tuvalet fırçası olmaya ramak kalmışken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tuvalet fırçası olmaya ramak kalmışken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2011 Çarşamba

Sayıklamalar


"Yeşil yandı, artık geçmeliyim" dedin ve gittin..
...
Gidişinin ertesi günündeyim.. Sehpanın üzerine koyduğun bardağın izi hala duruyor. Silmedim! Bilirsin işte, sonuçta hepimiz birer iz feşistiyiz. Birbirimize baktığımızda izler görüyoruz ve bizde iz bırakabilecek insanları hayatımıza sokmaya değer buluyoruz. Seni özledim! Ne o bardağın, ne de senin bıraktığın izleri silmeye niyetim ve gücüm yok henüz...
...
Üçüncü gün.. Zamanı ifade ederken rakamları kullanmak istemediğimi fark ettim. "Bir, üç, beş" şeklinde hızlı geçmiyorlar. Hatırlasana! Sen varken de saat dahil, vücuduma fazla gelen her şeyi çıkartmak isterdim. Elimden değil, bileğimden tut isterdim. Kalbimi değil, nabzımı hisset isterdim. Değişmedi! (zamanı durdurmaya da yetmiyor ki gücüm)
...
On birinci gün... Gittiğinden beri ilk kez saçlarımı topladım. Oysaki sen, sıkıca topladığımda yüzümde oluşan o gerginliği sevmezdin değil mi? Aksine hala güleryüzlüyüm. Tek farkla; saçlarımın okşanma ihtiyacını şapkamla kapatıyorum artık.
...
Yirmi üçüncü gün.. (İtiraf zamanı) Üzerimde bir ağırlık var. Gittiğinde kalkacağını zannetmiştim. Kalkmadı, aksine daha da bindi ve ben kabullenme savaşı ile yoruldum. Kelimelerin promilleri giderek artıyor! Hepsi seni özlememin yüzünden..
...
Gün otuz beş oldu! Nerdesin?
...
Kırkaltıncı gün...
"6.35" En sevdiğim şarkının 04:45-54. saniyesinde buluyor musun beni hala? Sahi sende özlüyor musun?
...
Çaya kaç şeker attığını, vurgularını ancak sohbetten sıkıldığında kullandığını, diş fırçanı herkesten ayrı bir yere koyduğunu unutamadım. Ama artık tavana baktığımda yüzün görünmüyor. Geçiyor mu dersin?
...
-
...
Günleri saymıyorum. İkiyüzaltmışbeşten sonra bıraktım.
Acı ise, hala kabak tadı veren bir gerçekten öteye gidemedi..


* Derslerden içi bunalan Efsa..



5 Mayıs 2011 Perşembe

Bitti.



Bitti!
Ne acı ki; ayakta kalmış bir sevgiydi bizimkisi.
Oturup da dinlenemedi, demlenemedi.
Ben; önemsenmediğimi sandım, 
Sen kandırıldığını..

Bitti;
Artık yüzünde gördüğüm izler bana ait değildi.
Geçmişi kurcalayıp söylenilen cümleleri ayıkladığımda, sözcükler gözlerimi yakmıyordu artık.

Bitti!
O adam benim harflerimin kordonuydu.
Bu yüzden ne zaman bir şeyleri yazmaya kalksam, hep onu doğuruyordum.
Ama bitti!
Oysa ben gerçekten istemiştim, saçlarımın tokasını, yalnız onun için çözmeyi..

Artık tek kişilik bir otobüs koltuğuna benzer fotoğraflar çektiriyorum,
Artık...
 Hiçbir şey eskisi gibi değil.

Bitti işte!
Oysa, bu sevdanın teri bile soğumadan..
Bitti ve ben kıstım sesimi...



* Beta Mikrobu kapmış, sürekli iğne vurulup durmaktan fıskiyeye dönen Efsa...

14 Şubat 2011 Pazartesi

29 Yaşımdan


29 Yaşımdan;

Sevdiklerime "mutlu ol" demek yerine, "mutlu kal" demenin güzelliğini öğrendim.

Asla affetmeyeceğim insanların en yakınımdan çıkabileceğini, erdem sahibi sandıklarımın onursuz ve yalancı olabileceklerini öğrendim

Uzun yıllardır hayatında olan ve bana hep dürüst yaklaşmış kişilerin dönekliklerini, yine de buna şükretmeyi öğrendim..

Zamanında canımı yakmış bir insanın hergün kendi dağının altında ezilmesini, bir tatmin duygusuyla acımadan izleyeceğimi öğrendim

Bir erkeği kışkırtmanın birkaç cümlede saklı olduğunu ve kışkırtıldığımda yapabileceklerimden korkmam gerektiğini öğrendim. Ama tüm bunları doğru zamanda, yanlış insana söylemenin bedelini öğrendim..

Kıçını kapatacağım derken, önünü açan erkeklerin kendi dünyalarında ne kadar sefil olduklarını öğrendim..

Dostluk kavramımın açılımlı olduğunu, yapmayacağım şeylerin yanısıra yapabileceklerimden korkmam gerektiğini öğrendim.

İstanbuldaki erkeklerin güven konusunda işgilli olduklarını. Her ne kadar güven veren bir insan olsamda, benim bile bu çizgiyi kıramayacağımı, amip gibi kuşku türettiklerini öğrendim.

Kızım ve ailem arasında bir köprü olduğumu, ama annem olmasaydı bu köprüyü zor kurabileceğimi öğrendim..

Her ne olursa olsun, her halime, her düştüğüm duruma yine de şükredebileceğimi öğrendim.
Ders çalışma konusundaki azmimi bir ders uğruna kaybettiğimi, ikdisat denen illette bir türlü kafamın basmadığını öğrendim..

Babamın 70 yaşına girmesiyle, zaten zehirli guatr yüzünden fırlayan sinirlerinin dahada ilerleyebileceğini öğrendim..

Şiir kitaplarını daha çok sevdiğimi, tangodan asla vazgeçemeyeceğimi, saçlarımın kırmızıyken daha güzel olduğunu öğrendim..

Bir yardım kampanyasındaki teşekkür belgesinin yanına iliştirilmiş çocukların çizimlerinin olduğu kartın beni daha çok mutlu edebildiğini öğrendim..

Bir kadın öldüğünde, insanlığında ölebileceğini, giderek erkeklerden dahada uzaklaşabileceğimi öğrendim..

Hayatımda ilk kez kendi ayaklarımla yürümeyi tercih ettiğimi. İçimdeki sevilme arzusunun artık umrumda olmadığını ve başka sakat ayaklara dayanmadan da yürüyebileceğimi öğrendim..



* Bu aralar kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını düşünen Efsa..

* Görsel

1 Eylül 2010 Çarşamba

Vukuatlarım



* Benzinlikteki markete gidip dönüşte aynı tip ve renk başka arabaya zınk diye oturuvermek! Sonrada yandaki adama garip garip bakmak!

* 5 yaşındayken 2 kez evden kaçmak...Biri ablamın peşinden okula gideceğim diye... İkincisi babam çikolata vermeyince, kahveye!

* Annem örgü makinesinde istediğim şeyi yapmama izin vermeyince; arkasına oturup, peçeteleri parça parça kopartıp, onlardan ufak top yapıp burnuma tıkmak. Nefes alamayınca kurtarılmak!

* En öne oturup, şoföre parayı uzatıp "şunu uzatır mısınız" demek. Şoförünse dönüp yüzüme gülerek "kime uzatayım" demesi!

* Annem yokken balkon demirlerinin arasına kafamı sokmak, sonrada çıkaramamak. Ama en kötüsü eteğimin üzerindeki kırkayağın varlığı...Çığlıkk!

* Kahkül keseceğim derken, yamuk kesmek. Hal böyle olunca saçımın o kısmını dipten kazımak. Birkaç gün sonra çıkmaya başlayınca... Fondoten dahil bir çok boya maddesi ile ten rengine boyamak!

* Cıvımadan seviyeli şekilde sohbet ettiğim birine "uyanmadıysan dürteyim" diyecekken "uyanmadıysan sürteyim" yazmak. Kim koydu s ve d yi yanyana demek!

* Sevgiliyi arıycam diye, eski genel müdürümü aramak. Gelen seslere istinaden "nerdesin, napıyorsun ki arabada" diye hesap sormak!

