yokluktaki bokluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yokluktaki bokluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2011 Perşembe

Bitti.



Bitti!
Ne acı ki; ayakta kalmış bir sevgiydi bizimkisi.
Oturup da dinlenemedi, demlenemedi.
Ben; önemsenmediğimi sandım, 
Sen kandırıldığını..

Bitti;
Artık yüzünde gördüğüm izler bana ait değildi.
Geçmişi kurcalayıp söylenilen cümleleri ayıkladığımda, sözcükler gözlerimi yakmıyordu artık.

Bitti!
O adam benim harflerimin kordonuydu.
Bu yüzden ne zaman bir şeyleri yazmaya kalksam, hep onu doğuruyordum.
Ama bitti!
Oysa ben gerçekten istemiştim, saçlarımın tokasını, yalnız onun için çözmeyi..

Artık tek kişilik bir otobüs koltuğuna benzer fotoğraflar çektiriyorum,
Artık...
 Hiçbir şey eskisi gibi değil.

Bitti işte!
Oysa, bu sevdanın teri bile soğumadan..
Bitti ve ben kıstım sesimi...



* Beta Mikrobu kapmış, sürekli iğne vurulup durmaktan fıskiyeye dönen Efsa...

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bazı Erkekler Vardır...



Bazı erkekler vardır; hayatından hiç çıkmaz ama hayatına da dahil olmaz. Öyle o çizgide dur ister. Düşünme ve bekleme ister. Ne git der,ne de kal...Çünkü hiçbir zaman sana kapılarını tam olarak açmayacaktır. İster belki ama hep senin anlayamacağın biçimde bir bahanesi vardır onun. Anlayamazsın... İki arada bir derede bırakır seni.

Anlamlandırmaya çalıştığın bir süreçtir bu. Sen kendini, onu ve adı konmayan o ilişkimsiyi düşünürken, söylediklerin ve yaptıkların ona tripmiş gibi görünür. Cevabını bilmek istediğin her konu onu daha da uzaklaştırır senden. Aslında sadece ağzından net bir kelime söylemesini beklersin. Susar...

Oysa tek istediğin ufak bir sarılış, sımsıcak merhabadan öte değildir belki de... Anlatamazsın. Sadece içinde büyüttüğün o şey net olsun istersin. Bileyim ve ona göre şekillendireyim. Ama o söylemez asla testi mi olacaksınız yoksa şekerlik mi. Döne döne en sonunda nevrin döner... Sonra bir de bakmışsın elinde yamuk yumuk ne olduğu belli olmayan bir şekil çıkar.

"Öyle erkekler insanı tüketir. Zamanla bakarsın ki hiç bir şey kalmamış geri" der arkadaşların.. Çünkü zamanında öyle bir kadın tüketmiştir onu. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemez. Belki 3. yılda yaşadığı sorunu seninle 1. ayda yaşıyorsa, mücadeleye yer bırakmaz. "ben bu filmi izlemiştim" deyip kesip atar. "O erkekler yarasını hep açık tutar. Çünkü yarası acısın ister. acısın ki geçmişi ona ders olsun hiç unutmasın."* Bu yüzdendir ilk tanıştığınızdan itibaren onunda şu an içinde bulunduğu hayata söverek, geçmişteki sıkıntıları anlatışı.. Unutturmaz kendine. Sende bil ister onun nereden nereye geldiğini. Yaralarını sana kusar, şimdiki hayatının çarpıklıklarını sana kusar. Kusar kusmasına da vazgeçmez yine de yaşantısından...

Aslında sorun yarasında değildir. Sorun seni iki arada bırakmasıdır.Gitmek istediğin an seni yolundan geri döndürmesidir. Biliyorsundur yolun sonu yoktur. Yuvarlaktır. Yolu yolun olduğunda hep aynı yerde döndüğünü, döneceğini bilirsin. Ama öyle bir bakar ki bazen sana, için acır gitmeye. Sana ihtiyacı vardır. O an yanında yalnız seni istemiştir. Umutlanırsın. Her şey sil baştan yaşanır. Ama asla fazlası olmayacaktır. İstemez çünkü. Ama bil ister. Umutlanma ister. Bununla yetinmeni, fazlasını beklememeni ister.

