heveslerin tükenme noktasıydı bu yaşadıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
heveslerin tükenme noktasıydı bu yaşadıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Kasım 2011 Çarşamba
Mektuplar / Geleceğe Takılan Çelme
- "Aklınca, kendi kuşkularının yarattığı o ihtimali duymak istemediğinden bana hiçbir şey soramayan bir adamdı ve ben onun hayatına girdikten sonra, tanıştığı her kadına aynı şekilde davranmaya devam edip, can yaktı!"
...
Konuşmadığın, aramadığın, benden başka herkesi var sayıp, başka yerlere yazdığın ve başka kızlarla cilveleştiğin tüm o anlarda; bu özensiz davranışlarını es geçmemi ve beni sevdiğini bilmemi istedin.Seni, sen demeden anlamamı istedin. Her defasında “Seviyorum” kelimelerini kullanıp, sevmiyormuş gibi davrandın.
Kısacası işte; göstermediğin tüm davranışlarını, anlamamı istedin! Aslında anlayabilirdim de.. Ama hep engelledin içine ulaşmamı. Kendini herkesten gizleyebilirdin, ama benden de gizledin.
Sana bu tarz umurunda değilmişim gibi davranışlarının beni üzdüğünü birçok defa belirttim. Anlamak istemedin. Kadın dırdırı olarak gördün tüm dilenişlerimi.. Sonrada beni suçladın olayların akışındaki süreç için. Eksik anlattığım tek konu için hırslanıp; bitip tükenmek bilmezcesine, defalarca suçladın beni. Bütün bunlara neden olan kendi davranışlarını ise yok saydın.
Senden hiçbir zaman af istemedim ben.. Dileğim hep güzel hatırlayalım birbirimizi idi. Olmadı. Sen o dünyanın içindeyken öyle kuşkucu, kindar ve farklı biri olup çıkmıştın ki, iyi niyetimi sorguladın..
İnsan karşısındakinden görmek istediği davranışı kendisi yapmıyorsa ve karşısındaki de yorulup, sırf daha fazla üzülmemek adına elini eteğini çekmeye başlamışsa, söylediği her şey havada kalıyor ve umursanmıyormuş gibi gösterilirse, ne yapılmasını bekliyordun bilmiyorum.. Sana aşık olmadığımı, olamayacağımı belirttiğim halde, sevgimi de uzaklaştırdın..
Sahi; içine siniyor mu gerçekten o davranışların? Ne bileyim, arada düşünüp üzülüyor musun mesela? Bana karşı hissettiğin, sonra yok sayıp ve ezip geçtiğin tüm o duygularını hatırına getiriyor musun? Ben ise; geceleri yastığa yattığında veya bir yastığa elini attığında beni hatırladığına kalıbımı basıyorum.
Şimdi senden uzaktayım.. Huzurlu bir dönemden geçiyorum.Hayatıma “seni daha nasıl mutlu edebilirim” diyen bir adamı soktum.
Yine de, insanın geride bıraktığı, geleceğine çelme takıyor bazen. Bu nedenle hala büyük tereddütlerim olsa da, o bunları aşma yolunda bana çok yardımcı oluyor.. Beni hep güldürüyor..
Son olarak; seni anımsadığımda acı veren tek şey, yokluğun ya da yanımda olmayışın değil. Bir daha asla kendimi birine o şekilde açamayacağım için üzülüyorum.. Özlüyorum çünkü, en yakın arkadaşımı kaybetmeme neden oldun! Diliyorum, mutlu olma..
* Anne ve babam hacdan geldiler dün gece.. çok mutluyum.
5 Kasım 2011 Cumartesi
Çocuğuma Dokunma...
Elimden geldiğince; gerek kadınlar yazıyor' da, gerek ise kendi blogumda bu konuya sıklıkla değinmeye ve araştırmaya çalışıyorum. Daha önceki araştırma ve bilgilendirme yazılarına şuradan ve şuradan ulaşabilirsiniz.
Lütfen yandaki "banner"a ya da (beni koruyun) girip bir okuyun. Gerçekten tüm ailelerin bilinçlenmesi lazım bu konuda. Çocuklarımız henüz küçük olduklarından, belki bazı şeyleri anlayamıyor olabilirler. Ama iyi ve kötü dokunma diye bir şey var ve 18 yaşına dek tüm çocuk ve gençlerin bunu anlaması gerekiyor.
* Şu anda bu yazıyı okuyan bir ebeveyn yada yetişkin ise; lütfen şu adreste bulunan yazıları dikkatlice okusunlar..
* Eğer bu yazıyı okuyan genç yada bir çocuk ise veyahut bir çocuk sahibi ise yine şu adrese bir göz gezdirsinler... Çocuklarına okutsunlar..
Çocuk istismarını gelin önce kendi ailemizden ve çevremizden engellemeye çalışalım.
Biraz daha bilinç lütfen..
* Okuyan herkese teşekkür ederim.. Efsa...
29 Ağustos 2011 Pazartesi
Uzun Yıllar Önceydi...
Uzun yıllar önceydi..
Hatırlıyordum..
Adıyla başlamıştı her şey..
Ben o zamanlar, onun adındaki bir ses düşmesiydim sadece..
Önceydi işte..
Kelimeler bile kendilerine sahip ararlardı.
Onu uyurken izlerdim.
Gülümsedikçe ilk bahar kokan nefesini dinlerdim..
Nefesinde hissedilen med cezirleri..
Sevişirkenkileri andırıyordu, her bir alıp verişi..
Onu uyurken izlerdim..
Sonra bir gün, bir kelebek kondu nefesime..
Uyudum..
Unuttum..
Zaman geçti..
Kulağımdaki tınıya rağmen uyandırılmak istemeden uzanıyordum..
Sersemleşmişcesine kalktım yattığım yerden.
O ise köşe bucak olmuş, adının eksik parçasını arıyordu.
Beni sadece bu yönde arıyordu..
Anlamıştım bir boşluğu dolduracak biri olduğumu ve hiçbir zaman daha fazlası olamayacağımı.
Onu, beni ararken izledim..
Kendimi onun için çırpınırken hissettim..
O çok uyutulduğu, çok büyütüldüğü için benim masallarıma karnı toktu.
Bu yüzden noktayı koydu kızın masalına.
Aylar geçti..
Masalı yazan kız adamı, en çok kendine anlattı.
Söylenilen sözler, gözlerini her acıttığında..
* En güzel bayramların sizinle olmasını dileyen Efsa.. :)
5 Mayıs 2011 Perşembe
Bitti.
Bitti!
Ne acı ki; ayakta kalmış bir sevgiydi bizimkisi.
Oturup da dinlenemedi, demlenemedi.
Ben; önemsenmediğimi sandım,
Sen kandırıldığını..
Bitti;
Artık yüzünde gördüğüm izler bana ait değildi.
Geçmişi kurcalayıp söylenilen cümleleri ayıkladığımda, sözcükler gözlerimi yakmıyordu artık.
Bitti!
O adam benim harflerimin kordonuydu.
Bu yüzden ne zaman bir şeyleri yazmaya kalksam, hep onu doğuruyordum.
Ama bitti!
…
Oysa ben gerçekten istemiştim, saçlarımın tokasını, yalnız onun için çözmeyi..
Artık tek kişilik bir otobüs koltuğuna benzer fotoğraflar çektiriyorum,
Artık...
Hiçbir şey eskisi gibi değil.
