masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2010 Pazartesi

Masallarda Bile Yerim Yoktu Benim.


O zamanlarda yaşasaydım, yerim olur muydu Lafonten masallarında?
Gerçi "sana baktıkça başkasını göremeyen"
tek gözlü canavar olurdu benden, olsa olsa...

Senin masalının geç gelen prensesiydim ben!
Şimdi hangi adımı atsam, ileri gidemem külkedilikten...
"Bana içinde ben kokan bir masal yaz" desem,
Yazar mısın?

Geçenlerde "sen insanları fazla önemsiyorsun" dedin ya!
Ah sevgili;
eğer onlara önem ve şans vermeseydim,
seni nasıl sevebilirdim!
Bana, başkalarından artık duyguların kalsa da!
Ben seni tüm kusurlarınla sevdim.
Seninle olan masalım hiç bitsin istemedim.
Sen yokken de kelimelere tutunmayı öğrendim.
Ama şimdi;
Ne zaman yazmayı denesem, kopuyorlar ucundan sertçe!
"yakala" desem,
Tutar mısın?

Belki de en çok bitişleri anımsadığımızdan, sonuna nokta koyuyoruz cümlelerimizin insanlık olarak.
Ama dedim ya;
Ben sana nokta koyamıyorum, benim kaderim sende virgüllerle çoğaltılmış.

Ah sevgili;
Benimle günah çıkartır gibi konuştun ya;
Madem bana söyleyecek sözlerin vardı da, neden başka paragraflara atladın?
Madem ben seni severken düştüm de, sen beni neden düşürdün aklından?
Şimdi ben kaçak oynasam,
Sende kaçar mısın?



* Halen her yeri yastık niyetine kullanmak isteyen uykucu Efsa...

* Görsel

9 Haziran 2010 Çarşamba

Geniş zaman kelimeleri



"Kırmızım, kanım, saçlarım..."

Aslında bakmayın geniş zaman kelimelerime.
Hayatımı hep -mış tadında yaşadım


Mesela;
Bin bir ejderhanın alevi saklandı, her bir saç telime.
Bu yüzden ne zaman savursam!
Yaktım ortalığı bilinçsizce.


Ve bu yüzden,
Rapunzel bile halt etti yanımda.
Rüyalar gördüm -mış lı zamanlarda,


Medusa olmuştum,
Libya' nın çölünde yılana dönüşmüşüm bir ara.
Kesip bir telini Musa' ya,
Diğer telimi Kızıldeniz' e vermişim.
Boyamışım, saç rengim bundan akmış.


Koparmışım,
İki suyu karıştırmayan denizi, saç telim ayırmış.


Göklere,
Laleye,
Çınara,
Kumaşa,
Son bahara,
Onun dudaklarına
kızıllığımı vermişim.


Hiç bir şeyi sonlandırmamak adına
bu yazıyı da yarım bırakmışım.
Uzatmışım sonsuzluğa...


* Bu aralar üzerine bir miskinlik çöken Efsa... Öyle ki artık hazırcılığa kaçıp, hep önceki yazdığım yazıları yayımlıyorum.

14 Mart 2010 Pazar

-Mış Tadında Bir Masal


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...

Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.

Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.

Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şeyin unutulduğu...

Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...

Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...

Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.

Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...

Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.

Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.

Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.

3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.

Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.

Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.

Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.

Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.

İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.
Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?

Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.

Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.

Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...

"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"

14 Ekim 2009 Çarşamba

Mektuplar / Olmayan Biz' e Dair



Konuşmalarımıza istinaden çok şey yazdım senin için... Çoğu kez o anların sıcaklığını da hissettim. Değişen ne bilmiyorum, ama artık özlemiyorum!


İnsan sadece boşluğa düşünce, özlemeyi hatrına getiriyor. İstanbul gezimde arkadaşlarımdan birisi,yazdıklarını okurken aralarından şöyle bir cümle aklımda kaldı: "Senin üstünü çizdim zannederken, altını çizmişim" Çok hoşuma gitti. Ve yine Y.‘ nin yazdığı diğer bir söz… Bu sefer içim gitti. "canını acıtan varlığı mı, yokluğu mu kestiremeyeceksin"


“Sahi neydi canımı en çok acıtan? Varlığınla yakan, yokluğunla susatan..”.


