aşkın kimlikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşkın kimlikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2011 Çarşamba

Mektuplar / Geleceğe Takılan Çelme






Bana seni anlatmamı isteseler derim ki; 
- "Aklınca, kendi kuşkularının yarattığı o ihtimali duymak istemediğinden bana hiçbir şey soramayan bir adamdı ve ben onun hayatına girdikten sonra, tanıştığı her kadına aynı şekilde davranmaya devam edip, can yaktı!"
...

Konuşmadığın, aramadığın, benden başka herkesi var sayıp, başka yerlere yazdığın ve başka kızlarla cilveleştiğin tüm o anlarda;  bu özensiz davranışlarını es geçmemi ve beni sevdiğini bilmemi istedin.Seni, sen demeden anlamamı istedin. Her defasında “Seviyorum” kelimelerini kullanıp, sevmiyormuş gibi davrandın. 
Kısacası işte; göstermediğin tüm davranışlarını, anlamamı istedin! Aslında anlayabilirdim de.. Ama hep engelledin içine ulaşmamı. Kendini herkesten gizleyebilirdin, ama benden de gizledin.

Sana bu tarz umurunda değilmişim gibi davranışlarının beni üzdüğünü birçok defa belirttim. Anlamak istemedin. Kadın dırdırı olarak gördün tüm dilenişlerimi.. Sonrada beni suçladın olayların akışındaki süreç için. Eksik anlattığım tek konu için hırslanıp; bitip tükenmek bilmezcesine, defalarca suçladın beni. Bütün bunlara neden olan kendi davranışlarını ise yok saydın.

Senden hiçbir zaman af istemedim ben.. Dileğim hep güzel hatırlayalım birbirimizi idi. Olmadı. Sen o dünyanın içindeyken öyle kuşkucu, kindar ve farklı biri olup çıkmıştın ki, iyi niyetimi sorguladın..
İnsan karşısındakinden görmek istediği davranışı kendisi yapmıyorsa ve karşısındaki de yorulup, sırf daha fazla üzülmemek adına elini eteğini çekmeye başlamışsa, söylediği her şey havada kalıyor ve umursanmıyormuş gibi gösterilirse,  ne yapılmasını bekliyordun bilmiyorum.. Sana aşık olmadığımı, olamayacağımı belirttiğim halde, sevgimi de uzaklaştırdın..

Sahi; içine siniyor mu gerçekten o davranışların? Ne bileyim, arada düşünüp üzülüyor musun mesela? Bana karşı hissettiğin, sonra yok sayıp ve ezip geçtiğin tüm o duygularını hatırına getiriyor musun? Ben ise; geceleri yastığa yattığında veya bir yastığa elini attığında beni hatırladığına kalıbımı basıyorum.

Şimdi senden uzaktayım.. Huzurlu bir dönemden geçiyorum.Hayatıma “seni daha nasıl mutlu edebilirim” diyen bir adamı soktum.

Yine de, insanın geride bıraktığı, geleceğine çelme takıyor bazen. Bu nedenle hala büyük tereddütlerim olsa da, o bunları aşma yolunda bana çok yardımcı oluyor.. Beni hep güldürüyor..  

Son olarak; seni anımsadığımda acı veren tek şey, yokluğun ya da yanımda olmayışın değil. Bir daha asla kendimi birine o şekilde açamayacağım için üzülüyorum.. Özlüyorum çünkü, en yakın arkadaşımı kaybetmeme neden oldun! Diliyorum, mutlu olma.. 


* Anne ve babam hacdan geldiler dün gece.. çok mutluyum.

15 Kasım 2011 Salı

Miladım..


"Ağaçlar, aşık olduklarında eğilirmiş rüzgarlarına...!" 
Adımın anlamının neden bir ağaç olduğunu, seni tanıyınca daha iyi anladım...


Miladım..!
Zamana uyum sağlamış,
Kırmızı ışıkta birbirini bekleyen iki insanız biz. 
Aramızdan; arabalar, insanlar, gündelik olaylar, çarpışanlar, kağıt parçaları, yağmur damlaları ve rüzgarlar geçiyor.. 
Biz birbirimize yansıyoruz..

Biliyor musun? 
Sen görmüyorsun ama senin içinde bir sürü sokaklar var..
Bir çok insanın fark etmeden geçip gittiği yerlere, ben seviniyor, tenhalarında kaybolmak istiyorum..
Yokluğunda vatanına hasret insanlara dönüşüyorum
Öyle özlüyorum ki, bir görsem eğilip öpeceğim sanki ellerini..
Seni düşünmek güzel şey.. 
Eski şehir mahallelerine dönüşüyorsun zihnimde.
Eski evimizi andırıyor sanki her bir boşluğun..

