yüzleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yüzleşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bir Kadının Aldatışı 2. Bölüm



"Öncesi"


İstediğim tek şey özenindi.
Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme.
Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken;
içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım.
Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana.
Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin.
 Belki de duyacaklarından korktun kim bilir.
Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu.
Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım.
Usandığımda farklı kaçışlar aradım.
Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında.

İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum.
Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım.
İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini.
Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için.
Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim!
Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim.
Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne.
Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka.
Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde.
Dokunmadan seviştim bazı bazı.
Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum.
"Gel" desem geleceklerdi biliyordum
ve "Gel" dediler, gitmedim.
Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi.
Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım.
Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

-Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."



* Mutlu ama güneşte yanıp domatese benzeyen Efsa


3 Haziran 2011 Cuma

Bir Kadının Aldatışı




Adam kısık sesiyle sadece -“neden ?” diyebildi
Ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.

"Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı...
Seninle konuşmak istediklerim, sana söylemek istediklerim, hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı.
Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin.
Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne.

Bilmiyorsun!
"Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu."
Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana...
Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında. Kapanmayan bir boşluk vardı içimde.
Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık. 
Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat...
Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum.

Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin.
Susardın.
Bu suskunluk anları; benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın...
Ben konuştukça, sen karşılıksızdın ve susmaya devam ettin.
Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi.
Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana."

(Devam edecek...)


* Beta mikrobum belirli bir seyir tutturdu. Beraberce yüksek değerlerle yaşamayı öğrendik. Tam hadi onu geçtim derken, kronik sol bileğimin şişmesi nedeni ile Dr dans yasağı verdi. Bakalım sonunda neler çıkacak. 
Bu arada yazı, benim ilk acemilik zamanlarımdan yeniden döngü olsun istedim. Hepinize sevgiler. :)


14 Şubat 2011 Pazartesi

29 Yaşımdan


29 Yaşımdan;

Sevdiklerime "mutlu ol" demek yerine, "mutlu kal" demenin güzelliğini öğrendim.

Asla affetmeyeceğim insanların en yakınımdan çıkabileceğini, erdem sahibi sandıklarımın onursuz ve yalancı olabileceklerini öğrendim

Uzun yıllardır hayatında olan ve bana hep dürüst yaklaşmış kişilerin dönekliklerini, yine de buna şükretmeyi öğrendim..

Zamanında canımı yakmış bir insanın hergün kendi dağının altında ezilmesini, bir tatmin duygusuyla acımadan izleyeceğimi öğrendim

Bir erkeği kışkırtmanın birkaç cümlede saklı olduğunu ve kışkırtıldığımda yapabileceklerimden korkmam gerektiğini öğrendim. Ama tüm bunları doğru zamanda, yanlış insana söylemenin bedelini öğrendim..

Kıçını kapatacağım derken, önünü açan erkeklerin kendi dünyalarında ne kadar sefil olduklarını öğrendim..

Dostluk kavramımın açılımlı olduğunu, yapmayacağım şeylerin yanısıra yapabileceklerimden korkmam gerektiğini öğrendim.

İstanbuldaki erkeklerin güven konusunda işgilli olduklarını. Her ne kadar güven veren bir insan olsamda, benim bile bu çizgiyi kıramayacağımı, amip gibi kuşku türettiklerini öğrendim.

Kızım ve ailem arasında bir köprü olduğumu, ama annem olmasaydı bu köprüyü zor kurabileceğimi öğrendim..

Her ne olursa olsun, her halime, her düştüğüm duruma yine de şükredebileceğimi öğrendim.
Ders çalışma konusundaki azmimi bir ders uğruna kaybettiğimi, ikdisat denen illette bir türlü kafamın basmadığını öğrendim..

Babamın 70 yaşına girmesiyle, zaten zehirli guatr yüzünden fırlayan sinirlerinin dahada ilerleyebileceğini öğrendim..

Şiir kitaplarını daha çok sevdiğimi, tangodan asla vazgeçemeyeceğimi, saçlarımın kırmızıyken daha güzel olduğunu öğrendim..

Bir yardım kampanyasındaki teşekkür belgesinin yanına iliştirilmiş çocukların çizimlerinin olduğu kartın beni daha çok mutlu edebildiğini öğrendim..

Bir kadın öldüğünde, insanlığında ölebileceğini, giderek erkeklerden dahada uzaklaşabileceğimi öğrendim..

Hayatımda ilk kez kendi ayaklarımla yürümeyi tercih ettiğimi. İçimdeki sevilme arzusunun artık umrumda olmadığını ve başka sakat ayaklara dayanmadan da yürüyebileceğimi öğrendim..



* Bu aralar kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını düşünen Efsa..