En çok neyini sevdim diye zaman zaman çok soru sordum kendime. Hatırlıyor musun senin iyi yanlarını görmek isteyen bana inat; konuşmaların birinde “belki de okudukların ya da gördüklerinden daha da kötüyümdür” demiştin. Gerçekten bu kadar tahmin gücümü aştıran şekilde kötü müydün bilmiyordum. Ama engellenemez biçimde burada ki dürüstlüğüne aşık olmuştum. Sadece ne olduğundan, ne olmadığından emin birisin ve bu hayatı sevmediğini onlarca kez söyledikten sonra, gerektiğinde bundan sıyrılabilirsin sandım..


Hayatımda bir kez olsun, bir insanı değiştirmek istemeden, olduğu gibi kabullenmek istedim. Seni istedim. Bunların hepsini göz ardı etmek, gerçekten dürüstlüğüne inanmak istedim. Benzer yapıdaki düşüncelerimizin bizi bir yere götürebileceğini sandım. Bizi ne olduğumuzu bilmediğimiz bir “şey” den alıp, gerçekliliğe taşır sandım… Yanılmadım… Sadece sandım…


Bazı erkeklerin hayatlarındaki ezber bozduran kadınlardan bahsettik yine arkadaşlarımla. Hani alışılmışın dışında kalan kadınlardan… Beklentisiz, kendine bir yol çizip o yolda zaten yürüyen, fakat bunu karşıdaki ile yapmak isteyen kadınlardan… Ondan, benden…


“Söylesene neydi sende ki o doymayan yan?… Ben sadece seni kısıtlamadan hayatını yaşamanı istedim. Sadece benimle olmaktan, konuşmaktan, paylaşmaktan mutlu ol istedim… Yaşamında bir engel gibi var olan ve bu yüzden mutsuz eden kadın olmak istemedim… Buna rağmen yetmeyen neydi? Neydik ki biz? Ve ne olmak istemiştik?”


Hatırlıyor musun bir gün hışımla “Biz neyiz bilmiyorum. Sevgili miyiz, arkadaş mıyız, dost muyuz, neyiz bilmiyorum ama seni seviyorum” demiştin. Neden sevmediğin halde buna inandırma gereği hissettin. Yanımda yoktun… Tek hatırladığım “Ben yorulup uzaklaşmak istediğimde beni yolumdan döndüren bir sen… Beklenmedik bir anda yanıma baktığımda yokluğunu anlayıp, kendini sorgulamalara iten bir ben...”


Bir çocuğun doğumundan da aşkın bir süre geçti aramızda. Aramızdan kırgınlıklar, kızgınlıklar, tutkular, kıskançlıklar, umursamalar, umursamazlıklar, başka insanlar geçti. Şu an anlıyorum ki; en çok bende ki Araf' ını sevmişim. Senden hem nefret etmeyi, hem de sevmeyi sevmişim. Hem gülüp hem de bir kaç damlamda kalışını bir defa... Akmayışını...


"Ne garip! Sen benim gözümden hiç akmadın. Akmanı dilerdim. Senin için ağlayan kadın olmayı isterdim. Benim için o adam olmanı dilerdim"


Beni benden uzaklaştıran, verilen ama bir noktadan sonra yorduran ödünler… Beklentisizliğin arasından istemsizce fışkıran beklentiler… Sevmekle yorulan yanlarım… Ben vazgeçtikçe paçama yapışan ve bırakmayacağım diyen yanların… Sevdiklerimin yanında, sevmediğim davranışların… Adım adım takip etmeler… Takiplerin…


Aslına bir noktadan bakarsan, bende aynen sen gibiydim. Seni olanca varlığımla sevemedim. Hep kendimi engelledim daha fazlası için. Beklentilerimin, hırslarımın içinde sıkışıp kaldım. Benim için bir kez olsun bir şeyler yapmanı diledim. İçimdeki savunma güdüsü ile emin olmak istedim. Senden... Sevginden... Bir kez olsun gelmeni istedim. Gel dedim, gelmem dedim, gittim. Gelmedin. "Oysa sen; tüm bunları geçip hep aradın. Varlığınla yokluk yaşattın. Neden yaptın?"


Bugün kendimle ve en önemlisi seninle, sen olmadan bir yüzleşme yapmak istedim. Seni sevmiyorum, özlemiyorum da. Ama alışkanlık sanırım bir tür benimkisi. Bir de biten bir şeyle sonsuza dek yüzleşik kalma ihtiyacı. Geriye dönüp düşündüğümde benim vicdanım rahat, dilerim bir gün sende kendinle barışırsın. Aslında o kadar çok şey varmış ki yazılacak olan, herhalde bununla sınırlı kalmayacak... Sen gerçekten kötüsün!