Şimdi bir resmin üzerinden dudaklarına bakıyorum..
Bakarken kayboluyorum..

Bil ki benim için, boynunda uykular saklıyorsun bilmeden.
Boynun huzur..
Rüyalar görüyorum.
Boynun tutku sarmaşığı, beynime uzanıyor..

Gözbebeğime saklan sevdiğim.
Kirpiklerimde sana özenim.
Gel.. 
Çünkü biliyorum ki, beraberken çok güzeliz biz. 

Adam!
Uyuma!
Taşırmadan, usul usul çizmek istiyorum seni hücrelerime..



* Derslerine odaklanma konusunda kendini motive etmeye çalışan Efsa... 



28 Ekim 2011 Cuma

Seni Sevmek



Eski bir Türk Filmi sahnesinde bulduğum, "seni" seviyorum..
Düşlerim ağrıyor!
Ben seni dişetlerimdeki iltihap kadar,
şeytan tırnağım, kırık saç uçlarım kadar seviyorum..

Suya girince buruşan ellerim,
sancılı sivilcelerim kadar..
Ödünç verilince gelmeyen kitaplarım,
Açılmayan telefonlarım,
En sevdiğim kıyafetimin izinsiz giyilip, ters çıkarılması kadar seviyorum..

Tüm kötülüklerin içinde iyiliği görebilecek kadar
Tüm çoklarım, varlarım, olmazlarım, hayırlarım kadar..
Beyazlarını giyinip çamura bulanmak kadar..
"Ah" larım, yarım kalmışlıklarım, yaşanmamışlıklarım kadar..
Öznelerim, yüklemlerim, tümcelerim kadar..
Anlatamadığım hislerim, tutkum, onurum kadar..
Ben seni çok seviyordum!!

Ama artık çık git beynimden!
İnan geleceğim sızlıyor!! 

.



* Bir aksilik olmazsa bayramı İstanbul' da geçirecek olan Efsa.

7 Ekim 2011 Cuma

Kırmızı Işığa Benziyor Seni Sevmek...



İçinde çıkmaz sokaklar var sevgilim.
Ve benim o sokaklarda kaybolma isteğim…

İnsanın, birisinin yokluğunda kafası dumanlanıyor.
Öfke ile çaresizlik boğazımı sıkıyor sanki.
Kafam mistik diyarlarda oyalanıyor..
Artık gri küllere inanıyor ve seviyorum.
Düşünebiliyor musun?
İçlerinden birçok şey çıkıyor
İçlerinden prensesler, kuşlar doğuyor…
Bir tek; sen hala yoksun..
İnanma isteğim ise, umutsuzca devam ediyor…
Sen zaten, benim inanılacak en güzel şey olacağımı düşünüyorsun..

Bulsam seni, çekiştirsem kendime doğru?
Aynı yastığı paylaşabilir miyiz?

Günlerim seni düşünmekle geçiyor.
İki lafımdan birisindesin sevgilim.
Düşüncelerimdesin.
Başka kimse umurumda değil,
Kimsenin kabuklarını kırmayla da uğraşmıyorum artık.
Kalkanlarını umursamıyorum.
Kendi halimdeyim.
Beynimdeki mazgallarla, ızgaralarla yaşıyorum.
Bazen kendime bile fazla gelip taşabiliyorum.
Olsun diyorum, bu da geçer.
Geçiyor.
Öyle olmasını istediğim için, diğerlerinin gözünde tek yönlü bir şeritten farkım yok artık.
Benim adıma düşünen ve empatisizlikle kafasında kurup, karar veren insanlardan nefret ediyorum biliyor musun?
Bu aralar çevremde yine böylelerine rastlayınca koptum dış dünyadan..
Onlar var ya, kışları uzun sürenlerden..
Ve beni boğuyorlar artık.
Kimseye gösterecek sabrım kalmadı.

Seni özlüyorum.
Bakışlarının büyüklüğünü hatırıma geliyor.
“Seni çok bekledim. Ama öyle bir buldum ki, tüm bu zamana değdi” deyişin..
Bütün sözlerin..
Tek kulaklık ikimize de yetsin istiyorum.

Kırmızı ışığım.
Senden geçmek istemiyorum.
Gel; beynimi uyar, kalbimi, bedenimi..
Daha nasıl anlatabilirim bilemiyorum!


