adressiz mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
adressiz mektuplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Mektuplar / Heves




"Kader, alnımızdan önce avuçlarımıza çizilmişti. Bizse onu insan siluetine indirgedik."

Geçtiğimiz günlerde bir söz okudum; 
"İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunçturlar" * 

Bana da tam olarak bu oldu. Ara sıra olur zaten, en son bir 25 imde silkelenmiştim.
Ben kadere inanırım. Biri ile tanıştığımda bunun boşu boşuna olmayacağına... Hayatımızda eksikliğini hissettiklerimiz bir gün gelip bizi bulur. Çünkü insan kendine yabancılaşmaya başladığında, ona kendini yeniden anımsatacak bir sınıra ihtiyaç duyar. Bu nedenle bir bedene odaklanıp kalırız. Bana sınırlarımı hatırlatacak birine ihtiyacım vardı ve sınır gelip beni buldu.

 Karşımdaydı...
 Birbirimize yeni ve sürprizlerle dolu bir yaşam alanı yaratabilir miydik bilmiyorum. Ama varlığı bana iyi geldi ve unuttuklarımı hatırlattı. İçlerine beni de dahil ettiği öyle güzel hayalleri vardı ki, sonuçta bu hayallere belkide fazla anlam yüklettirdi! 

Aslında biliyordum aynadaki aksim değildi. Ama bir aynanın karşısına geçtiğimde bana en yakışacak kişilerden biriydi.. Olmadı...! Farklı makamlarda söylendi şarkılar. Hep benim zannetmeler, özensiz davranışlar sergilendi. 
Sevginin de bir yeteri vardır ve sevgisi "yeteri kadar" ağır gelmedi karar sürecinde. İki olarak başladığımız şeyin, bir başına yorgunluğunu hissetti. Dizleri dermansızlaştı, bana gelemeyecek kadar kenetlendi işine. Yanılgılar, sanılar gelip çattı kapımı.

Bir kitabın altının çizilecek tek bir cümlesinin bile bulaması gibi.. Öyle bir heves kırıklığı. Ayaküstü kaldı aramızdakiler. Oturupta dinlenemedi, demlenemedi.. Özensizlik başlığı altında cevaplandı tüm sorular. Ama olur öyle, hayat bazen uzun sürebilecek bir ilişkiyi hızlı ve kestirmeden yaşatır bize. Şu an düz gitmek isterken, ilk sapaktan dönen bir insana benziyor hislerim.

Şu an kocaman içi dolu laflar söyleyesim var. Yazılacak çok cümlem var. Yazık ki, yazılamayacak da... Zayıflıklarımı bir zarfa koyup kendime gönderesim ve bunlarla yüzleşesim var. Zoraki gülümsemelerin arkasına saklandığım saatlerim...

Onunla aramızda açılan mesafeyi izliyorum kaç gündür. Sahi; "biz birbirimiz için neydik ve ne olmak istemiştik" ,"Değdik mi?" 
Garip!!
Kalıplarımız aynı olsa da; şimdi her ikimizde kendi cümlelerimizi arayan iki insandan ibaretiz sadece. 
Biri daktiloyu ittirsin! 



* Bu sınavlarda da başarılı olursa Önlisansına hak kazanacak Efsa.. 

* Spinoza



14 Aralık 2011 Çarşamba

Sayıklamalar


"Yeşil yandı, artık geçmeliyim" dedin ve gittin..
...
Gidişinin ertesi günündeyim.. Sehpanın üzerine koyduğun bardağın izi hala duruyor. Silmedim! Bilirsin işte, sonuçta hepimiz birer iz feşistiyiz. Birbirimize baktığımızda izler görüyoruz ve bizde iz bırakabilecek insanları hayatımıza sokmaya değer buluyoruz. Seni özledim! Ne o bardağın, ne de senin bıraktığın izleri silmeye niyetim ve gücüm yok henüz...
...
Üçüncü gün.. Zamanı ifade ederken rakamları kullanmak istemediğimi fark ettim. "Bir, üç, beş" şeklinde hızlı geçmiyorlar. Hatırlasana! Sen varken de saat dahil, vücuduma fazla gelen her şeyi çıkartmak isterdim. Elimden değil, bileğimden tut isterdim. Kalbimi değil, nabzımı hisset isterdim. Değişmedi! (zamanı durdurmaya da yetmiyor ki gücüm)
...
On birinci gün... Gittiğinden beri ilk kez saçlarımı topladım. Oysaki sen, sıkıca topladığımda yüzümde oluşan o gerginliği sevmezdin değil mi? Aksine hala güleryüzlüyüm. Tek farkla; saçlarımın okşanma ihtiyacını şapkamla kapatıyorum artık.
...
Yirmi üçüncü gün.. (İtiraf zamanı) Üzerimde bir ağırlık var. Gittiğinde kalkacağını zannetmiştim. Kalkmadı, aksine daha da bindi ve ben kabullenme savaşı ile yoruldum. Kelimelerin promilleri giderek artıyor! Hepsi seni özlememin yüzünden..
...
Gün otuz beş oldu! Nerdesin?
...
Kırkaltıncı gün...
"6.35" En sevdiğim şarkının 04:45-54. saniyesinde buluyor musun beni hala? Sahi sende özlüyor musun?
...
Çaya kaç şeker attığını, vurgularını ancak sohbetten sıkıldığında kullandığını, diş fırçanı herkesten ayrı bir yere koyduğunu unutamadım. Ama artık tavana baktığımda yüzün görünmüyor. Geçiyor mu dersin?
...
-
...
Günleri saymıyorum. İkiyüzaltmışbeşten sonra bıraktım.
Acı ise, hala kabak tadı veren bir gerçekten öteye gidemedi..


* Derslerden içi bunalan Efsa..



14 Kasım 2011 Pazartesi

Bu Hayatta Başıma Gelen En güzel' e...




Bezelyeme.. 


Hayat bana; "büyütürken büyümeyi, öğretirken öğrenmeyi, yazarken de kelimeleri kullanarak ifade yeteneğine sahip olabileceğimi" senin sayende gösterdi..

Saat 14:40 da anneliğimin 9. yılına girmiş olacağım.. 
Hayat bana nanik yapmaktan vazgeçer de, yeniden bir evlilik yapar mıyım ve başka bir çocuğum olur mu bilmiyorum ama öyle bir şey olursa da, bendeki yerin apayrı kalacak..

Bir anne babanın son çocuğu olarak, sen benim biricik Elif' imsin..
Dilerim adın gibi yaşamak nasip olur, bahtın ve şansın hep açık olur..  

Aklımda bir çok sahne var seninle ilgili..
Biliyor musun, anne olunca şöyle oluyor; dünyada ilk aklına gelen, ilk telaşlandığın, hatırladığında hep gülümsediğin kişi yavrun oluyor.. Büyütürken izlediğin süreç gözünün önünden hızla geçiyor. Bir insanı yaşattığı tüm o zorluklara rağmen güzel ve sevimli anabiliyorsun. Hamilelik sürecinde; seni ultrasonda ne zaman görsem, ellerini çenenin altında yumruk yapmış olarak buluyordum. - "Koskocaman yanaklı bir kızınız olacak" demişti dr hanım. Gerçekten de yüzünde en belirgin yerin hala yanakların.. :)
Çok güzeldin..
Çilek gibiydin..

Bezelyem..
Çevremdeki insanların çoğu yazı yazdığımı bilmiyor. Bir şekilde beni okuyan çoğu insan ise, hamile olduğumu öğrendiğimden bu yana sana yazılar yazdığımı hiç bilmiyor.. Afilli cümlelerin "a" sı bile yokken hayatımda düşündüm ki, ileride sana bırakabileceğim en güzel şey bir kaç kelime olabilirdi.. Sonra "bir harf kelimeye döndü, iki kelime bir cümle oldu". Sen büyüdün.. Ben yazmaya devam ettim.. İyi ki sebebimsin..