* Görsel

2 Kasım 2010 Salı

Diyaloglar 2




Erkek dedi ki...
Kalemin sıyrılsa mutsuzluktan.. Mutsuz'u, mutsuzluğu yazmaya alıştığı için, suskunluğu mu tercih eder acaba? Yani ne kadar sevdiğini, ne kadar özel sevdiğini gösterirken depresyona sokan Efsa, sadece mutluluğu yazsa, neler gelir başımıza. :)

Kadın dedi ki...
Yapamıyorum, denedim ama sizin istediğiniz ölçüde mutlu şeyler yazamıyorum. Ya tutku oluyor mutluluğa giden, ya hüzün. Ben sizin anlatımınızla mutluluğu nasıl yazacağımı bilemiyorum. Ve bunu insanlara anlatamıyorum. Yani zaten ben severken mutluyum aslında. İnsanlardan çok sevme biçimimi seviyorum anlıyor musun? Bu benim en büyük handikabım. Ben mutluluğu yazdığımı düşünürken, siz bunu mutsuzluk diye nitelendiriyorsunuz...

Erkek dedi ki...
Hahaha! "Ne kadar güzel seviyorum oysa" diyerek saplantı haline getirdiğim, kendi içimdekine kıyamadığım insanlar var şu hayatta.

Kadın dedi ki...
İşte aynen bu şekilde.. Ve bu nedenle hayatımda barındırıyorum ben bazı insanları, yaşamaktan çok yazmayı sevdiklerim var. Hatta geçen gün bunlardan biri dedi ki bana; "Efsa senin kimseye ihtiyacın yok. Sadece birine sığınmayı seven yanlarını göstermeyi seviyorsun. Sen güçlüsün, bak bende öyleyim ve bu nedenle bu kadar umursamazım. Sen kendi başına da ayakta durabilen ama birlerinin varlığı ile mutlu olan insanlardansın. Bu bizim gücümüz." Demem o ki ben çok canımın yandığı zamanlarda bile ölmem aşkımdan. Ben kendi sevgimi seviyorum buna acırım, neden sevdim diye değil, neden o da beni böyle  (kendini sever gibi) sevemedi diye.
Mutlu olma şanslarını geçmişte kullanıp ve bunun için fedakarlıklarda bulunulmuş önceki ilişkilerin izlerini bana yansıttıkları ve çaba harcamadıkları için acırım onlara, kendime, ilişkimize...

Ya böyle olunca çünkü o hiçbir şey beklemezken sen veriyorusun, yazıyorsun, askından ölecekmiş gibi oluyorsun. Fakat diğer tarafa baktığında hiçbir tepki yok. Bozuluyor insan. Tamam salt bir beklenti ile yapmıyorsun bunları, sadece "özen göstermek" hallerini ona yaşatırken en ufak bir ters davranış incitebiliyor.

Erkek dedi ki...
1.5 yıldır bunun tartışması içerisindeyim. Ama tartışarak bir yere varılmadığını, daha da kötüye götürdüğünü de maalesef yaşayarak tecrübe etmiş durumdayım.. İnsanlar istemeden hiçbir şey elde etmemeye alıştıklarından; bizim gibi doğal "vericiler"i hep ihtiyaç duyan, bağımlı falan gibi adlandırıyorlar, ona bozuluyorum ben.

Kadın dedi ki...
Hayat...

Erkek dedi ki...
Hayat...



* Dost yürekli bir adamla yapılan eşsiz bir sohbetin tadından kalanlar...

16 Temmuz 2010 Cuma

Nefes



Geçmişte bir zaman...
"Ben arkamı döndüğümde gitmeyeceğini bilemem, orada olduğundan emin olmak isterim insanların" dedi kadın.
Yaptığı hatanın ardından "Daha ağır bir söz bulamazdın değil mi" dedi adam. Söz verdi, özürler eşliğinde.


Dün akşam...
Kadın omuzuna dokunan parmaklarla irkilir. Camdan gözlerini ayırıp, parmakların sahibine doğru dönerek şaşkın şaşkın bakar.
- "iyimisiniz" der yabancı..
- "hı?" diye ses çıkarır kadın..
- "ağlıyorsunuz" der yine aynı bakışlarla bakan yabancı..
- "farketmedim hiç"  der kadın, yanaklarının ıslaklığını elleriyle farkettiğinde..
Canını acıtan bir şeyin varlığını düşünürken istemsizce akmıştır yaşlar gözlerinden ve ilk kez ağladığının bile farkında değildir kadın...
Eve gider... Bütün gece telefon elinden düşmemiştir... Sabah kaçta yattığını anımsamaz...

Bazı insanlar kendi cehennemlerini kendileri yaratırlar.
Ve aslında yarattıkları bu cehennem kendi umurlarında da değildir.
Alışmışlardır bu döngüye.
Kendilerine yapılma ihtimalinden hoşlanmayacakları şeyleri, başkaları ile yapmamalıdırlar!
Ama, düşünmezler... 
Art niyet aramak değildir bu, yada olayları saptırmak.
Varolmaması gereken sözcükler görülmüştür, olmaması gerekenler duyulmuştur.
Geriye söylenecek pek bir şey kalmaz.