* Ayın sonuna doğru anne ve babasının hacı olmaya gideceği kız, Efsa...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Haklısın..


Haklısın;
İlk başta hiç sevmedim seni.
Sevgine inandırılmak istemedim ki.
Sen tuttun, beni kendine zorla ilikledin.
İki yakanı bir araya getirecek kadın sandın beni.
Oysa ben küçük şehirlerin içinde, hayallerini geleceğe erteleyen alelade kadından biriydim.
Ve sen İstanbul gibiydin sevgili..
Boğazlarını birleştiren köprülerle tutunuyordun hayata..

Haklısın;
Sonra çok sevdim seni..
Kokunu, parmak aralarını, koltuk altlarına sığınmayı..
Yüzündeki çukurlarını sevdim!
Sakallarını sevdim yuvam bildiğim..
Yutmaktan korkup kursağımda bıraktım seni, burnumun direğinde tuttum hüzünlerini.
Bir sıkımlık canımı saldım ellerine, bedenine serdim bedenimi..

Haklısın;
Çok aldattım seni..
Kirpiklerimle, ellerimle, kelimelerimle..
Ayaklarımla aldattım!
Başka bedenlere sarılıp yürüdüm yokluk zamanlarında.
Düşmeyeyim diye başka sakat kollara tutundum.
Yoruldum...!

Haklısın;
Düşünmemem gereken şeyleri düşündüm, üstüme vazife bilip.
Başkalarıyla olmamın umurunda olmadığını söylediğinde,
bir kelimenin içerisindeki ses düşmesi kadar vurucu oldu etkin!
Defalarca doğru yazılamayacağımı anlayan bir harften öteye gidemedim!
Sende izim başka kaldı, dilde başka…
Sonra başka yastıklarda…

Haklısın;
Hiç unutmadım seni.
Diş biledim geçen zamanda.
Kural koydum içlerinde senli maddeler taşıyan..
Saçlarımı kırmızılaştırdım yeniden.
Bir savaşa hazırladım narin ellerimi.
Yemin ettim, dua ettim.
Bana yaşattıklarını, sende yaşamadan öleme istedim!

Haklısın;
Sen gibi yapabilir, bir insan yada bir yalana sığınabilirdim.
Ona bir renk, bir koku ve bir ten sunabilirdim.
Ama geç dahil olunmuş hikayelerin esas kadını olmak istemiyordum artık.

Haklıydın!
Soğuk bir alınganlıktı benimkisi..
Teninle alınan teyemmümlerde aramamalıydım cennetimi...!




 
* İhale, ihale ve ihalelerle mücadelede bir Efsa...

* Görsel

11 Aralık 2010 Cumartesi

Sen Benimleyken...


Sen benimleyken;
Kendimi sana yamıyorum en yeni haline,

Gelmiyor aklıma haber bültenleri,
Yılışık yaşamlar, yavşak insanlar,
Politik oyunlar, kavgalar, kaygılar..
Karmaşık cümleler, noktalar, ünlemler, soru işaretleri..

Yalnız sen..

Salt sen varoluyorsun hücrelerimde, tüm erkekliğinle..
Sana soyunuyorum, sen beni soyarken..
Ve kendimi giydiriyorum, sen giyinirken..
Tüm hücrelerimde kudretini göster istiyorum.
Kendimi sana sunmak istiyorum,
Seninle tüm anlarım birer ayin gibiyken ve senin yanındayken Tanrı' nın varlığını daha net duyumsarken,
Anlıyorum.

"İşte bu" diyorum..
İşte bu!


* Evde annesinin pişirdiği patlıcan yemeğini bir an önce yemek için sabırsızlanan Efsa... :)

2 Kasım 2010 Salı

Diyaloglar 2




Erkek dedi ki...
Kalemin sıyrılsa mutsuzluktan.. Mutsuz'u, mutsuzluğu yazmaya alıştığı için, suskunluğu mu tercih eder acaba? Yani ne kadar sevdiğini, ne kadar özel sevdiğini gösterirken depresyona sokan Efsa, sadece mutluluğu yazsa, neler gelir başımıza. :)

Kadın dedi ki...
Yapamıyorum, denedim ama sizin istediğiniz ölçüde mutlu şeyler yazamıyorum. Ya tutku oluyor mutluluğa giden, ya hüzün. Ben sizin anlatımınızla mutluluğu nasıl yazacağımı bilemiyorum. Ve bunu insanlara anlatamıyorum. Yani zaten ben severken mutluyum aslında. İnsanlardan çok sevme biçimimi seviyorum anlıyor musun? Bu benim en büyük handikabım. Ben mutluluğu yazdığımı düşünürken, siz bunu mutsuzluk diye nitelendiriyorsunuz...