Bazı erkekler vardır; nefret etmek istediğinde dahi şefkat duyduğun... Ömrün olsun isterken, garip bir şekilde ölümün olmuştur...

Bazı erkekler vardır, haklarında çok şey yazılasıdır. Bu sadece bir kısmıdır...


* Gribin kıskacında bir Efsa...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Mektuplar / Yokluğun

Sevgilim,

127 gündür yoksun…

Biliyormusun yağmur yağmaya başladı artık buralara. Tüm yollar sel içinde. Sanki ben ağlayamadıkça, tüm şehir ağlıyor. İçim sıkıştıkça, şimşekler çakıyor…

Neden bilmiyorum… Hala hasta olmadım. Senin yanında peçete tutan parmaklarım, yokluğunda başıboş kaldı üstelik… Şimdi istesek de, elimi tutmaya yeltenen ellerine, avuçlarımın arasında ki peçetelerim denk gelmeyecek. Paylaşmak zorunda kalmayacaksın veya “bir peçeten kadar olamadık deyip” kızarmış gibi yapamayacaksın. Nazarın mı değmiyor nedir? Bilemiyorum…

Bildiğim tek şey: “Çok Özledim”

Yalnız şu da var ki; en çok sevdiğin yemekler önüme konduğunda ve bir lokma aldığımda, boğazıma takılı kalışını da biliyorum… Bir kokunun, beni şöyle bir alıp uzaklara götürdüğü anlarda, kaybolabiliyorum… Ya da bir müzik duyduğumda uzaklara mesela…

Senden kalan, seni hatırlatan...!

İçimdeki en yoğun his özlemin…

Zaman geçmiyor, yanıltıyor sadece. Önceden geçsin dediğim her saniyeye, secde edecek gibiyim artık. Keşke burada olsan… Keşke yine birbirimize randevu versek. Ve olabilecek tek derdimiz “nerede buluşsak” olsa… “Sensiz sokakların bile anlamı kalmadı” desem, inanırsın biliyorum…

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, çok insafsızsın. Hiç bir mektuba 36 adet zımba olur mu? Bozmadan açacağım derken, çıldırıyordum neredeyse…(Oysaki ben sana mektuplar zarftan çıkıp, düşmesin diye 5 tane zımbalamıştım.) Ama başardım biliyormusun. Hiç bozmadan ve yırtmadan zarfı; hepsini tek tek eğip büktüm, çıkarttım. Bir kağıt parçası bile değerleşiyor gözümde, sen oldukça dokunan…

Seni hatırlatan…

Seni çok özledim…

Uzakta olsan da her an seni görebildiğim, sen ses çıkarmasan da seninle konuşabildiğim için mutluyum. İçim rahat sevgilim.

Seni Seviyorum


Resim

10 Haziran 2009 Çarşamba

Duacı ve Seyirci


Adam...
Her zaman çok konuşkan olan adam,
o gün kadına göre çok sessizdi...
Bu sessizlik kadına ağır geldi.


Kadın...
hissettikleri bitsin istedi.
Delirecek gibiydi.
Bitmemesi hırslandırıyordu üstelik.
Hırçınlaştırıyor, 
olmaması gereken kişilik bulamaçları yaşatıyordu.



Adam....
bitsin istedi.
Hissettiği vicdan azabından biraz öte bişiydi.
Adam kendini bastırmayı öğrenmişti.
Sevgisini dirseklemeyi, onu geride bırakıp mantığıyla hükmetmeyi...


Adam; kadın hala onu sevdiği için üzülüyordu.
Tıpkı kadının adamın vicdanının rahatsızlığına üzüldüğü gibi.


O an... Kadın bitmesine duacı... 
O an... Adam bitmesine seyirci...


19 Mayıs 2009 Salı

Deneme - Hikayeler / Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair


Boynumdaki nefesinle uyanır gibi oluyorum. Gözkapaklarımı yarı açarak, sana bakıp gülümsüyorum.

