir tanesini alıyoruz ve başlıyoruz gösteriye. (Artık ezberimizde çünkü bütün kitaplar ikimizin de.) Yatağın içinde oturuyoruz sırtımızı yastıklarımıza dayayıp… Eğer vak vak ördeği okumamı istedi ise; sol elimin dört parmağını üstte tutup başparmağımla açıp kapayarak "vak vak" yapıyorum. Küçük ördekçikleri de bezelye söylüyor ya da hareketlerini yapıyor (onlarda vik vik sesi çıkarıyorlar). Böylece hem aynı kitabı okumaktan bıkmıyoruz, hem de taklit yeteneğimiz gelişiyor.

Dün gece bilgisayarını aldık, onunla oynamaya başladık. Eğer sesi bizi çok rahatsız ederse harfleri biz bedenen yapıyoruz. Bir o harf söylüyor ben yapıyorum, bir ben söylüyorum o yapıyor.

• O başlıyor ve "Ç" diyor. Yatakta yan yatıp kollarımı ve bacaklarımı uzatıyorum. Bir bacağımı kıvırıp Ç oluyorum.
• Sıra bende "S" diyorum. O da yan yatıyor. Kollarını uzatıyor, bedenini hafifçe büküp, ayaklarını geriye büküyor. S oluyor. "Aferin" diyorum, pratikliğine gülümseyerek.
"P" diyor. Oturur pozisyona geçip bedenimi öne büküyorum, ellerimi bacaklarıma koyuyorum. P olmuş oluyorum.
"İ" diyorum. Bu ı dan sonra, en kolay harf ve bezelye bunu yaparken çok sevimli oluyor. Bedenini düm düz tutuyor ve ellerini tepesinde yumruk yapıp duruyor.
"E" diyor. Sıkışıyorum... Yine oturur haldeyim. Kollarımı bacaklarımı uzatıyorum. En son kafamı öne eğiyorum. Küçük harf kullanmamız yasak oyunumuza göre. Olabildiğimce E oluyorum... Halime gülüyor bezelye.
"K" diyorum. Bedeni yan ve dik duruyor. Kollarını çapraz bir yukarı bir aşağı eğiyor. K oluyor hemencecik.
"J" diyor. Diz çöküyorum, kollarımı kaldırıp ellerimle tepede yumruk yapıyorum.

Bu harf oyunu tamamen bitiyor. En çok G lerde gülüyoruz. B leri yapamıyoruz. :))) ama çok çok gülüyoruz eğleniyoruz. O anlar paha biçilemez. Hem anne, hem arkadaş olduğumuz ender anlardan biri. Kızımı seviyorum tabii ki ama en çok hayranım ona.

 
* Bu yazı eski bir yazı ama nedense içimden geldi koymak istedim. :)) Çocuklarınızla güzel bir akşam yada hafta sonu geçirmek isterseniz idael bir oyun bence. Bu oyunu kendimiz bulduk, ama dilerseniz siz kendinizce geliştirip oynayabilirsiniz.



Sevgiler.
 
* Görsel

16 Aralık 2009 Çarşamba

Asker çocuğu olmak

 Geçen gün H.türk gazetesinde Kamil Güler' in bir röportajını okudum.  Ben pek yaşamadım ama abilerim ve ablam benzer durumu yaşayan insanlardan... Bakın kendisine sorulan soruyu nasıl açıklamış:

- "Hiç susmuyorsunuz..."-
- "Babam askerdi ve uzun yıllar Doğu’da yaşadık. O nedenle dışarı çıktığımızda hep birilerinin haberi olurdu. Lise ikinci sınıfa kadar birisi bana bir şey sorduğunda ağlıyordum, çünkü çok fazla okul değiştirdim. “Arkadaşlar aramıza yeni birisi katıldı. Kendini bize biraz tanıtır mısın?” hayatımda en nefret ettiğim cümledir. Bir gün artık bu soruyu duyunca ağlamaya başladım."


Ve bende uzun yıllardır duran bir mail...

