tutsak hissetmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tutsak hissetmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2011 Çarşamba

Sayıklamalar


"Yeşil yandı, artık geçmeliyim" dedin ve gittin..
...
Gidişinin ertesi günündeyim.. Sehpanın üzerine koyduğun bardağın izi hala duruyor. Silmedim! Bilirsin işte, sonuçta hepimiz birer iz feşistiyiz. Birbirimize baktığımızda izler görüyoruz ve bizde iz bırakabilecek insanları hayatımıza sokmaya değer buluyoruz. Seni özledim! Ne o bardağın, ne de senin bıraktığın izleri silmeye niyetim ve gücüm yok henüz...
...
Üçüncü gün.. Zamanı ifade ederken rakamları kullanmak istemediğimi fark ettim. "Bir, üç, beş" şeklinde hızlı geçmiyorlar. Hatırlasana! Sen varken de saat dahil, vücuduma fazla gelen her şeyi çıkartmak isterdim. Elimden değil, bileğimden tut isterdim. Kalbimi değil, nabzımı hisset isterdim. Değişmedi! (zamanı durdurmaya da yetmiyor ki gücüm)
...
On birinci gün... Gittiğinden beri ilk kez saçlarımı topladım. Oysaki sen, sıkıca topladığımda yüzümde oluşan o gerginliği sevmezdin değil mi? Aksine hala güleryüzlüyüm. Tek farkla; saçlarımın okşanma ihtiyacını şapkamla kapatıyorum artık.
...
Yirmi üçüncü gün.. (İtiraf zamanı) Üzerimde bir ağırlık var. Gittiğinde kalkacağını zannetmiştim. Kalkmadı, aksine daha da bindi ve ben kabullenme savaşı ile yoruldum. Kelimelerin promilleri giderek artıyor! Hepsi seni özlememin yüzünden..
...
Gün otuz beş oldu! Nerdesin?
...
Kırkaltıncı gün...
"6.35" En sevdiğim şarkının 04:45-54. saniyesinde buluyor musun beni hala? Sahi sende özlüyor musun?
...
Çaya kaç şeker attığını, vurgularını ancak sohbetten sıkıldığında kullandığını, diş fırçanı herkesten ayrı bir yere koyduğunu unutamadım. Ama artık tavana baktığımda yüzün görünmüyor. Geçiyor mu dersin?
...
-
...
Günleri saymıyorum. İkiyüzaltmışbeşten sonra bıraktım.
Acı ise, hala kabak tadı veren bir gerçekten öteye gidemedi..


* Derslerden içi bunalan Efsa..



31 Aralık 2010 Cuma

Mektuplar / Üzerinde Gitmek İstediğim Ülkelerin Kokusunu Taşıyan Adam' a



Aşkımm,
Hani bazen insan geç dahil olur, erken başlanmış bir hikayeye. Bazen de tam tersi olur ya erken girersin geç kalınmış o hikayeye... Sende benim masalımın bitmeyen tek paragrafısın işte.
Aslında tüm sayıklarımın özetide bu. Biliyorum bu yazdıklarımı diğerleri gibi hiç görmeyeceksin. Ama olsun be, ben seni yazmayı çok seviyorum.

Şimdi sana uzaktan bakıyorum...
Kendi dağını sırtında taşımanı izliyorum usul usul ve bunun sana son günlerde ne kadar ağır geldiğini gözlüyorum. Söylesene ne kadar oldu her şeyden, kadınlardan şikayet etmeyeli? Şikayetlenmeni dinlemeyi bile özledim... Hani uzun zamandır gitmediğin ve sana onu hatırlatan yerler vardır ya, üzüleceğini bile bile gidersin oraya, yürürsün yine aynı yoldan... Benimkide o hesap işte.
Tek bildiğim doğrum, seni ne kadar özlemiş olduğum...

Biliyor musun, en son kutladığım doğum gününde pastamı üflerken hiçbir şey dileyemedim ben. İstediğim şey bu kadar yakınımda iken, ulaşamayacağım kadar uzaktaysa dilenecek hiçbir dileğin hükmü kalmıyor. Sen dışımdaki "savaşır gibi sevişen kadını" sevdiğinden bu yana; içimdeki sığınmayı bekleyen o ufak kız artık hiç bir mum koymayı düşünmüyor doğum günü pastasına! Yada böyle bir şey işte...
Tek bildiğim, bazı dileklerin gerçekleşmesi için mucizeler gerektiği...

Ah be Adam!
Bilmiyor musun? Üzerinde gitmek istediğim ülkelerin kokusunu taşıyorsun. Bende deli gibi avuç açıp dualarımın baştacı ediyorum seni. Ağzımdaki tüm boşluklarda kaybolmanı istiyorum. Seni bulduğum anlarda kaybetmemek istiyorum... Düşünsene birbirimizin gidişlerini ne çok izledik biz. Ne çok uğurladık birbirimizi başka diyarlara, iş yerlerine, arkadaşlara. Yetmedi mi? Bu kez senin gitmeni arkam dönük yaşlı gözlerimle beklemiyorum. Alıştım sensiz ve birazda beklentisiz yaşamaya.. Sanki bisiklet sürmeyi bilmeyen bir çocuk kaldı ardında.
Tek bildiğim şimdi o kız, dengesini bulabilmek adına koşar adım pedalları çevirmeye çalışıyor.

Bir şey söyleme!
Zaten ellerimde bir sürü varlık kelimeleri ile yokluğunu yazmaya alıştım ben, senin uğramadığın sokaklara...
Evimin kapısını açık bıraktığım, duvakları andıran ve beni kötü sineklerden korusun diye astığım tülleri bile geri çektim gelişini kolaylaştırmak adına...
Eşiğimden atlayıp içime girmeyecek misin?


