yolun sonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yolun sonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Mayıs 2011 Perşembe
Bitti.
Bitti!
Ne acı ki; ayakta kalmış bir sevgiydi bizimkisi.
Oturup da dinlenemedi, demlenemedi.
Ben; önemsenmediğimi sandım,
Sen kandırıldığını..
Bitti;
Artık yüzünde gördüğüm izler bana ait değildi.
Geçmişi kurcalayıp söylenilen cümleleri ayıkladığımda, sözcükler gözlerimi yakmıyordu artık.
Bitti!
O adam benim harflerimin kordonuydu.
Bu yüzden ne zaman bir şeyleri yazmaya kalksam, hep onu doğuruyordum.
Ama bitti!
…
Oysa ben gerçekten istemiştim, saçlarımın tokasını, yalnız onun için çözmeyi..
Artık tek kişilik bir otobüs koltuğuna benzer fotoğraflar çektiriyorum,
Artık...
Hiçbir şey eskisi gibi değil.
Bitti işte!
Oysa, bu sevdanın teri bile soğumadan..
Bitti ve ben kıstım sesimi...
* Beta Mikrobu kapmış, sürekli iğne vurulup durmaktan fıskiyeye dönen Efsa...
1 Kasım 2010 Pazartesi
Yokluğunun Ortası...
Tırnaklarım uzadı, kısalan saçlarıma inat.
Affettim fareyi bir lokmada yutan kediyi..
Balkon kapısını örtmeyi unuttum bazı günler..
Bilirsin panjurlarım zaten hep kapalı..
Çörek otlu poğaçalar yaptım.
İçlerine maydanoz koymadım sen sevmezsin diye...
Taze fasulye yaptım zeytinyağlı yerine..
Vazgeçtiğim ne varsa, geri kazanmak adına oyaladım kendimi...
Sen yoktun..
Geçmiş zamandaki tüm kadınlar, adamlar iliştiler yanıma.
Sonu sana çıkmayan yollarda yürüdüm tek başıma.
Senin yolun koyulmak için miydi; durup, dinlenip, oturmak için mi vardı bilemedim.
Öyle olacak sandığımdan, öyle olmasına tahammül ettiklerimle,
Aynı meridyende senden uzak tek nokta olmayı becerdim.
Sen yoksun..
Şimdi durup geçmişe bakıyorum.
Saçlarımın kiri ile sana geldiğim günleri düşünüyorum.
Etrafıma bakıp söyleniyorum;
"hani her şeyinizle kirlenmeyi göze alıp seversiniz ya bir adamı"
"hani bir çocuğum olacaksa, ancak onun gibi bir adamdan olmalı"
dersiniz ya diyorum.
İşte ben bu adamı böylesine sevdim diye diye anlatıyorum.
Gerisi akıl bulandıran bir suskunluk...
Birinci ve ikinci tekilden ibaret bir yaşamda; birbirimiz için iyelik zamirleri iken, üçüncü tekil şahıstan ibaret kalmak..
Boş ver.
* Bu aralar bir rakı,balık sevdasına düşen Efsa...
25 Ekim 2010 Pazartesi
Neden mi?
İçinde senin olmadığına güvenip girdiğim tüm yollarda,
-bir labirentte insanın karşısına dikilen tuzaklar gibi-
her defasında karşımda bittin.
her defasında karşımda bittin.
Senden kopmamam, sevgimle seni beslemeye devam etmem için hiç yakamı bırakmadın.
Şimdi durup ne dememi bekliyorsun bilmiyorum.
Bana her ihtiyacın oluğunda yanındaydım.
Her pişman oluşunda, tüm günah çıkarışlarında yanındaydım, arkandaydım.
Sen beni hep ardında bıraksanda...
Hiç vazgeçmedim seni sevmekten!
Ama sen tüm bunlara rağmen ne mi yaptın;
Yokluğunda her şeyi sineye çekip, varlığına minnet edeyim diye!
O anki ilgine şükran duyayım ve seni bu şekilde kabulleneyim diye,
Bir cehennemi sundun sen bana, ellerinle!
Belki de; "İşte bu yüzden şu an vazgeçiyorum senden" dediğimde, bir arkadaşım bana ne dedi biliyor musun? "bir cehennemi kabul edebilecekken sen, bundan eminken karşındaki adam; cenneti sunmak istemedi sana. Ve sen cehennemle yetinmeyi denedin. İşte bu yüzden."