- "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense
- "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun.

Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum...

Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor.

Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo, hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona yakışıp yakışmadığı da değil...
Anlatmak istediğim; o kişi ile en son neler yaptığınız, en son kelimesi... En son ne giymişti mesela? Yapmayı ertelediği bir şeyler var mıydı ve size bundan bahsetmiş miydi? Son yemeği neydi? Ya son düşüncesi ne oldu? Soruları...

Sen gidiyorsun... Ve ben şu an kapıdan asansöre kadar kaç adım attığını bile merak ediyorum. Anımsıyorum da; ilk tanıştığımız zamanlar, koluna girdiğimde yürüyüşümüzü birbirimize uydurmaya çalışırdık. Senin adımların benim bir buçuk adımım gibiydi. Ve ben yarı koşar halde, hala kolumda kolunu hissedebilmek için çabalardım sana uyum sağlamayı. Başarmıştık değil mi? Aynı adımlarla kaldırımlarda yürümeyi...

Sen gidiyorsun... Ben uyanıyorum... Ufak bir "akşama ne pişirsem" sorusuna hemen "sulu köfte" diye ses veriyor içim. En sevdiğin şekilde yapıyorum sulu köfteyi. Az suyla, biraz patates ve köfteleri çok karabiberli... "Öğlen çıkarız belki" dediğin aklıma geliyor. Olsun diyorum içimden, akşama hazır olur en azından, tasası kalmaz.

Sen gidiyorsun ve geri dönmüyorsun...
Keşke diyorum. Keşke bir gün öncesinden yapsaydım şu yemeği... Sen ne çok severdin...
Peki, sen son ne yedin, yoksa bir çay mıydı boğazından geçen? Belki de suydu. Sen çok severdin zaten su içmeyi.

Sen gidiyorsun ve ben şuan sonları düşünüyorum... Söylemek istediğim her şeyi söylemişim sana. Sevgimi, özlemimi, kızgınlıklarımı, başarılarındaki övgülerimi...

Son telefon konuşmamız ayın 14 ünde oluyor.
Son gömleğin mavi çizgili,
Son kez öptüğüm yer göğsündü bedeninde... Başım göğsündeydi uykuya dalmadan önce.
Son kez seni güldürdüğüm konu neydi sahi? Dur bakayım, topuğumun kırıldığı ve benim elimde ayakkabın teki ile koridorda kalakalışımdaki şaşkınlığım mı? Birde, salondaki koltuğun yerini değiştirirken verdiğim mücadeleye gülmüştün, taklidimi yaparak... Ne güzel gülerdin. Gözlerinle ve yüreğinle gülerdin...
Son kez koklayışın...
Son kez gözlerim yarı açık sana bakışım...
Son kelimen...
Son... Son... Son...
Bir son nasıl anlatılır? Bir son nedir? Ölüm bir son mudur?
Ya sensizlik? Açıklaması uzun sürer mi? Ve ben yeterince açıklayabilir miyim sensizliği?
Yatağın sağ tarafına hiç yatamayışımı.
O günkü olayları, şaşkınlıklarımı paylaşamayışımı.
Sulu köftenin ve mantının hayatımda asla bir daha pişirilmeyecek listesine girmesi mi sensizlik?

Biliyor musun aşkım, o günden sonra kirli çamaşırları bile kokladığımı biliyorum. Bir banyoda kaç saat geçirilebilir sence? Birileri beni orada bulana dek kıpırdamayışım. Kapıyı çilingirle açtırmak zorunda kalışları ailenin... Annenin suratına baktığımda, senin gidişinden çok bana acıdığını gördüm biliyor musun? İlk defa bana öyle sıcak ve yavrusuymuşum gibi baktı... Bunun için sonları yaşamamız mı gerekiyordu? Hayır, isyan değil içimdeki. Ölüm hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun sen. Ama yaşamındaki sonlarla avutuyorum kendimi... Bilmiyorum... Eşyalarını toplamayı ret ediyorum. Kirli sepetindeki çamaşırları yıkamıyordum elimden zorla almasalar. Onlar kirli değildi ki... Onlar sen kokuyordu. Gömleklerini ütülemek bile ne büyük keyifmiş Tanrım...