Şimdilerde kendi kişiliğini kazanmaya çalışan ayrı bir bireysin. Duruşun, olayların karşısındaki tavırların giderek gelişiyor. Arkadaş ilişkilerin farklılaşıyor. Ve biz, günden güne birbirimize daha çok benziyoruz. :)

Umuyorum meleğim, sen benim hayata kazandırdığım en güzel şey olursun..
Seninle gurur duyuyorum yavrum..
Doğum günün, doğurduğum günüm ve 1 gün arayla doğum günüm kutlu olsun..
12 Kasım 2011... 




* İstanbul gezisinden büyük bir doygunlukla dönen Efsa..

* Görsel: Bezelye çizimi :)



12 Temmuz 2011 Salı

Büyüyoruz Sevgilim...



Büyüyoruz sevgilim..
Sen, henüz yaşanmamış öykülerin İstanbul hecesi oluyorsun benim için.
Ben ise, şu sıralar kaybedilmiş heveslerin son kırıntılarında gizleniyorum.
Nefeslerimizi tutar gibiyiz..
Mum bakışlara sahip gözlerimizle, günden güne eriyoruz..
Sonra an geliyor ritüel sevişmelerin karabasanı basıyor üzerimize..

Büyüyoruz sevgilim..
Sen artık suratımı öpmekten vazgeçip, sıfatıma odaklanıyorsun mesela.
Adınla başlayan sabahlarım, "günaydın"lara yenik düşüyor. 
O anlarda içi kof ağaç kabuklarından oluşmuş insanlığa benziyoruz.
Açıldıkça kırılan kalemlere dönüşüyor yüreklerimiz.
Delen, çevrildikçe kanırtan bencillikleri yutuyoruz öğün başına.

Kendi kibritini elinde tutan melekler gibiyiz sevgilim..
Kanatlarımızın yanmasından korkmadan, yakıyoruz her birini.
Yinede seni seviyorum.
İçine çektiğin her nefes yüzüme karbondioksit çarptırsa da.

Evet, gerçekten açıldıkça kırılan kalemler gibiyiz sevgilim.. 
Basit yada adi olduğumuz için değil, içimizdeki fazla kurşundan dolayı delirir gibi seviyorum seni. 



* 5. yılında da hac çıkmadı diye üzülüp ama hac parasını eve harcayan ama son dakika gölü ile ek kontenjan sayesinde hac çıkan bir ailenin mensubu olan Efsa.. Sevgili kızımızı satışa çıkardık mecburen.. 

25 Ocak 2011 Salı

Bir Gün Belki Hayattan, Geçmişteki Günlerden...



ÜçOcakİkibinonbir
Sıradan bir gün..
Sıradan angarya işler, dönek insan yalakalıklarıyla donatılmış gibiyim.
Farklı insanlarla konuşarak oyalıyorum kendimi, hiç biri sana benzemiyor.
Ben ve senin için sıradan üzüntülerimle başbaşayım yine işte...
Herşey aynı.. 
Dün ki gibi bugünde sana yazıldığı için bir yazım daha öldü...
Ve ben yine her gün yaptığım gibi bugünde, tüm yaralı kelimelerimin üstünü kapattım.
Başın sağolsun!
Yarına Allah kerim...


BeşOcakİkibinonbir
Bugünde "unutacağım" diyorum kendi kendime.
Unutmak için direnen benliğime seni hatırlatıyorum.
Biliyorum, geçecek bu sızı; acıtsada kanatmayacak birgün yokluğun.
Bugün msn yi açtım.. Engelini kaldırdım...
Tıpkı geçenlerde bir arkadaşımda okuduğum ve aklımda kalan dizeler gibi:
"Bu defa bu oyuna yenilmek için başlıyorum"
Ben seni uzaktan sevsemde mutluyum.


OndörtOcakİkibinonbir
Yokuz...

Birbirimizin hayatında olmaktan vazgeçeli günler; "ay" diye anılır oldu.
Varlıklarımızı tam yaşayamadan, yokluklarımızla erken tanıştık.
Sen, gerçektin! Salıncağımı asla yükseklere çıkartamayacağını biliyordun..

Geleceğe taşımak için, götürdüğümüz bir avuç su gibiydik. Ve sen kendi öngörülerinle bunun gerçekleşmeyeceğini düşündüğün için bana hiç umut veremedin. Taşıyabilir miydik bilmiyorum, ama kesinlikle denemeliydik...
Ve sen sevgilim, hislerini kendinde yaşatacak kadarda bencildin aynı zamanda. Ama biliyor musun, ketumluğunu anlamamı beklemen bence bana karşı yaptığın en önemli haksızlıktı. Sonunda duyguları birbirine fazla gelen iki insandan öteye gidemedik birlikte.

Oysa ki;
Uyanmak istedim seninle yeni güne. Ellerine, burnuna, alnına dokunmak istedim. Alnına adımı yazmak istedim en hayalperest halimle... Bir yazgıyı yazmakla, yaşamak arasındaki gerçektin. Ve ben o yazgıyı değiştiremeyeceğimi belkide baştan bilmeliydim...!

Ateşinle yanarken ve annemin kocakarı ilaçları merhem olamazken, kor olmakla, köz olmak arasındaki o ince çizgide debelenirken, senin için bir kozdan ibaret olduğumu düşündürttün! Bazen sana kızıp, hırslanıp küllerimden oluşan o dumanla boğul istiyorum anlıyor musun? Boğazımda bir düğüm gibi kalmana içten içe sinirleniyorum. Çok istemiştim... Harflerine tutunmaya, kelimelerinde kendime dair yer açmaya, yarına dair umutlar tazelemeye hazırdım! Hevesimi kursağımda bıraktın...

Zaman geçiyor. Artık "geçire geçire geçirilen günler" diye nitelendirmiyorum onu. Garip bir biçimde yokluğunla yaşamayı ve buna alışayı öğrendim. Sanki hala benimsin gibi.. Sana kızarak kusmak istediğim tüm kelimeler köşelerine çekilmiş gibiler. Seni yok saymaktan vazgeçtim. Yokluğunu kabullendim.

İçimde zerre pişmanlık yok.. İyi olduğunu bilmek yetecekmiş gibi geliyor şu sıralar.
Sen iyi ol, bende olacağım...

* Kendince bir dönüşüme giren Efsa...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Mektuplar / Ayrı Yastıkların İki Ayrı İnsanı...


Biz seninle bir yokuşun tam ortasında; ellerimizdeki ağır yüklerle yukarı çıkma çabasındayken, yardım etmek için yukarıdan inen bir çift eldik birbirimize..

Seni düşünürken hep ne isterdim biliyor musun? Aynı yastığa baş koyacak şekilde yakın durmak seninle. Gecenin bir yarısı uyandığımda yüzünle karşılaşmak, nefesini dinlemek. Tıpkı beraber o tek kişilik yatakta aramızdaki kocaman yastıklarla yattığımızdaki gibi; yan tarafımdaki yastıkta oluşan çukurun sahibi sen ol istedim... O günden sonra, her şeyi anlamlandırmaya çalıştığım bir süreçte ise belki de en hayırlısı bu diyerek söylendim durdum. Belki de biz ayrı yastıkların insanlarıydık, kim bilir? Seninle yeni güne uyanma fikri polyannacılıktan başka bir şey değildi belki de.

Senin hakkında asla kötü konuşmadım. Her karşılaştığıma seni övdüm, içten içe benim olmanla gurur duydum. Aramızdaki o görünmez bağa inandım. Gözyaşım, omuzum, günahım, edebim oldun... Arkadaşım, aşkım, kızdığım dünya üzerindeki tüm sıfatlarımın sahibi oldun sen. Özlemim değil, öznem ol istedim ben sadece. Uykularıma gir, başucuma, koynuma.. Kasıklarıma gir ve kalbimin atışını hissettir orada. "Sen, kasıklarımın tamlamasıydın! Ve bana dokunduğun andan itibaren tüm dil bilgisi kurallarım yıkılmıştı..." diye yazmıştım bir gün.. Belki de ayrı yazılması gereken "de"lerdik.ve ben birleşik yazarak tüm tabuları yıkmıştım.

