alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2012 Salı

Aç sadrını, sana geldim.





Uzun yollardan geldim, sana geldim. 
Yoruldum, duruldum 
bir nehir bunca sene yatağını mı arar? 
Aradım. Aktım. 
Kimsesizim. Yalnızlığımda seni biriktirmişim meğerse.
 Alnım kırıştı. Her kırışıkta aradığımı sakladım, görmesin yaban gözler diye. 
Yabancı değilim. Kimsesizim ey Bahaddin’in oğlu. 
Aç sadrını, sana geldim. Beklediğin bendim. Aradığım sendin.
Ben Şems’inim.

* Şems-i Tebrizi




* Bunu ekleyerek başlamak istedim. Çünkü uzun zamandır beni böylesine etkileyen cümleler okumamıştım. Dua ettiğim şeylerin tümünü gördüm bu kelimelerde. Ve salt aşk olarak tanımlamıyorum. Burada bir hayat yatıyor. Ama tabi ki beklediğim ve arandığım aşk gelip beni bulsun, orası ayrı.  :) 
Sizleri özledim. Listemdeki her birinizi okuyorum. Yorum yapabildiğime yapıyorum. Ama yazma kısmı bana ağır gelir oldu uzun zamandır. 
Burada öyle güzel ve hatırlı dostlar kazandım ki, fazlasını aramıyorum ve bulduklarım bana yetiyor.
 Hayatı yazmaktan çok yaşamayı tercih ettim birazda ve okula ağırlık verdim. 
Büyük hedeflerim ve beklentilerim var. İyi ve güçlü şeyler yapmak istiyorum. 
Karşıma çok iyi bir iş fırsatı çıktı. Şu an son 3 kişi arasındayım. Olursa yolum daha kolay ilerleyecek benim için. Başarmak için bir yerden başlamak istiyorum.

Şimdi dengeleri yeniden oturtma zamanı. 
Daha sık görüşme ümidiyle..
Hoş kalın :)


* görsel: deviantart

30 Kasım 2010 Salı

Mektuplar / Tahterevalli...



Merhaba adam,
Biliyor musun çoğu kez bir yanı kırık bir banka benzetiyordum seni.
Onca şeye rağmen; kendin olmaktan vazgeçip kızdığın o insanların, üzerine oturmalarına izin verişini…

Sonra bizi düşünüyorum.
Bir tahterevalli gibi; birlikteyken sadece sen ve ben oluşumuzu, o aramızda her daim var olan uyumumuzu.
Ama sonra sen kalkıyorsun.
Ben sarsılıyorum…

Oysaki hiçbir zaman hayatıma tepetaklak girip, boşluklarımı doldur istememiştim ben.
Ama girince, yeni bir boşluk yarat da dememiştim.

O gün elini uzattın ya bana, bir film karesini sil baştan çektik sanki.
Sen İlyas oldun, ben Asya…
Bir şeyi “Tutmayı istemekle, ölmeyi istemek” arasındaki farkı anladım.
Tutunca bırakmak istememekten korktum…
Tutunca bırakmandan korktum…
Sen öyle birden bire tepeme düşerken burnum uyandı.
Kokuna taşınırken, soluğumu tuttum.

Farklı değildim.
Bende her kadın gibiydim…
Tek istediğim;
“evet bu adam benim ve ben onunla her yeni güne gururla uyanıyorum” diyebilmekti..

Zaman geçiyor ya,
Şimdi, “Biz neydik” diye soruyorum kendime..
İçimdeki ayna yanıtlıyor, sanki karşısında sen varmışsın gibi:

"Biz ne miydik? Kim bilir... “ diyorum.
Birbirimizin açılmış yaralarının kabukları olacaktık belki de.
Bu yüzden uzak kaldık hep birbirimize...
Sonunda hiçbir şey olamadık değil mi? Var olanı bile koruyamadık zaman ilerledikçe…
Baştan yanlıştık..
Bir müzik notasındaki gibi adam,
“Do” ile başladık, kırılgan bir naiflikle sarmalanmış “do” ile bittik yeniden…

Adam..
Alt kirpiğimin üstündekine değmesi gibi olsun istemiştim seni bekleyişlerimin.
Artık sadece yaşıyor olduğunu biliyorum ve bu bana yetiyor.