Sadece biraz nefes almak ister kadın. Dün gece evde hıçkırıklara boğulmuşken boğazına yapışan o şey yüzünden nefes alamadığını hissetmiştir birkaç defa...


* Şüphe gibi, sadece bir kez girdi mi bişiyler insanın içine, onu yaşatmayı devam ettirmez bazıları diye bugüne not düşen Efsa....

* Görsel

1 Temmuz 2010 Perşembe

Boşluklar



"Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın. Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz, bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor. Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir, bir müzik eserinde de duraklar.” Poulo Coelho

Bu sözü 1 sene önce bir yorumumda kullanmıştım. İnsanın ihtiyacı olan şeyler, bazen hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkıverir ya... İlk okuduğumda nasıl etkilendi isem ve hayatıma yön verme aşamasında bana yardımcı oldu ise, bugünde öyle oldu.

Hayatlarımız içinde bu geçerli değil mi? Boşluklar olmasaydı dünya anlamsız ve kamakarışık bir yer olurdu. Nefes almak ve vermek arasındaki an gibi. Hep nefes alınmaz...
Her sene tarlaya ürün ekilmez. Verim alabilmek için nadasa bırakılır...
Hava her ay aynı olmaz. Bir soğur, bir sıcaklaşır...
İnsanoğlu doğar ve ölür...
Unutulmayan öfkeler zamana bırakılır. Sakinleşmeyi boşluk verdiğiniz anda öğrenirsiniz...
Sürekli koşamazsınız veya sürekli yürüyemezsiniz...

* Biraz kendime dönesim geldi... Hayatımda bir şey dışında herşey geriye doğru bir ivmeyle ilerliyor gün geçtikçe. Umudumu hiç kaybetmedim bugüne dek. Ama bugün dokunduğum şeyleri elime yüzüme bulaştırmaya başladığımı anladım. Kendime, işime, derslerime bulabileceğim mazeretler üretir olmuşum. Sanırım artık ihmallerimin farkına varma zamanım geldi. Ben bir türlü kabullenmek istemesemde...
 Bugün biraz canı sıkkın Efsa...

* Görsel

3 Nisan 2010 Cumartesi

Kadınlar yazıyor / Namus mu hahaha



Aslında bakmayın biz çok namuslu bir milletiz.
Namus deyince çoğumuzun aklına gelen kavram bellidir.
Zaten namus dediğimiz nedir ki?
Açılan bir etek altı, görünen saç teli, bakirelik, iki bacak arası iki delik!

Hep bir alt, hep bir ara değil mi?
Kadını, erkeği fark eder mi ki ?

Öyle kaçakçılıktan, kapkaççılığa, uyuşturucudan, insan tacirlerine, dolandırıcılıktan, hırsızlığa, adam kaçırmadan, öldürmeye vardıran çok namuslu insanlarımız vardır bizim.

Biz de hala bakirelikmiş, şuymuş buymuş yazalım çizelim değil mi?

Kızlığını diktirene şaşmamak gerek inanın.
Böyle namuslu erkeklerin arasında, kapak gibi namusun ne olduğunu gösterirler adama.
Bazı erkeklerin namusları gibi erdemleri de dik durur.



* Bu yazıyı daha önce Kadınlar yazıyor sayfasında yayımlamıştım.

* Görsel

2 Nisan 2010 Cuma

Kadınlar Yazıyor / Bekaret


Aşağıda ki yazıyı yazalı üzerinden zaman geçti. Ama nedense güncelliğini hiç yitirmiyor. Bazılarının gözünde "aaa böyle düşünen insanlar mı var?" şeklinde bir düşünce geçebilir elbette. Ama üzgünüm ki var. Gazetelerin 3. sayfa haberleri bu konuda eşsiz bir kaynak sunabilir sizlere. Zaman zaman diğer sitede ki yazıları ekleyeceğim buraya. sırf bilgilendirme amaçlı.


Kızların hep bir zarı vardır. Namusun timsali! Hani topluma temizliğini bununla gösterirsin falan. Kaybedersen tüm hayatın boyunca suçlu kalırsın. Kendini koruyamamışsındır. Küçük görünürsün.Namussuz, bencil bir insansındır. Kendi seviyeni, değerini düşürmüşsündür.

Çünkü o zar, bekaret dediğimiz kavram;
Lekelenir!
Kaybedilebilir!
Delinir!
Yırtılır!
Bozulur!

Önemli(mi)dir...
Önemsenli(mi)dir...