Erkek dedi ki...
Hahaha! "Ne kadar güzel seviyorum oysa" diyerek saplantı haline getirdiğim, kendi içimdekine kıyamadığım insanlar var şu hayatta.

Kadın dedi ki...
İşte aynen bu şekilde.. Ve bu nedenle hayatımda barındırıyorum ben bazı insanları, yaşamaktan çok yazmayı sevdiklerim var. Hatta geçen gün bunlardan biri dedi ki bana; "Efsa senin kimseye ihtiyacın yok. Sadece birine sığınmayı seven yanlarını göstermeyi seviyorsun. Sen güçlüsün, bak bende öyleyim ve bu nedenle bu kadar umursamazım. Sen kendi başına da ayakta durabilen ama birlerinin varlığı ile mutlu olan insanlardansın. Bu bizim gücümüz." Demem o ki ben çok canımın yandığı zamanlarda bile ölmem aşkımdan. Ben kendi sevgimi seviyorum buna acırım, neden sevdim diye değil, neden o da beni böyle  (kendini sever gibi) sevemedi diye.
Mutlu olma şanslarını geçmişte kullanıp ve bunun için fedakarlıklarda bulunulmuş önceki ilişkilerin izlerini bana yansıttıkları ve çaba harcamadıkları için acırım onlara, kendime, ilişkimize...

Ya böyle olunca çünkü o hiçbir şey beklemezken sen veriyorusun, yazıyorsun, askından ölecekmiş gibi oluyorsun. Fakat diğer tarafa baktığında hiçbir tepki yok. Bozuluyor insan. Tamam salt bir beklenti ile yapmıyorsun bunları, sadece "özen göstermek" hallerini ona yaşatırken en ufak bir ters davranış incitebiliyor.

Erkek dedi ki...
1.5 yıldır bunun tartışması içerisindeyim. Ama tartışarak bir yere varılmadığını, daha da kötüye götürdüğünü de maalesef yaşayarak tecrübe etmiş durumdayım.. İnsanlar istemeden hiçbir şey elde etmemeye alıştıklarından; bizim gibi doğal "vericiler"i hep ihtiyaç duyan, bağımlı falan gibi adlandırıyorlar, ona bozuluyorum ben.

Kadın dedi ki...
Hayat...

Erkek dedi ki...
Hayat...



* Dost yürekli bir adamla yapılan eşsiz bir sohbetin tadından kalanlar...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Devinimlerim


Bir sokak çocuğunun bakışlarındaki yeşil yanan anlamı yakalayınca,
cesaret edip de geçebildi benim cümlelerim, senin tarafına.
Ama asla caiz sayılamadı sevgim kitabında.
Aslında senden beklediğim bir sevap cümlesi değildi,
Cevap da değildi, affına sığınıpta.

Şimdi hicret ediyor içimdeki tüm kadınlar senden.
Seni seven yanlarım giderek azalıyor.
Metroya yetişemeyip kapısı kapandığında,
binemeyen o insanlara bakar gibi bakıyorum sana.
Aramızda aniden kapatılan kapılar.
O kadar hızlı uzaklaşıyorum ki senden,
anılarım reklam tabelaları gibi dev ekranlarda gösteriliyor seçilebilmek için.

Şunu bil!
Artık saçlarımı topluyorum.
Ve seni seven tüm savruk yanlarımı da.

Bir kitabın içindeki kelimelerde seni bulduğum anlar giderek azalıyor.
Başkalarının gittiği, kulak misafiri olduğum anne ziyaretlerini duyduğumda da...
Seni seven yanlarım bir ihtilal havasında.
Devinimlerin son noktasında...


* Baktığı yerleri yastık gören, uykucu Efsa...

* Görsel

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kesikler



Ah adam,
Seni tanıdım, yüzüne taşındım, sakallarını bile yuvam bildim. Ama yetmedi!
İşte bizim hikayemizin ana özeti…!

Sığındığım bir liman yaratmıştım kendime. Bazen kıyılarıma kendi düşüncelerimin gemilerini göndermekten bile korkuyordum hatta. Ve bu dar alanlarda senin hayatının çılgınlığına karşın, benim hayatımın tekdüzeliği vardı. Sen kendi görüşlerinin engin savunucusuyken; ben o hayata yeni yeni adımlar atıyordum.