Adam,
Bu nasıl bir şeydi biliyor musun?
"ah" gibiydin, öyle düştün yüreğime...

"Biz ne miydik?" diye soruyorum...
"Solak bir Tanrının sağ elle yazdığı kaderlerdik biz seninle…" diyor Küçük İskender.
Susuyorum.

* Gripten kurutulup 3 gün sonra tekrar grip olan Efsa...




24 Kasım 2010 Çarşamba

Bazı Erkekler Vardır...



Bazı erkekler vardır; hayatından hiç çıkmaz ama hayatına da dahil olmaz. Öyle o çizgide dur ister. Düşünme ve bekleme ister. Ne git der,ne de kal...Çünkü hiçbir zaman sana kapılarını tam olarak açmayacaktır. İster belki ama hep senin anlayamacağın biçimde bir bahanesi vardır onun. Anlayamazsın... İki arada bir derede bırakır seni.

Anlamlandırmaya çalıştığın bir süreçtir bu. Sen kendini, onu ve adı konmayan o ilişkimsiyi düşünürken, söylediklerin ve yaptıkların ona tripmiş gibi görünür. Cevabını bilmek istediğin her konu onu daha da uzaklaştırır senden. Aslında sadece ağzından net bir kelime söylemesini beklersin. Susar...

Oysa tek istediğin ufak bir sarılış, sımsıcak merhabadan öte değildir belki de... Anlatamazsın. Sadece içinde büyüttüğün o şey net olsun istersin. Bileyim ve ona göre şekillendireyim. Ama o söylemez asla testi mi olacaksınız yoksa şekerlik mi. Döne döne en sonunda nevrin döner... Sonra bir de bakmışsın elinde yamuk yumuk ne olduğu belli olmayan bir şekil çıkar.

"Öyle erkekler insanı tüketir. Zamanla bakarsın ki hiç bir şey kalmamış geri" der arkadaşların.. Çünkü zamanında öyle bir kadın tüketmiştir onu. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemez. Belki 3. yılda yaşadığı sorunu seninle 1. ayda yaşıyorsa, mücadeleye yer bırakmaz. "ben bu filmi izlemiştim" deyip kesip atar. "O erkekler yarasını hep açık tutar. Çünkü yarası acısın ister. acısın ki geçmişi ona ders olsun hiç unutmasın."* Bu yüzdendir ilk tanıştığınızdan itibaren onunda şu an içinde bulunduğu hayata söverek, geçmişteki sıkıntıları anlatışı.. Unutturmaz kendine. Sende bil ister onun nereden nereye geldiğini. Yaralarını sana kusar, şimdiki hayatının çarpıklıklarını sana kusar. Kusar kusmasına da vazgeçmez yine de yaşantısından...

Aslında sorun yarasında değildir. Sorun seni iki arada bırakmasıdır.Gitmek istediğin an seni yolundan geri döndürmesidir. Biliyorsundur yolun sonu yoktur. Yuvarlaktır. Yolu yolun olduğunda hep aynı yerde döndüğünü, döneceğini bilirsin. Ama öyle bir bakar ki bazen sana, için acır gitmeye. Sana ihtiyacı vardır. O an yanında yalnız seni istemiştir. Umutlanırsın. Her şey sil baştan yaşanır. Ama asla fazlası olmayacaktır. İstemez çünkü. Ama bil ister. Umutlanma ister. Bununla yetinmeni, fazlasını beklememeni ister.

Bazı erkekler vardır; nefret etmek istediğinde dahi şefkat duyduğun... Ömrün olsun isterken, garip bir şekilde ölümün olmuştur...