Kişiye göre değişir elbet. Ama bu asla karşıdakini rencide etmek, öldürmek, sövmek, dövmek, aşağılamak, değer yargılarını sorgulamak için bahane olarak kullanılamaz!! Bu insanlık dışıdır işte. Karşındaki bakire değil diye onu suçlarken kendin nasılsındır? Bir de bunu hemcinslerimiz de yapar arada... Milletle yiyişip yiyişip aa bak o kız bakire değil derken, sen ne kadar namuslusun? diye sorsan apışıp kalacaklardır eminim. Ya da kendi kızlarına bakmayan anne - babalara ne demeli? Her kuşak bir sonrakinin namusunu bu zara göre mi sorgulayacak? Bırakın isteyen kendisine nasıl doğru geliyorsa o şekilde yaşasın bunu. Kimse kimseyi aaa bakireymiş namuslu imiş deneyimsiz diye yargılamasın. Ve yine kimse bakire değilmiş namussuzmuş demesin. Özgür irade burada başlar.

* Münevverin cinayetinde, gördük toplum düşüncelerini!!! "bakire olsaydı hak etmiş olacaktı garibim"
* 2009 a girerken doğalgazdan dolayı zehirlenen öğrenciler hakkında da aynı itham ve suçlamalar yapıldı...
* Onca töre cinayetleri işlendi. Değer miydi?
* Yasemin Ç.' yi hatırlayan var mı aranızda bilmiyorum. Bunu töre kısmında işlemeyi düşünüyordum ama konu ile de ilgili. Sevgili Yasemin, eniştesinin tecavüzüne uğrar, kürtaj olur ve kızlığını diktirir. İmam nikahı ile zorla evlendirilir. Bakire çıkmadığı için evine geri gönderilir. Askerden gelen abiside silahla öldürür... Ne diyeyim şimdi ben. Hala bakireliği önemseyen zihniyete.

Ellerinden gelse tecavüze uğramasının suçunu da kıza yıkıp kız hak etti diyecekler. Acaba kendi kızlarının, kardeşlerinin başına böyle bir iş gelse, hak etti o... diyecekler midir??? Bakireliğini bu şekilde kaybeden bir kızın hissettikleri hakkında bir empati kurar mısınız? Kızcağız hem zorla bu olayı yaşayacak, bir de üstüne hem ailesi hem toplum hem de ilerideki evleneceği insan tarafından suçlanacak ha??

Benim kızdığım; Herkesin özgür iradesi ile yaşadığı şeylere saygı duyulmalı. Kişiler ne zaman kendilerini hazır hissederler ise o zaman yaşamalı. Sonradan kendileri de dahil kimseyi suçlamamalı, suçlanmamalı!!

Oğlum kadınları becersin, kızım kırsın dizini otursun mantığındaki insanları kınama benimkisi.
Elini yıka geç meselesi değil ki bu. Neyin kiri? Hangi kir Allah aşkına!!
Türkiye'de kaç erkek evlendiği kadın bakire çıkmadı diye boşandı? Düşünün!
Kaç kadına bakire olmadığı için orospu dendi?
Erkekler evlenmeden önce birçok kadınla birlikte olmak isteyip, evleneceği kadının "temizliğini" bekaret ile ölçtü?
Ya kaç kız bakireliği gözlerinde büyüten ailesinin baskısı altında intihara sürüklendi?

Bir tavsiye:
Eğer ülkemizde bu bakirelik kavramı, farklı ülkelerde de çok değişik biçimde yüzünü gösteriyor. Geçenlerde bir kitaba rastladım. Adı "Yitik masumiyet" Okunası, okunmalı...


Bir bilgilendirme:

Kimse sizin onayınızı almadan sizi bakire misiniz diye hastaneye götüremez. Yasalarda bile bu böyledir. Kimsenin, bu aileniz bile olsa böyle bir genital muayene için zorlamasına imkan tanımayın. Lütfen...

MADDE 287. - (1) Yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

9 Şubat 2010 Salı

Sıradan Bir Pazar Günüydü...



İnsanlık için sıradan bir pazardı
ve ben en son
bir havaalanında görmüştüm yüzünü.
ve sıyrılıp,
kaçıp gitmek istercesine ayrılmıştım kollarının arasından.
Kalırsam ağlayacaktım.

Sıradan bir pazardı...
Ben sana aşıktım.

Bilmem kaç şehir uzaklığındaydım sana.
Kaç şehir gözüm kapalı yaklaşmıştım.

Bugün yine sıradan bir gün
ve ben şu an
seninle yapmadığım bir şeyi yapmak isterdim
Aynı masada oturmak mesela!
Yanyana bardaklar
Aynı tabaktan yemek yemek gibi...
Ya da kahvaltı hazırlamak belki sana...

Yoksun
Yokluğunla bile anlamlanmıyor bir çok şey.