* Restoranta girince buharlaşan gözlüklerim sayesinde önümü göremeyip, benim için ayağa kalkan hoşlandığım çocuğun ayağına kapanmak!

* Eleme maçlarımdan birinde hafızamı kaybetmek. Serumu yiyince kendine gelmek. Ama bu sırada "ben bu öküzle mi çıkıyorum" demiş olmak!

* İş yerinde 1.haftamda, tuvaletteyken sular kesilmesi... 2.haftaysa yine tuvalette kapının kulpunun elimde kalması, diğer kolun öbür taraftan düşmesi ve içeride sesimi duyurma çabalamam.

* İlk yol maceramda fırtınaya yakalanmak. Serviste balataları yeni değişen aracımızla 5km elfreni çekili gitmek, en son dumanlar çıktığını anımsamak. 5. Şeritten sağ şeride zorla geçip, dumanlar çıkan araçla benzinliğe yanaşmak ve pompa görevlilerinin bir panikle elinde tüplerle yanıma gelişleri!

* İlk kazamı ayakkabım çamur olmasın diye girdiğim 2 seranın arasında çıkmak için geri geri giderken, seranın açık penceresine vurarak yapmak!

~~~~~~~

* Pazar gün ki sınavda bana dua edin diyen Efsa...

* Ve ayrıca yeni kampanyamız olan "Umut Çocukları Okulda" kampanyamız için desteklerinizi bekliyorum. Konu ile ilgili Birmilyonkalem sitesine göz atabilirsiniz.

* Ve Kitapkolik.net kitap ödüllü yarışma düzenlemiş. Yarışma hakkında ayrıntılı bilgi için buyrun buraya.

* Görsel

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Mektuplar / Meleğime



Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…

Bir gün benden gitti.
Ummadığımız bir anda yaşamayı seçen bebeğim, o an ölmeyi seçti.

Daha erken, benim başıma gelmez dediğimiz şeyler vardır ya hayatta. Hayat günlük meşgalesiyle oyalarken, “ce eee” kıvamında bir süprizle bambaşka bir boyuta geçirir bizleri. Aklınıza gelmeyen başınıza gelir! Bebeğiniz sizden, yaşamdan erken ayrılmıştır.
İçiniz yanar…

Çünkü artık siz onun büyüdüğünü, okula gittiğini, karne alışını göremeyecek; bisiklet sıyrıklarını temizleyemeyeceksinizdir. “O kirli ayakkabılarla basma yere, yeni temizledim” şeklinde yüksek bir ses çıkmayacaktır artık boğazınızdan. Kokusunu duyamayacak, en sevdiği yemekleri bilemeyeceksinizdir. İlk sevgilisi, ilk işi olmayacaktır hiç.

Tarihler hep o günü gösterecektir sizin için. Her rengin hüzün barındıran bir tonu olur ya, bu tarih de öyledir takvimler arasında. Bütün günler beyaza, maviye boyansa da; bir tanesi siyah kalır.

Bir gün canınızı feda edebileceğiniz bir insan çıkmıştır karşınıza. Ama o, bir gün ölür. Etrafınızdaki herkes sabır ve dayanma gücü diler size. Herkes bilip bilmeden, bir şeyler söyler. Kendilerince teselli ederler, sanki bunlar yetecekmiş gibi. Suratlarına baktığınızda ise acılı bakışlarla dolu bir sürü gözle karşılaşırsınız. Bazen bu “geçer” diye ahkam kesenlere “hıh” dercesine gülersiniz içinizden… “acımı nereden bileceksin ki” diye düşünürken, gözlerinizin her daim yanmasına engel olmaya çalışırsınız. Yolunuzun üzerindeki parklardan köşe bucak kaçtığınız anları hatırlarsınız. Bu acı zamanla hafifler mi bilemezsiniz. “Allah insanlara kaldıramayacağından fazla dert vermez” derler. Ama bunca anne olmayı hak etmeyen kadının arasında “neden ben?” diye de düşünmeden edemezsiniz. İsyan etmek değil de; bir sürü keşkeniz olur, yaşamadığınız anlarınıza.

Benim bir gün bebeğim öldü…
Ben ise nasıl geçtiğini yaşayana soralım tadında günler geçirdim. Hani şu “geçire geçire geçirilen zamanlar” dediklerimden…

Şimdi bebeğimin ölümünün üzerinden 3 koskoca yıl, 6 bayram geçti…
Bayramlık alamadan ve her fırsatta yokluğunun sancıları ile geçirdiğim doğum günleri…

Evet, başardık! Hayata yeniden uyum sağladık babanla. Ama geceleri terden sırılsıklam, göğsümün sızladığı anlarda sanki acıkmışsın da emzirmem gerekiyormuş gibi bir hisle uyandığım oluyor. Arada karnımda tekme atışlarını duyuyor gibiyim… Bir bebek kokusu duysam sanki varmışsın, “bak ölmedi işte” ler gibi…

Günlerin çabukluğu kadar kolay geçmiyor acılar, ama sabrediyorum. Belki diyorum belki bir gün senin gibi güzel ve evimizin içini mucizelerle donatan bir bebeğimiz daha olur.

Benim bir gün bebeğim öldü…
Ve ben onun ardından üzüldüğümü, ağladığımı, acı çektiğimi hisseder diye güçlü durmaya ve hayatımı devam ettirmeye karar verdim…

Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…

 
* Hayırlı Ramazanlar ve herkes için güzel günler dileyen Efsa...
 
* Görsel

16 Temmuz 2010 Cuma

Nefes



Geçmişte bir zaman...
"Ben arkamı döndüğümde gitmeyeceğini bilemem, orada olduğundan emin olmak isterim insanların" dedi kadın.
Yaptığı hatanın ardından "Daha ağır bir söz bulamazdın değil mi" dedi adam. Söz verdi, özürler eşliğinde.


Dün akşam...
Kadın omuzuna dokunan parmaklarla irkilir. Camdan gözlerini ayırıp, parmakların sahibine doğru dönerek şaşkın şaşkın bakar.
- "iyimisiniz" der yabancı..
- "hı?" diye ses çıkarır kadın..
- "ağlıyorsunuz" der yine aynı bakışlarla bakan yabancı..
- "farketmedim hiç"  der kadın, yanaklarının ıslaklığını elleriyle farkettiğinde..
Canını acıtan bir şeyin varlığını düşünürken istemsizce akmıştır yaşlar gözlerinden ve ilk kez ağladığının bile farkında değildir kadın...
Eve gider... Bütün gece telefon elinden düşmemiştir... Sabah kaçta yattığını anımsamaz...

Bazı insanlar kendi cehennemlerini kendileri yaratırlar.
Ve aslında yarattıkları bu cehennem kendi umurlarında da değildir.
Alışmışlardır bu döngüye.
Kendilerine yapılma ihtimalinden hoşlanmayacakları şeyleri, başkaları ile yapmamalıdırlar!
Ama, düşünmezler... 
Art niyet aramak değildir bu, yada olayları saptırmak.
Varolmaması gereken sözcükler görülmüştür, olmaması gerekenler duyulmuştur.
Geriye söylenecek pek bir şey kalmaz.

Sadece biraz nefes almak ister kadın. Dün gece evde hıçkırıklara boğulmuşken boğazına yapışan o şey yüzünden nefes alamadığını hissetmiştir birkaç defa...


* Şüphe gibi, sadece bir kez girdi mi bişiyler insanın içine, onu yaşatmayı devam ettirmez bazıları diye bugüne not düşen Efsa....

* Görsel

1 Temmuz 2010 Perşembe

Boşluklar



"Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın. Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz, bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor. Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir, bir müzik eserinde de duraklar.” Poulo Coelho

Bu sözü 1 sene önce bir yorumumda kullanmıştım. İnsanın ihtiyacı olan şeyler, bazen hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkıverir ya... İlk okuduğumda nasıl etkilendi isem ve hayatıma yön verme aşamasında bana yardımcı oldu ise, bugünde öyle oldu.

Hayatlarımız içinde bu geçerli değil mi? Boşluklar olmasaydı dünya anlamsız ve kamakarışık bir yer olurdu. Nefes almak ve vermek arasındaki an gibi. Hep nefes alınmaz...
Her sene tarlaya ürün ekilmez. Verim alabilmek için nadasa bırakılır...
Hava her ay aynı olmaz. Bir soğur, bir sıcaklaşır...
İnsanoğlu doğar ve ölür...
Unutulmayan öfkeler zamana bırakılır. Sakinleşmeyi boşluk verdiğiniz anda öğrenirsiniz...
Sürekli koşamazsınız veya sürekli yürüyemezsiniz...

* Biraz kendime dönesim geldi... Hayatımda bir şey dışında herşey geriye doğru bir ivmeyle ilerliyor gün geçtikçe. Umudumu hiç kaybetmedim bugüne dek. Ama bugün dokunduğum şeyleri elime yüzüme bulaştırmaya başladığımı anladım. Kendime, işime, derslerime bulabileceğim mazeretler üretir olmuşum. Sanırım artık ihmallerimin farkına varma zamanım geldi. Ben bir türlü kabullenmek istemesemde...
 Bugün biraz canı sıkkın Efsa...

* Görsel

27 Mayıs 2010 Perşembe

İçim


Hangi türkünün ezgisiyim bilmiyorum.
Yada hangi salonda çalınan bir sonatım.
En güzel düğünlerdeki adımlardan biri değilim.
Aynanın karşısına geçip, duvağımı kaldırdığım an; kendi yüzgörümlüğümü takıyor gibiyim.

İçimdeki su cesedimi kıyıya taşıyor.

Bugün biraz umutsuzum.
Ve sözlerimi bir şiirin mısraları ile noktalıyorum...

"sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
acının acıya, nefretin nefrete
karanlığın karanlığa dönüştüğünü gördüm
beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm" *

* Tuğrul Tanyol




* Tüm derslerden geçip, İkdisat dersinden bir gaflete düşüp geçerse, kendini yerlerden kürekle temizleyeceğini düşünen Efsa...

* Yazı eski bir yazıdır, şu an ki ruh halimizle uzaktan yakından alakası yoktur. :))

* Tango derslerine bir de sporu ekleyen, sadece pazartesi günleri rahat bir nefes alan Efsa...

* Mersin Yeşilovacık Belediyesindeki bir ilköğretim okulumuza; "elimde fazla kitap var, ben gönderebilirim" diyen arkadaşlar sizi perde arkasına alabilir miyim lütfen?

* Görsel

11 Şubat 2010 Perşembe

Gaflar Ve Sakarlıklar Bölüm Bilmemkaç...



* Arkadaşım:
xxxxxx bana da binlerce soru yollamış
hiçbirine yanıt vermedim

Ben:
o da verme dedi tanımadıklarına

Arkadaşım:
:D
akhsşfksbfşbşkbvg
o da verme dedi tanımadıklarına
tekrar oku yazdığını

Ben:
ahahahaha
tanıdıklara vereceğim bundan sonra
ahahahahahaa
koptum

Arkadaşım:
kendi kendime gülüyorum burdaaa

Ben:
sende tanımadıklarına verme tamam mı
:)))))))
benim gibi

Arkadaşım:
tamam apla
tamam manukyan
ahahahaha