Bitti işte!
Oysa, bu sevdanın teri bile soğumadan..
Bitti ve ben kıstım sesimi...
* Beta Mikrobu kapmış, sürekli iğne vurulup durmaktan fıskiyeye dönen Efsa...
21 Şubat 2011 Pazartesi
Haklısın..
Haklısın;
İlk başta hiç sevmedim seni.
Sevgine inandırılmak istemedim ki.
Sen tuttun, beni kendine zorla ilikledin.
İki yakanı bir araya getirecek kadın sandın beni.
Oysa ben küçük şehirlerin içinde, hayallerini geleceğe erteleyen alelade kadından biriydim.
Ve sen İstanbul gibiydin sevgili..
Boğazlarını birleştiren köprülerle tutunuyordun hayata..
Haklısın;
Sonra çok sevdim seni..
Kokunu, parmak aralarını, koltuk altlarına sığınmayı..
Yüzündeki çukurlarını sevdim!
Sakallarını sevdim yuvam bildiğim..
Yutmaktan korkup kursağımda bıraktım seni, burnumun direğinde tuttum hüzünlerini.
Bir sıkımlık canımı saldım ellerine, bedenine serdim bedenimi..
Haklısın;
Çok aldattım seni..
Kirpiklerimle, ellerimle, kelimelerimle..
Ayaklarımla aldattım!
Başka bedenlere sarılıp yürüdüm yokluk zamanlarında.
Düşmeyeyim diye başka sakat kollara tutundum.
Yoruldum...!
Haklısın;
Düşünmemem gereken şeyleri düşündüm, üstüme vazife bilip.
Başkalarıyla olmamın umurunda olmadığını söylediğinde,
bir kelimenin içerisindeki ses düşmesi kadar vurucu oldu etkin!
Defalarca doğru yazılamayacağımı anlayan bir harften öteye gidemedim!
Sende izim başka kaldı, dilde başka…
Sonra başka yastıklarda…
Haklısın;
Hiç unutmadım seni.
Diş biledim geçen zamanda.
Kural koydum içlerinde senli maddeler taşıyan..
Saçlarımı kırmızılaştırdım yeniden.
Bir savaşa hazırladım narin ellerimi.
Yemin ettim, dua ettim.
Bana yaşattıklarını, sende yaşamadan öleme istedim!
Haklısın;
Sen gibi yapabilir, bir insan yada bir yalana sığınabilirdim.
Ona bir renk, bir koku ve bir ten sunabilirdim.
Ama geç dahil olunmuş hikayelerin esas kadını olmak istemiyordum artık.
Haklıydın!
Soğuk bir alınganlıktı benimkisi..
Teninle alınan teyemmümlerde aramamalıydım cennetimi...!
* İhale, ihale ve ihalelerle mücadelede bir Efsa...
* Görsel
17 Ocak 2011 Pazartesi
Mektuplar / Ayrı Yastıkların İki Ayrı İnsanı...
Biz seninle bir yokuşun tam ortasında; ellerimizdeki ağır yüklerle yukarı çıkma çabasındayken, yardım etmek için yukarıdan inen bir çift eldik birbirimize..
Seni düşünürken hep ne isterdim biliyor musun? Aynı yastığa baş koyacak şekilde yakın durmak seninle. Gecenin bir yarısı uyandığımda yüzünle karşılaşmak, nefesini dinlemek. Tıpkı beraber o tek kişilik yatakta aramızdaki kocaman yastıklarla yattığımızdaki gibi; yan tarafımdaki yastıkta oluşan çukurun sahibi sen ol istedim... O günden sonra, her şeyi anlamlandırmaya çalıştığım bir süreçte ise belki de en hayırlısı bu diyerek söylendim durdum. Belki de biz ayrı yastıkların insanlarıydık, kim bilir? Seninle yeni güne uyanma fikri polyannacılıktan başka bir şey değildi belki de.
Senin hakkında asla kötü konuşmadım. Her karşılaştığıma seni övdüm, içten içe benim olmanla gurur duydum. Aramızdaki o görünmez bağa inandım. Gözyaşım, omuzum, günahım, edebim oldun... Arkadaşım, aşkım, kızdığım dünya üzerindeki tüm sıfatlarımın sahibi oldun sen. Özlemim değil, öznem ol istedim ben sadece. Uykularıma gir, başucuma, koynuma.. Kasıklarıma gir ve kalbimin atışını hissettir orada. "Sen, kasıklarımın tamlamasıydın! Ve bana dokunduğun andan itibaren tüm dil bilgisi kurallarım yıkılmıştı..." diye yazmıştım bir gün.. Belki de ayrı yazılması gereken "de"lerdik.ve ben birleşik yazarak tüm tabuları yıkmıştım.
Şimdi uzağız ya, bir gün beni kaybettiğini anladığında ve bu farkındalık kazanmaya yetmediğinde lütfen güzel hatırla beni. Biliyorum hep ağır bir maskenin ardına saklanıyorsun. Her şeyden sıyrıldığında anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını da biliyorum. Ama lütfen sen hep güzel kalmayı dene. En azından dene!
Duygularımızda, iş yerlerimiz gibi yanımızdaki insanlar gibi veya ardımızda bıraktıklarımız gibi değişir mi bilmiyorum. Kullandığımız kelimeler, sevme biçimlerimiz, sevgililerimiz hepsi değişiyor. İsterdim ki biz hep kalalım birbirimizin hayatında. Kısmet olmadı. :( Yanında tüm şehrin kalabalığını, uğultusunu, o yalaka insanların boş sohbetlerini, yaşamlardaki çirkeflikleri, benim garipsediğim ne varsa onları gezdirirken sen; ben senin hayatının en temiz kalan yanınmışım gibi gelirdi. Onu da kendi kuşkularınla kirletmişsin. En çok buna acıyorum işte.
Beynimde bir ur gibiydin, içime işleyen "ah" gibiydin...
Gözlerindeki çapakları görebilecek kadar sana yakın uyuyabilmeyi ve bedenindeki tüylerle bağlanmışken sana, tenimdeki seni görebilmeni dilerdim yanında..
Sen bana öyle bakarken, kalbimin en buruşuk yerleri açılırdı!
Benim için öyle güzeldin ki, öyle iyiydin ki...
Ama hep bir yol ayrımındaydık seninle ve bu yolu yanyana yürüyerek değil, aramıza setler örerek geçtik biz.
* Aldığı kararların istikrarlı olmadığını, verdiğinde anlayan Efsa...
28 Aralık 2010 Salı
3, Ev Tadilatı Şenliklerimiz
Evinizde inşaat hali varsa ve artık her sene tekrarlanıyorsa, bunu bir şenlik havasında isimlendirmeniz neredeyse farz olur. Zira birbiri ardına yaşadığınız olaylar tam bir şenlik havasını andırabilir...
Aslında her şey su borularının eskimesi ve tıkanıklık yapması ile başladı. Halı kaplı merdivenlere inat 2. ve 3. kat arasında tüm su borularımız duvarlar kırılarak değiştirildi. Üzerine 16 yıldır kullandığımız buz rengi mutfak dolaplarımızın artık eskimeye yüz tutması üzerine; içinin değiştirilmesi kararı ile mutfağımızı yapacak olan marangoza haber verildi. Ama adama haber verilme ile gelmesi arasındaki zaman içerisinde nasıl oldu ise, ailecek tüm mutfağın değiştirilmesi daha uygun görüldü. Bu da yetmezmiş gibi nasılsa onu değiştireceğiz, bari yerleri de laminant kaplatalım kararı ile o geceyi tamamladık.