Bazı erkekler vardır, haklarında çok şey yazılasıdır. Bu sadece bir kısmıdır...


* Gribin kıskacında bir Efsa...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Bir Kırmızı Sonbahar Kadınına...




Bugün her daim hayatımda var olmasını dilediğim bir kadının doğum günü...

Hani yüzünü sık görüşmelerle olmasa da nadiren görürsünüz ya,
Veya karşılıklı her denemenizde denk gelemeseniz de asmazsınız ya suratınızı...
Onun hep yanınızda,
arkanızda,
sapasağlam,
En güç anlarınızda bir elinin omuzunuzda durduğunu hissedersiniz ya birisinin.
Benim için böyle bir insan işte o...

Hayatımda hep var olsun dediğim,
bunu dilediğim,
bunun için elimden gelen her şeyi yapacağımı bildiğim,
İstanbul' a uğradığım her an görmek için çırpındığım bir kadın o benim.

Tüm alengirli kelimelerin bile hafif kaldığı teşekkürlerimin sahibi.
Beni ben olduğum için seven,
Her içime kapanışlarımda açmak için çaba gösteren,
 Susmak istediğimde benimle birlikte susan,
Bazen saçma gevezeliklerime eşlik eden,
Dertlenmelerimde beni sessiz bir şekilde dinleyen ve eşsiz bir empati yeteneği ile bana kendince doğru olanı değil, içimden geleni yapmam konusunda yönlendiren biri.

Hayatımın en güzel "iyi ki" lerinden biri...
İyi ki yolum, yolunla kesişmiş.
İyi ki kader bizi; kırk yılın başı geldiğim bir İstanbul akşamında taksimde görüştürüp, sabahında Kadıköy' ün arka sokaklarının birinde, birbirimizden habersiz yeniden karşılaştırmış...
İyi ki dünya küçükmüş ve biz bu karşılaşmayı ömrümüz boyunca yüzümüzde hoş bir gülümseme olarak anacağız.
Seni bir kardeş ablasını nasıl severse öyle seviyorum.
Ve hep ama hep mutlu, bol gülümsemeli bir ömür geçirmeni içtenlikle diliyorum.
Şans seninle olsun sonbahar kadını. :)

Seni ilk tanıdığım günlere kelimelerine vurulduğum bir cümlenle sonlandırmak değilde, "şimdilik" diyebileceğim bir tonda bitsin bu yazı...




* Tüm şımarıklığı ve arsızlığıyla "şeyyy yazı giricem de" şeklinde bir ifadeyle, doğum günü kızından resmini koymak için izin isteyen Efsa... :)))

İşte böyle birşey aramızdaki bu dostluk, "acaba yanlış anlar mı?" diye düşünmemek...



* Görsel mörsel izinli işte... :)))

9 Temmuz 2010 Cuma

Ç/alıntı Yazılar Üzerine


Sahibinden izinsiz / yazanın ismimi koymadan / linkini vermeden hiç kimse burada ki yazıları yayımlayamaz. Alıntıladığı yazıların altına en azıdnan "alıntıdır" yazmayı bile çok gören zihniyetlere istinaden bu yazıyı yazma isteği duydum. Her zaman böyle olaylara karşı kendimce, elimden geldiğince önlemler almayı denedim. Reader sayfasının altına bile not düştüm "izinsiz alıntı yapılması yasaktır" diye. Onu bırakın sitenin sayfasında bile bu uyarı var oldu her an. Alt taraflarda idi. Bugün görmeyen embesillere karşı yukarılara çıkarttım yerini.