Fark etmeden çok doğru bir söz etmişsin;


“sana gelmek değil ki olay, sana kalmak aslolan”


Yazık ki, sen kalamadın be canım…




* Bugünlerde hala grip, hala canı sıkkın, kendine dert arayan, üniversite harcı başvurusu ıvır zıvır koşturan, üstelik işten de ayrılacak gibi olan, geçmişi unutmak isterken her defasında hatırlatılan Efsa...


14 Eylül 2009 Pazartesi

Mektuplar / Yokluğun

Sevgilim,

127 gündür yoksun…

Biliyormusun yağmur yağmaya başladı artık buralara. Tüm yollar sel içinde. Sanki ben ağlayamadıkça, tüm şehir ağlıyor. İçim sıkıştıkça, şimşekler çakıyor…

Neden bilmiyorum… Hala hasta olmadım. Senin yanında peçete tutan parmaklarım, yokluğunda başıboş kaldı üstelik… Şimdi istesek de, elimi tutmaya yeltenen ellerine, avuçlarımın arasında ki peçetelerim denk gelmeyecek. Paylaşmak zorunda kalmayacaksın veya “bir peçeten kadar olamadık deyip” kızarmış gibi yapamayacaksın. Nazarın mı değmiyor nedir? Bilemiyorum…

Bildiğim tek şey: “Çok Özledim”

Yalnız şu da var ki; en çok sevdiğin yemekler önüme konduğunda ve bir lokma aldığımda, boğazıma takılı kalışını da biliyorum… Bir kokunun, beni şöyle bir alıp uzaklara götürdüğü anlarda, kaybolabiliyorum… Ya da bir müzik duyduğumda uzaklara mesela…

Senden kalan, seni hatırlatan...!

İçimdeki en yoğun his özlemin…

Zaman geçmiyor, yanıltıyor sadece. Önceden geçsin dediğim her saniyeye, secde edecek gibiyim artık. Keşke burada olsan… Keşke yine birbirimize randevu versek. Ve olabilecek tek derdimiz “nerede buluşsak” olsa… “Sensiz sokakların bile anlamı kalmadı” desem, inanırsın biliyorum…

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, çok insafsızsın. Hiç bir mektuba 36 adet zımba olur mu? Bozmadan açacağım derken, çıldırıyordum neredeyse…(Oysaki ben sana mektuplar zarftan çıkıp, düşmesin diye 5 tane zımbalamıştım.) Ama başardım biliyormusun. Hiç bozmadan ve yırtmadan zarfı; hepsini tek tek eğip büktüm, çıkarttım. Bir kağıt parçası bile değerleşiyor gözümde, sen oldukça dokunan…

Seni hatırlatan…

Seni çok özledim…

Uzakta olsan da her an seni görebildiğim, sen ses çıkarmasan da seninle konuşabildiğim için mutluyum. İçim rahat sevgilim.