Ertesi gün kel alaka şekilde yeni bir duşa kabin yaptıralım mı? sorusu da tuz biber oldu...
Aslında bütün bunlar 15 gün sonra cumartesi günü yapılacak olan annemin günü içindi. Yetişir mi telaşları, ne renk olsunlar, duşa kabini cam mı yaptırmalıyız, plastik mi olsun, tek teker mi, çift mi derken hepimizde ufak ufak gerginlikler baş göstermeye başladı. Hele ki bizim gibi anneniz bir ikizler kadını ise karardan sonraki süreç bizim için ne kadar zor oldu tahmin edin.
İşleri yetiştirme telaşı içerisinde marangozcu, mermerci, duşa kabini aldığımız yer, laminantcı, su tesisatçısı, boyacısı hepsi annemin gününü öğrendi! :) Ve her birinin ağzından "merak etme teyzecim yetiştiririz biz" demeye başladı. Ama işler hiç de umulan gibi olmadı.
Pazartesi gelecek olan mutfakçı çarşamba gelince, eski dolaplar sökülmediği için laminantçı gelemedi. Her şey son 3 gün içerisinde yetiştirilmeye çalışıldı. Mermerci işini bitirip gitmişti ama tüp için bir yer kesmeyi unutmuştu. Mutfak dolaplarını yapan adam kendi kafasına göre çekmeceleri büyütmüş sayısını küçültmüştü. Fiş yerini kesmeyi unutup, dolabı direkt oturtmuş, 3 lü kablo çözümlerine gidilmişti. Üstelik yeni alınan musluk lavabo gibi şeyler yeni mutfakla uyum sağlamayınca hepsi sil baştan yeniden satın alındı ama eksik şeyler biter mi? Nipel denilen ufacık bir şey yüzünden lavabo kullanılamıyordu! Apar topar en yakın hırdavatçı bulundu ve ablam gecenin 12 sinde nipel denilen zımbırtıyı aramaya gitti.
Bu arada ablamın hırdavatçının şaşkın bakışları arasında gecenin o saatinde nipeli buldum diye sevinerek eve dönüşü sonrasında gördüğü manzara aynen şu şekildeydi:
"Annem ve tesisatçı önlerine kocaman bir kabağı almışlar, soymak için uğraşıyorlar."
Tabi ki ablam ilk şokun etkisiyle düşüncesini dile getirdi. "Evden giderken musluğu takan adam, dönüşümde kabak soyuyor. Evimizdeki bu keramet nasıl bir şeyse..."
En son hatırladığım Cuma gecesi 2 de elimde bezle mutfak dolaplarının içini siliyordum ve annem yetişmeyecek diye krizler geçirmek üzereydi. Neyse ki işler yetişti, kıymalı börek, kabak tatlısı ve birkaç yöresel yiyecek eşliğinde sağ salim gün atlatıldı.
Ha bir önceki ev şenliklerimizde ise sırası ile;
- 1. de tüm banyo, teras kalebodurları değiştirildi. Alt kata banyo eklendi. Evin dış duvarları boyandı. Camlara pimapen takıldı..
- 2. de Alt katta mutfak eklendi, Bazı odalara laminant döşendi. Evin içi boyandı.
* Yani uzun lafın kısası, bu eve harcanan parayı kendime harcasa idim, bize yeni bir ev alacak adam bulabilirdim, hatta yeni bir ev bile alabilirdik diye düşünmeden edemeyen Efsa...
24 Aralık 2010 Cuma
Bunlar Öylesine Sen Sayıklamalarımdı...
Bir devşirme okulunda öğrendiğin ilk kelime olmak
ve en uzun gecede saatleri geriye alıp defalarca sevişmek isterdim seninle.
Adımı adın bilmeni isterdim...
Sen benim için hayallerimde gitmek istediğim, en denizaşırı ülke gibiydin.
Ben ise; senin yanlış bildiğin doğruların..
Seni hep uzaktan sevdim.
Ve ben çoğu zaman uzaktan sevişmelerin kadınlarına benzerdim..
Sana göre ikili ilişkiler hep iki yüzlüymüş gibi gelirdi ya, bunu mazeret bilip hayatına bu kadar yakınken, senden uzak kalmayı tercih edendim.
Çünkü seni hayatımdan çıkartırsam, dinlerini ret eden krallar kadar hain olacağımı zannederdim.
Şimdi seni düşünürken üzülüyorum aslında arasıra. Mesela yüzündeki çizgileri ezberleyemeyecek, asla saçlarına düşen akları sayamayacağım.. Belki kokunu bile unutacağım yeniden duyumsayana dek.
Ah adam!
Biz seninle bir şeyin anlatılması ile yazılması arasındaki fark kadardık.
Masalları tersinden öğrenen bir çocuk gibi kaldı bir yanım.
Sen beni öpünce yüzyıllık uykumdan uyandım...
Ve sen tanımlayamadığım o dünyada beni tek başıma bıraktın!
Şimdi tüm irade savaşlarımı seninle yapıp, bunun vicdanı ile yaşa istemek benim hakkım.
Sen, tüm ezberlerimi bozduran adam!
Birgün saçlarımı tekrar kırmızıya boyayıp geleceğim yanına..
* Bezelyesiz bir haftasonunda Efsa...
22 Aralık 2010 Çarşamba
Belki de, İşte Bu Yüzden...
Çünkü; Yanlış iliklenen bir gömlek düğmesi gibiydin. Ben seni hep yanlış zamanda, yanlış deliğe geçirdim.
Çünkü; Ayağımın havada kalmasına izin vermedin. Hep sağlam basma endişesi yaşattın yanında bana!
Çünkü; Doğru yanıtları ezoterik ifadeler ile saptırıp, yanlış soruları sormama neden oldun!
Çünkü; Beni kendinde hep "dün" bıraktın.
Çünkü; O kadar çok yamalamıştık ki birbirimizi. Artık tiftik atmaya başlamıştık ucumuzdan bucağımızdan. Her seferinde birbirimize bağlanışlarımız azaldı.
Çünkü; Sen soyundun, sana özenle giydirdiğim kelimeleri. Ben düştüm
Çünkü; Çok baktım, yanıldım!
Çünkü; Yokluğunda her şeyi sineye çekip, varlığına minnet edeyim diye! O anki ilgine şükran duyayım ve seni bu şekilde kabulleneyim diye, bir cehennemi sundun sen bana, ellerinle!
Çünkü; tıpkı bir arkadaşımın dediği gibi: “Bir cehennemi kabul edebilecekken ben ve bundan eminken karşımdaki adam; cenneti sunmak istemedi bana. Ve ben cehenneminle yetinmeyi denedim."
Çünkü; Avucunun içindeki suyu, diğer avucuna boşaltırken oynaştığını düşünürsünde, giderek eksildiğini fark etmezsin ya...!
Çünkü; Hani bazen sırf ona yakın olabilmek kolunla koluna temas edebilmek için, çok yorgunken bile ayakta beklersin ya...
Çünkü; Sonunda "Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi"* demedi kimse...