Cenneti yaşatma imkanın varken ,sen beni bilerek bu cehennemde yaşattın,
Bilerek ve isteyerek!
Bununla beslendin çünkü.
Hep elinin altında kalayım istedin!
Doğru yanıtları farklı anlamlarla saptırıp, yanlış soruları sormama neden oldun!
Beni hep sorgulamalarla başbaşa bırakırken, hiçbir şey yokmuş, bu davranışların doğalmış gibi davrandın.
Ben seni sevgimle yüceltmeyi isterken, senin için öylesineymişim ifadesi taşıttın.
Bana vermediğin tüm sevgini başka kadınlarla harcadın.
Ah sevgili inan herşeyi kaldırabilirdim, aldatılmayı bile kabullenebilirdim.
Ama ben seni en başından beri dürüstlüğünle sevmişken, sen bana yalan söyledin.
Bu sefer kaldıramayacağım şeylerin altında ezdin!
Biliyor musun yine çok sevdiğim bir başka kadın, senin bu medcezirli davranışlarını anlayamadığımı anlatırken;
"Efsa sana ne yapıyor biliyor musun? Seni davranışlarıyla, sözleriyle, özeniyle yükseklere fırlatıyor.. Ama sonra tutmayı unutuyor".
İşte sen buydun 2 sene boyunca!
Beni kendinde hep "dün" bıraktın!
Açtığın yaralar kapandığı veya yerine koyacak başka insanlar bulduğum için,
Veya seni sevmekten yorulduğum için bitmedi bu sevgi...
Hem bana bir yalanını yakaladığım, hem de gözümde bir ilah gibi görünürken vazgeçilebilir olduğunu bana gösterdiğin için bitti bu sevgi!
Bitti.
Şimdi bir zamanlar nasıl seni sevdiğimi gururla ve hiçbir çekinceme duymadan söylediysem, bitişini de aynı gurur ve dik duruşla ilan ediyorum.
* Bu aralar üşengeçliği üzerinde olup diğer blogdaki eski azıları buraya aktaran üşengeç, ama bir yandan çocuksu sevinçlerle dopdolu bir güne gülümseyen Efsa...
* Görsel
22 Eylül 2010 Çarşamba
Bir Sokak Köşesi
Az sonra ben o sokağın öteki ucundan, yeni bir sokağa döneceğim.
İnsanlara, kokulara, ağaçlara...
Evlerin duvarlarını sümbül yerine, yaseminler sarmış olacak belki de..
Kurabiye kokan anne, az sonra okuldan gelecek çocuğunu kucaklayacak.
Parmakları nasır tutmuş bir adam, karısına yeni bir yazma alacak.
Saat 7 yi 14 geçecek mesela,
Akşam ezanı okunacak.
Ben az sonra seninle dopdolu geçen o kaldırımlarda son adımımı da atacağım.
Kelimelerden oluşturduğum insan kalabalığını, temizlemekten vazgeçeceğim.
Sokağın kirlenecek!
Bir köpek havlayacak.
Sokak lambaları yanacak,
Kaldırımlar bir arnavut yumuşaklığında basılacak...
Ben az sonra köşedeki yavruağzı evin duvarına son kez parmaklarımı sürüp, döneceğim köşeden.
Emanet bırakacak çiçeklerim olmayacak.
Senin yüzünü yansıtan çocukları özleyeceğim en çok.
Ama bakmayacağım ardıma.
Az sonra gideceğim ya, adımlarımın sesi bile duyulmayacak.
Görkemli bir girişin, sessiz gidişlerini yaşayacağım.
Güneşin batışı karışacak saçlarımın kızılına
Bu kez savrulmadan, savuracağım...
Ben az sonra o sokağın öteki ucundan döneceğim.
Akıllarda son görüntüyü, köşeyi dönerken rüzgarla ayaklanan elbisemin ucu yaratacak.
Seni iyi hatırlamayacağım,
Bir zamanlar sana kaptırdığım elimi sallamak için, kolumu yormayacağım.
* Biraz kafası karışık Efsa...
* Görsel
29 Temmuz 2010 Perşembe
Duraklama
"Bir adamı tutkuyla sevmek, ancak benim seni sevdiğim gibi olurdu... Ve sana aşık olmak benim hayatımın en güzel durağı oldu..."
Seni yaşamanın ayrıcalık olduğu bir geçmişti.
Ve ben o kahrolası günlerde ne çok beklemiştim seni.