* Yeni yıl içinde, biz zarı atalımda gerisi şansa kalsın diyen Efsa... Huzur ve umut kokan, yeni bir yıla inşallah.

1 Ekim 2010 Cuma

Mektuplar / Bir Gece ve Ardında Bıraktıkları...


Gelecek olana;

Merhaba adam,
Bakma böyle mektuplarla seslendiğime, bazen insana en kolay içini dökme yada iletişim yolu buymuş gibi geliyor. senelerdir farklı insanlara, farklı zamanlarda, içlerinde bir çok konuyu barındıran mektuplar yazdım. İlk kez de sana bu kadar uzun yazıyorum. İlk defa bir insana ne şekilde hitap edeceğimi şaşırıyorum.. Sen dahil kimse ile konuşamayınca, "ama"lar ve "keşke"lerle birleşip anılmaya başlandı bende. Her "ama" bir jilet kesiği gibi, her "keşke" içimde patlamaya hazır birer çığlık sanki...

Hani hayat insanı ummadığı yerlerden alıp, ummadığı yerlere taşır ya.. Senin de benim hayatımda bambaşka bir rolde iken, bu kez farklı bir rolle karşımda olacağını söyleseler inanmazdım bile... Ama şimdi yapamıyorum. O geceden, sözlerinden, beni karşına alıp aralıksız 2 saat konuşmandan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamıyorum.

Bir ipin ucunda asılı kalmış gibiyim.
Bir yandan kendi kendime "atla işte ne olacak" diyorum.
"Sen bunu çoktan hak ettin. Kimin değer yargısına göre hareket ediyorsun ki, neyi bekliyorusun ki! Ölümcül bir günah işlemiyorsun. Başkaları ile bitmiş bir ilişkinin üzerine, yeni bir ilişki! kuran ilk sen değilsin. Düşünme, sadece o an içinden geçeni yap gitsin... Düşünme.."

Ama diğer yandan tüm doğru saydıklarım parmaklarımda oluşmuş bir kuvvete dönüşüyor.
"Bu zaman dek inandığım değerleri bir insan için böyle yerle bir edebileceksem, ne anlamı kalıyor ki yaşamanın.. Beni ben yapan bu değilse ne peki?" diyorum...

Aslında inandırılmak istiyorum! İkimizde çocuk değiliz, birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. İkimizde birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu biliyorum. Ama adım atmaya her ikimizde korkuyoruz. İkimizde geçmişimizden kaçamıyoruz ve gelecek için sözler vermeye çekiniyoruz değil mi? Tüm dünyaya birbirimiz için sırtımızı dönmüşken, "ya olmazsa" yı istese de çıkaramıyor insan aklından... Ne sen bunları göz ardı edebiliyorsun, ne de ben! biz bunları, sevgimizi taşıyacak kadar kuvvetli miyiz?

Benim için savaşacak kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ama ya yorulursan diye düşünmeden edemiyorum. O kadar ezberi bozulmuş durumdayım ki, gittiğinden beri düşüncelerimde saptığım tüm yollar sana çıkıyor. Her senden vazgeçmek istediğimde, hatta uzaklaşacak mazeretler üretmeyi denediğimde; enseme, saçlarıma düşen gözyaşıların aklıma geliyor.

(Neden o an sana yüzümü dönmeme izin vermedin? Omuzlarımı tutan ellerini, ellerimin arasına almak için çırpındığını neden fark etmedin? Neden sen ağlarken, o damlaları silmek, yok etmek istediğimi görmedin? Bana bunu neden yaptın? Kendine neden yaptın? Aslında nedenlerime mazeretler aramıyorum, bazı şeyler nedensiz geliştiğini bilecek kadar yaşadım hayatta.)

Ellerin o kadar ben gibiydi ki.. Sana dokunurken yabancılaşmadım, yabancılamadım seni. Bütün bir gün kokun boynuma ve ellerime sinmiş bir şekilde dolaştım. Kafamı hafif oynatsam saç tellerimin arasından bile sen fışkırdın sanki. Ya hayatımda her şey yolunda çok şükür, gülüyorum, mutluyum. ama bir tek sen eksiksin sanki... Birlikte olsaydık, biz güzel bir çift olurduk düşüncesini beynimden atamıyorum. Sevme biçimlerimiz aynı, düşüncelerimiz aynı, ama biz ayrıyız... Ve yok artık dedirten bir ilişkinin içerisine atılmaya ikimizde çekiniyoruz. Bir şekilde tutulup kalacağımızı, her an birlikte olmayacağımızı, mesafelerimizi, yaşayış biçimlerimizi hepsini bir tartıya koyunca dengeler şaşıyor çünkü...

Ah adam, şunu bil!
Bir gün bütün bu olanlar yaşanmasaydı, farklı şehirlerin, farklı kültürlerin, farklı insanların karşısına çıkmasaydık; doğru bir ilişkiye seninle adım atmayı çok isterdim, inan.

"Peki ya geç mi" diyor, içimdeki ses.
Sussun istiyorum!
Susmuyor...

* Bu aralar neredeyse tüm arkadaşlarım ev arıyorlar. Hepside bu şehire gel, iş bulalım sana da, birlikte kalırız söylemlerindeler. Verilecek her kararı beklemeye alan, Kasımdan sonraya erteleyen Efsa...

Dip not: Ve yazı yanlış anlaşılmalara müsaade etmemesi için ilham veren sayfayı aktarayım istedim...
 
* Görsel

11 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Bedel



Seni başkalarına anlatmak istedim, bağıran kelimelerle. İçimde biriken sen’ ler yüzünden, boğulmak üzereydim. Hafifletmeyi denemezsem ölecek gibiydim bu sıkışmadan.