Belki de;
"İşte bu yüzden"
* Bugün çok sevdiğim birisi ameliyat oluyor. Lütfen iyi dileklerinizi, dualarınızı esirgemeyin ki; ameliyatı çok başarılı geçsin ve çabucak iyileşsin diyen Efsa... (dip not: ameliyattan çıkmış, çok ağrısı varmış :(... )
* Turgut Uyar
13 Aralık 2010 Pazartesi
Bazı Erkekler Vardır / 2
Bazı erkekler vardır, onlarla ilgili asla ileriye yönelik birşey düşünmemişsinizdir. Şu anı düşünmekten ilerisini görmeyede vakit kalmaz zaten. O hep hayatınızda kalsın istediklerinizdendir. Sizi tanır, en çok da kendini tanır çünkü. Varlıkları güven vericidir. Apansız geliveren ve sizi gülümseten bir hediye gibidir. Onun özverilerine kendi özverinizi eklersiniz..
Sonra bir gün öylesine söylediğiniz bir cümlenin etrafında; "zamanında sahneye konmasına izin verdikleri" eski bir filmin karesine benzetirler sizi, gereksiz ve sebepsiz bir biçimde... Aslında içten içe benzersinizde zaten. Ama aynı filmi başka oyuncular eşliğinde çektiğinde farklı bir tat alabileceklerini bilirlerken; her yeni insanın yeni bir dil ve din olduğunu o an düşünemezler...
Üstelik o dili anladıklarını sandıkları an, garip bir biçimde seni de yanıltmayı başarırlar. Kendi yanlış cümlelerini yüzlerine vurduğunuzda "nasıl böyle cüretkar bir cümle kurabildiğinize" şaşırıp, sizi tüm hata payının en büyük paydası ilan ederler. Kendinizi anlatmaya çalışırsınız. Ama başka kadınların anlattığı ve bunların kandığı masalların hırsını sizden çıkartmasını da gayet iyi becerirler. Şaşırıp kalırsınız. Çünkü bu erkekler daha önce de yazdığımız gibi zamanında çooookkk deneyenlerdendir.
Kendinizi oynamadığınız bir filmin, kel alaka bir sahnesinde hissedersiniz.
Bazı erkekler vardır.
Aslında hayatınızda kalsın istersiniz. Ama gitmek istediklerinde de asla tutmazsınız.
Çünkü bir kez tutarsanız o elleri, bir daha asla koyduğun yerde bulamazsınız!
Çünkü gitmesi birazda kaçmasıdır aslında.
Sizin hiçbir şey yokmuş gibi davranışlarınıza, hala özür bekleyen tonda yanıt aldığınızda şaşırmayın aslında. Siz karşındakini asla incitecek, kıracak, küçümseyecek bir cümle kullanmamışsındır. Kendi inatçılık ve triplerini size kusarak neyi söylediklerini anlayamazsanız da üstelemeyin... Şirinliklerin örtbas etmeyi başaramadığı bu anlamsızlıklarda kendinizi boğmayın...
Bazı erkekler çok kolay silerler sizin gibi yüreğini ve hayatınızı açtığınız insanları.
Bazı erkekler vardır...
* Hayatında ilk kez "kibirlilikle" suçlanılan ve şu saatte bile buna şaşıran Efsa... :)
* Görsel
30 Kasım 2010 Salı
Mektuplar / Tahterevalli...
Merhaba adam,
Biliyor musun çoğu kez bir yanı kırık bir banka benzetiyordum seni.
Onca şeye rağmen; kendin olmaktan vazgeçip kızdığın o insanların, üzerine oturmalarına izin verişini…
Sonra bizi düşünüyorum.
Bir tahterevalli gibi; birlikteyken sadece sen ve ben oluşumuzu, o aramızda her daim var olan uyumumuzu.
Ama sonra sen kalkıyorsun.
Ben sarsılıyorum…
Oysaki hiçbir zaman hayatıma tepetaklak girip, boşluklarımı doldur istememiştim ben.
Ama girince, yeni bir boşluk yarat da dememiştim.
O gün elini uzattın ya bana, bir film karesini sil baştan çektik sanki.
Sen İlyas oldun, ben Asya…
Bir şeyi “Tutmayı istemekle, ölmeyi istemek” arasındaki farkı anladım.
Tutunca bırakmak istememekten korktum…
Tutunca bırakmandan korktum…
Sen öyle birden bire tepeme düşerken burnum uyandı.
Kokuna taşınırken, soluğumu tuttum.
Farklı değildim.
Bende her kadın gibiydim…
Tek istediğim;
“evet bu adam benim ve ben onunla her yeni güne gururla uyanıyorum” diyebilmekti..
Zaman geçiyor ya,
Şimdi, “Biz neydik” diye soruyorum kendime..
İçimdeki ayna yanıtlıyor, sanki karşısında sen varmışsın gibi:
"Biz ne miydik? Kim bilir... “ diyorum.
Birbirimizin açılmış yaralarının kabukları olacaktık belki de.
Bu yüzden uzak kaldık hep birbirimize...
Sonunda hiçbir şey olamadık değil mi? Var olanı bile koruyamadık zaman ilerledikçe…
Baştan yanlıştık..
Bir müzik notasındaki gibi adam,
“Do” ile başladık, kırılgan bir naiflikle sarmalanmış “do” ile bittik yeniden…
Adam..
Alt kirpiğimin üstündekine değmesi gibi olsun istemiştim seni bekleyişlerimin.
Artık sadece yaşıyor olduğunu biliyorum ve bu bana yetiyor.
Adam,
Bu nasıl bir şeydi biliyor musun?
"ah" gibiydin, öyle düştün yüreğime...
"Biz ne miydik?" diye soruyorum...
"Solak bir Tanrının sağ elle yazdığı kaderlerdik biz seninle…" diyor Küçük İskender.
Susuyorum.
* Gripten kurutulup 3 gün sonra tekrar grip olan Efsa...
24 Kasım 2010 Çarşamba
Bazı Erkekler Vardır...
Bazı erkekler vardır; hayatından hiç çıkmaz ama hayatına da dahil olmaz. Öyle o çizgide dur ister. Düşünme ve bekleme ister. Ne git der,ne de kal...Çünkü hiçbir zaman sana kapılarını tam olarak açmayacaktır. İster belki ama hep senin anlayamacağın biçimde bir bahanesi vardır onun. Anlayamazsın... İki arada bir derede bırakır seni.
Anlamlandırmaya çalıştığın bir süreçtir bu. Sen kendini, onu ve adı konmayan o ilişkimsiyi düşünürken, söylediklerin ve yaptıkların ona tripmiş gibi görünür. Cevabını bilmek istediğin her konu onu daha da uzaklaştırır senden. Aslında sadece ağzından net bir kelime söylemesini beklersin. Susar...
Oysa tek istediğin ufak bir sarılış, sımsıcak merhabadan öte değildir belki de... Anlatamazsın. Sadece içinde büyüttüğün o şey net olsun istersin. Bileyim ve ona göre şekillendireyim. Ama o söylemez asla testi mi olacaksınız yoksa şekerlik mi. Döne döne en sonunda nevrin döner... Sonra bir de bakmışsın elinde yamuk yumuk ne olduğu belli olmayan bir şekil çıkar.