~~~~~~~
Ben:
yalnız o inşallah azmaz
ayy yazmaz
ahahahahah

Arkadaşım:
puhahahahahaaahaaahhahahahahah

Ben:
gaflar serisi 15467431312.....

Arkadaşım:
ahahahaah

Ben:
bunları not alamam lazım benim
baya biriktiler

Arkadaşım:
azmaması mümkün değil
hahahahaha

~~~~~~~

* Ben:
ayyy bir gün
ilk tek başına çıkışımda
fırtınaya denk geldim
şans işte
ama bendeniz şaşkın
şeyini çekili unut
böyle 5 km falan git

O:
neyini el freni sanırım :)

Ben:
arabadan gıcır gıcır ses geliyor
evet el freni
:))))))
of yaaa
~~~~~~~~

* İş yerimiz yeni yapılan bir iş merkezi. Hali ile henüz katların çoğu boş. Her şey yeni ve boya kokuyor. Beni uzun süredir okuyanlar bilir, tuvalet maceralarım çoktur. Yine böyle bir olayın beni bulması kaçınılmazdı sanırım :)) 

- İlk hafta: ben tuvalette iken sular kesildi

- İkinci hafta: ben tuvalette iken kapının kulpu elimde kaldı, diğer kulp ve vida kapının dışından aşağıya düştü. Ben içeride mahsur kaldım. :))) Allah tan kapının karşısında mutfak vardı da beni duydular. Şimdi her girişimde elimde cep telefonumla giriyorum tuvalete...

~~~~~~~

* Son olarak geçenlerde oturduğum sandalyeden düştüm. :) Olay şöyle gelişti. Sandalyeden ayaklarım sandalyenin bacaklarında iken kasaya doğru usp yi takmak için eğildim. Taktım ama o sırada önde fazla ağır basmış olacağım ki düşer gibi oldum. Düşmeyeyim diye elimde telefonla sehpaya tutunmaya çalışırken kasa kablodan dolayı üzerime geldi. Onu ittim, kendimi dengeledim. Oh bitti şükür, ucuz atlattım derken... Sen kafayı kaldırmamla masanın altına vurmam bir oldu. 
Masanın altından elimde kablo, kafamı vurmuş, nefes nefes bir ben olarak tek parça çıkmayı becerdim. :)))
Allah koruyor... 


* Kendi hali ile dalga geçip, kıkırdayan Efsa :) 

24 Kasım 2009 Salı

İniş ve Çıkışlar

Bu aralar can sıkkınlığım borsaya döndü. Bir inip bir çıkıyor. Hayır öyle mala bağlamış bir şekilde umutsuz, depresyonda da değilim. Çok eğlendiğim hayatın keyfini çıkarttığım anlarım da oluyor. Ama sene sonu geldiğinden midir nedir? Böyle bir sorgulama, bir beklenti halleri üzerime yapışmış gibi.

Yeni işim uzun zamandır bünyesinde olmak istediğim bir oluşum. Olmak istediğim konumda olmasam da, başlangıç için çok güzel. Ki konum itibari ile fazla geldiğimi bile söylediler bugün. İçim ısındı, sevindim. Ama insan bazen mutlu olmak için beklentilerini düşürmek zorunda kalır ya. Benim ki de o hesap oldu. Yine de çok şükür tabi ki... Cumarteslerimin tatil olması süper bir şey... Çığlıklar atasım geliyor sevinçten cumartesi sabahları, yatakta biraz daha mayışınca... 

Kendime Sıkıntı 1: Uzun zamandır ailelerimizin evlenelim diye ısrar ettiği, sadece benim istemediğim birisi Amerikadan geliyor. Mantıksal olarak bakıldığında olmaması için hiçbir neden yok. İyi bir aile, iş, ev, para pul, düzen, fiziksel özellikler, yabancı bir ülke deneyimi herşey hoş görünüyor. Ama bunun için 1 yıl bezelyesiz bir yaşamı tercih etmem gerekiyor. Aileme göre kaçırılmayacak bir fırsat... Bana göre eziyet. Üstelik şimdiden afakanlar basıyor üzerime. Olmayacağını hem karşı tarafa, hem ailelere belirtmiş bulunuyorum. Yalnız hala herkesler ısrarcı. Fikirler değişebilir gözü ile bakılıyor...

Kendime Sıkıntı 2: Ailem bezelyeyi istemiyor... İstemiyor derken sevmiyorlar veya red ediyorlar anlamında değil. Aksine çok bağlıyız biz birbirimize... Sadece yaşlandılar ve küçük bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorlar. O yemek yemediğinde üzülüyorlar. Her hafta sonu aldın, verdin, bıraktın, iş yerine bırakmadılar davasından kurtulmak istiyorlar. Her gidiş zamanlarında sorun yaşanır oldu. 15 de bir gelsin evimize demeye başladılar. (Mecburen okul için onlarda kalması hepten uzaklaştırdı sanki.) Bezelyenin sürekli kardeş istemesi ve bunu sürekli dillendirmesi bile üzüyor artık onları. Biz onların hayatına, evlerine, kurallarına katıldığımız için bunlar harfiyen olsun istiyorlar. Gibi gibi ufak ama can sıkan şeyler var. Ve ben arada kalmaktan yoruldum. Kızımla ailem arasında sıkışmış gibi hissediyorum kendimi bazı bazı. Onlar "benim hayatımın bezelye olmadan daha güzel olacaktı" yı kafalarından atamıyorlar sanırım. Engel gibi görünmüyor elbette ama bunu yadsıyamıyorlar. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi. 

Sıkıştım açıkcası, eski iş yerimi özlüyorum. İnsan lastik kokusunu özler mi? Özlüyor işte... Ailemin sağlıklı olduğu zamanları da özlüyorum. Tüm evin sorumluluğunu ablamla omuzlamak da istemiyorum. Hayatımı kolaylaştıran şeyler bulmaya çalışmadığım zamanlarımı da özlüyorum. Ayrı eve çıkmayı bile düşünür oldum bezelye gitti gideli. Bu sefer nasıl yaparımlar beynimde dönmeye başladı. Yalnız yaşamak düşüncesi bana cazip gelmiyorç Ben kalabalıkla mutlu olan bir insanken tek başıma yemek yeme düşüncesi beni kasıyor ve çok üzüyor. Ama bir yönden mecburum. Kızım okuluna, öğretmenine bu kadar bağlıyken haydi sil baştan onunla oyun oynar gibi olsun istemiyorum.

Şu bloga bile uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Kısa cümleler eşliğinde başka bir blog açtım. Yoruluyorum. Ve herşey sade, yalın, gerçek, takdiksiz, sorunsuz olsun istiyorum. Yazıp geçeyim istiyorum...
Neden bu kadar sık İstanbul' a gittiğimi merak edenler bile var. Kaçış değil benimkisi... Düşüncelerimi dağıtmaya ihtiyacım var sadece. Ama görüyorum ki onda bile batıyorum. Birine yetişirken öteki telefonum kapanıyor hissi...