Şimdi uzağız ya, bir gün beni kaybettiğini anladığında ve bu farkındalık kazanmaya yetmediğinde lütfen güzel hatırla beni. Biliyorum hep ağır bir maskenin ardına saklanıyorsun. Her şeyden sıyrıldığında anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını da biliyorum. Ama lütfen sen hep güzel kalmayı dene. En azından dene!

Duygularımızda, iş yerlerimiz gibi yanımızdaki insanlar gibi veya ardımızda bıraktıklarımız gibi değişir mi bilmiyorum. Kullandığımız kelimeler, sevme biçimlerimiz, sevgililerimiz hepsi değişiyor. İsterdim ki biz hep kalalım birbirimizin hayatında. Kısmet olmadı. :(  Yanında tüm şehrin kalabalığını, uğultusunu, o yalaka insanların boş sohbetlerini, yaşamlardaki çirkeflikleri, benim garipsediğim ne varsa onları gezdirirken sen; ben senin hayatının en temiz kalan yanınmışım gibi gelirdi. Onu da kendi kuşkularınla kirletmişsin. En çok buna acıyorum işte.

Beynimde bir ur gibiydin, içime işleyen "ah" gibiydin... 
Gözlerindeki çapakları görebilecek kadar sana yakın uyuyabilmeyi ve bedenindeki tüylerle bağlanmışken sana, tenimdeki seni görebilmeni dilerdim yanında.. 
Sen bana öyle bakarken, kalbimin en buruşuk yerleri açılırdı! 
Benim için öyle güzeldin ki, öyle iyiydin ki... 
Ama hep bir yol ayrımındaydık seninle ve bu yolu yanyana yürüyerek değil, aramıza setler örerek geçtik biz.


* Aldığı kararların istikrarlı olmadığını, verdiğinde anlayan Efsa...



31 Aralık 2010 Cuma

Mektuplar / Üzerinde Gitmek İstediğim Ülkelerin Kokusunu Taşıyan Adam' a



Aşkımm,
Hani bazen insan geç dahil olur, erken başlanmış bir hikayeye. Bazen de tam tersi olur ya erken girersin geç kalınmış o hikayeye... Sende benim masalımın bitmeyen tek paragrafısın işte.
Aslında tüm sayıklarımın özetide bu. Biliyorum bu yazdıklarımı diğerleri gibi hiç görmeyeceksin. Ama olsun be, ben seni yazmayı çok seviyorum.

Şimdi sana uzaktan bakıyorum...
Kendi dağını sırtında taşımanı izliyorum usul usul ve bunun sana son günlerde ne kadar ağır geldiğini gözlüyorum. Söylesene ne kadar oldu her şeyden, kadınlardan şikayet etmeyeli? Şikayetlenmeni dinlemeyi bile özledim... Hani uzun zamandır gitmediğin ve sana onu hatırlatan yerler vardır ya, üzüleceğini bile bile gidersin oraya, yürürsün yine aynı yoldan... Benimkide o hesap işte.
Tek bildiğim doğrum, seni ne kadar özlemiş olduğum...

Biliyor musun, en son kutladığım doğum gününde pastamı üflerken hiçbir şey dileyemedim ben. İstediğim şey bu kadar yakınımda iken, ulaşamayacağım kadar uzaktaysa dilenecek hiçbir dileğin hükmü kalmıyor. Sen dışımdaki "savaşır gibi sevişen kadını" sevdiğinden bu yana; içimdeki sığınmayı bekleyen o ufak kız artık hiç bir mum koymayı düşünmüyor doğum günü pastasına! Yada böyle bir şey işte...
Tek bildiğim, bazı dileklerin gerçekleşmesi için mucizeler gerektiği...

Ah be Adam!
Bilmiyor musun? Üzerinde gitmek istediğim ülkelerin kokusunu taşıyorsun. Bende deli gibi avuç açıp dualarımın baştacı ediyorum seni. Ağzımdaki tüm boşluklarda kaybolmanı istiyorum. Seni bulduğum anlarda kaybetmemek istiyorum... Düşünsene birbirimizin gidişlerini ne çok izledik biz. Ne çok uğurladık birbirimizi başka diyarlara, iş yerlerine, arkadaşlara. Yetmedi mi? Bu kez senin gitmeni arkam dönük yaşlı gözlerimle beklemiyorum. Alıştım sensiz ve birazda beklentisiz yaşamaya.. Sanki bisiklet sürmeyi bilmeyen bir çocuk kaldı ardında.
Tek bildiğim şimdi o kız, dengesini bulabilmek adına koşar adım pedalları çevirmeye çalışıyor.

Bir şey söyleme!
Zaten ellerimde bir sürü varlık kelimeleri ile yokluğunu yazmaya alıştım ben, senin uğramadığın sokaklara...
Evimin kapısını açık bıraktığım, duvakları andıran ve beni kötü sineklerden korusun diye astığım tülleri bile geri çektim gelişini kolaylaştırmak adına...
Eşiğimden atlayıp içime girmeyecek misin?


* Yeni yıl içinde, biz zarı atalımda gerisi şansa kalsın diyen Efsa... Huzur ve umut kokan, yeni bir yıla inşallah.

30 Kasım 2010 Salı

Mektuplar / Tahterevalli...



Merhaba adam,
Biliyor musun çoğu kez bir yanı kırık bir banka benzetiyordum seni.
Onca şeye rağmen; kendin olmaktan vazgeçip kızdığın o insanların, üzerine oturmalarına izin verişini…

Sonra bizi düşünüyorum.
Bir tahterevalli gibi; birlikteyken sadece sen ve ben oluşumuzu, o aramızda her daim var olan uyumumuzu.
Ama sonra sen kalkıyorsun.
Ben sarsılıyorum…

Oysaki hiçbir zaman hayatıma tepetaklak girip, boşluklarımı doldur istememiştim ben.
Ama girince, yeni bir boşluk yarat da dememiştim.

O gün elini uzattın ya bana, bir film karesini sil baştan çektik sanki.
Sen İlyas oldun, ben Asya…
Bir şeyi “Tutmayı istemekle, ölmeyi istemek” arasındaki farkı anladım.
Tutunca bırakmak istememekten korktum…
Tutunca bırakmandan korktum…
Sen öyle birden bire tepeme düşerken burnum uyandı.
Kokuna taşınırken, soluğumu tuttum.

Farklı değildim.
Bende her kadın gibiydim…
Tek istediğim;
“evet bu adam benim ve ben onunla her yeni güne gururla uyanıyorum” diyebilmekti..

Zaman geçiyor ya,
Şimdi, “Biz neydik” diye soruyorum kendime..
İçimdeki ayna yanıtlıyor, sanki karşısında sen varmışsın gibi:

"Biz ne miydik? Kim bilir... “ diyorum.
Birbirimizin açılmış yaralarının kabukları olacaktık belki de.
Bu yüzden uzak kaldık hep birbirimize...
Sonunda hiçbir şey olamadık değil mi? Var olanı bile koruyamadık zaman ilerledikçe…
Baştan yanlıştık..
Bir müzik notasındaki gibi adam,
“Do” ile başladık, kırılgan bir naiflikle sarmalanmış “do” ile bittik yeniden…

Adam..
Alt kirpiğimin üstündekine değmesi gibi olsun istemiştim seni bekleyişlerimin.
Artık sadece yaşıyor olduğunu biliyorum ve bu bana yetiyor.

Adam,
Bu nasıl bir şeydi biliyor musun?
"ah" gibiydin, öyle düştün yüreğime...

"Biz ne miydik?" diye soruyorum...
"Solak bir Tanrının sağ elle yazdığı kaderlerdik biz seninle…" diyor Küçük İskender.
Susuyorum.

* Gripten kurutulup 3 gün sonra tekrar grip olan Efsa...




19 Ekim 2010 Salı

Mektuplar / Geçmiş Zaman Yazıları


Merhaba canım arkadaşım,
Seninle pek benzer şeyler yaşamadık biliyorum. Ama şimdi ona yazdığın mektubun, yaşadıklarıma benzeyince kalakaldım açıkçası. Böyle olacağının eminim sende farkındasındır...