"Öyle erkekler insanı tüketir. Zamanla bakarsın ki hiç bir şey kalmamış geri" der arkadaşların.. Çünkü zamanında öyle bir kadın tüketmiştir onu. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemez. Belki 3. yılda yaşadığı sorunu seninle 1. ayda yaşıyorsa, mücadeleye yer bırakmaz. "ben bu filmi izlemiştim" deyip kesip atar. "O erkekler yarasını hep açık tutar. Çünkü yarası acısın ister. acısın ki geçmişi ona ders olsun hiç unutmasın."* Bu yüzdendir ilk tanıştığınızdan itibaren onunda şu an içinde bulunduğu hayata söverek, geçmişteki sıkıntıları anlatışı.. Unutturmaz kendine. Sende bil ister onun nereden nereye geldiğini. Yaralarını sana kusar, şimdiki hayatının çarpıklıklarını sana kusar. Kusar kusmasına da vazgeçmez yine de yaşantısından...
Aslında sorun yarasında değildir. Sorun seni iki arada bırakmasıdır.Gitmek istediğin an seni yolundan geri döndürmesidir. Biliyorsundur yolun sonu yoktur. Yuvarlaktır. Yolu yolun olduğunda hep aynı yerde döndüğünü, döneceğini bilirsin. Ama öyle bir bakar ki bazen sana, için acır gitmeye. Sana ihtiyacı vardır. O an yanında yalnız seni istemiştir. Umutlanırsın. Her şey sil baştan yaşanır. Ama asla fazlası olmayacaktır. İstemez çünkü. Ama bil ister. Umutlanma ister. Bununla yetinmeni, fazlasını beklememeni ister.
Bazı erkekler vardır; nefret etmek istediğinde dahi şefkat duyduğun... Ömrün olsun isterken, garip bir şekilde ölümün olmuştur...
Bazı erkekler vardır, haklarında çok şey yazılasıdır. Bu sadece bir kısmıdır...
Bazı erkekler vardır, haklarında çok şey yazılasıdır. Bu sadece bir kısmıdır...
* Gribin kıskacında bir Efsa...
25 Ekim 2010 Pazartesi
Neden mi?
İçinde senin olmadığına güvenip girdiğim tüm yollarda,
-bir labirentte insanın karşısına dikilen tuzaklar gibi-
her defasında karşımda bittin.
her defasında karşımda bittin.
Senden kopmamam, sevgimle seni beslemeye devam etmem için hiç yakamı bırakmadın.
Şimdi durup ne dememi bekliyorsun bilmiyorum.
Bana her ihtiyacın oluğunda yanındaydım.
Her pişman oluşunda, tüm günah çıkarışlarında yanındaydım, arkandaydım.
Sen beni hep ardında bıraksanda...
Hiç vazgeçmedim seni sevmekten!
Ama sen tüm bunlara rağmen ne mi yaptın;
Yokluğunda her şeyi sineye çekip, varlığına minnet edeyim diye!
O anki ilgine şükran duyayım ve seni bu şekilde kabulleneyim diye,
Bir cehennemi sundun sen bana, ellerinle!
Belki de; "İşte bu yüzden şu an vazgeçiyorum senden" dediğimde, bir arkadaşım bana ne dedi biliyor musun? "bir cehennemi kabul edebilecekken sen, bundan eminken karşındaki adam; cenneti sunmak istemedi sana. Ve sen cehennemle yetinmeyi denedin. İşte bu yüzden."
Cenneti yaşatma imkanın varken ,sen beni bilerek bu cehennemde yaşattın,
Bilerek ve isteyerek!
Bununla beslendin çünkü.
Hep elinin altında kalayım istedin!
Doğru yanıtları farklı anlamlarla saptırıp, yanlış soruları sormama neden oldun!
Beni hep sorgulamalarla başbaşa bırakırken, hiçbir şey yokmuş, bu davranışların doğalmış gibi davrandın.
Ben seni sevgimle yüceltmeyi isterken, senin için öylesineymişim ifadesi taşıttın.
Bana vermediğin tüm sevgini başka kadınlarla harcadın.
Ah sevgili inan herşeyi kaldırabilirdim, aldatılmayı bile kabullenebilirdim.
Ama ben seni en başından beri dürüstlüğünle sevmişken, sen bana yalan söyledin.
Bu sefer kaldıramayacağım şeylerin altında ezdin!
Biliyor musun yine çok sevdiğim bir başka kadın, senin bu medcezirli davranışlarını anlayamadığımı anlatırken;
"Efsa sana ne yapıyor biliyor musun? Seni davranışlarıyla, sözleriyle, özeniyle yükseklere fırlatıyor.. Ama sonra tutmayı unutuyor".
İşte sen buydun 2 sene boyunca!
Beni kendinde hep "dün" bıraktın!
Açtığın yaralar kapandığı veya yerine koyacak başka insanlar bulduğum için,
Veya seni sevmekten yorulduğum için bitmedi bu sevgi...
Hem bana bir yalanını yakaladığım, hem de gözümde bir ilah gibi görünürken vazgeçilebilir olduğunu bana gösterdiğin için bitti bu sevgi!
Bitti.
Şimdi bir zamanlar nasıl seni sevdiğimi gururla ve hiçbir çekinceme duymadan söylediysem, bitişini de aynı gurur ve dik duruşla ilan ediyorum.
* Bu aralar üşengeçliği üzerinde olup diğer blogdaki eski azıları buraya aktaran üşengeç, ama bir yandan çocuksu sevinçlerle dopdolu bir güne gülümseyen Efsa...
* Görsel
22 Eylül 2010 Çarşamba
Bir Sokak Köşesi
Az sonra ben o sokağın öteki ucundan, yeni bir sokağa döneceğim.
İnsanlara, kokulara, ağaçlara...
Evlerin duvarlarını sümbül yerine, yaseminler sarmış olacak belki de..
Kurabiye kokan anne, az sonra okuldan gelecek çocuğunu kucaklayacak.
Parmakları nasır tutmuş bir adam, karısına yeni bir yazma alacak.
Saat 7 yi 14 geçecek mesela,
Akşam ezanı okunacak.
Ben az sonra seninle dopdolu geçen o kaldırımlarda son adımımı da atacağım.
Kelimelerden oluşturduğum insan kalabalığını, temizlemekten vazgeçeceğim.
Sokağın kirlenecek!
Bir köpek havlayacak.
Sokak lambaları yanacak,
Kaldırımlar bir arnavut yumuşaklığında basılacak...
Ben az sonra köşedeki yavruağzı evin duvarına son kez parmaklarımı sürüp, döneceğim köşeden.
Emanet bırakacak çiçeklerim olmayacak.
Senin yüzünü yansıtan çocukları özleyeceğim en çok.
Ama bakmayacağım ardıma.
Az sonra gideceğim ya, adımlarımın sesi bile duyulmayacak.
Görkemli bir girişin, sessiz gidişlerini yaşayacağım.
Güneşin batışı karışacak saçlarımın kızılına
Bu kez savrulmadan, savuracağım...
Ben az sonra o sokağın öteki ucundan döneceğim.
Akıllarda son görüntüyü, köşeyi dönerken rüzgarla ayaklanan elbisemin ucu yaratacak.
Seni iyi hatırlamayacağım,
Bir zamanlar sana kaptırdığım elimi sallamak için, kolumu yormayacağım.
* Biraz kafası karışık Efsa...