* Resim   
* Uykusuz Efsa...

17 Kasım 2009 Salı

An' lar


Uçak...
Yanımda yüzü maskeli kokoş bir kadın. Siyahlar içinde. Suratının görülebilen kısmından burada olmaktan nefret ettiği çok belli. Lütfedip kalkıyor, kalkarken kemerini çözüyor, çantasını benim oturacağım orta koltuğa bırakıyor. Hiç istifimi bozmadan ona kendi bakışları ile karşılık veriyorum ve çantasını almadan koltuğa yanaşmıyorum bile. Aramızdaki soğuk savaşı cam kenarında ki çocuk bitiriyor. ve kızın çantasını alıp koltuğuna attırıyor resmen. :) Yerime oturuyorum. Vaktim uyuklamakla geçiyor...

Bir ara kolumu dayıyorum, yanımdaki adamla ortak kullandığımız koltuk kenarına. Elimi yanağıma koyup uyumaya başlıyorum. Aradan kaç dakika geçiyor bilmiyorum ama uyandığımda dizlerimiz, omuzlarımız ve başlarımız değmiş buluyorum kendimi adamla. Benim irkilişime o da irkiliyor. Gülümsüyoruz birbirimize. 

Biraz sonra pencereden ışıklara baktığımı görünce "İzmit" diyor. Biraz daha konuşuyoruz. Kendinden bahsediyor. Gün batımını kaçırdığımıza dem vuruyor. Konuşmuyorum. Konuşmayınca "korkuyormusunuz" diyor. "hayır" diyorum. Susuyorum... iyi akşamlar deyip ayrılıyorum.


İstanbul... 
Orada insanı esir alan bir hava var. Adımını attığın an hissediyorsun. İnsanların bu suratsızlığının sebebi belki de bu. Üstelik esiri olmam desende seni de kapsıyor anında çaktırmadan yapıyor ama bunu. Mesela kapalı bir mekandan sokağa çıktığın an, havayı içine çekip ne güzel diyebiliyorsun. Ama 5 dakika geçmeden o hava, o kalabalık seni boğuyor. Daha sakin bir yeri özlüyorsun. Hani kat kat giyinip de güzelliğin kapanması gibi. Maskeli İstanbul... Kalabalıkla çirkinleşiyor...


Araba...
Havalimanından beni alan ablam "nasıl geçti" diye soruyor... "Daha da gitmem Davosa" diyorum. "Hımm" diyor. Moralimin bozuk olduğunu anlıyor. Sorgulamıyor.


Dün akşam...
Moralim bozuk. Ailem surat ifademden anlıyor. Yukarıya odama çıkıyorum hemencecik. Onlar dizi izliyor. Elim telefonda... Tuvalete gidiyorum. Tık tık ses geliyor. Ablam "aç bir kapıyı" diyor. "Ne oldu" falan derken elindeki tencere kapağını muzipçe bana uzatıyor. :) "napcam ben bunu kıçıma mı kapatıcam" diyorum gülerek. "buda sana kapak olsun" diye getirdim diyor. Kahkahalarla gülüyoruz. Biz güzel bir aileyiz diyorum içimden...



* Resim
* Durgun Efsa...

11 Eylül 2009 Cuma

Tecavüz Üzerine



Tecavüz bir kadına ne gibi zararlar verir?

Fiziksel zararları gün be gün iyileşecektir elbet. Ya ruhsal-zihinsel? Kadını kendinden bile tiksindiren, arındırılamayacağını düşündürten, sindiren, aşağılayan zoraki bir eylem. İnsanın önce kendi vicdan muhasebesini yapması gerekir oysaki. Nasıl kıyılır da, zorla böyle bir zorbalık gerçekleştirilebilir ki? Karşısındakinin bir canlı olduğunu unutup da, nasıl gözü dönebilir?

Ya yasalar?

Bir kadın tecavüze uğradığında, eğer zanlı mağdurla evlenirse..... cezası hafifliyor!!! Buna yasada "etkin pişmanlık" deniliyor. Yaptığı şerefsizliği pişmanlık göstergesi adı altında hakime de inandırırsa vay mağdurun haline... Cinsel saldırıyı yapan şahıs mağdur ile evlenince 5 yıllığına cezası erteleniyor. 5 yıl sonra hala "evlilik birliği"! devam ederse cezai hüküm ortadan kalkıyor.!!!

(Neyse ki son zamanlarda bu yasa kadına daha yardımcı olacak şekilde düzenlendi. Yeni yasada böyle bir indirim söz konusu bile değil.)

Ama geçmiş zamanda, sadece tecavüz değil zorla alıkoyma /kaçırma eylemlerinde bile bunlar söz konusu idi. Yani "erkek kadını zorla kaçırıp, alıkoyduğunda: bu eylemi evlenmek için yaptıysa cezasında hafifletici neden olarak görülebiliyordu!!!" Ya kadının isteyip istememesi?

Ah birde olayın şu boyutu da var. Bu tecavüzü gerçekleştiren birden fazla sanık var ise, aralarından birinin mağdur ile evlenmesi dahilinde; hem kendi kamu davası ve cezası düşer, hem de diğer tecavüzcülerin tamamının davaları ve cezaları... Bu nasıl bir mantıktır ki bir evlenme ile tecavüz suçu ortadan kalkar. Bunun kadına manevi işkence gibi olacağı hiç mi düşünülmemiştir. Sen kalk zorla tecavüze uğra, sonra aralarından birisi seninle lütfedermiş gibi evlensin, diğer sanıklar beraat etsin, senin hayatın zindan olsun, ailen toplumsal baskılar yüzünden bir şey diyemezsin, sen suçluluk ve kirlenmişlik içinde bir gelecek kur. Bu mudur reva görülen...! Allah bilir tecavüzcüler, aralarından birisini kurban gibi seçmiştir!!!

Acı ama gerçek yaşlarımız kaç olursa olsun, tecavüze uğrayan bir kadın asla unutmaz. Üstelik bunları yaşatan şahıs / yada şahıslar serbest bırakıldı ise.....!!!

* Trajikomik bir olay: Hırsızın bir tanesi tecavüz suçlaması ile gözaltına alınınca bağırmaya başlar."Ben tecavüzcü değilim, hırsızım" Neden mi böyle bağırır... Cezaevlerinde tecavüzlerin çoğu şişlenmektedir de!! ondan. Hemcinsleri tarafından!



* Yazıyı daha önce Kadınlar Yazıyor da yayımlayan Efsa...

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Kaç-a-mak


~ Dün tangoya başladım... Dans hocası duruşumun ve dengemin harika olduğunu, 1 ders yürümeden sonra figürlere başlayabileceğimi söyledi. Artık gaz vermek için mi harika dedi, yoksa gerçekten iyi mi bilemedim. Ne zaman aynada yürümeye kalksam, dans ettiğim çocuğun ayağına bastım, bastırdım. Yine benden 1 ay önce başlamış bir gruba yetişeceğim. Salsada da aynı şey olmuştu. İlk gün adımları falan boşverip 9 figür gösterilmişti. Sonra gidince kendimin gerçekten onların seviyesindende güzel olduğunu görüp sevinmiştim.