Zamanında kopyalamayı da engelledim sitede. Bu seferde tek tek cümleleri yazıp çalmaya başladılar. Bugün yeter dediğim bir noktaya geldim. Dün 4 tane şikayet yaptım. Bugün de sabahtan devam ettim. Her hafta bu tarz şikayetleri yapmaktan bıkmadım, sadece bunaltı geldi.
Son 1 ayda 5 facebook sayfası kapattırdım. 2 tanesi hala şikayette bekliyor, 3 blogdan sildirdim. Ki bunlar sadece bir aylık bilanço...

Tamam beğenilmek, okunmak çok güzel yalnız bu sayfada ki gibi emek hırsızı birinin  http://www.facebook.com/note.php?note_id=436367138367 "izinsiz çaldığınız o yazımı kaldırın oradan" dediğim sayfalar birde üzerine üste çıkmaya çalışır gibi "Burası bir paylaşım sayfası yazının altına başkasının ismimi yazılmış hayır nasıl emeğe saygısızlık olabilir ki o zaman sadece beğenilen birşiir paylaşılmış o kadar facede her sayfada olduğu gibi ama tepkiniz asıl saygısızca olmuş..." yazması hiç hoş değil. Zaten ben o orada burada benim olanı isimsiz paylaşsın diye yazıyorum. Link vermeden, bu yazıları şu şu yazmıştır ve şu sayfadan alıntılanmıştır demeden yayımlamaya kimsenin hakkı yok.

Önceden tek cümleleri falan umursamıyordum, forum sayfalarında fink atmasını ama bundan sonra her bir forum sayfasına tek tek giricem ve tepkimi göstericem. Yazılarımı çalmaya cüret ediyorlarsa, bende tepkimi her şekilde göstermeye cüret ederim. Ben kimseye bu saygısızlığı yapmıyorsam, başkası da yapamasın mümkünse.

Bu ve bunun gibi olan arkadaşlara bir kaç yardımcı link adresi şunlar arkadaşlar.
http://www.facebook.com/legal/copyright.php?noncopyright_notice=1
https://www.google.com/webmasters/tools/spamreport?hl=tr&pli=1


* Bundan sonra çalan sayfaları tek tek afişe edecek olan Efsa...

*Görsel

22 Ocak 2010 Cuma

Kadınlar üzerine yazılmış bir yazı üzerine...


Geçenlerde bir yazı okudum... Kadınların güzel bir geceden sonra ne düşündüklerine, beklentilerine ilişkin, "Kahvaltı Kadınları" isimli (*) Reha Muhtar' ın kaleme aldığı bir yazı idi. Ben ilk kez gördüm ve görüpte kayıtsız kalmak istemedim kendimce. Bazen erkekler bizleri bizden daha iyi anlamlandırabiliyorlar ya, işte buda güzel bir örnekti belki de.

Hani insanın okudukça kendini gördüğü yazılardan birisi olarak tanımlanabilirdi. Yer yer "kadınlar ne arar" soruna verilebilecek hoş bir yanıt saklıydı içinde...

"Flörtü sevse de, sevgiyi arar. Kadınlığından gurur duysa da esasen aşkı arar. Özgür birliktelikleri savunsa da, ait olacağı adamı arar. İlk akşam yemekte ses etmese de, kahvaltıyı umar."



Neden kahvaltı kadınları denildiğini o an anladım. Bende çoğu kadın gibi, bir kahvaltı kadınıydım. Güzel geçen bir geceden sonra, hala tenler sıcakken, bir erkeğe sokulmanın keyfi gibiydi kahvaltılar. Ama sokulduğunda seni saran eller olmadan bir anlam ifade etmiyordu. Bir tarafın ısınırken diğer tarafın açıkta kalıyordu...

"Akşam yemeği, ilk gece için hoş olsa da etkili değildir. Gidilen eğlence mekanı, zevkli olsa da belirleyeci değildir. Belirleyci olan sabah kalkıldığında ne durumda olunacağıdır."



Ve aslında benim için en okunmaya değer, okumaktan keyif aldığım cümleler şu paragraflardaydı...