Yalnız senin anlayabileceğin bir dille konuşmak istiyorum sana.
Ama yalnız benim anlayabileceğim bir dille anlat değil.
Sıradan bir günde, sıradan insanlığa ilan etmek, belki istediğim
kraliçeliğimi.

İstediğim
Sıradan bir gün gidişini izlemek belki...
Geleceğini bilerek...



* Yoğun günlerin, bezelyenin karnesinin, gözümün hala tam iyileşememesinin, ailenin memlekete gidiş gelişinin, ders çalışma zorunluluğunun ertelenmesinin ardından; bir müddet eski yazıları yayımlayan Efsa...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Mektuplar / Olmayan Biz' e Dair



Konuşmalarımıza istinaden çok şey yazdım senin için... Çoğu kez o anların sıcaklığını da hissettim. Değişen ne bilmiyorum, ama artık özlemiyorum!


İnsan sadece boşluğa düşünce, özlemeyi hatrına getiriyor. İstanbul gezimde arkadaşlarımdan birisi,yazdıklarını okurken aralarından şöyle bir cümle aklımda kaldı: "Senin üstünü çizdim zannederken, altını çizmişim" Çok hoşuma gitti. Ve yine Y.‘ nin yazdığı diğer bir söz… Bu sefer içim gitti. "canını acıtan varlığı mı, yokluğu mu kestiremeyeceksin"


“Sahi neydi canımı en çok acıtan? Varlığınla yakan, yokluğunla susatan..”.


En çok neyini sevdim diye zaman zaman çok soru sordum kendime. Hatırlıyor musun senin iyi yanlarını görmek isteyen bana inat; konuşmaların birinde “belki de okudukların ya da gördüklerinden daha da kötüyümdür” demiştin. Gerçekten bu kadar tahmin gücümü aştıran şekilde kötü müydün bilmiyordum. Ama engellenemez biçimde burada ki dürüstlüğüne aşık olmuştum. Sadece ne olduğundan, ne olmadığından emin birisin ve bu hayatı sevmediğini onlarca kez söyledikten sonra, gerektiğinde bundan sıyrılabilirsin sandım..


Hayatımda bir kez olsun, bir insanı değiştirmek istemeden, olduğu gibi kabullenmek istedim. Seni istedim. Bunların hepsini göz ardı etmek, gerçekten dürüstlüğüne inanmak istedim. Benzer yapıdaki düşüncelerimizin bizi bir yere götürebileceğini sandım. Bizi ne olduğumuzu bilmediğimiz bir “şey” den alıp, gerçekliliğe taşır sandım… Yanılmadım… Sadece sandım…


Bazı erkeklerin hayatlarındaki ezber bozduran kadınlardan bahsettik yine arkadaşlarımla. Hani alışılmışın dışında kalan kadınlardan… Beklentisiz, kendine bir yol çizip o yolda zaten yürüyen, fakat bunu karşıdaki ile yapmak isteyen kadınlardan… Ondan, benden…


“Söylesene neydi sende ki o doymayan yan?… Ben sadece seni kısıtlamadan hayatını yaşamanı istedim. Sadece benimle olmaktan, konuşmaktan, paylaşmaktan mutlu ol istedim… Yaşamında bir engel gibi var olan ve bu yüzden mutsuz eden kadın olmak istemedim… Buna rağmen yetmeyen neydi? Neydik ki biz? Ve ne olmak istemiştik?”


Hatırlıyor musun bir gün hışımla “Biz neyiz bilmiyorum. Sevgili miyiz, arkadaş mıyız, dost muyuz, neyiz bilmiyorum ama seni seviyorum” demiştin. Neden sevmediğin halde buna inandırma gereği hissettin. Yanımda yoktun… Tek hatırladığım “Ben yorulup uzaklaşmak istediğimde beni yolumdan döndüren bir sen… Beklenmedik bir anda yanıma baktığımda yokluğunu anlayıp, kendini sorgulamalara iten bir ben...”


Bir çocuğun doğumundan da aşkın bir süre geçti aramızda. Aramızdan kırgınlıklar, kızgınlıklar, tutkular, kıskançlıklar, umursamalar, umursamazlıklar, başka insanlar geçti. Şu an anlıyorum ki; en çok bende ki Araf' ını sevmişim. Senden hem nefret etmeyi, hem de sevmeyi sevmişim. Hem gülüp hem de bir kaç damlamda kalışını bir defa... Akmayışını...