~2009 hedef listesindekiler tek tek azalıyor... Yakında kendime yeni hedefler koyacağım sanırım. Bir tek ingilizcem kaldı çünkü yapılabilecek olanlardan...

~İçimde sürekli yapmadığın bir şeyi yap diyen dürtü var. Balona binmek, Yamaç paraşütü yapmak, hiç gitmediğim bir yere gitmek istiyorum.

~ Son olarak: Biraz bakım zamanı geldi benim tekneye herhalde. Arkadan itekleyince gitmeye başladı... İşin özü üzgünüm biraz bezelye ile ilgili... Birde oruçlar, uykusuzluk girince dengem şaştı... Gelince üstüste gelir denilen şeyleri yaşadım şu günlerde...

Herkes kendine iyi baksın. Hayırlı Ramazanlar dilerim...

* Geceleri uyku sersemi minik bir sesle uyanıp, kendisinden su isteyen o minicik bir nefesi arayan... Kendisine "biliyormusun dünyanın en güzel kokan kişisi sensin" diyen sesi yine duymak için neler vermezdim diyen...Dün dolmuşta eline dokunan ufak parmakların bir tanesini, bezelyesi yerine okşayan... Anaokulu defterlerini ve uyduruk çizimlerini tüm gece boyunca toparlayı, resimlerini çeken...Yavrusunu 1 yıl boyunca, okulu yüzünden sadece hafta sonları görebilecek...Kendini tuvalet fırçası gibi hisseden Efsa...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Genç ve Dul kadın


Genç anne olursunuz... Bunun en güzel yanı; bebeğinizle birlikte büyümenizdir. Özellikle hala çocuk kalmak isteyen bir benliğiniz varsa, birlikte oyunlar oynamanın keyfini sürersiniz...

Ama genç anne olmakla, genç ve bekar anne olmak arasında toplumumuzda ayrımcılık olarak görülebilen bir durum vardır.
Bu yazıyı sanırım birkaç bölüme ayıracağım... İlk bahsetmek istediğim dul kadın mevzuu...


Şimdiii; bir şekilde, bir sebeple yürümeyen bir evliliğiniz biter yada eşiniz ölür... Sizse hayatın size nimet mi, lanet mi sunduğunu anlayamazsınız. Boşandığınız için kendinizi mutlu, içi boşalmış ve hayata yeniden adım atmaya hazır hissederken, size göre nimet olan şey... Topluma göre lanettir çoğu zaman. Malum pek bir etiketleme meraklısıyız hepimiz.

Dün yan komşunuzun bacım, kardeşim diye seslendiği sizler, anında okus pokusla "kadına" çevrilirsiniz. O ana dek göze batmayan, herkes gibi olan davranışlarınız; (birilerinin gözünde!) bir anda içinde seksepalite kokan eylemlere dönüşmüştür. "Dul kadın" olmanın "potansiyel verici" olmakla eşdeğer sayıldığı bir devirden günümüze neler değiştiğini düşünüyorum da. Koca bir hiç...! Tamam, belki biraz anlam değişikliği oldu o kadar. Onlara sorarsanız mazeretleri çok açıktır. Dul kadının sevişmeye ihtiyacı yok mudur? Eee dünkü size bacım diyenler, her zaman bu ulvi görevi layığı ile yerine getirmek isterler. Cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamayı vazife edinirler. Zaten dul kadının da düşünecek başka bir şeyi yoktur, tek derdi budur. Her şeyi bir yana bırakıp, Ah! Biri gelse de sevişsek diye bakınırlar hepsi! Üstelik bu hangi seviyede, kültürde, gelenekte bakarsanız bakın dul kadın olmak zorlayıcıdır bir kadın için.

Siz boşanırsınız / eşinizi kaybedersiniz; sonra şöyle bir çevrenize bakarsınız, değişen bir şeyler olacak mı diye? Bizim beynimizi geçmişte öyle bir boyamışlardır ki, arkadaşınızın eşinin arabasına binmeye bile çekinirsiniz...
Yanlız yaşamaya çekinirsiniz... Yanınızda ki her erkekle işi pişirme ihtimaliniz vardır çünkü! Bir neslin filmleri, size bu dul kadınlarla ilgili birçok şey aşılamıştır... İnsanların bekarken yaşadıklarını yaşarsanız, size cüzzamlı gibi bakıverirler.

Birde şu var bakın!
Diyelim ki; aileniz sizi bağrına basmıştır. Onlarla yaşamanız size, biraz daha namuslu bir hava kazandırır. Çünkü yanlız yaşayan bayanlar, imkanları! fazla geniş bayanlardır... İnsanlar yüzünüze bakıp gülümserken, içlerinde: "Hem dul, hemde yanlız yaşıyor. Bak bak bak. Kesin yatıp kalkıyordur bu kadın... Zaten geçen günde biri bırakmıştı araba ile... Şu gün geç gelmişti evine, çocuğundan da mı utanmıyor... Böylelerinden korkacaksın, her daim tetikte olmalısın... Evine mi alıyorsun o kadını, kocan evdeyken! Deli misin kızım sen..."

Bir dulsanız, hareketlerinize iki kez dikkat etmeniz gerekir. Nasıl oturulacağı kalkılacağı, nasıl gülümsediğinize bile en ince ayrıntısı ile dikkat edilir. Hep iki ile çarpılacaktır her davranışız... En ufak açığınızda aradan sızmaya çalışılır. Hemcinsleriniz bekar bir bayanı süzerken, sizi iki kere dikkatle süzerler. Erkekler içinse; kolay avsınızdır... Nasıl görürler biliyormusun? Zorluk çıkartmaz, Tecrübelidir. İlişkilerde çocuksu davranışlarla sizi bezdirmez. Soru işareti ile biten cümleler pek kullanmaz? Yanınızdayken doğaldır, kendini farklı göstermeye çalışmaz, doygundur vs. diye liste uzayıp gider...

Bir düşünelim bakalım? İş görüşmesine giden dul ve çocuklu bir bayan; sorulan soruda şöyle bir düşünür. Heleki çocuğu varsa; bekarım dese bir türlü, demese diğer türlü... En sonunda bekar ama çocuğu olduğunu belirtince, karşıdaki insanın bakışları, değişir mi değişmez mi? Ya da yeni tanıştığınız birisine bunu söylediğinizde.
Bayansa size destek olma ayağında neden ayrıldığınız merek eder önce. Erkekse sizinle sevişmenin nasıl olacağı, yada diğer tabirle kendisine verip vermeyeceğinizi. Bunlarında hepsini de, içine umut ve "ay sen ne güçlüsün" kelimeleri altında yaparlar.
~~~~~~