* Görsel
1 Temmuz 2010 Perşembe
Boşluklar
"Kelimelerde ustalaştın ama henüz boşluklarda ustalaşmadın. Zihnini yoğunlaştırdığın zaman elin kusursuz, bir kelimeden ötekine geçerken yolunu şaşırıyor. Bir cümlenin anlamlı olması için arada boşlukların bulunması gerekir, bir müzik eserinde de duraklar.” Poulo Coelho
Bu sözü 1 sene önce bir yorumumda kullanmıştım. İnsanın ihtiyacı olan şeyler, bazen hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkıverir ya... İlk okuduğumda nasıl etkilendi isem ve hayatıma yön verme aşamasında bana yardımcı oldu ise, bugünde öyle oldu.
Hayatlarımız içinde bu geçerli değil mi? Boşluklar olmasaydı dünya anlamsız ve kamakarışık bir yer olurdu. Nefes almak ve vermek arasındaki an gibi. Hep nefes alınmaz...
Her sene tarlaya ürün ekilmez. Verim alabilmek için nadasa bırakılır...
Hava her ay aynı olmaz. Bir soğur, bir sıcaklaşır...
İnsanoğlu doğar ve ölür...
Unutulmayan öfkeler zamana bırakılır. Sakinleşmeyi boşluk verdiğiniz anda öğrenirsiniz...
Sürekli koşamazsınız veya sürekli yürüyemezsiniz...
* Biraz kendime dönesim geldi... Hayatımda bir şey dışında herşey geriye doğru bir ivmeyle ilerliyor gün geçtikçe. Umudumu hiç kaybetmedim bugüne dek. Ama bugün dokunduğum şeyleri elime yüzüme bulaştırmaya başladığımı anladım. Kendime, işime, derslerime bulabileceğim mazeretler üretir olmuşum. Sanırım artık ihmallerimin farkına varma zamanım geldi. Ben bir türlü kabullenmek istemesemde...
Bugün biraz canı sıkkın Efsa...
* Görsel
21 Haziran 2010 Pazartesi
Masallarda Bile Yerim Yoktu Benim.
O zamanlarda yaşasaydım, yerim olur muydu Lafonten masallarında?
Gerçi "sana baktıkça başkasını göremeyen"
tek gözlü canavar olurdu benden, olsa olsa...
Senin masalının geç gelen prensesiydim ben!
Şimdi hangi adımı atsam, ileri gidemem külkedilikten...
"Bana içinde ben kokan bir masal yaz" desem,
Yazar mısın?
Geçenlerde "sen insanları fazla önemsiyorsun" dedin ya!
Ah sevgili;
eğer onlara önem ve şans vermeseydim,
seni nasıl sevebilirdim!
Bana, başkalarından artık duyguların kalsa da!
Ben seni tüm kusurlarınla sevdim.
Seninle olan masalım hiç bitsin istemedim.
Sen yokken de kelimelere tutunmayı öğrendim.
Ama şimdi; Ne zaman yazmayı denesem, kopuyorlar ucundan sertçe!
"yakala" desem,
Tutar mısın?
Belki de en çok bitişleri anımsadığımızdan, sonuna nokta koyuyoruz cümlelerimizin insanlık olarak.
Ama dedim ya;
Ben sana nokta koyamıyorum, benim kaderim sende virgüllerle çoğaltılmış.
Ah sevgili;
Benimle günah çıkartır gibi konuştun ya;
Madem bana söyleyecek sözlerin vardı da, neden başka paragraflara atladın?
Madem ben seni severken düştüm de, sen beni neden düşürdün aklından?
Şimdi ben kaçak oynasam,
Sende kaçar mısın?
* Halen her yeri yastık niyetine kullanmak isteyen uykucu Efsa...
* Görsel
5 Ocak 2010 Salı
Mektuplar / Gidişin
Merhaba sevgili,
Şimdi "Nasılsın" diye çocukca bir giriş yapsam sana, ne değişir ki? Sonuçta yüzeysel olarak nasıl olduğunu, benden uzakta neler yaptığını hep bildim... Bilirsin birşeyleri kurcalamayı hep sevmişimdir. Sevdiğim çok şey var aslında... Ama artık bütün herşey anlarda asılı kalıyor. Tek söyleyebileceğim, sen unutulmuyorsun!
Şu anda beni merak etmeni isterdim mesela... Sormanı, aramanı...
Ben... İyiyim işte, herşey bildiğin gibi hayatımda. Havalar da güzel bu sıralar... Sonbahar ya! Her yer sarı, her yer kırmızı, bakışlar sepya...Ne güzel olurdu, bir sonbahar günü öpüşmek seninle yağmurda.
(Keşke yine öpebilsen beni. Saçlarım yüzüme düşse ve sen çeksen...)
Son bahardı... Kaçınılmazdı... Ki kaçamadık. Döküldü tane tane yapraklarımız. Sen giderken silkelendin, ben ağlarken düştü son yaprağım. Geride kocaman bir boşluk... Yaprakların hışırtısı...
(Ne garip; aslında insan alışkanlıklarının kurbanı, sevginin değil! )
Sen gittin!
...
Biliyor musun; aslında hiçbir şey bildiğin gibi değil hayatımda. Çok şey değişti. Çocuklara konulan isimler bile değişti bu yıl. Kıyafetler, tarzlar, hayatlar değişti. Ben değiştim. Koltuğumun rengi bile değişti.
(Aslında en büyük değişimi seni sevdiğimde yaşadım ben...)
Sonra sen gittin... Ve yakışmadı hiçbir kıyafet üzerime!
Sen çok özeldin, güzeldin... Her kadının hayatında "işte çocuğumun babası bu olmalı" dediği bir adam vardır ya... Senden bir bebeğim olmalıydı benim de. Senden bir parça, bir doku, bir koku. Baktıkça seni hatırlatan. Sevginle birlikte doğan, büyüyen, benimsenen. Nasıl sevgini büyüttüysem içimde, onu da büyütmeliydim.
(Sen daha gitmemeliydin sevgili... Daha değildi, o gün değildi...)
Sen gittin...
İçimdeki kadın arkandan o duruşu bozmamaya çabalarken; paçasına yaslanmış sana umutla bakan o küçük kızı yok saydın... Gittin... O kız mahsun kaldı. Artık acıtsa da kanatmıyor yokluğun...
(Sen; iki renkli bir kalemin artık yazmayan tek tarafı gibiydin... Mürekkebim bitene dek, benimle kalmaya mecburdun... Bende seni taşımaya!)
* Resim
* Googleden kendi yazdıklarını arattığında, başkalarının bunları forum köşelerinde kullandığını gören Efsa...
Bugün bir tane buldum...Parpari niki ile bir kız kullanmış misal!!
24 Kasım 2009 Salı
İniş ve Çıkışlar
Bu aralar can sıkkınlığım borsaya döndü. Bir inip bir çıkıyor. Hayır öyle mala bağlamış bir şekilde umutsuz, depresyonda da değilim. Çok eğlendiğim hayatın keyfini çıkarttığım anlarım da oluyor. Ama sene sonu geldiğinden midir nedir? Böyle bir sorgulama, bir beklenti halleri üzerime yapışmış gibi.
Yeni işim uzun zamandır bünyesinde olmak istediğim bir oluşum. Olmak istediğim konumda olmasam da, başlangıç için çok güzel. Ki konum itibari ile fazla geldiğimi bile söylediler bugün. İçim ısındı, sevindim. Ama insan bazen mutlu olmak için beklentilerini düşürmek zorunda kalır ya. Benim ki de o hesap oldu. Yine de çok şükür tabi ki... Cumarteslerimin tatil olması süper bir şey... Çığlıklar atasım geliyor sevinçten cumartesi sabahları, yatakta biraz daha mayışınca...