- Hala kapı kitlemeden evinde yaşamaktır.


- Sen önce gelsen bile orduevlerinin kuaför sırasını yüksek rütbeli birine verme mecburiyetindir.

- Sanılanın aksine aile içinde disiplini görmeden uygulamaktır.

- Memleketinin olmaması demektir. (nüfus cüzdanında yazar, kütük orda demekle yetinirsiniz) - doğum yerinizin sizin için hiçbir şey ifade etmemesidir. (tesadüfen o şehirden geçersiniz anneniz size "bak oğlum sen şu hastanede doğdun" der)


- Ailenizdeki tüm bireylerin doğum yerinin farklı olması demektir.

- Ailedeki herkesin asker gibi yaşaması demektir. (zira sizin yapacağınız bir hata “x şunu yapmış” şeklinde değil “y albayın oğlu şunu yapmış” şeklinde konuşulacaktır)

- Her gittiğiniz şehirde bir önceki şehirle anılmanızdır. (istanbul'dayken marmarisli'li çocuk, marmaris'deyken ankara'li çocuk v.b.)


- Okul değiştirme rekorları kırmak demektir. (üniversiteye giden 12 yıllık eğitim sürecinde 8 ayrı okulda okumak gibi)


- Tayin olunan şehirde yeni dostluklar,aşklar kazanıp sonra onları kayıtsız şartsız terk etmek ve gittiğiniz yerde bunları sıfırdan yapabilmek için yırtınmak demektir. (ki muhtemelen bunu başarıp “oh ne güzel ortamımı kurdum” dediğinizde, yeni bir tayin emri babanızın eline ulaşmıştır)


- Okulun ilk günlerinden nefret etmek demektir. (herkes birbirini tanımaktadır sizse benim gibi yeni bir var mı diye bakınıp ilk irtibatı onla kurmaya çabalarsınız. muhtemelen isminiz sınıf listesine yazılmamıştır. en alta kalemle eklersiniz. numaranızı da bilmiyorsunuzdur. ilk bir hafta böyle misafir sanatçı gibi okula gidip gelirsiniz…)

- Babanız emekli olana kadar evinizin size ait olmaması, oturacağınız evi seçememeniz, poster yapıştırırken bile “demirbaşa zarar vermeyelim” kaygısı taşımak demektir.


- Vatan sevgisini kitaplardan okuyarak değil, bizzat yaşayarak öğrenmektir.

Tüm bunlara rağmen dışarıdan bakan gözler


- Sizin kamplarda nasıl eğlendiğinizi


- Ordu evlerinde nasıl ucuza kola içtiğinizi

- Lojmanların devlete yük olduğunu

- Askeri araçlardan bedava istifade ettiğinizi

- Babanız maaşının ne kadar yüksek olduğunu (!)


- Askerlik zamanımız geldiğinde babamızın bize torpil yapacağını konuşurlar…

Binlerce kez açıklamış olmanıza rağmen… her şeye rağmen bizim tek yaşadığımız babamızın mesleğiyle gurur duymak ve mesai aracı lojmana girdiğinde, tek tip elbiseli insanlar arasından babamızı bulmakti bu duyguları anlayan ve paylaşan tüm asker çocuklarına sevgiler, saygılar…

* Bu yazı alıntı... Ama çok hoşuma gitti... Zamanında Pilli Cadının da yazdığı böyle hoş bir yazı vardı... Okumak isterseniz buyrun :)

* Birde birilerini direk Allah' a havale ediyorum artık. O kullandıkları kelimelerini alıp boğazlarından aşağıya sokup, başka yerlerinden çıkartıcam zamanımı bekliyorum. Kimse ile bir derdim, tasam, çekememezliğim yok. Milletin ne yaptığını zerre umursamıyorum ben , merak da etmiyorum. Ama onlar ile aramızda kapanmamış hesap kalmayacak buda böyle bilinsin. Yutturucam o kelimeleri teker teker.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