"Hani demişsin ya; "Çok benzer durumlar.Tek farkı onun için başkaları yok. Kadınlarla ilgili değil sorunum. Ama bir an gelip seninki gibi tamamen ilgisiz oluşu, kendine dönüşü yoruyor beni, sonu yok."
Bence yapabiliyorken yap. Biliyorsun "O" onu bırakmama hiç müsaade etmedi. Bunun sana yapılmasına izin verme. Kesebiliyorsan temasını, ilerletmeden kes bence. Sana kendisini hatırlatmasına izin vermemelisin."

"Can arkadaşım,
Son zamanlarda neyi fark ettim biliyor musun? Ben onu tanıyordum evet. Arkadaşı bile bana hep bu yüzden kızmıştı. "Onu bu hali ile bildiğin halde sonradan üzülüyorsun" demişti. Ama hiç karşı taraftan bakmayı denemedi kimse. O da beni tanıyordu. Huyumu, bağımlılığımı, sevgimi, tutkunluğumu, arkadaşlığımı biliyordu. Buna rağmen her seferinde kapımı çaldı. Evet, onu ret ettiğim anlarda fazlasıyla oldu. Ve hepsinde doğru olduğuna inandığım anlardı. Yalnız tek sorun eninde sonunda ona bir kapı açtım. Bağımlıydım. Saplantılı bir hale gelmiştim, onun bu tutarsız davranışlarına. Ama herkes -ki buna bende dahil- beni suçlarken, bile bile yaptığımı düşünürken onun dürüstlüğü ile avuttuk kendimizi..."

"Asıl doğrusu neydi çok düşündüm üzerinde. Seninde dediğin gibi sevgili arkadaşım, "dürüst olması doğru olduğu anlamına gelmiyordu" O tüketim çılgınlığına kapılmış gibiydi. Kendi hayatını tükettiği yetmiyormuş gibi benimle beslenerek, beni de tüketiyordu. Susadığında önündeki bir bardak suya saldırıyordu. Oysa ben istiyordum ki, o susuzluk anlarında alsın önüne seyretsin birkaç saniye, yudum yudum içsin. Tüketmeden..  Ama kendimi avutuyordum."

"Evet hala seviyorum,  ama onu bu hali ile kabul edecek kadar çok değil! Sevgi bu değil, bir kabullenmişlik değil! Bana bunları düşündürttüğü için bile kızıyorum ona şu an! Kendimi bunu kabul edebilecek kadar düşüşüme, düşüncesizliğime de kızıyorum. Eşime tanımadığım ayrıcalığı tanıdım ben ona. O herif beni aldattığında da "acaba mı" diye düşündüm evet, ama bu ona duyduğum aşka bir ihanetti. Ve aşk ihaneti kabullenmezdi. Ben bu nedenle evimi terk ettim. Ama son 2 senedir evimin karşısındaki durak gibi kalakaldı hayatımda. Uzaktan bakıyordum. Aslında bakma, kızıyorum ona şu an. Onu haklı çıkaracak bahaneler bulduğum için kendime birde..."

Birde yazdıklarının arasında dikkatimi çeken bir şey var. "Beni kırmamak için aramamıştır. Kesin kızmıştır bir şeye. Kırmamak için aramamayı tercih etmiştir." demişsin bir yerde... Gülümsetti... Eminim, öyledir. Bakınca hep öyle olur zaten. "O"da benim ne kadar üzüldüğümü görüp çekerdi kendini dönem dönem. Sonra tanıştığım bir başka adam bunu yapmayınca şaşırmıştım. İlk kez kırgın ve kızgın yatmama izin vermeyen bir adamdı o da. O an neye kızdığımı anlamaya çalışıp, belki sadece güven verici saçma salak bir kaç sözle duymak istediklerimi söylerdi. Ama hiç uğraşmak istemedi bunun gibi. Çünkü bunların hepsi cesaretsiz, zırnık yok."

"Söylesene bana şimdi; sen gittin, ben gittim yaşadıkları şehirlere. Ne oldu? O gelecekti.. Hani nerede? Peki, biz neden bunu yapıyoruz? Neden hala onlar adına bahane buluyoruz.. Aslında bulmayacaksın, arasaydı, gerçekten seni isteseydi arardı gelirdi. Senin kendini soru işaretleri ile bırakmana izin vermezdi"

"Canım arkadaşım sence de artık hayatlarımıza birilerini almamızın zamanı gelmedi mi? Hani bunu birilerinden kurtulmak için veya tipik kadın yedekçiliği için değil, gerçekten birilerinin olması gerektiğinden... Artık zamanı geldi bence. Uzaktan, oradan, buradan değil! Gerçekten her sıkıntılı anımızda yanımızda olacak, gelip gitmenin sorun olmayacağı insanlar.."

"Yaniiii, sonuç olarak ne yapıyoruz küçük hanım. :) Eğer gelmiyorsa siktirediyoruz. Kaçsın dursun kendi kendisine bu ve bunun düşüncesindeki adamlar. Hangi deliğe giriyorsa, girmek istiyorsa,  bu sefer sen sok onu o deliğe... :)"

Seni çok sevdiğimi ve mutlu görmek istediğimi bil.
Sevgiler. :)


* Günü gaflar ve mide bulantıları eşliğinde geçiren Efsa..

*Görsel

1 Ekim 2010 Cuma

Mektuplar / Bir Gece ve Ardında Bıraktıkları...


Gelecek olana;

Merhaba adam,
Bakma böyle mektuplarla seslendiğime, bazen insana en kolay içini dökme yada iletişim yolu buymuş gibi geliyor. senelerdir farklı insanlara, farklı zamanlarda, içlerinde bir çok konuyu barındıran mektuplar yazdım. İlk kez de sana bu kadar uzun yazıyorum. İlk defa bir insana ne şekilde hitap edeceğimi şaşırıyorum.. Sen dahil kimse ile konuşamayınca, "ama"lar ve "keşke"lerle birleşip anılmaya başlandı bende. Her "ama" bir jilet kesiği gibi, her "keşke" içimde patlamaya hazır birer çığlık sanki...

Hani hayat insanı ummadığı yerlerden alıp, ummadığı yerlere taşır ya.. Senin de benim hayatımda bambaşka bir rolde iken, bu kez farklı bir rolle karşımda olacağını söyleseler inanmazdım bile... Ama şimdi yapamıyorum. O geceden, sözlerinden, beni karşına alıp aralıksız 2 saat konuşmandan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamıyorum.

Bir ipin ucunda asılı kalmış gibiyim.
Bir yandan kendi kendime "atla işte ne olacak" diyorum.
"Sen bunu çoktan hak ettin. Kimin değer yargısına göre hareket ediyorsun ki, neyi bekliyorusun ki! Ölümcül bir günah işlemiyorsun. Başkaları ile bitmiş bir ilişkinin üzerine, yeni bir ilişki! kuran ilk sen değilsin. Düşünme, sadece o an içinden geçeni yap gitsin... Düşünme.."

Ama diğer yandan tüm doğru saydıklarım parmaklarımda oluşmuş bir kuvvete dönüşüyor.
"Bu zaman dek inandığım değerleri bir insan için böyle yerle bir edebileceksem, ne anlamı kalıyor ki yaşamanın.. Beni ben yapan bu değilse ne peki?" diyorum...

Aslında inandırılmak istiyorum! İkimizde çocuk değiliz, birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. İkimizde birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu biliyorum. Ama adım atmaya her ikimizde korkuyoruz. İkimizde geçmişimizden kaçamıyoruz ve gelecek için sözler vermeye çekiniyoruz değil mi? Tüm dünyaya birbirimiz için sırtımızı dönmüşken, "ya olmazsa" yı istese de çıkaramıyor insan aklından... Ne sen bunları göz ardı edebiliyorsun, ne de ben! biz bunları, sevgimizi taşıyacak kadar kuvvetli miyiz?

Benim için savaşacak kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ama ya yorulursan diye düşünmeden edemiyorum. O kadar ezberi bozulmuş durumdayım ki, gittiğinden beri düşüncelerimde saptığım tüm yollar sana çıkıyor. Her senden vazgeçmek istediğimde, hatta uzaklaşacak mazeretler üretmeyi denediğimde; enseme, saçlarıma düşen gözyaşıların aklıma geliyor.