Ne kadar çok senden kopmak istemiş,
Binip otobüslere, ilk durakta geri inmelerle saatler geçirmiştim...
İnan öyle çok diledim ki;
"anılan iken anıya dönüşmemeni"
Değişirsin sandım.
Ama yanılttı zaman.
Seni herhalde hiç unutamayacağım derken,
Ben dönüştüm sonunda...
Çıkıp kaldırımlara; aşık olup, kendimi aştığım bu yolda,
Farkındalık kazanarak büyüdüm, biraz daha...
Şimdi biliyorum, bu veda kaçılmaz bir ihtilal havasında...
Söz veriyorum!
Artık içimdeki tüm suları emmesi için toprak niyetine kullanmayacağım bedenini!
* Tangoda neredeyse 1. yılını dolduracak olan Efsa...
* Görsel
23 Temmuz 2010 Cuma
Sapma
Sevgili,
Sırf korktuğun için, değer verdiğin halde uzaklaşan sendin.
Benden kaçışların yüzünden ulaşamıyordum kıyılarına.
Bazen varmak bu kadar uzun sürerdi işte,
Sana ve aşka…
Sen benim zaaf noktamdın.
Gözlerim gözlerini seçtiğinden beri
Söylesene şimdi,
Hangi bağlaç birleştirirdi bizi?
Ya sen,
Gerçekten bir zamanlar
Benim miydin sahi?
Ah sevgili;
Yolum yoluna çıktı da, neden yolundan saptın?
Bana gelmeyişlerinin ağırlığını,
sana yükleyerek geldiğim için mi?
İstemedim;
Bayram zamanları elime sıkıştırdığın bir parça sevgiyi…
Medeti senden ummaktan…
“belki” lere tutunmaktan da.
Yoruldum anlıyor musun?
Bugün lütfen hemen gitme…
Göz hizanda kalmak istiyorum biraz daha…
Son kez olsa da…
* Eskiden olduğu gibi esnek olmayı özleyen Efsa...
* Görsel...
9 Şubat 2010 Salı
Sıradan Bir Pazar Günüydü...
İnsanlık için sıradan bir pazardı
ve ben en son
bir havaalanında görmüştüm yüzünü.
ve sıyrılıp,
kaçıp gitmek istercesine ayrılmıştım kollarının arasından.
Kalırsam ağlayacaktım.
Sıradan bir pazardı...
Ben sana aşıktım.
Bilmem kaç şehir uzaklığındaydım sana.
Kaç şehir gözüm kapalı yaklaşmıştım.
Bugün yine sıradan bir gün
ve ben şu an
seninle yapmadığım bir şeyi yapmak isterdim
Aynı masada oturmak mesela!
Yanyana bardaklar
Aynı tabaktan yemek yemek gibi...
Ya da kahvaltı hazırlamak belki sana...
Yoksun
Yokluğunla bile anlamlanmıyor bir çok şey.
Yalnız senin anlayabileceğin bir dille konuşmak istiyorum sana.
Ama yalnız benim anlayabileceğim bir dille anlat değil.
Sıradan bir günde, sıradan insanlığa ilan etmek, belki istediğim
kraliçeliğimi.
İstediğim
Sıradan bir gün gidişini izlemek belki...
Geleceğini bilerek...
* Yoğun günlerin, bezelyenin karnesinin, gözümün hala tam iyileşememesinin, ailenin memlekete gidiş gelişinin, ders çalışma zorunluluğunun ertelenmesinin ardından; bir müddet eski yazıları yayımlayan Efsa...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Mide
Önceden kelimelerine kapılıp diyordum ki:
"Midemi değil aklımı bulandırıyorsun"
Yapma!
Şu an senin saklayıp, benim öğrendiklerim karşısında diyorum ki:
"Hem aklımı, hem midemi bulandırıyorsun"
.
17 Ağustos 2009 Pazartesi
İçimden konuştum
O
Masada karşılıklı otururken
O
Rakısını yudumlarken
Ben
Bardağımın kenarı ile oynarken
O
Tutamayacağı sözler verirken
Ben
Kıstım sesimi
İçimden konuştum
12 Haziran 2009 Cuma
Düş-me-lere

adam "gel" dedi,
kız gitti,
adam kızı kucakladı,
kız adama yaslandı.
adam yalnız ama sıcacıktı, acılıydı...
kadın yaralı ama duragandı, yalnızdı...