33 Okul 3003 Öğrenci İçin El Ele


"Her Çocuğun Bir Masalı Olsun" Kampanyasından sonra BirMilyonKalem Sitesi (1MK) oganizasyonu ile çocuklar için bir şeyler yapmaya devam etmek istedi. Veee okullar açılmadan önce, ihtiyacı olan öğrencilere yönelik kalem ve defter yardımı kampanyası başlatılıyor.
Kampanyanın adı "33 KÖY, 3003 ÇOCUK İÇİN EL ELE"

Bu kampanya için:
Balıkesir'in Dursunbey ilçesini pilot bölge olarak seçildi.
Peki neden Dursunbey? derseniz...
Dursunbey Balıkesir'e bağlı şirin bir ilçe. Batıda olmasına rağmen 640 rakımlı, engebeli bir coğrafi yapısı var. İlçe ormancılık, tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. İlçenin Balıkesir il merkezine uzak olması (70km) yüzünden özellikle eğitim ve sağlık alanında sıkıntıları var. Uzun yıllardır süren öğretmen açığı ilçenin bakanlıkça "zorunlu doğu görevi" kapsamında değerlendirilmesi sayesinde kısmen giderilmiş. 103 tane köyü olan ilçede taşımalı eğitim uygulandığı için 33 tane ilköğretim okulunda eğitim veriliyor. Bu okullarda yetkililerle birlikte 3003 adet fakir öğrenci tesbit ettik. Bu öğrencilerin bir kısmı Yatılı Bölge okulu ve 200 kadarı ilçe merkezinde öğrenimlerine devam etmekteler.

Birinci yaşını kutlamaya hazırlanan BirMilyonKalem Sitesi kampanyanın sosyal etkinlik yönünü üstlenmek ve duyurmak dışında, kampanyaya eşya ve para toplanması konusunda müdahil olmayacaktır.

Tüm gönderiler, ilçe milli eğitim müdürlüğü adresine ve açtığı hesaba yapılacaktır. Ancak, daha sonra bu konuda göndericilere ve toplanan yardımlarla dağıtımlara ait veriler kamuoyu ve okurlarımızla paylaşılacaktır.

Sevgili PİNO tarafından çizilen logoyu ve ilgili linki http://www.birmilyonkalem.com/?p=17439 sayfanıza ekleyip kampanyayı duyurursanız başlangıç için 3033 çocuğu sevindirebiliriz. Ardından sel felaketine uğrayan iller gelecek. Belki daha niceleri...

Biz bir çok şeyi yapabiliriz. O nedenle elimizi hiç bırakmayalım.

Kampanya ile ilgili öneri, görüş ve geribildirimlerinizi birmilyonkalem@gmail.com adresine yollarsanız seviniriz. Amaç, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde çok insana ulaşabilmek. Geçen kampanyadan deneyimimizle ilgili metni ulaştırdığınız dostların e-postarınıda bize bildirirseniz çok seviniriz.
Kampanya ile ilgili haberleri http://www.birmilyonkalem.com/ ve http://uzagagidenkadin.blogspot.com/ adresinden izleyebilirsiniz.
Sonrası mı? Karınca kararınca herkes kendince yardımını yapacaktır. Dursunbey ilçesi bir başlangıç olsun. Kampanyamız devam etsin. Sel felaketine uğrayan iller, kütüphanemizin kurulduğu Yeşilovacık ve daha niceleri...Biz bir çok şeyi yapabiliriz. O nedenle elimizi hiç bırakmayalım.

Not: İlçe ve okullar hakkında daha ayrıntılı bilgi almak için aşağıdaki web siteleri ziyaret edilebilir.

http://www.dursunbey.com/
http://www.dursunbey.gov.tr/haberler/287/EgiTiM.html
http://www.dursunbey.gov.tr/haberler/283/iLcEMiZiN-COgRAFYASI.html
http://www.dursunbey.gov.tr/haberler/241/KoYLERiMiZ.html

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Genç ve Dul kadın


Genç anne olursunuz... Bunun en güzel yanı; bebeğinizle birlikte büyümenizdir. Özellikle hala çocuk kalmak isteyen bir benliğiniz varsa, birlikte oyunlar oynamanın keyfini sürersiniz...