"Ne garip! Sen benim gözümden hiç akmadın. Akmanı dilerdim. Senin için ağlayan kadın olmayı isterdim. Benim için o adam olmanı dilerdim"


Beni benden uzaklaştıran, verilen ama bir noktadan sonra yorduran ödünler… Beklentisizliğin arasından istemsizce fışkıran beklentiler… Sevmekle yorulan yanlarım… Ben vazgeçtikçe paçama yapışan ve bırakmayacağım diyen yanların… Sevdiklerimin yanında, sevmediğim davranışların… Adım adım takip etmeler… Takiplerin…


Aslına bir noktadan bakarsan, bende aynen sen gibiydim. Seni olanca varlığımla sevemedim. Hep kendimi engelledim daha fazlası için. Beklentilerimin, hırslarımın içinde sıkışıp kaldım. Benim için bir kez olsun bir şeyler yapmanı diledim. İçimdeki savunma güdüsü ile emin olmak istedim. Senden... Sevginden... Bir kez olsun gelmeni istedim. Gel dedim, gelmem dedim, gittim. Gelmedin. "Oysa sen; tüm bunları geçip hep aradın. Varlığınla yokluk yaşattın. Neden yaptın?"


Bugün kendimle ve en önemlisi seninle, sen olmadan bir yüzleşme yapmak istedim. Seni sevmiyorum, özlemiyorum da. Ama alışkanlık sanırım bir tür benimkisi. Bir de biten bir şeyle sonsuza dek yüzleşik kalma ihtiyacı. Geriye dönüp düşündüğümde benim vicdanım rahat, dilerim bir gün sende kendinle barışırsın. Aslında o kadar çok şey varmış ki yazılacak olan, herhalde bununla sınırlı kalmayacak... Sen gerçekten kötüsün!


Fark etmeden çok doğru bir söz etmişsin;


“sana gelmek değil ki olay, sana kalmak aslolan”


Yazık ki, sen kalamadın be canım…




* Bugünlerde hala grip, hala canı sıkkın, kendine dert arayan, üniversite harcı başvurusu ıvır zıvır koşturan, üstelik işten de ayrılacak gibi olan, geçmişi unutmak isterken her defasında hatırlatılan Efsa...


29 Ağustos 2009 Cumartesi

Anladım... (2)


demiştim boşandıktan bir müddet sonra. İlk zamanlarda gerçekten çok üzülmüştüm. "Neden benim başıma geldi", "bunu hakedecek ne yaptım" demiştim. Kurban rolleri falan biçmiştim kendime. İşin sevgi yönüne baktığımda; bu kadar uyumu yakalamışken, üstelik kavga -tartışma-yüksek ses olmadan- saygıyı bozmadan ilerleyen bir evliliğim ve bebeğim varken, insanların bizi "-aaa efsa daha yenilerde omuzlarını, kollarını öperdi, nasıl yapar deyişleri" aklıma geliyordu. Yani "herkesin başına gelirdi de, bi benimkine gelmezdi" durumları! Ben hayatımın her zerresini dört dörtlük yaşamak isterken, tam tersi şekilde gelişmeye başlamıştı olaylar. Masalımın bu şekilde sonlanmasını hiç istemedim.

Ama insanın kendisine zaman ayırıp da düşünmesi halinde neler olduğunu, nasıl bu raddelere geldiğini anlaması biraz zahmetli... Bu zahmeti yüklenebilmek, onunla yüzleşebilmek de sancılı. Boşanmayı bir müddet (4 ay) kabullenemememin tek sebebi başarısızlığı kendime yedirememem-miş! Hissettiğim boşanacak olmamdan çok, evliliğimin (dolayısı ile benim) başarısızlığı idi. Nerede hata yapmıştım, yapmıştık!

Düşündüm...

Sonunda buldum.

Ben aslında son yıllarda, bu adamdan boşanmak istemiştim. Çünkü evlilik gibi yürümeyen, paylaşımın çok çok az olduğu bir evliliğim vardı. 5 yılda toplasan 2,5 yıl ancak görmüştüm eşimin yüzünü. Boşanmak için; sadece bunun için, ortalıkta bir nedenim yoktu. Aileme nasıl açıklayacaktım, kesin hayır mayır, durduk yere ayrılınılır mı? delimisin falan derlerdi. Üstelik ablamda eniştemden ayrıldığı için ailem; etraf ne derleri pek bir önemsiyordu. Nasıl direnecektim. Ama ben evliliğimin bu şekilde devamını istemiyordum. Yalnızdım. Tek başıma bir bebek büyüttüm, hamilelik geçirdim. Bundan sonrasında da o mahallede oturup çocuk büyütmek istemediğim için çıkış yolları arar olmuştum nicedir. Sonunda kapılar açıldı beklemediğim yerlerden... ve beklemediğim yerden yara aldım. (Tamam hatanın bende kalmadan bitmesini dilemiştim. Ama bu sırada kendi özgüvenimin de sarsılma ihtimalini hiç düşünmemiştim.)

Sonunda bitti. Yaralar bağladı. Kabukları eşelemeden iyileşmeyi, zamana bıraktım. Bunu ben istemiştim. Suçum olmadan bundan kurtulmayı ve nefes almayı...