Kendime Sıkıntı 1: Uzun zamandır ailelerimizin evlenelim diye ısrar ettiği, sadece benim istemediğim birisi Amerikadan geliyor. Mantıksal olarak bakıldığında olmaması için hiçbir neden yok. İyi bir aile, iş, ev, para pul, düzen, fiziksel özellikler, yabancı bir ülke deneyimi herşey hoş görünüyor. Ama bunun için 1 yıl bezelyesiz bir yaşamı tercih etmem gerekiyor. Aileme göre kaçırılmayacak bir fırsat... Bana göre eziyet. Üstelik şimdiden afakanlar basıyor üzerime. Olmayacağını hem karşı tarafa, hem ailelere belirtmiş bulunuyorum. Yalnız hala herkesler ısrarcı. Fikirler değişebilir gözü ile bakılıyor...
Kendime Sıkıntı 2: Ailem bezelyeyi istemiyor... İstemiyor derken sevmiyorlar veya red ediyorlar anlamında değil. Aksine çok bağlıyız biz birbirimize... Sadece yaşlandılar ve küçük bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorlar. O yemek yemediğinde üzülüyorlar. Her hafta sonu aldın, verdin, bıraktın, iş yerine bırakmadılar davasından kurtulmak istiyorlar. Her gidiş zamanlarında sorun yaşanır oldu. 15 de bir gelsin evimize demeye başladılar. (Mecburen okul için onlarda kalması hepten uzaklaştırdı sanki.) Bezelyenin sürekli kardeş istemesi ve bunu sürekli dillendirmesi bile üzüyor artık onları. Biz onların hayatına, evlerine, kurallarına katıldığımız için bunlar harfiyen olsun istiyorlar. Gibi gibi ufak ama can sıkan şeyler var. Ve ben arada kalmaktan yoruldum. Kızımla ailem arasında sıkışmış gibi hissediyorum kendimi bazı bazı. Onlar "benim hayatımın bezelye olmadan daha güzel olacaktı" yı kafalarından atamıyorlar sanırım. Engel gibi görünmüyor elbette ama bunu yadsıyamıyorlar. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
Sıkıştım açıkcası, eski iş yerimi özlüyorum. İnsan lastik kokusunu özler mi? Özlüyor işte... Ailemin sağlıklı olduğu zamanları da özlüyorum. Tüm evin sorumluluğunu ablamla omuzlamak da istemiyorum. Hayatımı kolaylaştıran şeyler bulmaya çalışmadığım zamanlarımı da özlüyorum. Ayrı eve çıkmayı bile düşünür oldum bezelye gitti gideli. Bu sefer nasıl yaparımlar beynimde dönmeye başladı. Yalnız yaşamak düşüncesi bana cazip gelmiyorç Ben kalabalıkla mutlu olan bir insanken tek başıma yemek yeme düşüncesi beni kasıyor ve çok üzüyor. Ama bir yönden mecburum. Kızım okuluna, öğretmenine bu kadar bağlıyken haydi sil baştan onunla oyun oynar gibi olsun istemiyorum.
Şu bloga bile uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Kısa cümleler eşliğinde başka bir blog açtım. Yoruluyorum. Ve herşey sade, yalın, gerçek, takdiksiz, sorunsuz olsun istiyorum. Yazıp geçeyim istiyorum...
Neden bu kadar sık İstanbul' a gittiğimi merak edenler bile var. Kaçış değil benimkisi... Düşüncelerimi dağıtmaya ihtiyacım var sadece. Ama görüyorum ki onda bile batıyorum. Birine yetişirken öteki telefonum kapanıyor hissi...
* Resim
* Uykusuz Efsa...
Yeni işim uzun zamandır bünyesinde olmak istediğim bir oluşum. Olmak istediğim konumda olmasam da, başlangıç için çok güzel. Ki konum itibari ile fazla geldiğimi bile söylediler bugün. İçim ısındı, sevindim. Ama insan bazen mutlu olmak için beklentilerini düşürmek zorunda kalır ya. Benim ki de o hesap oldu. Yine de çok şükür tabi ki... Cumarteslerimin tatil olması süper bir şey... Çığlıklar atasım geliyor sevinçten cumartesi sabahları, yatakta biraz daha mayışınca...
Kendime Sıkıntı 1: Uzun zamandır ailelerimizin evlenelim diye ısrar ettiği, sadece benim istemediğim birisi Amerikadan geliyor. Mantıksal olarak bakıldığında olmaması için hiçbir neden yok. İyi bir aile, iş, ev, para pul, düzen, fiziksel özellikler, yabancı bir ülke deneyimi herşey hoş görünüyor. Ama bunun için 1 yıl bezelyesiz bir yaşamı tercih etmem gerekiyor. Aileme göre kaçırılmayacak bir fırsat... Bana göre eziyet. Üstelik şimdiden afakanlar basıyor üzerime. Olmayacağını hem karşı tarafa, hem ailelere belirtmiş bulunuyorum. Yalnız hala herkesler ısrarcı. Fikirler değişebilir gözü ile bakılıyor...
Kendime Sıkıntı 2: Ailem bezelyeyi istemiyor... İstemiyor derken sevmiyorlar veya red ediyorlar anlamında değil. Aksine çok bağlıyız biz birbirimize... Sadece yaşlandılar ve küçük bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorlar. O yemek yemediğinde üzülüyorlar. Her hafta sonu aldın, verdin, bıraktın, iş yerine bırakmadılar davasından kurtulmak istiyorlar. Her gidiş zamanlarında sorun yaşanır oldu. 15 de bir gelsin evimize demeye başladılar. (Mecburen okul için onlarda kalması hepten uzaklaştırdı sanki.) Bezelyenin sürekli kardeş istemesi ve bunu sürekli dillendirmesi bile üzüyor artık onları. Biz onların hayatına, evlerine, kurallarına katıldığımız için bunlar harfiyen olsun istiyorlar. Gibi gibi ufak ama can sıkan şeyler var. Ve ben arada kalmaktan yoruldum. Kızımla ailem arasında sıkışmış gibi hissediyorum kendimi bazı bazı. Onlar "benim hayatımın bezelye olmadan daha güzel olacaktı" yı kafalarından atamıyorlar sanırım. Engel gibi görünmüyor elbette ama bunu yadsıyamıyorlar. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
Sıkıştım açıkcası, eski iş yerimi özlüyorum. İnsan lastik kokusunu özler mi? Özlüyor işte... Ailemin sağlıklı olduğu zamanları da özlüyorum. Tüm evin sorumluluğunu ablamla omuzlamak da istemiyorum. Hayatımı kolaylaştıran şeyler bulmaya çalışmadığım zamanlarımı da özlüyorum. Ayrı eve çıkmayı bile düşünür oldum bezelye gitti gideli. Bu sefer nasıl yaparımlar beynimde dönmeye başladı. Yalnız yaşamak düşüncesi bana cazip gelmiyorç Ben kalabalıkla mutlu olan bir insanken tek başıma yemek yeme düşüncesi beni kasıyor ve çok üzüyor. Ama bir yönden mecburum. Kızım okuluna, öğretmenine bu kadar bağlıyken haydi sil baştan onunla oyun oynar gibi olsun istemiyorum.