(Neden o an sana yüzümü dönmeme izin vermedin? Omuzlarımı tutan ellerini, ellerimin arasına almak için çırpındığını neden fark etmedin? Neden sen ağlarken, o damlaları silmek, yok etmek istediğimi görmedin? Bana bunu neden yaptın? Kendine neden yaptın? Aslında nedenlerime mazeretler aramıyorum, bazı şeyler nedensiz geliştiğini bilecek kadar yaşadım hayatta.)

Ellerin o kadar ben gibiydi ki.. Sana dokunurken yabancılaşmadım, yabancılamadım seni. Bütün bir gün kokun boynuma ve ellerime sinmiş bir şekilde dolaştım. Kafamı hafif oynatsam saç tellerimin arasından bile sen fışkırdın sanki. Ya hayatımda her şey yolunda çok şükür, gülüyorum, mutluyum. ama bir tek sen eksiksin sanki... Birlikte olsaydık, biz güzel bir çift olurduk düşüncesini beynimden atamıyorum. Sevme biçimlerimiz aynı, düşüncelerimiz aynı, ama biz ayrıyız... Ve yok artık dedirten bir ilişkinin içerisine atılmaya ikimizde çekiniyoruz. Bir şekilde tutulup kalacağımızı, her an birlikte olmayacağımızı, mesafelerimizi, yaşayış biçimlerimizi hepsini bir tartıya koyunca dengeler şaşıyor çünkü...

Ah adam, şunu bil!
Bir gün bütün bu olanlar yaşanmasaydı, farklı şehirlerin, farklı kültürlerin, farklı insanların karşısına çıkmasaydık; doğru bir ilişkiye seninle adım atmayı çok isterdim, inan.

"Peki ya geç mi" diyor, içimdeki ses.
Sussun istiyorum!
Susmuyor...

* Bu aralar neredeyse tüm arkadaşlarım ev arıyorlar. Hepside bu şehire gel, iş bulalım sana da, birlikte kalırız söylemlerindeler. Verilecek her kararı beklemeye alan, Kasımdan sonraya erteleyen Efsa...

Dip not: Ve yazı yanlış anlaşılmalara müsaade etmemesi için ilham veren sayfayı aktarayım istedim...
 
* Görsel

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Mektuplar / Meleğime



Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…

Bir gün benden gitti.
Ummadığımız bir anda yaşamayı seçen bebeğim, o an ölmeyi seçti.

Daha erken, benim başıma gelmez dediğimiz şeyler vardır ya hayatta. Hayat günlük meşgalesiyle oyalarken, “ce eee” kıvamında bir süprizle bambaşka bir boyuta geçirir bizleri. Aklınıza gelmeyen başınıza gelir! Bebeğiniz sizden, yaşamdan erken ayrılmıştır.
İçiniz yanar…

Çünkü artık siz onun büyüdüğünü, okula gittiğini, karne alışını göremeyecek; bisiklet sıyrıklarını temizleyemeyeceksinizdir. “O kirli ayakkabılarla basma yere, yeni temizledim” şeklinde yüksek bir ses çıkmayacaktır artık boğazınızdan. Kokusunu duyamayacak, en sevdiği yemekleri bilemeyeceksinizdir. İlk sevgilisi, ilk işi olmayacaktır hiç.

Tarihler hep o günü gösterecektir sizin için. Her rengin hüzün barındıran bir tonu olur ya, bu tarih de öyledir takvimler arasında. Bütün günler beyaza, maviye boyansa da; bir tanesi siyah kalır.

Bir gün canınızı feda edebileceğiniz bir insan çıkmıştır karşınıza. Ama o, bir gün ölür. Etrafınızdaki herkes sabır ve dayanma gücü diler size. Herkes bilip bilmeden, bir şeyler söyler. Kendilerince teselli ederler, sanki bunlar yetecekmiş gibi. Suratlarına baktığınızda ise acılı bakışlarla dolu bir sürü gözle karşılaşırsınız. Bazen bu “geçer” diye ahkam kesenlere “hıh” dercesine gülersiniz içinizden… “acımı nereden bileceksin ki” diye düşünürken, gözlerinizin her daim yanmasına engel olmaya çalışırsınız. Yolunuzun üzerindeki parklardan köşe bucak kaçtığınız anları hatırlarsınız. Bu acı zamanla hafifler mi bilemezsiniz. “Allah insanlara kaldıramayacağından fazla dert vermez” derler. Ama bunca anne olmayı hak etmeyen kadının arasında “neden ben?” diye de düşünmeden edemezsiniz. İsyan etmek değil de; bir sürü keşkeniz olur, yaşamadığınız anlarınıza.

Benim bir gün bebeğim öldü…
Ben ise nasıl geçtiğini yaşayana soralım tadında günler geçirdim. Hani şu “geçire geçire geçirilen zamanlar” dediklerimden…

Şimdi bebeğimin ölümünün üzerinden 3 koskoca yıl, 6 bayram geçti…
Bayramlık alamadan ve her fırsatta yokluğunun sancıları ile geçirdiğim doğum günleri…

Evet, başardık! Hayata yeniden uyum sağladık babanla. Ama geceleri terden sırılsıklam, göğsümün sızladığı anlarda sanki acıkmışsın da emzirmem gerekiyormuş gibi bir hisle uyandığım oluyor. Arada karnımda tekme atışlarını duyuyor gibiyim… Bir bebek kokusu duysam sanki varmışsın, “bak ölmedi işte” ler gibi…

Günlerin çabukluğu kadar kolay geçmiyor acılar, ama sabrediyorum. Belki diyorum belki bir gün senin gibi güzel ve evimizin içini mucizelerle donatan bir bebeğimiz daha olur.

Benim bir gün bebeğim öldü…
Ve ben onun ardından üzüldüğümü, ağladığımı, acı çektiğimi hisseder diye güçlü durmaya ve hayatımı devam ettirmeye karar verdim…

Ben; bir gün, bir meleğin annesi oldum…
Sonra yavrum melek oldu…

 
* Hayırlı Ramazanlar ve herkes için güzel günler dileyen Efsa...
 
* Görsel

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kesikler



Ah adam,
Seni tanıdım, yüzüne taşındım, sakallarını bile yuvam bildim. Ama yetmedi!
İşte bizim hikayemizin ana özeti…!

Sığındığım bir liman yaratmıştım kendime. Bazen kıyılarıma kendi düşüncelerimin gemilerini göndermekten bile korkuyordum hatta. Ve bu dar alanlarda senin hayatının çılgınlığına karşın, benim hayatımın tekdüzeliği vardı. Sen kendi görüşlerinin engin savunucusuyken; ben o hayata yeni yeni adımlar atıyordum.

Limanlarıma kimseleri almazken; sen geliyordun, dengem bozuluyordu.

Ah be adam! Anlamadın mı? Ayağım bir taşa değil, sana takıldı. Yolum yolunda sonlandı. Güle oynaya yürümekten zevk aldığım sokakların çıkmaz oldu. Sürekli daireler çizerken bedeninde, nevrim döndü. Sen yolunu şaşırdığında, ardından tökezleyen bendim.

Ve sonra günler geçtikçe, sevgimin ekseninde; senin her yeni ilişkinin öncesinde, nefes verdiğin durağın olmayı öğrendim. Her biten ilişkinin sonrasında özlediğini hissettiğindim... Şu an bir daha gelmeyeceğini biliyorum. Ve zaten en çok bu yüzden sana "gel" diyemiyorum. Lütfen gelme, artık "kal" Hayatımda yarattığın boşluğunu doldurmakta bir adım öteye gitsem de, hala bunun sonuçlarına katlanmakta zorlanıyorum.

Aslında en kötüsü neydi biliyor musun? Seni unutmaya çalışmak ve bununla yaşamaya alışmaktı! Yerin yanımdı. Yanımda olmalıydın. Oysa şimdi, hicret ediyor içimdeki kadınlar teker teker… Seni seven yanlarım azalıyor.