Biri yalnızlığını kapatmayı,
diğeri yaralarını sarmayı denedi-ler,
birbirlerinde kaybolmayı,
birbirlerini yeniden bulmayı denediler,
Fazla konuşmadan dilsiz bedenlerde toplandılar,
Sonra adam konuşmak istedi,
kız susmayı tercih etti...
adam kızı konuşturmak istedi,
kızsa söyleyecekleri sözcüklerden sonrasını merak etti,
o sözleri biliyordu sanki,
ama yaşanacaklardan emin olamaıyordu.
adam da sustu sonra,
başka konulardan bahsetti.
üstelemedi kız,
minnetle başka konulardan konuştular
kendileri hariç...
kız geldiği gibi gitti sonra
vedalaşmadı adamla,
kız bir düşten ibaret olduğunu biliyordu.
kız bir düş olarak kalmak istiyordu,
adam düş olarak kalsın istiyordu kızı...
birlikte düş(tü)ler...
19 Mayıs 2009 Salı
Deneme - Hikayeler / Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair

Boynumdaki nefesinle uyanır gibi oluyorum. Gözkapaklarımı yarı açarak, sana bakıp gülümsüyorum.
- "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense
- "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun.
Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum...
Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor.
Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo, hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona yakışıp yakışmadığı da değil...
Anlatmak istediğim; o kişi ile en son neler yaptığınız, en son kelimesi... En son ne giymişti mesela? Yapmayı ertelediği bir şeyler var mıydı ve size bundan bahsetmiş miydi? Son yemeği neydi? Ya son düşüncesi ne oldu? Soruları...
Sen gidiyorsun... Ve ben şu an kapıdan asansöre kadar kaç adım attığını bile merak ediyorum. Anımsıyorum da; ilk tanıştığımız zamanlar, koluna girdiğimde yürüyüşümüzü birbirimize uydurmaya çalışırdık. Senin adımların benim bir buçuk adımım gibiydi. Ve ben yarı koşar halde, hala kolumda kolunu hissedebilmek için çabalardım sana uyum sağlamayı. Başarmıştık değil mi? Aynı adımlarla kaldırımlarda yürümeyi...
Sen gidiyorsun... Ben uyanıyorum... Ufak bir "akşama ne pişirsem" sorusuna hemen "sulu köfte" diye ses veriyor içim. En sevdiğin şekilde yapıyorum sulu köfteyi. Az suyla, biraz patates ve köfteleri çok karabiberli... "Öğlen çıkarız belki" dediğin aklıma geliyor. Olsun diyorum içimden, akşama hazır olur en azından, tasası kalmaz.
Sen gidiyorsun ve geri dönmüyorsun...
Keşke diyorum. Keşke bir gün öncesinden yapsaydım şu yemeği... Sen ne çok severdin...
Peki, sen son ne yedin, yoksa bir çay mıydı boğazından geçen? Belki de suydu. Sen çok severdin zaten su içmeyi.
Sen gidiyorsun ve ben şuan sonları düşünüyorum... Söylemek istediğim her şeyi söylemişim sana. Sevgimi, özlemimi, kızgınlıklarımı, başarılarındaki övgülerimi...
Son telefon konuşmamız ayın 14 ünde oluyor.
Son gömleğin mavi çizgili,
Son kez öptüğüm yer göğsündü bedeninde... Başım göğsündeydi uykuya dalmadan önce.
Son kez seni güldürdüğüm konu neydi sahi? Dur bakayım, topuğumun kırıldığı ve benim elimde ayakkabın teki ile koridorda kalakalışımdaki şaşkınlığım mı? Birde, salondaki koltuğun yerini değiştirirken verdiğim mücadeleye gülmüştün, taklidimi yaparak... Ne güzel gülerdin. Gözlerinle ve yüreğinle gülerdin...
Son kez koklayışın...
Son kez gözlerim yarı açık sana bakışım...
Son kelimen...
Son... Son... Son...
Bir son nasıl anlatılır? Bir son nedir? Ölüm bir son mudur?
Ya sensizlik? Açıklaması uzun sürer mi? Ve ben yeterince açıklayabilir miyim sensizliği?
Yatağın sağ tarafına hiç yatamayışımı.
O günkü olayları, şaşkınlıklarımı paylaşamayışımı.
Sulu köftenin ve mantının hayatımda asla bir daha pişirilmeyecek listesine girmesi mi sensizlik?