Toplum için ya evlisinizdir, ya bekar. Kredi kartı başvuru formlarında veya önünüze sunulan çoğu belge de size seçenek sunarlar. Ne olduğunuzu seçmeniz gerekir. Hadi bakalım seçin ne olduğunuzu. Evli misiniz: hayır, bekar mı? Eh bekarım tabiki diye düşünürsünüz. Ama sonra bir soru belirir beyninizde;
niye utanmam mı gerekiyor benim dulluğumdan? Boşanmış olarak büyük ve affedilmez bir suç mu işledim ben? Yürümeyen evliliğimin suçunu sadece kadın tarafına yüklerken, çok mu masumsunuz siz? Ama nedir? Boşanmış olmak, dikiş tutturamamaktır değil mi?

Ya ben... İkinci bir evliliğe sıcak bakıp, ama derinlerde deli gibi korktuğumu size nasıl açıklayayım. Hep insanların ne dediklerine bakan bir ailenin/çevrenin/arkadaşların yanında büyürseniz, empati yeteneğiniz ne kadar gelişken olur biliyormusunuz?

Birde anneler vardır. Tek korkuları oğullarının dul kadınlara bulaşmasıdır. Maazallah kendi oğulları bir dul kadının oyuncağı oluverirse, o kadının çocuklarını besler halde buluverir kendini. Çünkü asla kendilerine
"baba" demeyecek çocuklara bakmak için yetiştirmemişlerdir oğullarını... Bekar erkek & Dul kadın versiyonu daha kabul edilemez ölçülerde bizim ülkemizde. (Bir nebze bakirelik kavramı ortadan kalkınca, olabilirliği artmış bir durumdur.) Hımm napar bu kaynana adayları:

- evlatlıktan ret ederler oğullarını.
- sütlerini helal etmezler.
- kendilerine yazık ederler.
- intihar etmekle tehdit ederler.


Üstelik ne deseniz boş gelecektir. Siz kandıran taraf, erkekse kandırılan taraf olacaktır her zaman. Anlatmaya çalışırsınız, peygamberden tut, birçok örnekler sunarsınız. Ama o zaman dinin bir hükmü kalmaz. O zaman örf-adet-gelenek üçlemesi konuşur. Siz ne derseniz diyin, zordur bunları aşmak.


Hele ki aşan tarafın ayrıldığını düşünürsek, çıkacak söylemler, "ben sana demiştim" ler havada uçuşur.


Velhasıl zordur dul bir bayan olmak. Bir sonraki evlilik hep korkutur insanı. Beyninizden şöyle bir geçer düşüncesi: "Ya bu da yürümezse..."


Mutluluğa inanıp inanmamaksa, tamamen size kalmış. Diliyorum hepmizin karşısına güzel insanlar çıksın her yönden.


resim alıntı

7 Temmuz 2009 Salı

Masal / Tuğlalar




Hani gözümüzün önünde olanı göremeyiz ya bazen. Gördüğümüz an ise gerçek suratımızda patlar... Onun gerçekleri de öyle idi. Bir gün etrafına alıcı gözlerle bakmaya başladığında: "Buraya kadarmış" dedi. Elleri ile ördükleri duvarları yıkmaya başlamıştı nicedir. "Hiçbir şeye değil de bu duvarlara acıyorum belki de" diye düşündü kadın ve yazmaya devam etti.
Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı... Her bir tuğlayı geriye çektiğimizde, hatalarımızla yüzleşir buldum kendimi. Unuttuğum incinmişliklerimi ve söyleyemediklerimi; hırçınlaşıp sözcüklerin zehirli dilini kullanıp kırdığım, bazen bunalttığım seni anımsadım. Sadece hayatımızda bir şeyler olacaksa hep mükemmel olmalı, rayında gitmeli diye düşünmüştüm. Yanlış konulan bir tuğlayı seni uygun şekilde uyarmama rağmen düzeltmiyordun. Ve ben sonra unuttuğum hatayı fark ediyor ve o tuğla için tüm yapılı bir duvarı yıkma çabasına girişiyordum. O yamuk tuğlanın orada durması, senin çabasızlığını yüzüme vuruyor gibiydi.
"Neden" diyordum, "bu kurulu düzen içindeki eksikleri veya yamuklukları fark edemiyor."Görsen de hiç denemedin, bosverdin, öyle de yaşanır sandın, kendin uzaktaydın çünkü ara sıra fark ettiklerin gözüne bakmayacak kadar değersiz geldi belki de. Bende bunu hiç affedemedim.
Biliyorum; sen bu satırları okurken daha cevaplandırıyorsun, tüm sözcüklerimde ki gizli sorularımı. Ama bu kez yetmedi işte kelimelerin. Ortada cevaplandırdığın ama asla beni tatmin etmeyen, benden çok kendini inandırmak için kullanılmış kelimelerin ile kalakal istedim. Defalarca şans verdiğimizi bile hissettirmeden, adım adım uzaklaşmamızı izledik birlikte. Etrafıma duvarları ellerinle ördürdün farkında değildin... Değildim... Ama biliyormusun? Ben hep denedim, belki de bu nedenle kendimi suçladığım anlardan sıyrılıp, kendimi affetmem daha kolay oldu senden.


Benimkilerden önce örülmüştü senin duvarların. Bunun için bana hep kendimi suçlu hissettirme yoluna gittin, kendi yapamadıklarını benden bekledin. Ben yapmadıklarını yapınca da, sana ihtiyacım olmadığını anlamamı sağladın. Sonra ne oldu biliyormusun, benim yüzümden birbirimizden uzaklaştığımızı düşündüm. Konuşamamanın, ortak paylaşım alanlarının darlığının bizi çözümsüz ve sığ bir alana sıkıştırdığını sandım. Denediğim tüm girişimleri sonuçsuz bırakan hayat şartları sandım, seni hiç suçlamadım, suçu hep kendimde aradım.


Biz hiç kavga etmedik seninle? Defalarca birbirimizi incitmekten kaçınıp son anda tuttuk öfkelerimizin dizginlerini, sonra eski yalnızlıklarımıza geri döndük. Çözmek yerine susmayı tercih ettik. Neden? Neden bir kez olsun bana haksız taraflarımı bağıra çağıra söylemedin?Neden öfkeli görmedim hiç seni?


Hep merak ettim biliyormusun? Bir ayrılıp bir barışan, sürekli birbirlerini hep seven hem yeren insanların davranış biçimlerini... Biz hiç böyle değildik. Biz birbirimize hep güvendik. Birbirimizi kırmaktan korktuk. Değer mi dedik üzmeye? Tamiri zor sözcükleri söylemekten çekindik... Değiyormuş, insanları hataları ile yüzleştirmek gerekiyormuş...


Senden sonra ne oldu biliyormusun? Hayır, hiç bilmedin? Hiç fark ettirmedim sana? Sadece bir kez verdiğim tepkiyi gördün, incinmişliğimi gördün... Yanımda koltukta oturuyor ve duymayı hayal bile edemeyeceğim şeylerle yüzleştiriyordun kem kendini, hem aileni, hem beni. Kafamı çevirip sana baktım inanamamazlıkla... Bakışıma "üzgünüm" diyen ifade ile karşılık verdin. Ama bu bakışta "imkanım olsa, yine giderdim" ifadesini yakalayınca çevirdim başımı... Kucağımda duran ellerime, oradan ayaklarıma, oradan halının çizgilerine baktım... O anı hiç unutmadım.


Yıkıldım sanmıştım, bir daha toparlanamam... Ne halt edeceğimi bilmeyerek geçti ilk aylarım. Ben özene bezene yaptığım tuğla duvarlarımızı işte o gün yıkmaya başladım. Kendi ellerimle yaptım bu evi, yine kendi ellerimle yıkarım hesabı, tek tek yüzleştim her biri ile. "Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı..." Zamansız daha kurumadan konulan tuğlalardı bizimkiler. Fazla hava alınca evimizi ısıtmaya yetmedi hiç bir sıcaklık. Çatladı birer birer... Yanlış konulan içi doldurulamayan tuğlalardı bizimkiler. Eksik kaldık...


Şimdi hiçbir şeye değil de verilen emek emek üretilen tuğlalarıma acıyorum bazı bazı dedi ve sustu kadın...





Resim alıntı


30 Haziran 2009 Salı

Tuvaletteki kadınlar... 3


* Güç savaşları sadece erkeklerde mi var yani? Kadınların hepsi de kendilerince ayna önünde güç savaşı verir. Üstelik yaşa başa bakmadan. İstisnasız tüm kadınlar; o an elde yıkasa, rujda sürse, kıyafetini-saçını da düzeltse; kapıdan giren diğer kadına şöyle bir göz ucu ile bakıp notunu verir. Ona göre ya incelemeye devam eder, ya da tınlamaz inceleyecek yeni adaylar bulur. Ama hepsinden öte kendinde gördüğü gücü-üstünlüğü taslamaya bayılır.

Diyelim ki yeni kapıdan girenin bacakları kalın, inceleyenin ince. Allah ım hemen bir çark düzeni devreye girer ve arkadaşına ayakkabı yada bacakları ile ilgili bir söz patlatıverir. Çekinmese o an lavaboya koyar bacağını gösterebilir.