“Tanrım gözlerim ne kadar da körmüş” şeklinde bir cümle kuramayacak kadar gerçekçi bir insandım oysa. Açtığın yaraların içinden akan kanlarıma bakarken ve şifa niyetine tutunacak bir şeyler ararken an’ a yakalandım. Sanki yaklaşıp bana;
- "Sana hayat gücü veren şeyler istemsizce bedeninden çıkıp gittiğinde, gerçek acının kaynağını da bulmuş olacaksın. Şimdi sakin ol ve k/ana iyice bak” dedi.
Baktım. Anladığımı sandığım şeyi saatlerce yordum. Ve en sonunda; gitmesini dilediğimin gitmesi için, kendi canımın acıması pahasına dek önce bir kesik yada yol açmalıydım. Yoksa hep aynı kısır döngünün içinde kendimi yoğuracaktım…

Ve bugün, bütün bunların etkisi ile benden gitmene izin verdim. “Artık serbestsin, teşekkür ederim” dediğimde, içimdeki kendini sana adayan yanlarımı da alarak ve gitme zamanını çoktan kabullenmiş bir edayla gittin.

Biliyor musun?
O kesik bir hafta sonra iyileşti…


* Bezelyenin gelişi ile kendini azıcık toparlayan Efsa...

* Görsel

18 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Sevgiyi İfade Biçimi


Sevgilim,
Sana yazacağımveya yazdığım tüm yazıların etiketine aşkı sakladım. Şu an hayatımda hiç ummayacağım bir biçimde aşkın her halini yaşıyorum ve bu aşkın doğru olduğunu hissediyorum. Her duygu zamanında ve özüne uygun hissediliyor gibi.

Biliyorum sevgiyi ifade edişlerimiz bazen birbirinden farklı olabiliyor. Ve ben her yeni günde seninle yeni bir şeyler öğreniyorum. Misal sevgiyi dile getirmekte bazen ne kadar yetersiz kaldığımı... Ama telefonun diğer ucunda söylediklerini bir sessiz direnişle ve kabullenmişlik edası ile dinlerken; inan içimden o anlarda çok farklı sesler yükseliyor. ama bir türlü bulundukları yerden bir türlü çıkamıyorlar. Sese dönüşemeyen bir çok kelime biriktiriyorum beynimde...

Sevgilim,
Senelerce sevgiyi anlamada ve ifade etmede dokunmayı kullanmış bir insanım ben. Ve şimdi karşımızda teknolojinin bize sunduğu ve nimet mi, lanet mi olduğunu tam anlamadığım bir iletişim yöntemi ile birbirimize ulaşmaya çalışıyoruz. Az önce içimden yükselen sesler farklı dedim ya! İşte bu sesler devreye girip "keşke" diyor, "görse şu an ki sözcüklerle ifade edilemeyen mimik ve hallerini." (Sana bakışlarımı gösterememek en büyük pişmanlığım oldu son zamanlarda.)

Aslında, seni uyurken izlemeyi çok özledim. Yanında huzurla durmayı, aynı masada bardağına çay koymayı, bana çatmanı, arabada giderken bir rüzgar esintisi ile kokunun burnuma dolmasını ve yüzümde gülücükler oluşturmasını öyle özledim ki...

Lütfen bize bu kadar yakışan bir şeyin hayatımızda hep var olmasını sağlayalım olur mu?

 
 
* Biraz uykusuz, biraz yorgun, biraz melankolik, biraz meraklı, biraz ağız ucuyla gülümseyen, biraz mutlu, birazcık acıkmış Efsa... :)
 
* Görsel

11 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Bedel



Seni başkalarına anlatmak istedim, bağıran kelimelerle. İçimde biriken sen’ ler yüzünden, boğulmak üzereydim. Hafifletmeyi denemezsem ölecek gibiydim bu sıkışmadan.

(Aslında hep yeni insanlarla tanışma sebebim bile sendin. Her birine sil baştan, uzun uzun seni anlattığım geceler geçirdim. Sıkıldıkları an onları es geçip, başka insanlar buldum beni dinleyecek.)

Bilmiyorum seni bu kadar çok sevilebileceğini tahmin eder miydin? Bakma, bazen bana bile garip geliyor sana olan aşkımın bir noktası olmayışı. Sanki benim kaderim sende virgüllerle yazılmış! Kanser gibi kesildikçe yeniden hortluyorsun hücrelerimde.

(Aslında biliyor musun, hiçbir kelime yetmiyor seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.)

Anlamanı beklemiyorum inan. Fakat sadece bil! Ben bu hayatta bir tek seni, her halinle sevmeyi becerebildim. Tüm bencilliğin, ertelenmişlerinle, başka kadınlara aşıkken, hatta tek gecelik sevişmelerinde bile sevdim ben seni.

(Aslında içimde bir apse vardı ve seninle açıldığını düşündüğüm yaralarımı kapatmak için başka insanları, sargı niyetine kullandım.)

Hayatımda, tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade; eksikliğini hissettireceklerini fark edip, senden vazgeçmeyi diledim. İşte sonunda bulmacam bitti. Beynimi kemiren kuşkularda! Sorularda…!

(Aslında şu an Cladius' a işlediği cinayeti, sahneleten Hamlet gibiyim. Oluşmasına izin verdiğin eserini ve bedellerini sana izlettim. Bitti. :) Şimdi yolum açık olsun sevgili...)

 
* Yarın çok güzel bir insanla buluşacak olan Efsa :)))
 

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mektuplar / Hatırlananlar




Bana bir o kadar yakın ve bir o kadar da uzaktın ki, bunu anlamakta zorlanıyordum. Soluduğum havayı ellerimle dövmeye benziyordu bu. Oysa ben iz bırakmak istiyordum tüm kadınlığımla. Tutkuyu kullanarak yazan parmaklarımı kırıp, ikiye bölen olarak değil!

Ne çok isterdim kendine ördüğün duvarların tuğladan olmasını. Dokunduğumda yıkılmasını. Oysa senin duvarların tahtadandı sevgili. Depremlerimden sapasağlam çıkışına sinirleniyordum. Esnek, kırılmaz, çatlamaz… Hani demiştim ya kendimi suya benzetiyorum diye. İşte benim sende çok fazla yaş tahtaya basışımın nedeni. Ne üfleyince, ne dokununca, ne de bastırınca yıkıldın. Bir tek ayağımı çektiğim an benden uzaklaştın.

İstediğim ki şevkini kabartayım, öfkeni değil!!

Aklımda o kadar çok düşünce, o kadar çok sahne var ki. Hepsi saçma bir sıralamaya bürünmüş haldeler. Üstelik eskisi kadar önemsemediğim ve gerçekte olmanı istediğim hayale en yakın örnek sen bile farklı geliyorsun gözüme. Bir noktada sana hissettiğim (tam olarak sevgi diyemediğim) duyguyu hatırlamayı seviyorum. Yaşlı insanların eskileri anımsayıp yüzlerinde hoş bir gülümseme yaratması gibi bir şey, bu hissettiklerim. Geçmişe dönmeyi seviyorum. Şu anda ki hislerimle karşılaştırmayı. Meğer güzel anımsanacak ne çok duygum varmış...

Hani demiştin ya bir gün "sen ne kadar sevildiğini anlamayacak kadar salaksın" diye. O an idrak edememiş, telefonun diğer ucunda kitlenmiştim. Birşeyler çıkamamıştı ağzımdan. Keşke gerçekten sana inanabilseydim. Keşke sende birazcık daha üsteleyebilseydin. Hani insanların pişmanlıkla söylediği keşkelerden biri değil bu. Sadece bir parça merak fazlalığı. Yoksa değişen bir şey olamayacağını, uzun ayrılıkları bu ilişkinin kaldıramayacağını bir şekilde biliyordum.

Şimdi düşünüyorum da birbirimizi sevme biçimlerimiz ne kadar da farklıymış.
Biliyorsun, seni hiçbir şey suçlamıyorum, "bir neden" de aramıyorum artık olmayışlarına. Bazı şeylerin açıklaması yok. Mazereti yok. Öğreniyorsun zamanla. Sadece olmuyor bazen. Bazen bazı şeyleri oturtamıyorsun. Hayatımdaki tüm “O” ları sıfırlıyorum şimdi. Başta üzerimdeki mülkiyetini kaldıracağım. İçimdeki seni seven tüm kimliklerimle birlik olup, meşrutiyeti ilan edeceğim yeniden.