Biliyor musun aşkım, o günden sonra kirli çamaşırları bile kokladığımı biliyorum. Bir banyoda kaç saat geçirilebilir sence? Birileri beni orada bulana dek kıpırdamayışım. Kapıyı çilingirle açtırmak zorunda kalışları ailenin... Annenin suratına baktığımda, senin gidişinden çok bana acıdığını gördüm biliyor musun? İlk defa bana öyle sıcak ve yavrusuymuşum gibi baktı... Bunun için sonları yaşamamız mı gerekiyordu? Hayır, isyan değil içimdeki. Ölüm hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun sen. Ama yaşamındaki sonlarla avutuyorum kendimi... Bilmiyorum... Eşyalarını toplamayı ret ediyorum. Kirli sepetindeki çamaşırları yıkamıyordum elimden zorla almasalar. Onlar kirli değildi ki... Onlar sen kokuyordu. Gömleklerini ütülemek bile ne büyük keyifmiş Tanrım...
Sen gidiyorsun... O günden geriye kalanları düşünüyorum... Kalan... Artık kalanlarla yetiniyorum işte. Sancılı saatler, insanların beni tek başıma bırakmama telaşları... Psikologlarda saatler geçirme... Geçire geçire geçirilen saatler...
Sen gidiyorsun... Senden kalanları veriyorlar bana bir poşetin içine konulmuş. Bak bir kalan daha işte... Şaka gibi dimi... Değil... Cep telefonun, paçalarından ceplerine dek kesilmiş kan damlarının olduğu krem pantolonun, bozuk paraların, cüzdanın... Son kez elimi poşete atıyorum... Evimizin anahtarları çıkıyor... Biz bir daha asla bir aile olamayışımızın gerçeğini de peşinden sürükleyerek...
Sen gidiyorsun ama düzeliniyor! Hayata kazandırılıyorsun. Kalanları dolduracak "şey" ler yaratmayı öğreniyorsun. Artık eşyaların yerini değiştirebilecek gücümün olduğunu keşfettim bak. Meğer nazım hep sanaymış. Arabanın muayenesini bile kendim yaptırdım geçtiğimiz günlerde. Misafir geliyor ve artık senin koltuğuna oturduklarında ani bir refleks ile ayağa fırlamıyorum mesela. Arda ile tayfun uğradı geçenlerde iş yerime, Eskileri konuşup gülümsettiler beni. Eskiler... Ve yeniler... Seninle ilgili anılarım bile eskimedi sevgilim. Bazen aynı hikayeyi anlatırken buldum yine kendimi. Alıştılar çevremdekiler de sanırım. Birde yeniden gülümsediğimi gördüklerinde, bende seviniyorum. Güçlü kızsın diyorum hep kendime. Uykularım çok düzenli mesela. İlaç kullanmayı ret ettiğim için uzunca bir müddet bununla boğuşsam da, her şey gün geçtikçe yerine oturuyor...
Sen gidiyorsun... Karnımdaki bebeğim de seninle birlikte gidiyor sanki... Doğmamış çocuğumuza üzülüyorum... Güle güle bebeğim diyorum... Babanla birlikte seni varmışçasına seviyoruz...
Sen gidiyorsun... Ben boşluk doldurmaca oyununa bir son vermeyi zamanla yaşama uyumu öğreniyorum. Seni mutlu edebildiğimi düşünüyorum en azından. İçim rahat sevgilim.
Tek bildiğim seni çok özlüyorum...
Seni seviyorum.
Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair...
* Görsel alıntı.
- "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense
- "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun.
Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum...
Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor.
Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo, hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona yakışıp yakışmadığı da değil...
Anlatmak istediğim; o kişi ile en son neler yaptığınız, en son kelimesi... En son ne giymişti mesela? Yapmayı ertelediği bir şeyler var mıydı ve size bundan bahsetmiş miydi? Son yemeği neydi? Ya son düşüncesi ne oldu? Soruları...
Sen gidiyorsun... Ve ben şu an kapıdan asansöre kadar kaç adım attığını bile merak ediyorum. Anımsıyorum da; ilk tanıştığımız zamanlar, koluna girdiğimde yürüyüşümüzü birbirimize uydurmaya çalışırdık. Senin adımların benim bir buçuk adımım gibiydi. Ve ben yarı koşar halde, hala kolumda kolunu hissedebilmek için çabalardım sana uyum sağlamayı. Başarmıştık değil mi? Aynı adımlarla kaldırımlarda yürümeyi...