(Aslında hep yeni insanlarla tanışma sebebim bile sendin. Her birine sil baştan, uzun uzun seni anlattığım geceler geçirdim. Sıkıldıkları an onları es geçip, başka insanlar buldum beni dinleyecek.)

Bilmiyorum seni bu kadar çok sevilebileceğini tahmin eder miydin? Bakma, bazen bana bile garip geliyor sana olan aşkımın bir noktası olmayışı. Sanki benim kaderim sende virgüllerle yazılmış! Kanser gibi kesildikçe yeniden hortluyorsun hücrelerimde.

(Aslında biliyor musun, hiçbir kelime yetmiyor seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.)

Anlamanı beklemiyorum inan. Fakat sadece bil! Ben bu hayatta bir tek seni, her halinle sevmeyi becerebildim. Tüm bencilliğin, ertelenmişlerinle, başka kadınlara aşıkken, hatta tek gecelik sevişmelerinde bile sevdim ben seni.

(Aslında içimde bir apse vardı ve seninle açıldığını düşündüğüm yaralarımı kapatmak için başka insanları, sargı niyetine kullandım.)

Hayatımda, tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade; eksikliğini hissettireceklerini fark edip, senden vazgeçmeyi diledim. İşte sonunda bulmacam bitti. Beynimi kemiren kuşkularda! Sorularda…!

(Aslında şu an Cladius' a işlediği cinayeti, sahneleten Hamlet gibiyim. Oluşmasına izin verdiğin eserini ve bedellerini sana izlettim. Bitti. :) Şimdi yolum açık olsun sevgili...)

 
* Yarın çok güzel bir insanla buluşacak olan Efsa :)))
 

27 Mayıs 2010 Perşembe

İçim


Hangi türkünün ezgisiyim bilmiyorum.
Yada hangi salonda çalınan bir sonatım.
En güzel düğünlerdeki adımlardan biri değilim.
Aynanın karşısına geçip, duvağımı kaldırdığım an; kendi yüzgörümlüğümü takıyor gibiyim.

İçimdeki su cesedimi kıyıya taşıyor.

Bugün biraz umutsuzum.
Ve sözlerimi bir şiirin mısraları ile noktalıyorum...

"sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
acının acıya, nefretin nefrete
karanlığın karanlığa dönüştüğünü gördüm
beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm" *

* Tuğrul Tanyol




* Tüm derslerden geçip, İkdisat dersinden bir gaflete düşüp geçerse, kendini yerlerden kürekle temizleyeceğini düşünen Efsa...

* Yazı eski bir yazıdır, şu an ki ruh halimizle uzaktan yakından alakası yoktur. :))

* Tango derslerine bir de sporu ekleyen, sadece pazartesi günleri rahat bir nefes alan Efsa...

* Mersin Yeşilovacık Belediyesindeki bir ilköğretim okulumuza; "elimde fazla kitap var, ben gönderebilirim" diyen arkadaşlar sizi perde arkasına alabilir miyim lütfen?

* Görsel

9 Nisan 2010 Cuma

Kısa Cümleler / Seni Sevmek 2



Aşk masada...
Üstüne erişemeyeceğimi düşünürken, altına girdiğimde bulmaktı.
Seni sevmek!

Tenine parmak uçlarımla hayal meyal dokunup, o akımı yaratmayı istemekti.
Seni sevmek!

Uykuya dalmadan önce, düşündüğüm son şeyin sen olmasının güzelliği idi;
Seni sevmek!

Kokunla baştan çıkmayı istemek oldu,
Seni Sevmek!

İçime çektiğim tek şeyin, nefesin olmasını istemekti;
Seni sevmek!

Ve nefeslerimizin çarpışmasının yarattığı, senkronun eşsizliği gibiydi...
Seni sevmek!

Sandıklarda naftalinler arasında boğulamayacak kadar değerlisin.
Göz önüne konulamayacak kadar da…
Bazen, gözümden sakınmayı istemek;
Seni sevmek!

Bağlaçlardan en çok "ile" yi sevmekti;
Seninle kelimelerin her halini, ama en çok sen/de/ki hallerini sevmekti;
Seni Sevmek!


* Güzel bir hafta sonu dileyen Efsa...
* Görsel

4 Mart 2010 Perşembe

Kısa cümleler / Sevmek



* Sesini duyduğumda dağılmak, sonra sil baştan toparlanmaktı...
Seni sevmek!

* Ve beni, benim sevme biçimimde sevemeyeceğini kabullenip, “her şeye rağmen” demekti...
Seni sevmek!

* Kilometreler aşıp, sana gelmekti;
Seni sevmek!

* Seninle sevişmemeyi göze almaktı.
Seni sevmek!

* Boynumda sıcacık soluğunu duyumsamak, üşüdüğümde çıplak göğsüne yüzümü dayayıp, kollarına sığınmaktı;
Seni sevmek!

* Saçlarımın hınzırca burnuna, ağzına girmesi idi;
Seni sevmek!

* Bazen sesinle nefesime etki etmendi;
Seni sevmek!

* Seni tadıp, Seni kusmaktı;
Seni sevmek!

* Olduğun yerde, mutlu olmanı dilemekti...
Seni Sevmek!

* Ve uzattığın eli, bir seçim yapıp tutmamaktı;
Seni sevmek!

* Birbirimize ikişer adım geleceğimizi sanırken, bir adım geride durmak değil!
Yana çekilip yol açmaktı bazen;
Seni sevmek!

* Ve yeri geldiğinde bir Yusuf olmaktı, kuyuya atılışıma rağmen affetmekti;
Seni sevmek...!