"İlk akşam yenilen yemek yemek değildir. Sabah edilecek kahvaltı kadın için ilk yemektir. Her kadın, her halükarda ve mutlaka bir kahvaltı kadını olmayı arzular. vücudunun değil, kendi değerinin bilinmesini ister. Sadece erkekliği değil, erkek adamı uyandırmayı düşler. Ön sevişme diye adlandırdığı akşam yemeğini değil, sevişme sonrası kahvaltıyı arzular."

"Erkek geceye noktayı koymuş ve uyumuşken, kadın virgülü koymuş ve düşünmeye başlamıştır. Kadın için gecenin nasıl geçtiği gece belli olmaz. sabah belli olur. Her zaman sabah kahvaltısı yapılmasa da, kahvaltılı birliktelikler müthiş güzeldirler. Vücutlarını paylaşanların, birbirlerini paylaşması önemlidir.ruhu güzelleştirir, sakinleştirir, dinginleştirir. İnsana insan olduğunu hissettirir."


Bir kadın için en güzel anlardan bir tanesi de, sevdiği erkeğe kahvaltı hazırlamak değil miydi? Gece seviştiği kadının elinden hazırlanmış bir masayı görmezlikten gelip giden bir adam, bir sıfata sokulmalı mıydı?  Güzel an' lar dilerim herkese...


 
* Bu aralar huysuz ve tatlı kadın modunda ki Efsa... :)
 
* Resim
 
* Alıntı (yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz)

16 Aralık 2009 Çarşamba

Asker çocuğu olmak

 Geçen gün H.türk gazetesinde Kamil Güler' in bir röportajını okudum.  Ben pek yaşamadım ama abilerim ve ablam benzer durumu yaşayan insanlardan... Bakın kendisine sorulan soruyu nasıl açıklamış:

- "Hiç susmuyorsunuz..."-
- "Babam askerdi ve uzun yıllar Doğu’da yaşadık. O nedenle dışarı çıktığımızda hep birilerinin haberi olurdu. Lise ikinci sınıfa kadar birisi bana bir şey sorduğunda ağlıyordum, çünkü çok fazla okul değiştirdim. “Arkadaşlar aramıza yeni birisi katıldı. Kendini bize biraz tanıtır mısın?” hayatımda en nefret ettiğim cümledir. Bir gün artık bu soruyu duyunca ağlamaya başladım."


Ve bende uzun yıllardır duran bir mail...

- Hala kapı kitlemeden evinde yaşamaktır.


- Sen önce gelsen bile orduevlerinin kuaför sırasını yüksek rütbeli birine verme mecburiyetindir.

- Sanılanın aksine aile içinde disiplini görmeden uygulamaktır.

- Memleketinin olmaması demektir. (nüfus cüzdanında yazar, kütük orda demekle yetinirsiniz) - doğum yerinizin sizin için hiçbir şey ifade etmemesidir. (tesadüfen o şehirden geçersiniz anneniz size "bak oğlum sen şu hastanede doğdun" der)


- Ailenizdeki tüm bireylerin doğum yerinin farklı olması demektir.

- Ailedeki herkesin asker gibi yaşaması demektir. (zira sizin yapacağınız bir hata “x şunu yapmış” şeklinde değil “y albayın oğlu şunu yapmış” şeklinde konuşulacaktır)

- Her gittiğiniz şehirde bir önceki şehirle anılmanızdır. (istanbul'dayken marmarisli'li çocuk, marmaris'deyken ankara'li çocuk v.b.)