İşin özü: bir umudu dilerken daha ayrıntılı dilemek gerektiğini anladım. :)


Sabah sabah şu reklamı hatırlayıp gülümseyen Efsa. (bu reklama bayılmıştım)


24 Ağustos 2009 Pazartesi

Mide


Önceden kelimelerine kapılıp diyordum ki:

"Midemi değil aklımı bulandırıyorsun"

Yapma!



Şu an senin saklayıp, benim öğrendiklerim karşısında diyorum ki:

"Hem aklımı, hem midemi bulandırıyorsun"

.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Anladım... (1)



* Sanırım içtenlik ile ilgili. İsteyince olmuyor ama bir gün mutlaka oluyor!



Evren ile 24 temmuz da yaptığımız bir konuşma bu:

evren: bulursun elbet bir çözüm. mutlaka vardır. her zaman bir çözüm vardır. belki istediğin gibi olmaz, ama o anda çözümdür işte

ben: evet :) hala umudumu yitirmiyorum ve şöyle bir his var zaten 1 haftadır. evet çok yaklaştı... bişiyler olacak hissi...

evren: olacak tabi :) Güzel şeyler olacak :)

ben: sende de böyle mi olmuştu?

evren: bilmem. daha çok şöyle oldu. bıraktım kendimi. hatta xxxx ile bir konuşmamız var. frenleri bırak. nasıl olsa geri vites var diye. bıraktım

ben: :) bende de şöyle: birşey olacak hazırlan deniliyor gibi. 1 haftadır böyle hissediyorum. sanki bir ses bekle diyor ve hazırlan



İşte birşeyler oldu, bu konuşmadan birkaç gün sonra. Hayır mı, şer mi göreceğiz...! Bütün hırslarımı, kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı yenebilecekmiyim göreceğim. Sınırlarımı bilmek için harika bir an olacak bu, gerçekleştiğinde...!


resim

Allah içimizi görür




"Allah içinizi görür" derler...

Görüyormuş....

Anladım....

Cesaret edemediklerim benim yerime, bir şekilde gerçekleştiğinde...


:)


(devamı yakında)

19 Mart 2009 Perşembe

Sevilme isteği


İnsan mutsuzluk anlarında neden geçmişi hatırlar. Aklıma türlü sahneler geliyor yine. Suçlayacak kişiler, olaylar, yerler arıyorum. Bulduklarım oluyor... Bulamadığımda kendime sarmayı deniyorum. Ama kendimle hesaplaşalı çok uzun zaman oldu. Boş bir suçlama benimkisi. Sebep - sonuç ilişkisi çoktan kurulmuş. Kendimi tanıyorum. Görünüşte o kadar güçlüyüm ki, kalelerim o kadar sağlam ve yıkılmaz ki... kendimi Prensesler gibi görüyorum. Sanıyorum ki şu dünyada kimsenin beni sevememe ihtimali olamaz. Ben iyiyim, ben bu dünya için fazla dürüst bir insanım. Ben olaylarda ilk önce hinlik düşünmem. Düşünmek gerekiyormuş. İnsanlar birbirlerinin ağızlarına sıçınca, kaybetme korkusu duyuyorlarmış. Suçu bastırma politikası uygulayıp aksi yönde saldırıya geçmek gerekiyormuş. O kadar umursamaz olunmalıymış ki, hissettiklerini söylemeyip gösterip kendini geri çekmeliymişsin. Benim gibi ne hissettiğini öyle şappadanak söylersen, sonunda olacağı buymuş. Karşındakini süründürüp, ezim ezim ezmek gerekiyormuş.
Neden bu kadar tavizkarım insan ilişkilerinde???


* Dünyada herkes beni iyi ansın istiyorum... Kefareti çoktan ödenmiş yaptıklarımı, bir daha tekrarlamamak için mi?

* Senelerce el üstünde tutulup, sonradan birileri ile kıyaslandığımdan, sürekli daha mükemmeli olma çabalarımdan mı? Birkaç törpülenmesi gereken eksikliklerim yüzünden, kendimi diğerlerinden, düşük görmem mi?

* Kendimi mi sevmiyordum yoksa. Doğru ya insan bir kere sevmezse kendini, bir başkası sevsin ister. Sevilme arzusu o kadar büyür ve bağımlı hale getirirki insanı, ne tür şebeklikler yapacağını şaşıverir insan. Sürekli sevildiğinizi duymak istersiniz, ama bir yandan da sevilmeye değer bulmazsınız kendinizi. Her an ilerisi için sözler beklersiniz.Benim çelişkimde bu noktada mı başlıyor? Ben bunları aşmamışmıydım?
* Vicdan mı yoksa? Son söylediğim söz asla kırıcı olmamalı karşımdakine. Değermi, kırmaya üzmeye bakış açısımı? Ölürlerse onlara söylediğim son söz yıkıcı ise vicdanım buna el verirmi?