* Bazen Ophelia, bazen Hamlet olmaktı.
Ama en çok bir Shakspeare olup seni yazmaktı;
Seni sevmek...!


29 Ocak 2010 Cuma

Evet / Hayır



Tüm hayırlarımın bir karşılığı olmalı sende.
Tüm evetlerimin bir başlangıç "hayır"ı.  
"hayır" demeliyim!
"evet" demelisin!
Mesela boynumdan öpmelisin,
aynada bizi görmeliyim!
"hayır" demeliyim!
sen gitmelisin...


Bir kapı aralığından seyretmeliyim seni
Tereddüt etmeliyim
Geleceğimi bilerek girmiş olmalısın içeriye
Geri dönüşüm olmayacağını bilmeliyim


"evet" demelisin...
"evet" demeliyim...
 
 
 
* Mutlu Efsa... :)
 
 

14 Ocak 2010 Perşembe

Mektuplar / Veda



Merhaba Sevgili,


Artık seni sadece sevgili olarak andığımın farkındasın değil mi? Sonuna "m" harfini eklediğim tüm sözcükleri yuttum geçenlerde. Yalnız boğazımdan geçerken zorlandı. Yani soluk borumu tıkadı biraz, nefesimi sarstı. Ama yuttum! Mideme oturmasına müsaade etmeden çıkarttım içimden... "Ayakta su içme" derdi annem. "Böbreklerine gitmez sonra, süzmez içindekileri" Bende midemde oyalanmadan git istedim. Bulandırma beni daha fazla diye...

Önceden önümde alışkanlığın verdiği bir süreç vardı atlatacağım... Ve ben özledim işte. Bazen yanımda ol istedim. Tenine dokunayım. Ellerimde kokun kalsın istedim... Ve bazende defalarca kendimle çelişip intihar ettim ben sende. Defalarca dirildim. Beni okumayı sevdin ya kendini gördükçe! İşte tam bu yüzden kestim bileklerini kelimelerimin. Kırmızı (ben) akarken, siyahlaştılar (senleştiler) iyice...

Biliyorsun! ulaşılamayana değildi benim özlemim. Sadece benim kahramanım ol istedim. Ben ölmek üzere iken kurtar beni... Ama sen en çok yeniden diriliş zamanlarımda, yeniden senden kurtulduğumu sandığım ve güçlü olduğum anlarda sevdin beni. Seninle yeniden yenilmeyi öğrendim.


Sen benim için güneş gibiydin sevgili. Her defasında yüzümü sana döndürdüğüm... Ama... Ama işte bazı bazı dokunduğun yerleri kopartmak istedim. Ellerimi, yüzümü, saçlarımı, yanaklarımı... Ama en çok düşüncelerimi! Kop artık benden, çık içimden istedim.

Aylarca senden neden vazgeçemediğimi tarttım durdum beynimde. Bu kadar çelişkiye, bu kadar gidiş gelişlere rağmen neden senden vazgeçemiştim. Biraz geç anladım... Yolum sendin. Aslında bundandı bir adım bile yol alamayışım...


Seni kendimce sevdim, seni istedim. Mesela hep de bildim. Sen benim için o adam değildin. Sadece o sırada sevilecek en güzel şey sendin...

Biliyormusun, kokunu unuttuğumu farkettim geçenlerde... Tıpkı sana kızgınlıklarımn hepsini unutmamak isterken, unuttuğum gibi. Ki hediye etmek için aldığım ağaçta kurudu susuzluktan... Ve tüm yazdıklarını sildim yine geçenlerde. Tüm kelimelerini okurken bugünün bana ilk kez mail attığın gün olduğunu gördüm. "Seni geç tanıdığıma pişman olmam umarım" diye yazmışsın. Hiç sanmıyorum! İkimizde birbirimizde iyi ki tanıdım dediğimiz insanlardan olacağız... Sebeplerimiz birbirimizinkinden çok farklı olsa da...

Bugün güzel bir veda istedim senin için. Güzel hatırlayalım birbirimizi, yazdığımız gibi. Vedayı, bana yazdığın bir cümle ile bitiriyorum. Yolun açık olsun Sevgili...


"Aklıma geldikçe sen, ben kendimi gizleyecek bir yerler arıyorum. Gizlediğim yerlerde sen varsın çünkü... Buldukça miraca çıkıyorum. Ört üstümü."



* Apar topar yazdım... Akıcılığını kaybeden her bir kelime için...

* Büyüdüğünü hisseden Efsa...

17 Kasım 2009 Salı

An' lar


Uçak...
Yanımda yüzü maskeli kokoş bir kadın. Siyahlar içinde. Suratının görülebilen kısmından burada olmaktan nefret ettiği çok belli. Lütfedip kalkıyor, kalkarken kemerini çözüyor, çantasını benim oturacağım orta koltuğa bırakıyor. Hiç istifimi bozmadan ona kendi bakışları ile karşılık veriyorum ve çantasını almadan koltuğa yanaşmıyorum bile. Aramızdaki soğuk savaşı cam kenarında ki çocuk bitiriyor. ve kızın çantasını alıp koltuğuna attırıyor resmen. :) Yerime oturuyorum. Vaktim uyuklamakla geçiyor...

Bir ara kolumu dayıyorum, yanımdaki adamla ortak kullandığımız koltuk kenarına. Elimi yanağıma koyup uyumaya başlıyorum. Aradan kaç dakika geçiyor bilmiyorum ama uyandığımda dizlerimiz, omuzlarımız ve başlarımız değmiş buluyorum kendimi adamla. Benim irkilişime o da irkiliyor. Gülümsüyoruz birbirimize. 