- Okul değiştirme rekorları kırmak demektir. (üniversiteye giden 12 yıllık eğitim sürecinde 8 ayrı okulda okumak gibi)


- Tayin olunan şehirde yeni dostluklar,aşklar kazanıp sonra onları kayıtsız şartsız terk etmek ve gittiğiniz yerde bunları sıfırdan yapabilmek için yırtınmak demektir. (ki muhtemelen bunu başarıp “oh ne güzel ortamımı kurdum” dediğinizde, yeni bir tayin emri babanızın eline ulaşmıştır)


- Okulun ilk günlerinden nefret etmek demektir. (herkes birbirini tanımaktadır sizse benim gibi yeni bir var mı diye bakınıp ilk irtibatı onla kurmaya çabalarsınız. muhtemelen isminiz sınıf listesine yazılmamıştır. en alta kalemle eklersiniz. numaranızı da bilmiyorsunuzdur. ilk bir hafta böyle misafir sanatçı gibi okula gidip gelirsiniz…)

- Babanız emekli olana kadar evinizin size ait olmaması, oturacağınız evi seçememeniz, poster yapıştırırken bile “demirbaşa zarar vermeyelim” kaygısı taşımak demektir.


- Vatan sevgisini kitaplardan okuyarak değil, bizzat yaşayarak öğrenmektir.

Tüm bunlara rağmen dışarıdan bakan gözler


- Sizin kamplarda nasıl eğlendiğinizi


- Ordu evlerinde nasıl ucuza kola içtiğinizi

- Lojmanların devlete yük olduğunu

- Askeri araçlardan bedava istifade ettiğinizi

- Babanız maaşının ne kadar yüksek olduğunu (!)


- Askerlik zamanımız geldiğinde babamızın bize torpil yapacağını konuşurlar…

Binlerce kez açıklamış olmanıza rağmen… her şeye rağmen bizim tek yaşadığımız babamızın mesleğiyle gurur duymak ve mesai aracı lojmana girdiğinde, tek tip elbiseli insanlar arasından babamızı bulmakti bu duyguları anlayan ve paylaşan tüm asker çocuklarına sevgiler, saygılar…

* Bu yazı alıntı... Ama çok hoşuma gitti... Zamanında Pilli Cadının da yazdığı böyle hoş bir yazı vardı... Okumak isterseniz buyrun :)

* Birde birilerini direk Allah' a havale ediyorum artık. O kullandıkları kelimelerini alıp boğazlarından aşağıya sokup, başka yerlerinden çıkartıcam zamanımı bekliyorum. Kimse ile bir derdim, tasam, çekememezliğim yok. Milletin ne yaptığını zerre umursamıyorum ben , merak da etmiyorum. Ama onlar ile aramızda kapanmamış hesap kalmayacak buda böyle bilinsin. Yutturucam o kelimeleri teker teker.