Sen gidiyorsun... Ben uyanıyorum... Ufak bir "akşama ne pişirsem" sorusuna hemen "sulu köfte" diye ses veriyor içim. En sevdiğin şekilde yapıyorum sulu köfteyi. Az suyla, biraz patates ve köfteleri çok karabiberli... "Öğlen çıkarız belki" dediğin aklıma geliyor. Olsun diyorum içimden, akşama hazır olur en azından, tasası kalmaz.
Sen gidiyorsun ve geri dönmüyorsun...
Keşke diyorum. Keşke bir gün öncesinden yapsaydım şu yemeği... Sen ne çok severdin...
Peki, sen son ne yedin, yoksa bir çay mıydı boğazından geçen? Belki de suydu. Sen çok severdin zaten su içmeyi.
Sen gidiyorsun ve ben şuan sonları düşünüyorum... Söylemek istediğim her şeyi söylemişim sana. Sevgimi, özlemimi, kızgınlıklarımı, başarılarındaki övgülerimi...
Son telefon konuşmamız ayın 14 ünde oluyor.
Son gömleğin mavi çizgili,
Son kez öptüğüm yer göğsündü bedeninde... Başım göğsündeydi uykuya dalmadan önce.
Son kez seni güldürdüğüm konu neydi sahi? Dur bakayım, topuğumun kırıldığı ve benim elimde ayakkabın teki ile koridorda kalakalışımdaki şaşkınlığım mı? Birde, salondaki koltuğun yerini değiştirirken verdiğim mücadeleye gülmüştün, taklidimi yaparak... Ne güzel gülerdin. Gözlerinle ve yüreğinle gülerdin...
Son kez koklayışın...
Son kez gözlerim yarı açık sana bakışım...
Son kelimen...
Son... Son... Son...
Bir son nasıl anlatılır? Bir son nedir? Ölüm bir son mudur?
Ya sensizlik? Açıklaması uzun sürer mi? Ve ben yeterince açıklayabilir miyim sensizliği?
Yatağın sağ tarafına hiç yatamayışımı.
O günkü olayları, şaşkınlıklarımı paylaşamayışımı.
Sulu köftenin ve mantının hayatımda asla bir daha pişirilmeyecek listesine girmesi mi sensizlik?
Biliyor musun aşkım, o günden sonra kirli çamaşırları bile kokladığımı biliyorum. Bir banyoda kaç saat geçirilebilir sence? Birileri beni orada bulana dek kıpırdamayışım. Kapıyı çilingirle açtırmak zorunda kalışları ailenin... Annenin suratına baktığımda, senin gidişinden çok bana acıdığını gördüm biliyor musun? İlk defa bana öyle sıcak ve yavrusuymuşum gibi baktı... Bunun için sonları yaşamamız mı gerekiyordu? Hayır, isyan değil içimdeki. Ölüm hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun sen. Ama yaşamındaki sonlarla avutuyorum kendimi... Bilmiyorum... Eşyalarını toplamayı ret ediyorum. Kirli sepetindeki çamaşırları yıkamıyordum elimden zorla almasalar. Onlar kirli değildi ki... Onlar sen kokuyordu. Gömleklerini ütülemek bile ne büyük keyifmiş Tanrım...
Sen gidiyorsun... O günden geriye kalanları düşünüyorum... Kalan... Artık kalanlarla yetiniyorum işte. Sancılı saatler, insanların beni tek başıma bırakmama telaşları... Psikologlarda saatler geçirme... Geçire geçire geçirilen saatler...
Sen gidiyorsun... Senden kalanları veriyorlar bana bir poşetin içine konulmuş. Bak bir kalan daha işte... Şaka gibi dimi... Değil... Cep telefonun, paçalarından ceplerine dek kesilmiş kan damlarının olduğu krem pantolonun, bozuk paraların, cüzdanın... Son kez elimi poşete atıyorum... Evimizin anahtarları çıkıyor... Biz bir daha asla bir aile olamayışımızın gerçeğini de peşinden sürükleyerek...