Biraz sonra pencereden ışıklara baktığımı görünce "İzmit" diyor. Biraz daha konuşuyoruz. Kendinden bahsediyor. Gün batımını kaçırdığımıza dem vuruyor. Konuşmuyorum. Konuşmayınca "korkuyormusunuz" diyor. "hayır" diyorum. Susuyorum... iyi akşamlar deyip ayrılıyorum.


İstanbul... 
Orada insanı esir alan bir hava var. Adımını attığın an hissediyorsun. İnsanların bu suratsızlığının sebebi belki de bu. Üstelik esiri olmam desende seni de kapsıyor anında çaktırmadan yapıyor ama bunu. Mesela kapalı bir mekandan sokağa çıktığın an, havayı içine çekip ne güzel diyebiliyorsun. Ama 5 dakika geçmeden o hava, o kalabalık seni boğuyor. Daha sakin bir yeri özlüyorsun. Hani kat kat giyinip de güzelliğin kapanması gibi. Maskeli İstanbul... Kalabalıkla çirkinleşiyor...


Araba...
Havalimanından beni alan ablam "nasıl geçti" diye soruyor... "Daha da gitmem Davosa" diyorum. "Hımm" diyor. Moralimin bozuk olduğunu anlıyor. Sorgulamıyor.


Dün akşam...
Moralim bozuk. Ailem surat ifademden anlıyor. Yukarıya odama çıkıyorum hemencecik. Onlar dizi izliyor. Elim telefonda... Tuvalete gidiyorum. Tık tık ses geliyor. Ablam "aç bir kapıyı" diyor. "Ne oldu" falan derken elindeki tencere kapağını muzipçe bana uzatıyor. :) "napcam ben bunu kıçıma mı kapatıcam" diyorum gülerek. "buda sana kapak olsun" diye getirdim diyor. Kahkahalarla gülüyoruz. Biz güzel bir aileyiz diyorum içimden...



* Resim
* Durgun Efsa...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Sen Gidiyordun


Sen gidiyordun…

Ve ben her seferinde “Gel” diyordum…

Gel!

Hayatı birlikte yaşayalım, öğrenelim, tadalım dediklerimde; sen an-lara kaptırıp kendini, bencilliğin ile yaşıyordun.

Ve ben bütün bu benmerkezciliğine, yeri gelip umursamazlığına rağmen yanında kalıyordum…

Sen gidiyordun…

Ama işte;

Umut gitmiyordu.

Anlatılmıyordu yoksunluğun… Vuslatım olacakken, hasretin bekçisi oluyordun… En umarsız yaralarımın sebebi oluyordun…

Sen gidiyordun…

Ben kanıyordum…

Arada bir cani gibi durup izliyordun beni. Güzelliğime, tatminkarlığını ve doymuşluğunu katıyordun…

İçimde bir çığ büyüyordu…

Sen gidiyordun…

Anlatamıyordum…

“Oysa aşk bu değil miydi? Bile bile yaşama riski” diyordum… Sonunu boş vererek yaşamak isterken seninle; hep bir mesafenin ardından ulaşıyordun bana. Ama yanaşmıyordun kıyılarıma. Kendimi med-cezirlerinde hissettiriyordun.


Sen gidiyordun…

Bir aşkı başlaması ile anlamlaştırmak isterken, biz bitmesi ile yapıyorduk bunu…


Sen gidiyordun…

Ve benim için;

Bir tragedya başlıyordu…



@ Bayramı telaşlı geçiren Efsa...


resim alıntı

11 Eylül 2009 Cuma

Tecavüz Üzerine



Tecavüz bir kadına ne gibi zararlar verir?

Fiziksel zararları gün be gün iyileşecektir elbet. Ya ruhsal-zihinsel? Kadını kendinden bile tiksindiren, arındırılamayacağını düşündürten, sindiren, aşağılayan zoraki bir eylem. İnsanın önce kendi vicdan muhasebesini yapması gerekir oysaki. Nasıl kıyılır da, zorla böyle bir zorbalık gerçekleştirilebilir ki? Karşısındakinin bir canlı olduğunu unutup da, nasıl gözü dönebilir?

Ya yasalar?

Bir kadın tecavüze uğradığında, eğer zanlı mağdurla evlenirse..... cezası hafifliyor!!! Buna yasada "etkin pişmanlık" deniliyor. Yaptığı şerefsizliği pişmanlık göstergesi adı altında hakime de inandırırsa vay mağdurun haline... Cinsel saldırıyı yapan şahıs mağdur ile evlenince 5 yıllığına cezası erteleniyor. 5 yıl sonra hala "evlilik birliği"! devam ederse cezai hüküm ortadan kalkıyor.!!!

(Neyse ki son zamanlarda bu yasa kadına daha yardımcı olacak şekilde düzenlendi. Yeni yasada böyle bir indirim söz konusu bile değil.)

Ama geçmiş zamanda, sadece tecavüz değil zorla alıkoyma /kaçırma eylemlerinde bile bunlar söz konusu idi. Yani "erkek kadını zorla kaçırıp, alıkoyduğunda: bu eylemi evlenmek için yaptıysa cezasında hafifletici neden olarak görülebiliyordu!!!" Ya kadının isteyip istememesi?

Ah birde olayın şu boyutu da var. Bu tecavüzü gerçekleştiren birden fazla sanık var ise, aralarından birinin mağdur ile evlenmesi dahilinde; hem kendi kamu davası ve cezası düşer, hem de diğer tecavüzcülerin tamamının davaları ve cezaları... Bu nasıl bir mantıktır ki bir evlenme ile tecavüz suçu ortadan kalkar. Bunun kadına manevi işkence gibi olacağı hiç mi düşünülmemiştir. Sen kalk zorla tecavüze uğra, sonra aralarından birisi seninle lütfedermiş gibi evlensin, diğer sanıklar beraat etsin, senin hayatın zindan olsun, ailen toplumsal baskılar yüzünden bir şey diyemezsin, sen suçluluk ve kirlenmişlik içinde bir gelecek kur. Bu mudur reva görülen...! Allah bilir tecavüzcüler, aralarından birisini kurban gibi seçmiştir!!!