Seni Seviyorum


Resim

7 Temmuz 2009 Salı

Masal / Tuğlalar




Hani gözümüzün önünde olanı göremeyiz ya bazen. Gördüğümüz an ise gerçek suratımızda patlar... Onun gerçekleri de öyle idi. Bir gün etrafına alıcı gözlerle bakmaya başladığında: "Buraya kadarmış" dedi. Elleri ile ördükleri duvarları yıkmaya başlamıştı nicedir. "Hiçbir şeye değil de bu duvarlara acıyorum belki de" diye düşündü kadın ve yazmaya devam etti.
Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı... Her bir tuğlayı geriye çektiğimizde, hatalarımızla yüzleşir buldum kendimi. Unuttuğum incinmişliklerimi ve söyleyemediklerimi; hırçınlaşıp sözcüklerin zehirli dilini kullanıp kırdığım, bazen bunalttığım seni anımsadım. Sadece hayatımızda bir şeyler olacaksa hep mükemmel olmalı, rayında gitmeli diye düşünmüştüm. Yanlış konulan bir tuğlayı seni uygun şekilde uyarmama rağmen düzeltmiyordun. Ve ben sonra unuttuğum hatayı fark ediyor ve o tuğla için tüm yapılı bir duvarı yıkma çabasına girişiyordum. O yamuk tuğlanın orada durması, senin çabasızlığını yüzüme vuruyor gibiydi.
"Neden" diyordum, "bu kurulu düzen içindeki eksikleri veya yamuklukları fark edemiyor."Görsen de hiç denemedin, bosverdin, öyle de yaşanır sandın, kendin uzaktaydın çünkü ara sıra fark ettiklerin gözüne bakmayacak kadar değersiz geldi belki de. Bende bunu hiç affedemedim.
Biliyorum; sen bu satırları okurken daha cevaplandırıyorsun, tüm sözcüklerimde ki gizli sorularımı. Ama bu kez yetmedi işte kelimelerin. Ortada cevaplandırdığın ama asla beni tatmin etmeyen, benden çok kendini inandırmak için kullanılmış kelimelerin ile kalakal istedim. Defalarca şans verdiğimizi bile hissettirmeden, adım adım uzaklaşmamızı izledik birlikte. Etrafıma duvarları ellerinle ördürdün farkında değildin... Değildim... Ama biliyormusun? Ben hep denedim, belki de bu nedenle kendimi suçladığım anlardan sıyrılıp, kendimi affetmem daha kolay oldu senden.


Benimkilerden önce örülmüştü senin duvarların. Bunun için bana hep kendimi suçlu hissettirme yoluna gittin, kendi yapamadıklarını benden bekledin. Ben yapmadıklarını yapınca da, sana ihtiyacım olmadığını anlamamı sağladın. Sonra ne oldu biliyormusun, benim yüzümden birbirimizden uzaklaştığımızı düşündüm. Konuşamamanın, ortak paylaşım alanlarının darlığının bizi çözümsüz ve sığ bir alana sıkıştırdığını sandım. Denediğim tüm girişimleri sonuçsuz bırakan hayat şartları sandım, seni hiç suçlamadım, suçu hep kendimde aradım.


Biz hiç kavga etmedik seninle? Defalarca birbirimizi incitmekten kaçınıp son anda tuttuk öfkelerimizin dizginlerini, sonra eski yalnızlıklarımıza geri döndük. Çözmek yerine susmayı tercih ettik. Neden? Neden bir kez olsun bana haksız taraflarımı bağıra çağıra söylemedin?Neden öfkeli görmedim hiç seni?


Hep merak ettim biliyormusun? Bir ayrılıp bir barışan, sürekli birbirlerini hep seven hem yeren insanların davranış biçimlerini... Biz hiç böyle değildik. Biz birbirimize hep güvendik. Birbirimizi kırmaktan korktuk. Değer mi dedik üzmeye? Tamiri zor sözcükleri söylemekten çekindik... Değiyormuş, insanları hataları ile yüzleştirmek gerekiyormuş...


Senden sonra ne oldu biliyormusun? Hayır, hiç bilmedin? Hiç fark ettirmedim sana? Sadece bir kez verdiğim tepkiyi gördün, incinmişliğimi gördün... Yanımda koltukta oturuyor ve duymayı hayal bile edemeyeceğim şeylerle yüzleştiriyordun kem kendini, hem aileni, hem beni. Kafamı çevirip sana baktım inanamamazlıkla... Bakışıma "üzgünüm" diyen ifade ile karşılık verdin. Ama bu bakışta "imkanım olsa, yine giderdim" ifadesini yakalayınca çevirdim başımı... Kucağımda duran ellerime, oradan ayaklarıma, oradan halının çizgilerine baktım... O anı hiç unutmadım.


Yıkıldım sanmıştım, bir daha toparlanamam... Ne halt edeceğimi bilmeyerek geçti ilk aylarım. Ben özene bezene yaptığım tuğla duvarlarımızı işte o gün yıkmaya başladım. Kendi ellerimle yaptım bu evi, yine kendi ellerimle yıkarım hesabı, tek tek yüzleştim her biri ile. "Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı..." Zamansız daha kurumadan konulan tuğlalardı bizimkiler. Fazla hava alınca evimizi ısıtmaya yetmedi hiç bir sıcaklık. Çatladı birer birer... Yanlış konulan içi doldurulamayan tuğlalardı bizimkiler. Eksik kaldık...


Şimdi hiçbir şeye değil de verilen emek emek üretilen tuğlalarıma acıyorum bazı bazı dedi ve sustu kadın...