Limanlarıma kimseleri almazken; sen geliyordun, dengem bozuluyordu.

Ah be adam! Anlamadın mı? Ayağım bir taşa değil, sana takıldı. Yolum yolunda sonlandı. Güle oynaya yürümekten zevk aldığım sokakların çıkmaz oldu. Sürekli daireler çizerken bedeninde, nevrim döndü. Sen yolunu şaşırdığında, ardından tökezleyen bendim.

Ve sonra günler geçtikçe, sevgimin ekseninde; senin her yeni ilişkinin öncesinde, nefes verdiğin durağın olmayı öğrendim. Her biten ilişkinin sonrasında özlediğini hissettiğindim... Şu an bir daha gelmeyeceğini biliyorum. Ve zaten en çok bu yüzden sana "gel" diyemiyorum. Lütfen gelme, artık "kal" Hayatımda yarattığın boşluğunu doldurmakta bir adım öteye gitsem de, hala bunun sonuçlarına katlanmakta zorlanıyorum.

Aslında en kötüsü neydi biliyor musun? Seni unutmaya çalışmak ve bununla yaşamaya alışmaktı! Yerin yanımdı. Yanımda olmalıydın. Oysa şimdi, hicret ediyor içimdeki kadınlar teker teker… Seni seven yanlarım azalıyor.

“Tanrım gözlerim ne kadar da körmüş” şeklinde bir cümle kuramayacak kadar gerçekçi bir insandım oysa. Açtığın yaraların içinden akan kanlarıma bakarken ve şifa niyetine tutunacak bir şeyler ararken an’ a yakalandım. Sanki yaklaşıp bana;
- "Sana hayat gücü veren şeyler istemsizce bedeninden çıkıp gittiğinde, gerçek acının kaynağını da bulmuş olacaksın. Şimdi sakin ol ve k/ana iyice bak” dedi.
Baktım. Anladığımı sandığım şeyi saatlerce yordum. Ve en sonunda; gitmesini dilediğimin gitmesi için, kendi canımın acıması pahasına dek önce bir kesik yada yol açmalıydım. Yoksa hep aynı kısır döngünün içinde kendimi yoğuracaktım…

Ve bugün, bütün bunların etkisi ile benden gitmene izin verdim. “Artık serbestsin, teşekkür ederim” dediğimde, içimdeki kendini sana adayan yanlarımı da alarak ve gitme zamanını çoktan kabullenmiş bir edayla gittin.

Biliyor musun?
O kesik bir hafta sonra iyileşti…


* Bezelyenin gelişi ile kendini azıcık toparlayan Efsa...

* Görsel

14 Mart 2010 Pazar

-Mış Tadında Bir Masal


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...

Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.

Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.

Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şeyin unutulduğu...

Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...

Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...

Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.

Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...

Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.

Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.

Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.

3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.

Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.

Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.

Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.

Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.

İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.
Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?

Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.

Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.

Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...

"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"

22 Ocak 2010 Cuma

Kadınlar üzerine yazılmış bir yazı üzerine...


Geçenlerde bir yazı okudum... Kadınların güzel bir geceden sonra ne düşündüklerine, beklentilerine ilişkin, "Kahvaltı Kadınları" isimli (*) Reha Muhtar' ın kaleme aldığı bir yazı idi. Ben ilk kez gördüm ve görüpte kayıtsız kalmak istemedim kendimce. Bazen erkekler bizleri bizden daha iyi anlamlandırabiliyorlar ya, işte buda güzel bir örnekti belki de.

Hani insanın okudukça kendini gördüğü yazılardan birisi olarak tanımlanabilirdi. Yer yer "kadınlar ne arar" soruna verilebilecek hoş bir yanıt saklıydı içinde...

"Flörtü sevse de, sevgiyi arar. Kadınlığından gurur duysa da esasen aşkı arar. Özgür birliktelikleri savunsa da, ait olacağı adamı arar. İlk akşam yemekte ses etmese de, kahvaltıyı umar."



Neden kahvaltı kadınları denildiğini o an anladım. Bende çoğu kadın gibi, bir kahvaltı kadınıydım. Güzel geçen bir geceden sonra, hala tenler sıcakken, bir erkeğe sokulmanın keyfi gibiydi kahvaltılar. Ama sokulduğunda seni saran eller olmadan bir anlam ifade etmiyordu. Bir tarafın ısınırken diğer tarafın açıkta kalıyordu...