Seninle bende böyleydik işte.
Ne aynı adımları atabildik. Ne de öne çıkışlarla birbirimize yakınlaşabildik.

Hoş kal sevgili,
Şimdi bir devrim zamanı, geleceğe bir tarih atıyorum.


* Sınavlar bitince 6 ay sonra ilk kez eline bir kitap alan Efsa... :) Üzerimdeki sınav baskısı kalkınca böyle kendimi acayip özgür hissediyorum :))

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Mektuplar / Kızıma



Kendi doğum gününe 1 gün kala anne olan bir kadın olarak yazıyorum sana bu satırları... Seni kucağıma verdiklerinde ağlamaya başladım biliyor musun? Yanımdaki hemşire bana sorular sorarken, bir yandan da "neden ağlıyorsun" demişti. "Bilmiyorum, ama baksanıza çok güzel, çilek gibi" demiştim. Sanırım artık biliyorum.

Her şey için teşekkür ederim tatlım.
Benim kızım olduğun için.
Öğretirken, öğrettiğin için.
Bazen beni bile aşan bir mantığın olduğun için.
Yemek yemek harici beni hadi-lettirmediğin için.
Annen ve deden gibi akrep burcu olduğun için.
Aynı anda ayak atışlarımız ve aynı anda hapşırmalarımız için...

Dilerim bir gün sende bu duyguyu tanır ve duyumsarsın. Pazar günü sembolikte olsa bir mucizeye tanıklık etmenin haklı gururunu taşıyacağım bir kez daha üzerimde, her günkü gibi.

Her pazar birbirimize bir şeyler yazıp hediye ediyoruz ya. Onların hepsini sakladığımı biliyorsun. Tıpkı ilk tırnaklarını, ilk saçını, ilk resmini, ilk yazdığın hikayeni, ilk eldivenini, ilk kitabını... Bir sürü ilkini saklıyorum. Sana 18 yaşın için aldığım şarabı da saklıyorum.

(Ben tam şu satırları yazarken Kıraç' ın söylediği bir parça eşlik etti kelimelerime...
"Endamın yeter, gözlerin yeter. Uğramasın sana ne hüzün, ne keder...
Kalbim senden senden vazgeçmeyecek. Korkma içimde aşkın hiç bitmeyecek...")

Sevgiyle yavrum.
En güzel iyikim sensin
En güzel ilkim sensin...
Senin o "hediye alamam şu an, ama yapabilirim" diyen dilini yerim.
Hergüne has olan anneler günüm ve tüm annelerin bu sembolik günü özel olsun. Her annenin, kendisini kutlayacak çocukları yanında olsun...
:)

28 Nisan 2010 Çarşamba

Mektuplar / Hoş Geldin




Merhaba sevgilim,
Hayatıma hoş geldin,
Hani insanın beklemekten usanıp; artık olsa da fark etmez, olmasa da dedirten günleri olur ya! Öyle bir anımda, yanıma pat diye oturuverdin sen. Tüm şaşkınlığımda, olmazlarımda, iyi ki yanıma yanaştın.
Belki de biliyorsun, saatleri saymıyorum artık. Sen gelene dek zaman duruyor çünkü. Gelişine erteliyorum sorularımı. Hatta hikayelerimi de. Ve söz verdiğim gibi kendime dikkat ediyorum.
Biliyor musun; sabahları aynaya bakarken ne kadar yüzümü yıkarsam yıkayayım, hep sen varmışsın gibi. Tenimden izlerin silinmiyor. Hiçbir su, izini silmeye yetmiyor.
Penceremi açtım. Ruhun bedenime örtü gibi yerleşsin diye...

~~~~~~~~

Şimdi yanı başımdasın sevgilim.
Hoş geldin,
Tüm kısa sözcüklerimi senin için biriktirdim ben. Tıpkı sevdiğin gibi. Tıpkı alıştığım gibi.
Şu an yüzüme bakıyorsun, yüzüne bakıyorum... Yüzünde kendime ait izler arıyorum. Bir bakıştan bin anlam çıkartmak oluyor düşlerimiz.
Seni seviyorum ve fark ediyorum ki; sana sevgim arttıkça, kendime hayranlığım artıyor.

~~~~~~~
Ve aşk...
Seni düşlerken saç diplerimin bile terlemesi demekmiş...
Seni anımsadıkça anlıyorum...


11 Mart 2010 Perşembe

Mektuplar / Kelimeler Üzerindeki Toz Zerrecikleri


Merhaba Sevgili,

Uzun zaman oldu sana yazmayalı değil mi?
Evet, gerçekten çok olmuş. Hatta yeri gelmiş bende bile tozlanmış bazı anılar. Zamanında kirlenmesinler diye çabaladığın iletişimin eksildiğini oturup tarttığında ve bu sonuçtan fazlası ile yorulmuş bir şekilde çıkınca anlarsın ya...

Tek taraflı mücadeleler bile bir yere kadar veriliyormuş. İçinden çıkan, aklından da çıkarmış...
Elbette bunca zamandır olmayışıma mazeretler üretmiyorum.

Emin olduğum tek şey! "Seni yaşamaktan ziyade, yazmayı tercih eden bir benliğimin oluşu idi". Ama ya sen? Birkaç hafta önce yapmaya çalıştığın neydi sahi? Kürkçü dükkanı gibi hissettirdiğinin farkında mıydın? Hani köprünün altından çok sular aktığını kanıtlarcasına bir geç kalmışlık hissi yaşamadığına eminim. Ama akmıştı sevgili.

Biliyor musun? Aslında senin yokluğun, varlığından daha güzel bundan emin olabilirsin. Ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşayabilmeni isterdim mesela. Sahi öyle bir şey olsa kendi yokluğuna ne yazardın? Gerçi sen kızardın bu duruma, benim olmalı tavırlarıyla. O kadar sabırlı bir insan değilsin çünkü. Ben de senin kadar geniş.

Ben zaaflıydım.
Sen kusurluydun sevgili.
Keşke senin kadar kusurlu olabilse idi sevgim de...

Geçtiğimiz yıllarda ihtimallerin arasında dolanırken ve umudun hala benimle olduğu anların hepsinde; sana kızıp - bağırmak, elimden gelen ne varsa ardıma koymak istemediğim geçmişimde; bana yazdığın tüm o güzel cümlelerin üzerinde oluşmuş tozlarını, balkondan aşağıya silkeleyip sokaktan geçenleri bile kirletmek istedim. Görmeliydi herkes, bu kayıtsızlığını. Söylediğin tüm sözcüklerinin artık umurunda olmadığını bilmek, kendimi en kötüsüne hazırlamama yol açıyordu. Ve ben buna katlanamıyordum.

Yokluğunda hayatımı anlamlandıracak şeyler bulmayı denerken; şimdi, ucundan tutarak kaldırdığım ve altına itelenecek tek bir harf kalmadı bile içimde.
Ben seninle birlikte sayılan 7. basamaktan ibarettim sadece... Bırak rakamları alfabe de bile.

18 Şubat 2010 Perşembe

Mektuplar / Kapı


"Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin" diye başlamıştı kız, geçmişte bir mektubunda... Şimdi yazdıklarına, bir yenisini daha eklerken; başını, elinin teriyle nemlenmiş sayfadan kaldırıp, odasının kapısına baktı. Görmekle bakmak arasında ki o çizgide, zihninde çağrışımlar birbirini kovalamaya başladı...

Hayatında yürürken teğet geçtiği…
Bazen kolaycacık açılan...
Bazense zorlasa da giremediği...
Başkaları tarafından daha önce girilip kapısı açık kalmış...
Veya kendi kararları ile kapatmış...
İçeride ne var diye eğilip baktığı...
Ve beklediği halde açılmamış kapıları düşündü.