Ama genç anne olmakla, genç ve bekar anne olmak arasında toplumumuzda ayrımcılık olarak görülebilen bir durum vardır.
Bu yazıyı sanırım birkaç bölüme ayıracağım... İlk bahsetmek istediğim dul kadın mevzuu...


Şimdiii; bir şekilde, bir sebeple yürümeyen bir evliliğiniz biter yada eşiniz ölür... Sizse hayatın size nimet mi, lanet mi sunduğunu anlayamazsınız. Boşandığınız için kendinizi mutlu, içi boşalmış ve hayata yeniden adım atmaya hazır hissederken, size göre nimet olan şey... Topluma göre lanettir çoğu zaman. Malum pek bir etiketleme meraklısıyız hepimiz.

Dün yan komşunuzun bacım, kardeşim diye seslendiği sizler, anında okus pokusla "kadına" çevrilirsiniz. O ana dek göze batmayan, herkes gibi olan davranışlarınız; (birilerinin gözünde!) bir anda içinde seksepalite kokan eylemlere dönüşmüştür. "Dul kadın" olmanın "potansiyel verici" olmakla eşdeğer sayıldığı bir devirden günümüze neler değiştiğini düşünüyorum da. Koca bir hiç...! Tamam, belki biraz anlam değişikliği oldu o kadar. Onlara sorarsanız mazeretleri çok açıktır. Dul kadının sevişmeye ihtiyacı yok mudur? Eee dünkü size bacım diyenler, her zaman bu ulvi görevi layığı ile yerine getirmek isterler. Cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamayı vazife edinirler. Zaten dul kadının da düşünecek başka bir şeyi yoktur, tek derdi budur. Her şeyi bir yana bırakıp, Ah! Biri gelse de sevişsek diye bakınırlar hepsi! Üstelik bu hangi seviyede, kültürde, gelenekte bakarsanız bakın dul kadın olmak zorlayıcıdır bir kadın için.

Siz boşanırsınız / eşinizi kaybedersiniz; sonra şöyle bir çevrenize bakarsınız, değişen bir şeyler olacak mı diye? Bizim beynimizi geçmişte öyle bir boyamışlardır ki, arkadaşınızın eşinin arabasına binmeye bile çekinirsiniz...
Yanlız yaşamaya çekinirsiniz... Yanınızda ki her erkekle işi pişirme ihtimaliniz vardır çünkü! Bir neslin filmleri, size bu dul kadınlarla ilgili birçok şey aşılamıştır... İnsanların bekarken yaşadıklarını yaşarsanız, size cüzzamlı gibi bakıverirler.

Birde şu var bakın!
Diyelim ki; aileniz sizi bağrına basmıştır. Onlarla yaşamanız size, biraz daha namuslu bir hava kazandırır. Çünkü yanlız yaşayan bayanlar, imkanları! fazla geniş bayanlardır... İnsanlar yüzünüze bakıp gülümserken, içlerinde: "Hem dul, hemde yanlız yaşıyor. Bak bak bak. Kesin yatıp kalkıyordur bu kadın... Zaten geçen günde biri bırakmıştı araba ile... Şu gün geç gelmişti evine, çocuğundan da mı utanmıyor... Böylelerinden korkacaksın, her daim tetikte olmalısın... Evine mi alıyorsun o kadını, kocan evdeyken! Deli misin kızım sen..."

Bir dulsanız, hareketlerinize iki kez dikkat etmeniz gerekir. Nasıl oturulacağı kalkılacağı, nasıl gülümsediğinize bile en ince ayrıntısı ile dikkat edilir. Hep iki ile çarpılacaktır her davranışız... En ufak açığınızda aradan sızmaya çalışılır. Hemcinsleriniz bekar bir bayanı süzerken, sizi iki kere dikkatle süzerler. Erkekler içinse; kolay avsınızdır... Nasıl görürler biliyormusun? Zorluk çıkartmaz, Tecrübelidir. İlişkilerde çocuksu davranışlarla sizi bezdirmez. Soru işareti ile biten cümleler pek kullanmaz? Yanınızdayken doğaldır, kendini farklı göstermeye çalışmaz, doygundur vs. diye liste uzayıp gider...