Ya da diyelim ki hatun saçlarını boyatmamış, bakımsız bir duruşu var, parıldıyor tepesi. Diğerinin hemen saçlar salınır. Toplu ve düzgün olsa şöyle bir dağıtılıp yeniden toplanır.

Ya da kilo ile ilgili bir olaysa hemen kıyafet düzeltilir. Önce sağa, sonra sola dönülerek beden afişe edilir. Yan gözle de bakmaya devam edilir. (ama aynadan)

Aynaya ilk gelen; üstünlüğü ve gücü elde etmiş kadındır. Aynada kim yayıla yayıla ve uzun süre kalıyorsa o ezici üstünlüğünü yeni gelenlere ve gidenlere kanıtlamış kadındır.

Ve bunlar o kadar hızlı gelişir ki, kadın kapıdan girer, aynadakilerle göz göze gelir. (Aynı anda boş tuvalet var mı kontrol edilir) Eğer "aynada" incelenecek çok şey varsa, kapının kolunu tutup yavaş hareketlerle kapatmayı dener, yoksa tuvaletlerin olduğu bölüme doğru meziyetine ve güç savaşına göre başı yukarıda yada aşağıda, hızlı yada yavaş adımlarla, yan bakış geçer.

- tık tık
- doluuuuu (başka türlü cevap verilmez, hep dolu der kızlar, eğer arkadaşı ise vuran ne var be diyebilir.)

* Ayna önü muhabbetlerinin çoğu da zaten erkekler, "öteki" ler hakkındadır. Saat farkı gözetilmez asla.

* Gecenin bir yarısı bir mekanda girilen tuvaletlerde kusan kızlar vardır. Kapı ardına kadar açık, klozete çömelen arkadaşın, ayakta dikilen arkadaşı etrafa hafif mahçup bakışlar atar.

* Hep makyaj yapan birileri vardır. Ve üstüne başını düzelten.

* Diyaloglar ise apayrıdır. Özellikle telefonda konuşan ve tek eliyle saçını düzelten insanlara çok sık rastlarsınız. İlginç konuşmalar duyarsınız. Dinlememek için çırpınsanızda mutlaka kulağınızdan içeri girer. Karşı kadınla bakışıp, anlamlı kelimelere gülebilirsiniz.


Efsaca 1 : Birde geçenlerde; idrarımda ki mucizeyi okuyunca, kendimi bu mucizeyi suratına baka baka, acımadan elinin tersi ile iten (sifonla çeken) biri gibi gördüm yeminle!!! Ne kadar çok şeye yarıyormuş. Oysaki ben bir tane faydasını biliyorum. Nimetmiş de haberim yokmuş. Denermiyim? Hayırrr.

Efsaca 2 : Bezelyenin tuvalet maceralarıda pek yakında sizlerle. :)))

Efsaca 3 : Diğer tuvalet yazıları için sizi şu kabine alalım. Orası temizlik için kapalı da.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bilmiyorum!


Yaklaşık 19 yaşımda tanıdığım eski bir iş arkadaşımla, aynı mahallede oturduğumuzu farketmemiz üzerine diyaloglarımız gelişti. Sonra benim saham başka bir yere kaydırıldı, birbirimizi tek tük, denk gelindiğinde görmeye başladık. Evlendiğimde eşimle de tanıştılar, bezelyeyi gördü. Ama biz böyle hep ayaküstü muhabbetle seneler geçirdik. Sonra ben tekrar ailemle yaşamaya başladığımda sabahları karşılaştık 2 yıl boyunca :). Merhaba, günaydın, nasılsından ileriye gidemeyen konuşmalar; bugün ise yanyana oturmamız üzerine şöyle gelişti:

- Efsa siz buraya mı taşındınız?
- Evet taşındım. (lafın nereye gideceğini bilen ben) Ama biz ayrıldık XXX ile.
- Hadi ya, ne zaman
- 2 yıl oldu.
- Aaaa ama iyiydiniz siz?
- Hııı
- Sen şimdi ailenle kalıyorsun. Bende diyorum bunlar diğer tarafta oturuyorlardı. Neden geldiler.
- Evet ailemle kalıyorum.
- Evlendimi peki yeniden XXX?
- Bilmiyorum!
- Yok mu öğreneceğin bir yer
- Öğrenmek için sebebim yok.
- Yok yani barışırsınız diye söylemiştim....
- Barışacak olsam boşanmazdım ki.

(Şimdi bu bilmiyorum cümlesini herhalde bütün eş, dost, arkadaş, bizi geçmişimizde tanıyan her insan evladına söyledim boşandıktan sonra. Artık nefret ediyorum bu kelimeyi kullanmaktan. Ha kullanmak zorunda kaldığım anlardan da.)

Birde çocukluk arkadaşım var Y. Kendisi biraz fazla konuşmayı, bolca boş konuşmayı, çokca dedikodu yapmayı seven bir insan. Oda her görüşmemizde (2 ayda 1) soruyor. Hoş beş sohbetten sonra, soruları başlıyor.

- XXX napıyormuş? (yine başladık)
- Bilmiyorum. (:S)
- Evlenmişmi o kızla? (2 yıldır aynı soru yalnız)
- Bilmem, sormadım Y. allah aşkına sorduğumu düşünmüyorsun herhalde?
- Yaa belki komşular, birileri söyler diye düşünmüştüm de. Eski komşularınlada mı görüşmedin yakın zamanda?
- Hayır görüşmedim. Görüşsemde sormayacağım Y. banane ya.
- Yok yani ondan demedim. Ortak arkadaşlarınız vardı...
- ......
- Tamam sustum...


Bir başka diyalog, (aile dostlarından bir teyze)
- Efsa ayrılmışsın eşinden herhalde. (pis dedikoducular)
- Evet ayrıldım.
- Yaaa falanca filanca söyledi; "başka bir kız bulmuş" öyle mi?
- Evet
- Bu güzelliğe, hanımlığa rağmen? Boşverrrr, Allah sana son gürlüğü verir kızım hiç merak etme.
- Ha yok ben şimdi daha mutluyum emin olun.
- Tabi tabi kızım eminim. (haydaa) Şükret ailen kucak açtı. (:S) Maşallah pekde güzelsin. Bezelye seninle dimi?
- Evet benimle.
- Evlendimi peki o kızla? (bla bla bla)
- Bilmiyorum. (yine başladık)
- Haber gelmedi mi?
- Sormadım kimseye. Zaten ortak tanıdıklarımızla da görüşmüyorum. O mahalle ile de işim olmaz.
- Merak etme haberi gelir. Böyle zamanlarda uçuran çok olur. (senin gibi) Biliyormusun bizim Nerminin oğlu vardı. Oda eşinden ayrılm......ış.
- Aaaaa yukarıda telefonum çalıyor herhalde, bir an sesi geldi. Pardon A. teyze.


İnsanların bu karı-koca merakına verilecek en güzel cevap diye bişiy yoktur. Her yeni cevapta, başka sorular sorulacağından en güzeli o ortamdan sıvışmaktır.
Eski eşimin evlenip evlenmediğine benden başka herkes pek bir meraklı. Annem bile arada dayanamayıp, konusunu açıyor. Acaba o naptı, kızın okulu bitmiştir, ailesi ne düşünüyor acaba? vs. bir ton soru evirip çeviriyor kafasında.

Artık evlensede kurtulsak cümleten der oldum. Bu seferde çocuğu oldu mu diye sorarlar mı ki??

Resim alıntı.

11 Haziran 2009 Perşembe

Evlilikte tenefüs diye bişiy varmı?