Sen gidiyorsun ama düzeliniyor! Hayata kazandırılıyorsun. Kalanları dolduracak "şey" ler yaratmayı öğreniyorsun. Artık eşyaların yerini değiştirebilecek gücümün olduğunu keşfettim bak. Meğer nazım hep sanaymış. Arabanın muayenesini bile kendim yaptırdım geçtiğimiz günlerde. Misafir geliyor ve artık senin koltuğuna oturduklarında ani bir refleks ile ayağa fırlamıyorum mesela. Arda ile tayfun uğradı geçenlerde iş yerime, Eskileri konuşup gülümsettiler beni. Eskiler... Ve yeniler... Seninle ilgili anılarım bile eskimedi sevgilim. Bazen aynı hikayeyi anlatırken buldum yine kendimi. Alıştılar çevremdekiler de sanırım. Birde yeniden gülümsediğimi gördüklerinde, bende seviniyorum. Güçlü kızsın diyorum hep kendime. Uykularım çok düzenli mesela. İlaç kullanmayı ret ettiğim için uzunca bir müddet bununla boğuşsam da, her şey gün geçtikçe yerine oturuyor...
Sen gidiyorsun... Karnımdaki bebeğim de seninle birlikte gidiyor sanki... Doğmamış çocuğumuza üzülüyorum... Güle güle bebeğim diyorum... Babanla birlikte seni varmışçasına seviyoruz...
Sen gidiyorsun... Ben boşluk doldurmaca oyununa bir son vermeyi zamanla yaşama uyumu öğreniyorum. Seni mutlu edebildiğimi düşünüyorum en azından. İçim rahat sevgilim.
Tek bildiğim seni çok özlüyorum...
Seni seviyorum.
Sen gidiyorsun ve ben bir yazı yazıyorum sana dair...
* Görsel alıntı.
22 Şubat 2009 Pazar
Nereye gidiyorsun?

Çocuk... !
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak.
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından.
Bakma yüzlerine hiç. Görme onları...
Çocuk!!!
Bu kez ağlama.
Bu kez git...!
Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş. Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının.
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş. Giderken bu kentten sakın ağlama SUS...
Unut, ne yaptı sana!
Unut, ne söyledi!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin...
Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahlar. Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Nereye gidiyorsun?
Yolları, duvarları geç yavaş yavaş... Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını.
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş... Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının.
Ve unut, ne yaptı sana!
Unut, neler anlattı!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin!
Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahla. Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Yine mi gidiyorsun?
Çocuk...!
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği...
Ve her gözyaşının altında bir dua, kimsenin duymadığı...
Çevir gökyüzüne başını. Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte...
Hepsi bu.
Sadece bugün kendimi bu şarkıyla ifade etmek istedim. Cem Adrian
23 Aralık 2008 Salı
Masal masal içinde / O Adam

Adam…
Beklenmeyen misafirlerin özlemiyle dopdolu günlerden birinde; kapılarını zorlamıştı. Açmayacaktı, delikten baktığı insanı tanımıyordu. Tamamen yabancıydı... İsmini seslendi, benim dedi, İşte o an tanıdık bir şey hissetti masaldaki kız kalbinde. Her gün kağıt üzerinde gördüğü bir ismi mırıldandı dudaklarında sessizce. Masaldaki adam yüzünü de göstermişti yine o gün.
Hafifçe araladığı kız kapıyı...
Şaşkındı, ürkekçe uzattı ellerini. Bu arada kızın savunma içgüdüsünü kullandığı söylemleriyle yılmadı adam, sürekli konuştu... Susmadı adam, kadının suskunluklarına inat... Kapıları açtı sonunda kız korkusunu yenerek. Konuğunu ağırlayacak kadar güçlü hissediyordu kendini artık. Girmeyi başardı adam, ellerini uzattı adam, tuttu kız...
- "hoş geldin" dedi kibarca. Gerçekten de ne hoş geldiğini düşünüyordu o an. Karşısındaki adam gülümsüyordu, sürekli gülüyordu, kız mutlu olduğunu düşündü; bu konuşkan, heyecanlı, sürekli gülen adam içini kıpırdatmıştı. Adamında kendi içinde mutlu olduğuna sevindi.
En güzel şekilde ağırlamak istemişti bu konuğunu, ama bilsin de istiyordu onun günlük yaşantısını. Ortalığı toplamaya lüzum görmedi; bıraktı biraz dağınık kalsın. Adam o halleriyle sevsin istedi kendisini. Ama adam daha büyük hayallerle girmişti o eve; beklediği gibi olmamıştı, daha farklı bir yaşamdı kızda ki, gördüklerini bilmek istemedi. Aslında sevdiği çok şey de bulmuştu onda, sevmediklerinden de fazla. Ama az da olsa sevmediklerinin ağırlığı, sevdiklerine üstünlük tasladılar. Bunlarla başa çıkamayacağını düşündü belki de. Düşünmeyi seçti adam... Düşündükçe kızdı... Kızgınlıkları ile baş başa kalmak istedi, kızgınlıklarını kıza kusmak istedi... Kız kırıldı, incindi ama vazgeçmemişti. Yapabileceği her şeyi yaptı, hatta ilk defa bir şeyin mücadelesini verdiğini hissetti. Kız sadece iyi ağırlamak istemişti, olmadı. Gitmeyi seçti adam günün birinde, engel olmak isteyen kıza inat. Kız çok denedi, gitmesin istedi, ama kaybetti. Çünkü her defasında ret edilmişti.