Bir düşünelim bakalım? İş görüşmesine giden dul ve çocuklu bir bayan; sorulan soruda şöyle bir düşünür. Heleki çocuğu varsa; bekarım dese bir türlü, demese diğer türlü... En sonunda bekar ama çocuğu olduğunu belirtince, karşıdaki insanın bakışları, değişir mi değişmez mi? Ya da yeni tanıştığınız birisine bunu söylediğinizde.
Bayansa size destek olma ayağında neden ayrıldığınız merek eder önce. Erkekse sizinle sevişmenin nasıl olacağı, yada diğer tabirle kendisine verip vermeyeceğinizi. Bunlarında hepsini de, içine umut ve "ay sen ne güçlüsün" kelimeleri altında yaparlar.
~~~~~~

Toplum için ya evlisinizdir, ya bekar. Kredi kartı başvuru formlarında veya önünüze sunulan çoğu belge de size seçenek sunarlar. Ne olduğunuzu seçmeniz gerekir. Hadi bakalım seçin ne olduğunuzu. Evli misiniz: hayır, bekar mı? Eh bekarım tabiki diye düşünürsünüz. Ama sonra bir soru belirir beyninizde;
niye utanmam mı gerekiyor benim dulluğumdan? Boşanmış olarak büyük ve affedilmez bir suç mu işledim ben? Yürümeyen evliliğimin suçunu sadece kadın tarafına yüklerken, çok mu masumsunuz siz? Ama nedir? Boşanmış olmak, dikiş tutturamamaktır değil mi?

Ya ben... İkinci bir evliliğe sıcak bakıp, ama derinlerde deli gibi korktuğumu size nasıl açıklayayım. Hep insanların ne dediklerine bakan bir ailenin/çevrenin/arkadaşların yanında büyürseniz, empati yeteneğiniz ne kadar gelişken olur biliyormusunuz?

Birde anneler vardır. Tek korkuları oğullarının dul kadınlara bulaşmasıdır. Maazallah kendi oğulları bir dul kadının oyuncağı oluverirse, o kadının çocuklarını besler halde buluverir kendini. Çünkü asla kendilerine
"baba" demeyecek çocuklara bakmak için yetiştirmemişlerdir oğullarını... Bekar erkek & Dul kadın versiyonu daha kabul edilemez ölçülerde bizim ülkemizde. (Bir nebze bakirelik kavramı ortadan kalkınca, olabilirliği artmış bir durumdur.) Hımm napar bu kaynana adayları:

- evlatlıktan ret ederler oğullarını.
- sütlerini helal etmezler.
- kendilerine yazık ederler.
- intihar etmekle tehdit ederler.


Üstelik ne deseniz boş gelecektir. Siz kandıran taraf, erkekse kandırılan taraf olacaktır her zaman. Anlatmaya çalışırsınız, peygamberden tut, birçok örnekler sunarsınız. Ama o zaman dinin bir hükmü kalmaz. O zaman örf-adet-gelenek üçlemesi konuşur. Siz ne derseniz diyin, zordur bunları aşmak.


Hele ki aşan tarafın ayrıldığını düşünürsek, çıkacak söylemler, "ben sana demiştim" ler havada uçuşur.


Velhasıl zordur dul bir bayan olmak. Bir sonraki evlilik hep korkutur insanı. Beyninizden şöyle bir geçer düşüncesi: "Ya bu da yürümezse..."


Mutluluğa inanıp inanmamaksa, tamamen size kalmış. Diliyorum hepmizin karşısına güzel insanlar çıksın her yönden.


resim alıntı
Related Posts with Thumbnails

..