Resim alıntı


16 Şubat 2009 Pazartesi

Hikayeler / Başlar bir hikaye sonunu bekleyerek...

Başlar bir hikaye sonu belli bir yolculuğa alır götürür insanı...

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.


Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı. Seninle konuşmak istediklerim, sana söylemek istediklerim hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı. Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin. Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne. Bilmiyorsun. Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu. Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana... Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında. Kapanmayan bir boşluk vardı içimde. Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık. Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat... Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum. Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin. Susardın. Bu suskunluk anları benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın... Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin. Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi. Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.

İstediğim tek şey özenindi. Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme. Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken; içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım. Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana. Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin. Belki de duyacaklarından korktun kim bilir. Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu. Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım. Usandığımda farklı kaçışlar aradım. Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında. İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum. Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım. İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini. Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için. Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim! Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim. Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne. Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka. Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde. Dokunmadan seviştim bazı bazı. Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum. "Gel" desem geleceklerdi biliyordum ve "Gel" dediler, gitmedim. Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi. Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım. Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


Resim

26 Eylül 2008 Cuma

öp beniiiiii....


Benim ilgi bekleyişlerimde aynen aşağıdaki hikaye şeklinde. Milletten sevgi arayışlarim, birşeyi kırk kere söyleyince mi anlamı kalmıyor yoksa benim mi beklentilerim fazla bu ölçüde tam çözemedim ama ne zaman ben ilgi bekliyorum, özen istiyorum, üzerime düşülsün diye çırpınsam mutlaka karşımdaki iki pışpışlayıp yarı yolda bırakıyor beni. Sonra alınganlıklarım ve içime kapanışlarımla kendimi yiyip bitiriyorum. Bu hikayeyi de ondan seviyorum. Kendimi görüyorum... Ben sevgi arsızı bir kubağayım... ve biz çoğu zaman elimizin altında tutmak istiyoruz herşeyi. Birgün onları kaybedebileceğimiz aklımıza bile gelmiyor., hep yanımızda olmalı sanki sevgilerimiz, dostlarımız bile... Sonunda da altın kafesteki kuşu öldürüyoruz içe kapanışlarıyla...



Yol kenarında duran bir kurbağa, karşı kaldırıma geçmekte olan bir kişiye seslendi:
- “Bir dakikanızı rica edebilir miyim? Lütfen” dedi.
- “Ben çok güzel bir prensesim. Beni öperseniz, bir anda değişeceğim ve eski durumuma dönüp, prenses olacağım. o zaman herkese ‘Bu cesur adam beni kurtardı’ derim.

Adam kurbağayı eline aldı, gülümsedi ve cebine koyduktan sonra yoluna devam etti. Bir süre kurbağa yeniden konuşmaya başladı:
- “Lütfen inanın bana, be gerçekten çok güzel bir prensesim” dedi ve yalvararak ekledi :
- “Beni öperseniz,söz veriyorum, bir günümü sizle birlikte geçiririm.”

Adam yine gülümsedi ve kurbağayı yanıtlamaya gerek bile duymadan yoluna bile devam etti.fakat birkaç adım attıktan sonra kurbağa bu kez yalvarmaya başladı:
- “Ne olur öpün beni” dedi.

Adam kurbağayı cebinden çıkardı, ona yine gülümseyerek baktı.Kurbağa ise, yalvarmasını sürdürdü:
- “Ne olur bir kez öpüverin beni” dedi.
- “Göreceksiniz, o zaman birden, güzel bir prenses olacağım ve söz veriyorum, sizle tam bir yıl birlikte olacağım ve her dediğinizi yapacağım, her istediğinizi yerine getireceğim.”


Adam gülümsedi, kurbağayı yine cebine koydu ve yoluna devam etti. Kurbağa bu kez, adamın cebinden çığlıklar atarak bağırmaya başladı.
- “Niye öpmüyorsunuz beni, söylesenize?” diye haykırdı.
- ”Beni öpünce göreceksiniz, çok güzel prenses olacağım. Neden inanmıyorsun bana?” kurbağanın bu isyanı üzerine adam onu yeniden cebinden çıkardı, yüzüne yaklaştırdı ve kafasından geçenleri tane tane açıkladı:
- “İster peri, ister prenses de ol, fark etmez” dedi. sonra acımasız bir biçimde noktaladı sözünü:
- “ Benim için hiçbir şey, ‘Konuşabilen bir kurbağa kadar değerli olamaz.'
Related Posts with Thumbnails

..