 İlk çıkış kapısını nasıl yaptığını bilemediği bir biçimde yaratmıştı. Çıkmaya ise çoktan cesareti ve hevesi vardı. Çıktığında gayet kalabalık, cıvıl cıvıl ve renkli bir koridorda bulmuştu kendisini. Alışkın olmadığı bu görüntü onu büyülemiş, hep özlemini çektiği bir dünyada var olduğunu zannetmesine sebep olmuştu. Zamanla bu dünyanın onu mutlu etmediğini ve orada ki insanlardan farklı olduğunu anlaması uzun sürmese de, kaçınılmaz bir biçimde onlar gibi olmuştu.

Ama şimdi... Zihni oyunlar oynuyordu bugünlerde ona. Eğilip yazmayı denerken;

"Onlar gibi; başkasını kandırdığını düşünüp, aslında yalnız kendini kandırmak... Evet, tam tanım buydu işte! Geçmişten beri süregelenlerden biri. Defalarca açar gibi yapıp, kapattığı kapıları düşündü. Kendi bencilliğinin içinde hapsolup, bir çemberin içinde sıkışıp kaldığını anladığında ki, kurtulma çabalarını... Başkasının sevgileri ile ruhunu besleyip, kendi sevgisini yalnızca kendine sakladığını sanmıştı. Kimseyi buna değer bulmamıştı. Gerçeği anladığında ise, zor olmuştu tekrar bir çıkış kapısı yaratmak. Çözümün kendini affetmekle olacağını öğrenmek ve aynadaki aksiyle yüzleşmek çok sancılı günlerdi onun için."

 Düşüncelerinden sıyrılıp; devam etmeye çalıştı, mektubuna kaldığı yerden...

Kapıdan çıkınca gördüğü koridor, ona hayatını anlatıyordu aslında. Aydınlık, ferah ve koyu gölgelerden uzak bir yerdi orası... Krem duvar kağıtlarının arasından adım adım ilerledikçe, kendine yaklaştığını görmüştü. Sırayla tüm kapılara dokunmak gelmişti içinden... Bazen kulplarına dokununca elleri yanıyordu, bazen gösterişli bir kapının ardındakileri merak ediyordu...

Adım adım yürürken; yanından geçtiği bir kapının önünde durdu kendiliğinden. Merakla, ürkekçe ve içeriden gelen seslerin tüm çekiliği ile uzattı başını. Baktığında tek görebildiği; kalabalıkların arasında sadece bakışları ile onu sımsıcak sarıveren ve bir anda büyüsüne kapılan bir adamın varlığıydı. Diğerleri gibi tüm neşe dolu görüntülerin içinde hüzün barındıran insanlardan olsa da, farklılığı ilk başta belli oluyordu adamın. Odayı sevmese de, adamı sevdi kadın. Ama "beraber kendilerine ait bir oda yaratalım" dedikçe uzaklaşıyorlardı birbirlerinden. Oyalandı bir müddet daha orada kadın. Sonra onun kapısı, onun odası olmadığını ve adamla kendilerine ait bir oda yaratamayacaklarını idrak ettiğinden beri; adamın varlığı pahasına çıkmak istedi, bu sahte neşeli ortamdan.
Koridorda kendisine eşlik eden o çok sevdiği Evrenin, Özlemin, Arzunun ve Ateşin rengarenk, çerçevesiz tablolarına baka baka devam etti yolunda. Yeni bir kapının eşiğinde daha durup duramayacağını merak ediyordu kendince. Bazen geliyor yürümekten usanıyor, bazen ise koridorda ki güzellikleri fark ediyordu.
Elinde bir anda beliriveren kalemle duvarlara yazılar yazmaya başladı.
Yazdıkça yürüdü... Yürüdükçe büyüdü...

Başka yazıların da tablolarına bakarken ve hala yazmaya devam ederken, yorulduğunu anlayıp oturmaya karar verdi. Aradan ne kadar an geçti bilmiyordu ama bir adam gelip, kendisine sormaya lüzum bile görmeden pat diye yanı başına oturunca; bir kaç hırlı, harlı, tatlı sohbet geçti aralarında. Sonra birden uzattığı bacaklarının üzerine elini koydu adam. Şaşırdı kadın onun bu arsızlığına. Adam elinden tutup: -"Gel" dedi. Kadın tutuşan ellerine ve adama bakıp korkmadan tutarak, yeni bir odaya doğru yürüdü yavaş yavaş...

Bu sefer acelesi yoktu

(noktası olmayan bir mektup yazmaya başladı)



* Bazen gereksiz kırılganlıkların pençesinden kurtulamayan ve fazla ince düşünebilen Efsa...

14 Ocak 2010 Perşembe

Mektuplar / Veda



Merhaba Sevgili,


Artık seni sadece sevgili olarak andığımın farkındasın değil mi? Sonuna "m" harfini eklediğim tüm sözcükleri yuttum geçenlerde. Yalnız boğazımdan geçerken zorlandı. Yani soluk borumu tıkadı biraz, nefesimi sarstı. Ama yuttum! Mideme oturmasına müsaade etmeden çıkarttım içimden... "Ayakta su içme" derdi annem. "Böbreklerine gitmez sonra, süzmez içindekileri" Bende midemde oyalanmadan git istedim. Bulandırma beni daha fazla diye...

Önceden önümde alışkanlığın verdiği bir süreç vardı atlatacağım... Ve ben özledim işte. Bazen yanımda ol istedim. Tenine dokunayım. Ellerimde kokun kalsın istedim... Ve bazende defalarca kendimle çelişip intihar ettim ben sende. Defalarca dirildim. Beni okumayı sevdin ya kendini gördükçe! İşte tam bu yüzden kestim bileklerini kelimelerimin. Kırmızı (ben) akarken, siyahlaştılar (senleştiler) iyice...

Biliyorsun! ulaşılamayana değildi benim özlemim. Sadece benim kahramanım ol istedim. Ben ölmek üzere iken kurtar beni... Ama sen en çok yeniden diriliş zamanlarımda, yeniden senden kurtulduğumu sandığım ve güçlü olduğum anlarda sevdin beni. Seninle yeniden yenilmeyi öğrendim.


Sen benim için güneş gibiydin sevgili. Her defasında yüzümü sana döndürdüğüm... Ama... Ama işte bazı bazı dokunduğun yerleri kopartmak istedim. Ellerimi, yüzümü, saçlarımı, yanaklarımı... Ama en çok düşüncelerimi! Kop artık benden, çık içimden istedim.

Aylarca senden neden vazgeçemediğimi tarttım durdum beynimde. Bu kadar çelişkiye, bu kadar gidiş gelişlere rağmen neden senden vazgeçemiştim. Biraz geç anladım... Yolum sendin. Aslında bundandı bir adım bile yol alamayışım...


Seni kendimce sevdim, seni istedim. Mesela hep de bildim. Sen benim için o adam değildin. Sadece o sırada sevilecek en güzel şey sendin...

Biliyormusun, kokunu unuttuğumu farkettim geçenlerde... Tıpkı sana kızgınlıklarımn hepsini unutmamak isterken, unuttuğum gibi. Ki hediye etmek için aldığım ağaçta kurudu susuzluktan... Ve tüm yazdıklarını sildim yine geçenlerde. Tüm kelimelerini okurken bugünün bana ilk kez mail attığın gün olduğunu gördüm. "Seni geç tanıdığıma pişman olmam umarım" diye yazmışsın. Hiç sanmıyorum! İkimizde birbirimizde iyi ki tanıdım dediğimiz insanlardan olacağız... Sebeplerimiz birbirimizinkinden çok farklı olsa da...

Bugün güzel bir veda istedim senin için. Güzel hatırlayalım birbirimizi, yazdığımız gibi. Vedayı, bana yazdığın bir cümle ile bitiriyorum. Yolun açık olsun Sevgili...


"Aklıma geldikçe sen, ben kendimi gizleyecek bir yerler arıyorum. Gizlediğim yerlerde sen varsın çünkü... Buldukça miraca çıkıyorum. Ört üstümü."



* Apar topar yazdım... Akıcılığını kaybeden her bir kelime için...

* Büyüdüğünü hisseden Efsa...
Related Posts with Thumbnails

..