Sen gidiyorsun... O günden geriye kalanları düşünüyorum... Kalan... Artık kalanlarla yetiniyorum işte. Sancılı saatler, insanların beni tek başıma bırakmama telaşları... Psikologlarda saatler geçirme... Geçire geçire geçirilen saatler...

Sen gidiyorsun... Senden kalanları veriyorlar bana bir poşetin içine konulmuş. Bak bir kalan daha işte... Şaka gibi dimi... Değil... Cep telefonun, paçalarından ceplerine dek kesilmiş kan damlarının olduğu krem pantolonun, bozuk paraların, cüzdanın... Son kez elimi poşete atıyorum... Evimizin anahtarları çıkıyor... Biz bir daha asla bir aile olamayışımızın gerçeğini de peşinden sürükleyerek...

Sen gidiyorsun ama düzeliniyor! Hayata kazandırılıyorsun. Kalanları dolduracak "şey" ler yaratmayı öğreniyorsun. Artık eşyaların yerini değiştirebilecek gücümün olduğunu keşfettim bak. Meğer nazım hep sanaymış. Arabanın muayenesini bile kendim yaptırdım geçtiğimiz günlerde. Misafir geliyor ve artık senin koltuğuna oturduklarında ani bir refleks ile ayağa fırlamıyorum mesela. Arda ile tayfun uğradı geçenlerde iş yerime, Eskileri konuşup gülümsettiler beni. Eskiler... Ve yeniler... Seninle ilgili anılarım bile eskimedi sevgilim. Bazen aynı hikayeyi anlatırken buldum yine kendimi. Alıştılar çevremdekiler de sanırım. Birde yeniden gülümsediğimi gördüklerinde, bende seviniyorum. Güçlü kızsın diyorum hep kendime. Uykularım çok düzenli mesela. İlaç kullanmayı ret ettiğim için uzunca bir müddet bununla boğuşsam da, her şey gün geçtikçe yerine oturuyor...

Sen gidiyorsun... Karnımdaki bebeğim de seninle birlikte gidiyor sanki... Doğmamış çocuğumuza üzülüyorum... Güle güle bebeğim diyorum... Babanla birlikte seni varmışçasına seviyoruz...

Sen gidiyorsun... Ben boşluk doldurmaca oyununa bir son vermeyi zamanla yaşama uyumu öğreniyorum. Seni mutlu edebildiğimi düşünüyorum en azından. İçim rahat sevgilim.

Tek bildiğim seni çok özlüyorum...
Seni seviyorum.

Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair...


* Görsel alıntı.

16 Mart 2009 Pazartesi

Kış ortası

Ömrümün en güzel yılları

bir kış ortasında şimdi.
Eriyorum her gün bu kentte,
yağmurlar ıslatmıyor,
öldürüyor sanki her damlada!

Bir sancı var,


ayaklarımdan ciğerlerime doğru
Duman olup savruluveren bir sancı...!

Sevdiklerim uzaklarda şimdi, özlemlerim uzakta kaldı.
Önceden düş kurabiliyordum istediğim zaman,
şimdi düşlerimde öldü bu kentte...

22 Ekim 2008 Çarşamba

peki öyle olsun... o halde yokluk benim bu aşk büründüğüm son kimlik olsun...



Beni kaybetme korkusu yaşatmadığım veyahut yaşatamadığım tüm aşklarıma... çünkü yırtınsam da huyumdan mı, suyumdan mı, tipimden mi bilemiyorum ama garanti eş / sevgili pozisyonlarına düşüyorum. Sonra da gidene peki git derken, dönene ertelenmiş anları yaşamak için geç kaldığını belirtiyorum her zaman.
Benim puzzle mda bir parça hep eksik kaldı ve ben kartondan yeni bir parça yaratıp yamamaya çalıştım.
ve ensevdiğim kitaplardan birinin birkaç cümlesi ile bitiriyorum lafımı...
"Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..."
cezmi ersöz / Şizofren aşka mektup
Related Posts with Thumbnails

..