Dün gece sırasıyla; istek, korku, hırs, kabullenememişlik, öfke, sinir, tutukluk, kendine acıma, karşındaki aşağılama, kaybettiklerine üzülme, çaresizlik, onun kaybettiklerini düşünme, bitkinlik, yorgunluk, bu geceyi geçirsem isteği, kimseye bişiy anlatamama, hatta bazen o kadar çok üstü kapalı anlatma ki artık yorulma, yardım isteme, çakılı kapatma isteği, veda yazısı hazırlama, hatta tümden blogu kapatma isteği, kimseyi aramama, kimseyi okumama, telefonlara cevap vermeme, birilerinden bişiyler ummama, uyusammm uyusam uyusam. Blog kapatılmalı... Bu gece bitse... Kimse beni bulamasa...


Heyy sizler okuyun bilin... Benim canımı yakmak istiyorsanız ihmal ve umursamazlık yapmanız yeterlidir bilyormusunuz? O yaptı, oradan biliyorum....


ve son olarak şu yazıdakinin aynısını da hissediyorum. Kazanma ve kaybetme hırsları üzerine...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Hikayeler / Başlar bir hikaye sonunu bekleyerek...

Başlar bir hikaye sonu belli bir yolculuğa alır götürür insanı...

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.


Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı. Seninle konuşmak istediklerim, sana söylemek istediklerim hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı. Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin. Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne. Bilmiyorsun. Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu. Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana... Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında. Kapanmayan bir boşluk vardı içimde. Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık. Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat... Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum. Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin. Susardın. Bu suskunluk anları benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın... Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin. Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi. Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.

İstediğim tek şey özenindi. Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme. Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken; içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım. Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana. Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin. Belki de duyacaklarından korktun kim bilir. Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu. Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım. Usandığımda farklı kaçışlar aradım. Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında. İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum. Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım. İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini. Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için. Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim! Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim. Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne. Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka. Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde. Dokunmadan seviştim bazı bazı. Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum. "Gel" desem geleceklerdi biliyordum ve "Gel" dediler, gitmedim. Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi. Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım. Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


Resim

14 Ekim 2008 Salı

Yüzümle de konuşabilirim...


"kao de warau kokoro de naku" derler japonlar (acı ve üzüntüsünü hafif bir gülümsemenin arkasına gizlemesi - Yüzü gülüyor fakat kalbi ağlıyor)
Bende şu konumda aynen öyleyim. Hayatımın tam 7 senesini bu vaziyette geçirdim. Sürekli ruh halimi insanlara yansıtmamak için cebelleştim. Ama bir zaman sonra öyle bir noktaya geldim ki; ben şu halde daha çok üzülüyorum, sürekli kendimden veriyorum ve duygularımı yansıtmıyorum. Baktın bir bok olacağı yok, hala aynı saflıkla hareket ediyorum, bende vazgeçtim oynamıyorum. Karşımdaki kişilere ilk izlenimde her durumda gülümseyebilen bir varlık olarak tanımlanıyordum. Benimle tanışan herkezin ortak konuşması
- ya efsa gerçekten nasıl gülümseyebiliyorsun bu şekilde, onca şey yaşamana rağmen bu bakış açısına sahip insan çok az bulunur biliyormusun.
- efsa sen çok güçlü bir kadınsın, ben olsam yapamazdım, hele şu sırıtman yokmu?
- gerçektende sen türünün son örneklerindensin.
- haklıymışsın ilk gülümsemen akılda kalıyor.
- hala gülümseyişini düşünüyorum, aklımdan çıkmıyor.
Şimdi ise insanlar doğal olarak bendeki bu surat asma işlevini sorgulayıp duruyorlar.
- efsa ne oldu sana (ulan bişiy yok işte)
- efsa sen böyle değildin (sen görmek istediklerini görmüştün çünkü ve bende göstermek istediklerimi göstermiştim sana kendimi dış dünyadan soyutlayarak)
- efsa iyimisin seni çok üzgün görüyorum. (artık eski halime dönüyorum tabiki daha iyiyim)
- efsa yapabileceğim bişiy varmı? (kendin için mi?)
- bize ne oldu efsa? neden bu hale geldik? (sanki olan biten bir biz varmış gibi)
- bana neden böyle davranıyorsun? (artık 2, şahıslardan daha çok kendimi düşünüyorum.)
Sanırım ben artık yüzümle de konuşabiliyorum.
@ Tabiki bu kıstaslara işyeri ortamını sokacak kadar salak değilim. Hala enfes rol yapıyorum... ve bu blog sayesinde kendimle yüzleşir oldum...
Related Posts with Thumbnails

..