Dün adamın mesajını gördü, özenle seçmişti kelimeleri adam. Ona melek gibiydin demişti, suçlama demişti, özür dilemişti, başladığı gibi güzel bitmeliydi adam için, gitmeyi seçmişti... Adam için doğru olan bitmesiydi, kız için yanlış... Bitmişti...
Dün adamın başka birini merak ettiğini gördü kız, onu araştırmıştı. Bu bile yeterdi kıza vazgeçmesi için. Adam hiç bilemeyecekti ne çok sevildiğini, bir daha söylemeyecekti kız. Bir daha onunla ilgili dizeler dolaşmayacaktı şu sayfa da. Vazgeçmeyecekti elbet, ama savaşmayacaktı artık. Çünkü anladı ki ne kadar giderse o kadar kaybediyordu kendini... Adamı...
Neden kapısını çaldığını merak etti adamın, keşke daha güçlü olsaydı dedi. Kendisi gibi beklentisiz yaklaşabilseydi. Aynı havayı solumayacakları, aynı evin kapısından giremeyecekleri, aynı toprağı elleyemeyecekleri, öpüşmeyecekleri düşüncesini oluşturmuştu artık adam onda.
Vazgeçmişti başında adam... Sağırdı adam, dilsizdi, kördü, umursamazdı, kabullenemezdi içindekilerle yaşamayı... Üzgündü kız, kızgındı aslında, şu an iyi değildi, ama olacaktı, çünkü artık güçlüydü. İnsanlara güvenini yeniden kazanmıştı, sevgiyi kazanmıştı, Karşısında ki vermediyse o onun düşüncesizliği idi, onun kaybedeceği bişiy yoktu, elinden gelenin en iyisini yapmıştı, belki son bir şey daha kalmıştı, onu da yapınca vicdanı rahat olacaktı.
Kapattı kapıyı giderken adam. Kız arkasından açık bırakmıştı oysaki... Aralıktı kapı, isterse dönsün diye. Döner gibi oldu adam, ama eşikten girecek cesareti bulamadı yeniden, sil baştan yaşadılar ayrılığı.
Kapanan kapıları açmaya cesaretin yoktu adamın, anlamıştı kız, en sevdiği mısralardan bir kaçını tekrarladı... Ama adam duymadı...
- "Biliyorum ne sen dönebilirsin artık... Ne de ben kapıyı açabilirim sana."
- "Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak. Haykırmak. Ağlamak.
Sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla
benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, sıkışıp kaldığım bu karanlık
dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu
artık seni sevmek...
Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için
birbirine yalvaran iki yüreğiz artik... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz...
Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...
Affet beni sevgilim... Verdiğim sözleri tutamadım...Mademki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgilim...
Madem yokluğumla daha mutlusun,
O halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..." **
** Cezmi ersöz - şizofren aşka mektup
4 Aralık 2008 Perşembe
Hoşça kalın,

Hüznüm çöküyor üzerime
ve ne çok üşüyorum bugünlerde
ve ne çok sorguluyorum kendimi,
ve tutunacak dallar arıyorum
ve kollar beni sarsın istiyorum.
ve sizi bilmiyorum ama ben sevildiğimi dokunuşlarla hissediyorum,
ve birileri bana dokunsun, saçlarımı okşasın,
ve gerçekleri yadsımadan;
kayıp masalları anlatsın istiyorum.
ve yolculuklara çıkayım hem içime, hem dış dünyada.
ve kaybolayım...
ve çıkılmamış yolculuklara çıkayım
ve her durakta durayım
ve insanlar ardımsıra seslensinler,
kendine iyi bak desinler
hoşça kalın diyeyim bende onlara.
BENSİZ HOŞÇA KALIN
9 Ekim 2008 Perşembe
Sonlar ve başlangıçlar
Kaydol:
Yorumlar (Atom)