Acı ama gerçek yaşlarımız kaç olursa olsun, tecavüze uğrayan bir kadın asla unutmaz. Üstelik bunları yaşatan şahıs / yada şahıslar serbest bırakıldı ise.....!!!

* Trajikomik bir olay: Hırsızın bir tanesi tecavüz suçlaması ile gözaltına alınınca bağırmaya başlar."Ben tecavüzcü değilim, hırsızım" Neden mi böyle bağırır... Cezaevlerinde tecavüzlerin çoğu şişlenmektedir de!! ondan. Hemcinsleri tarafından!



* Yazıyı daha önce Kadınlar Yazıyor da yayımlayan Efsa...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Önce





Sıcak çorbadan önce soğuk meze,

Sıcak şaraptan önce soğuk koltuk,

Sıcak nefesten önce soğuk bir el,

Sıcak bir kırmızı,

Soğuk bir beyaz.

...

Arka fon siyah.


Resim fotografçının isteği üzerine kaldırıldı

16 Haziran 2009 Salı

Mektuplar / Su Kadını



Kadın ellerini bacaklarının üzerinde birleştirmiş, gözlerini ayırmadan, karşısında oturan adamı inceliyordu. Yüzündeki çizgilerden gözbebeklerine dek bütün hatlarını ezberine almak ister gibiydi. Günlerce rüyalarına girmişti adam. Şimdi ise işte anımsadığı o yüz karşısında idi. Anımsamak… Bütün anılar, bütün sesler yeniden bir araya gelmişti. “ -biz- olmayı beceremeyen, iki -ben' lik- dik” diye düşündü kadın. Uzun uzun bakmaya devam etti. Adamın tavırlarından; kadının bakışlarından bir çekinceme duyduğu belliydi. Geçmişte de “Bana öyle bakma” derdi hep kadına. Delip geçermiş gibi baktığını söylerdi kadının. Oysa bilmezdi ki, kendisinin bakışlarının nasıl alev alev yandığını. Bilemezdi hiç; o bakışların kadını nasıl yaktığını… Kadın şuan karşısında oturan adama bakarken; ilk tanıştıklarında, üzerinde bıraktığı izlenime dayanarak yazdığı bu cümleleri anımsadı...

"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan... Olmandan korkuyorum..."

Kendini tanıyordu: "Su gibiydim ben. Evet belki bir kibrit olup alevlendiremezdim ortalığı; ama bir yangını körükleyebilir veya kontrol altına alabilirdim. Ben türlü özlere sahiptim; buz olurdum, buhar olurdum, akardım... Su olmanın en güzel yanını bilmezdi kimseler ve bana bakanlar anlamazdı çoğu zaman. Bilemezlerdi benim gerçek rengimi, derinliklerimde saklı gizemlerimi. Anlamazlardı mükemmel yansıtıcılığımı... Aslında kendilerine baktıklarını...''

Oysa ki; anımsıyordu da, bir bakışta içindeki suyun varlığının keşfedilmesi şaşırtmıştı kadını ilkolarak. Adamsa, birinin su olup içindeki ateşi körüklemesine heveslenmiş olmalıydı... Kızın içindeki suyun duruluğuna şaşırmıştı. Bir damla kadar masum duruşuna ve büyük bir dalga kadar hırçın kelimelerine... Merak etti adam kızı. Kızsa hep yaptığı gibi ruhuna inmeye çabaladı adamın...

Kelimeler birbirini kovalıyordu aralarında ve her seferinde bir yenisi daha eklenerek. İkiside zıtlıklarına rağmen, birbirlerini ne kadar güzel tamamladıklarını gördüler. Günler geçti, sahneler değişti. Aradan geçen aylar sonrası, araya giren ayrılıklar, sevgiler, kırılganlıklar, korkular, kaygılar sonrası; şimdi karşılıklı otumuş; sözcüklere ve birbirlerine kattıkları anlamları düşünüyorlardı. Birinin gözleri ileriye, diğerinin gözleri ise ellerine bakıyordu. Geçip giden günlerinin, sevgilerinin, nefretlerinin, sorumluluklarının bilincinde; artık kendilerini ve birbirlerini daha iyi tanıyarak, zihinlerinin onlara oynadığı bu oyuna bir son vermeyi planlayarak buluşmuşlardı orada.

İlk adam konuştu... "Su gibiydin sen. Bazen durgun, bazen coşkun ama en çok huzur dolu. Yanında sıkılmıyordum, yanında o an hangi kimliğimle olmak istiyorsam, o oluyordum. Ve sen öyle güzel ayak uyduruyordun ki bana, dünyada beni tamamlayanın sen olduğunu görüyordum. Sen geçmişimde kalan, kendi çocukluğum ve masumluğumdun. Sana bakmak, geçmişe bir yolculuktu... Sana bakmak doyumsuzluktu...

Ne garip...! İçimdeki kirli kanı akıtmak için insanları kullanırken, rastlamıştım sana. Fakat sen tüm saflığınla ve açıklığınla arındırmaya başladın içimdeki o hırslı zehri. Seninle yeniden insanlığın ne olduğunu düşündüm.