Şu bloga bile uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Kısa cümleler eşliğinde başka bir blog açtım. Yoruluyorum. Ve herşey sade, yalın, gerçek, takdiksiz, sorunsuz olsun istiyorum. Yazıp geçeyim istiyorum...
Neden bu kadar sık İstanbul' a gittiğimi merak edenler bile var. Kaçış değil benimkisi... Düşüncelerimi dağıtmaya ihtiyacım var sadece. Ama görüyorum ki onda bile batıyorum. Birine yetişirken öteki telefonum kapanıyor hissi...
* Resim
* Uykusuz Efsa...
14 Ekim 2009 Çarşamba
Mektuplar / Olmayan Biz' e Dair

Konuşmalarımıza istinaden çok şey yazdım senin için... Çoğu kez o anların sıcaklığını da hissettim. Değişen ne bilmiyorum, ama artık özlemiyorum!
İnsan sadece boşluğa düşünce, özlemeyi hatrına getiriyor. İstanbul gezimde arkadaşlarımdan birisi,yazdıklarını okurken aralarından şöyle bir cümle aklımda kaldı: "Senin üstünü çizdim zannederken, altını çizmişim" Çok hoşuma gitti. Ve yine Y.‘ nin yazdığı diğer bir söz… Bu sefer içim gitti. "canını acıtan varlığı mı, yokluğu mu kestiremeyeceksin"
“Sahi neydi canımı en çok acıtan? Varlığınla yakan, yokluğunla susatan..”.
En çok neyini sevdim diye zaman zaman çok soru sordum kendime. Hatırlıyor musun senin iyi yanlarını görmek isteyen bana inat; konuşmaların birinde “belki de okudukların ya da gördüklerinden daha da kötüyümdür” demiştin. Gerçekten bu kadar tahmin gücümü aştıran şekilde kötü müydün bilmiyordum. Ama engellenemez biçimde burada ki dürüstlüğüne aşık olmuştum. Sadece ne olduğundan, ne olmadığından emin birisin ve bu hayatı sevmediğini onlarca kez söyledikten sonra, gerektiğinde bundan sıyrılabilirsin sandım..
Hayatımda bir kez olsun, bir insanı değiştirmek istemeden, olduğu gibi kabullenmek istedim. Seni istedim. Bunların hepsini göz ardı etmek, gerçekten dürüstlüğüne inanmak istedim. Benzer yapıdaki düşüncelerimizin bizi bir yere götürebileceğini sandım. Bizi ne olduğumuzu bilmediğimiz bir “şey” den alıp, gerçekliliğe taşır sandım… Yanılmadım… Sadece sandım…
Bazı erkeklerin hayatlarındaki ezber bozduran kadınlardan bahsettik yine arkadaşlarımla. Hani alışılmışın dışında kalan kadınlardan… Beklentisiz, kendine bir yol çizip o yolda zaten yürüyen, fakat bunu karşıdaki ile yapmak isteyen kadınlardan… Ondan, benden…
“Söylesene neydi sende ki o doymayan yan?… Ben sadece seni kısıtlamadan hayatını yaşamanı istedim. Sadece benimle olmaktan, konuşmaktan, paylaşmaktan mutlu ol istedim… Yaşamında bir engel gibi var olan ve bu yüzden mutsuz eden kadın olmak istemedim… Buna rağmen yetmeyen neydi? Neydik ki biz? Ve ne olmak istemiştik?”
Hatırlıyor musun bir gün hışımla “Biz neyiz bilmiyorum. Sevgili miyiz, arkadaş mıyız, dost muyuz, neyiz bilmiyorum ama seni seviyorum” demiştin. Neden sevmediğin halde buna inandırma gereği hissettin. Yanımda yoktun… Tek hatırladığım “Ben yorulup uzaklaşmak istediğimde beni yolumdan döndüren bir sen… Beklenmedik bir anda yanıma baktığımda yokluğunu anlayıp, kendini sorgulamalara iten bir ben...”
Bir çocuğun doğumundan da aşkın bir süre geçti aramızda. Aramızdan kırgınlıklar, kızgınlıklar, tutkular, kıskançlıklar, umursamalar, umursamazlıklar, başka insanlar geçti. Şu an anlıyorum ki; en çok bende ki Araf' ını sevmişim. Senden hem nefret etmeyi, hem de sevmeyi sevmişim. Hem gülüp hem de bir kaç damlamda kalışını bir defa... Akmayışını...
"Ne garip! Sen benim gözümden hiç akmadın. Akmanı dilerdim. Senin için ağlayan kadın olmayı isterdim. Benim için o adam olmanı dilerdim"
Beni benden uzaklaştıran, verilen ama bir noktadan sonra yorduran ödünler… Beklentisizliğin arasından istemsizce fışkıran beklentiler… Sevmekle yorulan yanlarım… Ben vazgeçtikçe paçama yapışan ve bırakmayacağım diyen yanların… Sevdiklerimin yanında, sevmediğim davranışların… Adım adım takip etmeler… Takiplerin…
Aslına bir noktadan bakarsan, bende aynen sen gibiydim. Seni olanca varlığımla sevemedim. Hep kendimi engelledim daha fazlası için. Beklentilerimin, hırslarımın içinde sıkışıp kaldım. Benim için bir kez olsun bir şeyler yapmanı diledim. İçimdeki savunma güdüsü ile emin olmak istedim. Senden... Sevginden... Bir kez olsun gelmeni istedim. Gel dedim, gelmem dedim, gittim. Gelmedin. "Oysa sen; tüm bunları geçip hep aradın. Varlığınla yokluk yaşattın. Neden yaptın?"
Bugün kendimle ve en önemlisi seninle, sen olmadan bir yüzleşme yapmak istedim. Seni sevmiyorum, özlemiyorum da. Ama alışkanlık sanırım bir tür benimkisi. Bir de biten bir şeyle sonsuza dek yüzleşik kalma ihtiyacı. Geriye dönüp düşündüğümde benim vicdanım rahat, dilerim bir gün sende kendinle barışırsın. Aslında o kadar çok şey varmış ki yazılacak olan, herhalde bununla sınırlı kalmayacak... Sen gerçekten kötüsün!
Fark etmeden çok doğru bir söz etmişsin;
“sana gelmek değil ki olay, sana kalmak aslolan”
Yazık ki, sen kalamadın be canım…
* Bugünlerde hala grip, hala canı sıkkın, kendine dert arayan, üniversite harcı başvurusu ıvır zıvır koşturan, üstelik işten de ayrılacak gibi olan, geçmişi unutmak isterken her defasında hatırlatılan Efsa...
3 Eylül 2009 Perşembe
Süliet

Geldim yanına...!
Sülietimi indirdim.
Benim dediğim bir adamın evine.
Bir önceki sevişmenin kalıntıları ile dolu izlerini
ve başka bir bedenin kokusunu taşıyorken baktı suratıma!
Kan(a)mazdım...
Zorla ayırıp gölgemi o evden;
Gittim...
Biliyormusun BEN;
Başka kollarda,
başka yüzlerle,
başka bedenlerle
sen diye sevişiyorum...
artık...
pişman mıyım...?
biraz...
Sadakat de ihanetti değil mi sevgilim?
Tıpkı bana söylediğin gibi!!!
~~~~~~~
* Bir sürü taslağı olup, hikayelerini sonlandıramayan Efsa...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
