"Akşam yemeği, ilk gece için hoş olsa da etkili değildir. Gidilen eğlence mekanı, zevkli olsa da belirleyeci değildir. Belirleyci olan sabah kalkıldığında ne durumda olunacağıdır."



Ve aslında benim için en okunmaya değer, okumaktan keyif aldığım cümleler şu paragraflardaydı...

"İlk akşam yenilen yemek yemek değildir. Sabah edilecek kahvaltı kadın için ilk yemektir. Her kadın, her halükarda ve mutlaka bir kahvaltı kadını olmayı arzular. vücudunun değil, kendi değerinin bilinmesini ister. Sadece erkekliği değil, erkek adamı uyandırmayı düşler. Ön sevişme diye adlandırdığı akşam yemeğini değil, sevişme sonrası kahvaltıyı arzular."

"Erkek geceye noktayı koymuş ve uyumuşken, kadın virgülü koymuş ve düşünmeye başlamıştır. Kadın için gecenin nasıl geçtiği gece belli olmaz. sabah belli olur. Her zaman sabah kahvaltısı yapılmasa da, kahvaltılı birliktelikler müthiş güzeldirler. Vücutlarını paylaşanların, birbirlerini paylaşması önemlidir.ruhu güzelleştirir, sakinleştirir, dinginleştirir. İnsana insan olduğunu hissettirir."


Bir kadın için en güzel anlardan bir tanesi de, sevdiği erkeğe kahvaltı hazırlamak değil miydi? Gece seviştiği kadının elinden hazırlanmış bir masayı görmezlikten gelip giden bir adam, bir sıfata sokulmalı mıydı?  Güzel an' lar dilerim herkese...


 
* Bu aralar huysuz ve tatlı kadın modunda ki Efsa... :)
 
* Resim
 
* Alıntı (yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz)

22 Ekim 2008 Çarşamba

peki öyle olsun... o halde yokluk benim bu aşk büründüğüm son kimlik olsun...



Beni kaybetme korkusu yaşatmadığım veyahut yaşatamadığım tüm aşklarıma... çünkü yırtınsam da huyumdan mı, suyumdan mı, tipimden mi bilemiyorum ama garanti eş / sevgili pozisyonlarına düşüyorum. Sonra da gidene peki git derken, dönene ertelenmiş anları yaşamak için geç kaldığını belirtiyorum her zaman.
Benim puzzle mda bir parça hep eksik kaldı ve ben kartondan yeni bir parça yaratıp yamamaya çalıştım.
ve ensevdiğim kitaplardan birinin birkaç cümlesi ile bitiriyorum lafımı...
"Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..."
cezmi ersöz / Şizofren aşka mektup

20 Ağustos 2008 Çarşamba

aşk' ın kimlik savaşı

Bir iliski cok kimlik degistirir gecen zamanlarda...
Kacan olursunuz bazen...
Bazende kovalayan...
Gitmek isterseniz bazen,
Yasananalar sikinti verici olmaya baslar,
Ama kalan olursunuz her zaman...
Her zaman sevdiginiz sizi yeterince sevmiyordur.
Zaten hicbir zaman zaman onun istedigi kisi Olamayacaksinizdir.
Sizin kimliginizi degistirmeye baslamistir bu iliski...

Kosarsiniz bazen yorulursunuz,
Cok yorulursunuz...
Ama yine de vazgecmezsiniz...
Aslinda kimdiniz siz...
Hic dusundunuz mu?
Bu iliskiye baslamadan once neydiniz?
Şimdi ise kimsiniz?
Verdiniz mi? Aldiniz mi?
Kazandiklariniz mi yoksa kaybettikleriniz mi fazla?

Hem secen olduk hem secilen,
Hem kacan olduk hem kovalayan,
Hem kaybolmak istedik hem bulunmak,
Hem kaybetmek hem de kaybetmemek,
Hem kotu hem masum,
Hem sadik hem capkin,
Hem kiskanc hem caresiz,

Hem ozgur hem tutsak,

Hem korkak hem kararli,
Hem gittik hem kavustuk,
Hem sevdik hem de nefret ettik,
Hem varlikliydik hem yoksun,
Hem dogruyduk hem yalan,
Hem sahiplendik hemde umursamadik,
Hem doyduk hem aciktik,
Hem basarili hem yarim kaldik,
Hem bitti dedik hem de bitiremedik...

Vazgecmek istedik ama vazgecemedik...


Ama unutmayin; bir asktan geriye kalan son kimlik, yokluktur her zaman....

RESİM ALINTI
Related Posts with Thumbnails

..