Ben çoğunlukla;

- Telefonla konuşmaktan nefret ederim. Bu nedenle en samimi olduğum arkadaşımla bile haftada bir falan görüşüyoruz, onun dışındakilerle 15 günde bir... 
- Kadınların dedikodu muhabbetlerinden baygınlıklar geliyor. O nedenle fazla gün, ev gezmesi, komşu muhabbetim de yoktur insanlarla. Ayaküstü hal hatır sormadan ileriye sorular sormam insanlara.  
- Eve geç gelen birine nerede kaldın diye telefon açmam. Bilirim ki zaten önemli bişiy olsa telefon açacaktır. 
- Eğer düzgün açıklamalar varsa ortada çok soru sormam.
gibi gibi listem uzundur

Evlilik yaşamımda da çok rahat kadındım. Hatta bir çok görüştüğümüz çiftlerdeki erkek kısmısının, karısına örnek gösterdiği bir kadındım. Evliliği bir sıkıntıya dönüştürmekten çok kimsenin özel hayatını, arkadaş çevresini elemeden yaşansın istedim. Zaten eşimin hiçbir arkadaşını sevemedim. (Hepside gülümsemekten, sıcaklıktan yoksun, bildiğin zıpçıktı tiplerdi.) Onlarla olmaktansa, evde oturup bilgisayar başında pineklemeyi tercih ederdim. Elbet hep birlikte geçirdiğimi zamanlarımız da oldu. Ama cidden oturup iki satır muhabbet edeceğin insanlar değillerdi. Boşlardı. Kaliteli zaman dediğimiz olayın A sını bilmiyorlardı. Bense öyle şeylere hiç gelemem. Ortada gırgır yok, gülümseme yok, saçma salak espiriler, iş muhabbeti, yol muhabbeti. Yav karı kız, futbol bile konuşmuyorlardı. Ortada dönen bir rakı muhabbeti olur, eğlenirsin ailecek, arkadaşcak. Ama yok yani. Zaten hep dışarıda olunca bunlara bile fırsat bulunamadı ki. 

Her neyse ne diyordum... İstedim ki herkesin kendine ait zaman dilimleri olsun... Oldumu oldu, hemde fazlasıyla. 
Fakat bazen ipin ucunu da doğru tutmak gerek. 
Uçurtmanın ipini çok salmamak mesela. 
Bir kuşu öldürmeden avucunda tutmak 
ve bir balığı tutar gibi tutmak gerek-miş. Benimki bazen pek bi seyrekti kabul. (özeleştiri)
Ama eşim hep şunu başarmış bir insandı. "Kendini özel hissetmenin" ne demek olduğunu hissettirirdi. Hatta ben ayrılacağımızı bir arkadaşıma söylerken 
"-inanamıyorum efsa, kollarını, omuzlarını öperdi yanyana oturduğunuz anlarda, daha yenilerde ....... " diye devam etmişti. 

Ben de biraz sarmaş dolaş ilişkilerin insanıyım birde. Dokunayım falan, yanyanayken bir yerlerimiz temas etsin isterim. Çekinilmesin. Oda öyleydi, severdim o huyunu. Çok severdim.  

Ben bu şekilde tavizkar davrandıysam bana bu güveni aşıladığı içindi. Ha sonunda içine etti o ayrı, ama 7 yıl kadar gerçekten hoş bir anlaşma oldu aramızda.

Hatta bu mimozanın eşi de -bak ne kadınlar var, sen bir akşam arkadaşlarla göndermiyon diye diye arkadaşımın kafasını şişirdiği günlerde... Ben eşimin kısıtlı tatil günlerinde arkadaşları ile eğlenmesine, dansetmesine, içmesine bişiy demezdim. O da benim gittiğim yerlere karışmazdı. (Ailesi ondan çok karışırdı :) )  Zaten adam bütün bir ay Türkiye' nin bir ilinin bilmem ne köyünü tararken, 15 de bir eve gelebilirken, bunu ondan esirgemek ne bileyim haksızlık gibi gelirdi. Ben zaten evcil bir insanım.Gezip tozmasını severim ama bilmediğim bir yer olursa. Yoksa tanıdık mekanlarda bir yere oturalım 1 saat geçsin bende sıkıntı belirtileri başlar. Bir eve gideyim koltuk koltuk gezerim, en sonunda mutfak sandalyesinde karar kılarım falan. Tabi bilgisayar koltuğu da olabiliyor bu :))


Orta yolu bulabilenlerin önünde saygı ile eğiliyorum. Zira benim bulamadığım test edildi. Ben çok sıkıştırmaya, sıkıştırılmaya gelemeyen bir insanım. Birisi bana tavizkar davranınca hemen yelkenlerim iniyor. Hiçbir kural dayatma bir insanın an larından mutlu olmasına engel değil diyorummm... ama aldanıyorum bazen işte.  

Ashure bu arada umarım az çok yanıt verebilmişimdir yorumuna :)) Demem o ki bazı erkekler o muhabbete de girmeyip, sana bile çemkirme hakkını bırakmazlar... :)

Resim alıntı

19 Mart 2009 Perşembe

Sevilme isteği


İnsan mutsuzluk anlarında neden geçmişi hatırlar. Aklıma türlü sahneler geliyor yine. Suçlayacak kişiler, olaylar, yerler arıyorum. Bulduklarım oluyor... Bulamadığımda kendime sarmayı deniyorum. Ama kendimle hesaplaşalı çok uzun zaman oldu. Boş bir suçlama benimkisi. Sebep - sonuç ilişkisi çoktan kurulmuş. Kendimi tanıyorum. Görünüşte o kadar güçlüyüm ki, kalelerim o kadar sağlam ve yıkılmaz ki... kendimi Prensesler gibi görüyorum. Sanıyorum ki şu dünyada kimsenin beni sevememe ihtimali olamaz. Ben iyiyim, ben bu dünya için fazla dürüst bir insanım. Ben olaylarda ilk önce hinlik düşünmem. Düşünmek gerekiyormuş. İnsanlar birbirlerinin ağızlarına sıçınca, kaybetme korkusu duyuyorlarmış. Suçu bastırma politikası uygulayıp aksi yönde saldırıya geçmek gerekiyormuş. O kadar umursamaz olunmalıymış ki, hissettiklerini söylemeyip gösterip kendini geri çekmeliymişsin. Benim gibi ne hissettiğini öyle şappadanak söylersen, sonunda olacağı buymuş. Karşındakini süründürüp, ezim ezim ezmek gerekiyormuş.
Neden bu kadar tavizkarım insan ilişkilerinde???


* Dünyada herkes beni iyi ansın istiyorum... Kefareti çoktan ödenmiş yaptıklarımı, bir daha tekrarlamamak için mi?

* Senelerce el üstünde tutulup, sonradan birileri ile kıyaslandığımdan, sürekli daha mükemmeli olma çabalarımdan mı? Birkaç törpülenmesi gereken eksikliklerim yüzünden, kendimi diğerlerinden, düşük görmem mi?

* Kendimi mi sevmiyordum yoksa. Doğru ya insan bir kere sevmezse kendini, bir başkası sevsin ister. Sevilme arzusu o kadar büyür ve bağımlı hale getirirki insanı, ne tür şebeklikler yapacağını şaşıverir insan. Sürekli sevildiğinizi duymak istersiniz, ama bir yandan da sevilmeye değer bulmazsınız kendinizi. Her an ilerisi için sözler beklersiniz.Benim çelişkimde bu noktada mı başlıyor? Ben bunları aşmamışmıydım?
* Vicdan mı yoksa? Son söylediğim söz asla kırıcı olmamalı karşımdakine. Değermi, kırmaya üzmeye bakış açısımı? Ölürlerse onlara söylediğim son söz yıkıcı ise vicdanım buna el verirmi?


Dün gece sırasıyla; istek, korku, hırs, kabullenememişlik, öfke, sinir, tutukluk, kendine acıma, karşındaki aşağılama, kaybettiklerine üzülme, çaresizlik, onun kaybettiklerini düşünme, bitkinlik, yorgunluk, bu geceyi geçirsem isteği, kimseye bişiy anlatamama, hatta bazen o kadar çok üstü kapalı anlatma ki artık yorulma, yardım isteme, çakılı kapatma isteği, veda yazısı hazırlama, hatta tümden blogu kapatma isteği, kimseyi aramama, kimseyi okumama, telefonlara cevap vermeme, birilerinden bişiyler ummama, uyusammm uyusam uyusam. Blog kapatılmalı... Bu gece bitse... Kimse beni bulamasa...


Heyy sizler okuyun bilin... Benim canımı yakmak istiyorsanız ihmal ve umursamazlık yapmanız yeterlidir bilyormusunuz? O yaptı, oradan biliyorum....


ve son olarak şu yazıdakinin aynısını da hissediyorum. Kazanma ve kaybetme hırsları üzerine...
Related Posts with Thumbnails

..