Ne zaman sana dokunmak istesem; bir yandan ferahlığınla serinlerken, diğer yandan oyunlarınla eğleniyordum. Seni hem avuçlarımda tutabiliyor, hem de ellerimden kayıp gidişini izleyebiliyordum. Sen... Öyle güzel bir oyuncuydun ki! Derindin, bitmiyordun ve her derinlikte farklı yönlerini gösteriyordun. İndikçe kararsa da yüreğin, aynı zamanda bu karanlık yanlarını saklayan, çok iyi bir yansıtıcıydın. Sana bakınca kendimi görürdüm, tenin tenime karışırken yabancılık hissettirmezdin. Bazen kendime dokunduğumu düşündürüyordun hatta..."

Adam kadına bakarak söylediği bu sözcüklerin ardından, daha fazla devam edemedi. Kadının dokunuşlarının, ne kadar da kendisine benzediğini onaylamak istercesine dokunmak istedi o tene. Ama tuttu kendini. Özlem ve tutku dolu bir ifade ile kadına bakmayı sürdürdü. Kadının aklına ise o an alakasız bir biçimde, bir şarkı takılmıştı.

"Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum... Bulduğum zannettiğimdekendimden ayrı düştüm..."

Ve daldıkları düşüncelerden sıyrılarak; adam konuşmayı bıraktı. Kadın ise adamı dinlemeyi...Kadın devam etti... "Sen... Suskunluklarımı tamamlayan bir döngüydün. Aslında biliyordum, içindeki kül edici ateş yüzünden ağır bir maskenin ardına saklandığını. Biliyordum bütün bu kimliklerinden sıyrıldığında ve çıkardığında maskelerini, anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını. Ama hayrandım sana, sözcüklerinle beni sımsıkı sarışına. Bazı anlar öylesine kendin oluyordun ki, işte diyordum sonunda keşfetti kendini. Ateşi ile kendini yakmadan, hükmedebildi.

Ben senin ruhunun derinliklerine ancak bir su olarak sızabilirdim. Ancak bu şekilde dokunduğumun şeklini alabilirdim. Bu nedenle inmeyi istedim kendine tapındığın mabetlerine, denedim. İçindeki ateşe rağmen, boşluklarını doldurmayı ve üşüyen yanlarını sarmak istedim. Sana yanlız olmadığını hissettirmekti tek amacım. O sefil dünyanın aslında bu olmadığını anlatmaktı derdim. Üzülürdüm hissettiremediğim anlarda..."

Adam... Oysa ben yakıcıydım. Bazı anlar boğucu ve kırıcı sıcaklığımla seni buharlaştırırdım. Canın acırdı... Canım acırdı... Üzülürdüm kıydığıma kıyımlarımda. Ama yine de bir yolunu bulur, çoğunlukla yağmur olur dönerdin bedenime. Ellerimi açıp şükrederdim, sen bedenime yeniden işlediğinde... Damlaların vücuduma değerken hiç sızlatmazdı tenimi. Ne yaparsam yapayım, hep yanıma geleceğini düşünürdüm. Gelmeme ihtimalin olacağını ara ara hissettirsen de, kıyılara yanaşmak için gösterdiğin ısrarcılık, bütün kuşkularımı alıp götürürdü.

Kadın... "Sonra bir gün, tüm olumsuz şeyleri hissedip, olağanüstü gel-gitler yaşamaya başladı yüreğim... Bazen oluyordu işte, kendime dönük zamanlarım, içe kapanıklığım. Hissettiysen de bana bakmaktan, konuşturmaktan vazgeçemedin. Ben çekildikçe, bu sefer kıyılara yanaşan sendin... Biliyorum özlüyordum bana dokunmayı. Biliyordum, özlüyordum teninde kaybolmayı... Ruhunu ve bedenini sarıp sarmalayan yegane şeyi vermiştim ben sana... Huzurumla donanmanın keyfini sürdüren, garip bir cevherim vardı işte. Ateşini söndürmek istemedim hiç.Benim selimde boğuldun, beni içtin, beni ilk kez içinde hissetmenin keyfini yaşattım sana. Senin kanına karıştığımı bilmenin tadını aldım. Kirli olanı temizlemeye çalıştım."

Adam... "Denedim. Kendi kanımla savaşmayı. Ama senelerce o kadar bencildi ki yüreğim, içimdeki ateş, senin vericiliğin altında ezildi. Masum olanı, iyi olanı kirletmek isteyen yanıma inat, seninle oldum. Bir zaman sonra ise korktum tüm bedenimi işgal etmenden. Bu huzur, içimdeki yangınları söndürecek kadar çok akmaya başladı bedenimde. Korktum, benden sene dönüşmeye. Alevlerim sönerse yok olurum sandım... kandım kendime... Gittim..."

"Bu garip bir veda olacak çünkü aslında hep içimdesin... Ne kadar uzağa gitsende, gittiğin her yerde benimlesin..."

Kadın... "Gittin...! Sana duyduğum sevgiyi, ibadet eder gibi hissettirdiğimde, seni köleleştirmeyeçalıştığımı sandın... Anlamadın, aslında kendi yarattığın gölgelerindi seni korkutan. Ben değildim... Bütün bencilliğine rağmen sevmiştim seni. Ateşini söndürmek istemedim hiç... Anımsasana en çok geceleri sesimi duynak isterdin ve en çok geceleri bakardın bana. Ama bu bile bendeki yansıyan, kendi güzelliğini görmek içindi. Fark etmedim mi sanıyorsun? Anlamadım mı? Bencildin, ama ben seni çok sevmiştim.

Söyle şimdi; ya sen bütün bunları nece zaman sonra anladın? içindeki ateşi başkalarının körüklediğini sanarken, hangi rüzgar külleri bana serpiştirdi. Dayanamadın geldin...

Yoruldun değil mi?

Bense kırıldım.

Sen vazgeçtin,

Ben yazdım...

İlk zamanlar ben bitmesine duacıydım, sense bitmesine seyirci... Ve sevgilim gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim. Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana kendini layık görmedin.

Ben öyle bir insandım ki; içimdeki suya rağmen, içindeki ateşi hiç söndürmeye yeltenmedim, sen beni en çok bunun için sevdin... Bilemedin... Nasıl beklediğimi, ne kadar üzüldüğümü tahmin edebiliyormusun... Şimdi yüzündeki üzüntü ve pişmanlık dolu ifadeni daha fazla netleştirmeye çalışma. Bundan başka birçok duygu düşledim ben yüzünde. Zaman geçti ve gelmedin. Kendi girdaplarımda, kendimi döndürdüm. Hırçınlaştım, dalgalarımla bıçak gibi kestim derinliklerimi. Dindim, duruldum, ayrıldım, birleştim. Hava ile konuştum, onun yol göstericiliğine bıraktım kendimi. Toprağa karıştım ve verimliliği tattım. Yaşam verdim. Yaşam aldım. Dağılmış parçalarımı topladım.Şimdi geldin... Evet... Ama o günlerden geriye neler kaldığını düşündün mü hiç?...

Gitmeliyim... Kalırsam yok edeceğiz birbirimizi. Kalırsam, sen beni buharlaştıracaksın, ben de seni söndereceğim. Çünkü biz birbirimize ne kadar dürüst olsakta, biz en güzel bu yolla; zıtlıkların döngüsünü kullanarak, birbirimizle oyunlar oynayıp, savaşarak anlaştık. En doğrusu neydi bilmiyorum. Sen yeniden bana gelene dek hep bunu düşündüm. "Ateş mi suyu yok eder, yoksa su mu ateşi?" Birde okuyunca büyülendiğim bir söz daha vardı. "Su ateşe galiptir, ancak bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır, yok eder." * Ne ben bir kaba girebildim, neden sen bana kıyabilirsin... Birbirini yok etmeye mahkum iki çift yüreğiz biz. Ne sen benim duygularıma erişebilirsin, nede ben senin heyacanlarına ayak uydurabilirim...

"Ama söylenecek söz yok...

Gidiyorum ben...

Hoşçakal...

Hoşça kal"

"Gidiyorum şimdi...

Gölgen düşmesin daha fazla üzerime diye...

Sen yalnız kendi ateşinle can yakarım sandın...

Bilemedin aynı ısı ile benimde can yakabileceğimi. "


Resimler alıntı

* Mevlana

* Kelimeleri kontrol etmedim, herhangibir hata bulmanız muhtemel. :)

* Arzu, yardımların için teşekkür ederim. ama sanırım bir şekilde yazı çıkmalıydı iyi kötü.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Duacı ve Seyirci


Adam...
Her zaman çok konuşkan olan adam,
o gün kadına göre çok sessizdi...
Bu sessizlik kadına ağır geldi.


Kadın...
hissettikleri bitsin istedi.
Delirecek gibiydi.
Bitmemesi hırslandırıyordu üstelik.
Hırçınlaştırıyor, 
olmaması gereken kişilik bulamaçları yaşatıyordu.



Adam....
bitsin istedi.
Hissettiği vicdan azabından biraz öte bişiydi.
Adam kendini bastırmayı öğrenmişti.
Sevgisini dirseklemeyi, onu geride bırakıp mantığıyla hükmetmeyi...


Adam; kadın hala onu sevdiği için üzülüyordu.
Tıpkı kadının adamın vicdanının rahatsızlığına üzüldüğü gibi.


O an... Kadın bitmesine duacı... 
O an... Adam bitmesine seyirci...


6 Mayıs 2009 Çarşamba

...



Kırma kabuklarımı .

Zar zor yetiştirdiğim, meyvelerimi çalma!



20 Ağustos 2008 Çarşamba

aşk' ın kimlik savaşı

Bir iliski cok kimlik degistirir gecen zamanlarda...
Kacan olursunuz bazen...
Bazende kovalayan...
Gitmek isterseniz bazen,
Yasananalar sikinti verici olmaya baslar,
Ama kalan olursunuz her zaman...
Her zaman sevdiginiz sizi yeterince sevmiyordur.
Zaten hicbir zaman zaman onun istedigi kisi Olamayacaksinizdir.
Sizin kimliginizi degistirmeye baslamistir bu iliski...

Kosarsiniz bazen yorulursunuz,
Cok yorulursunuz...
Ama yine de vazgecmezsiniz...
Aslinda kimdiniz siz...
Hic dusundunuz mu?
Bu iliskiye baslamadan once neydiniz?
Şimdi ise kimsiniz?
Verdiniz mi? Aldiniz mi?
Kazandiklariniz mi yoksa kaybettikleriniz mi fazla?

Hem secen olduk hem secilen,
Hem kacan olduk hem kovalayan,
Hem kaybolmak istedik hem bulunmak,
Hem kaybetmek hem de kaybetmemek,
Hem kotu hem masum,
Hem sadik hem capkin,
Hem kiskanc hem caresiz,

Hem ozgur hem tutsak,

Hem korkak hem kararli,
Hem gittik hem kavustuk,
Hem sevdik hem de nefret ettik,
Hem varlikliydik hem yoksun,
Hem dogruyduk hem yalan,
Hem sahiplendik hemde umursamadik,
Hem doyduk hem aciktik,
Hem basarili hem yarim kaldik,
Hem bitti dedik hem de bitiremedik...

Vazgecmek istedik ama vazgecemedik...


Ama unutmayin; bir asktan geriye kalan son kimlik, yokluktur her zaman....

RESİM ALINTI
Related Posts with Thumbnails

..