31 Ocak 2009 Cumartesi

Tuvalet kapısında beklemek



Şirkette 60 erkeğe 4 tane bayanken nasıl denk getiripte aynı saatlerde çişimiz geliyor anlamıyorum... 4 farklı birimde ve farklı binalardayız. Ama nedense hep aynı saatte tuvalette denk geliyoruz...! Sonra da tuvalet önünde laflamaya başlıyoruz. çünkü hepimiz biliyoruz ki yerimize dönsek kalkmaya üşencez, git gel yapmaktansa gün boyu konuşmadığımız için neredeyse tuvalet önünde günaydınlaşıyoruz. Sonra başlıyoruz beklemeye. Bazen bu bekleyiş oldukça uzun sürüyor, kişiye ve yapılan eyleme göre özellikle. Hatunlardan biri benim gibiyse kendime oyalanacak bir konu buluyorum, duvarlara bakıyorum, aynaya bakıyorum falan filan. Hele ben annemin tuvalette çok kalma diye uyarmalarına karşın çok severim tuvalette bişiyler okumayı. Ya ne bileyim öyle otur otur canım sıkılıyor sonra. Birde baktığın her yer aynı. Aynı noktalar, aynı köşeler, aynı kapı falan. Tabi iş yerinde öle kitabı alıp tuvalete giremiyorsun ama bu esnada cep telefonum imdadıma yetişiyor. Allah' tan bağırsaklarım bana ihanet etmiyor da bu işlemi çok nadir iş yerinde gerçekleştiriyorum. Alarm saati gibi çok düzenliyimdir bu konuda.
Bizde kendi aramızda bu çiş mevzuunuda bir türlü oturtamadık, hep ama hep denk geliyoruz. Hoş regl günümüz falan değil ki bu birbirine göre ayalansın. Mesela ben o konuda da özürlüyümdür azıcık. Hatırlayamam, düşünürüm düşünürüm pazartesimiydi salımıydı, yok yok o gün şu olmuştu falan... türevleri vücudumda olan biten bir şeyi bilemem. Çok kafama takıldı ise evde ablama sorarım sen ne zaman olmuştun? diye. Ondan bir gün önce birgün sonra benim ki denk geldiğinden, tarihleri öyle hesaplayabilirim. Düşünsenize dünyadaki kadınların aynı gün regl olduklarını... Dünya çekilmez be. Ah konudan yine saptım. Bugün nedense bütün iğrençliğim üzerimde işten de atılıcam büyük ihtimalle, sıra bekliyoruz tüm sadık arkadaşlarla. :) O nedenle çok boktan espiriler yapabilecek kapasitedeyim şuan...
Bu tuvalet mevzuu hakkında bir yazı okumak isterseniz de Irazın yazısını taviye edebilirim özellikle son paragrafı mükemmel :)) ve başka bir tane da geçen aylarda mailime düşen bir yazı (burak niye aklıma sen geldin bu esnada bilmiyorum artık :) )
"İŞEME SANATI ÜZERİNE
Kisi dünyada iseyen tek varlik olduguna inanir. Bu yüzdendir ki umumi tuvaletlerde aktivitenin sesini duyurmamak için çesitli sebeklikler yapar. Özellikle kadinlar tuvaletinde bu tür tavirlara sık rastlanir. Kadinlarin penisleri olmadigi için çislerinin hedeflerini tutturmakta erkekler kadar basarili degillerdir. (Erkekler sidikleriyle isimlerini yazmak, klozetteki suyun etrafinda dolandirarak eglenmek gibi lükslere sahiptir.) Bu yüzden bayanlarda çis genelde suyun tam ortasina denk gelerek inanilmaz bir gürültü çikartir. Bunun yaninda bir de dogal iseme sesi vardir (bayanlarda). Bu ikisi birlestiginde umumi tuvaletlerde yahut misafirlikte "sorrrrrr" sesini çikartmamak icin çabalamalar baslar. Dikkatlice kulak kabarttigimizda "şırrr" diye ufak bir ses duyariz. Bunu "şırıl" sesi takip eder. şırr.....şırıl...şışırıll takriben 15 saniye kadar sürer. Eger hala isemenin dogal oldugunu farkedememis bir kisiyseniz, bu durumda isemeye baslamadan önce pozisyonunuzu alip, sifonunuzu çekip, sifon gürültüsü bitmeden yangindan mal kaçirircasina "şorul şorul" iseyerek kurtulabilirsiniz.
Bayanlar tuvaleti, enfeksiyonlara daha duyarlidir. Iserken oturmak zorunda olan bayanlardan bir kisim kit zekali olanlari oturmaya çekinerek "havadan yapma" pozisyonunu tercih ederler ve deligi tutturamayip kenarlara siçratirlar. Yer gök çis olur.Ardindan tuvalete giren bayanlar ise önce ana avrat düz gidip, sonra kit zekalinin taktigini uygulamak zorunda kalirlar. Bu taktik görüldügü kadar kolay bir sey degildir. Hele ki uzun müddet çisinizi tuttuysaniz iki ince bacak üzerinde dakikalarca "S" seklinde isemek bir kabusa dönüsebilir.Bu kit zekalilara önerim ise tuvalet kagidiyla klozeti kaplayip, o sekilde rahatlamalari ve kendilerinden sonrakileri spastik sekillerde isemek zorunda birakmamalaridir.
Erkekler tuvaletinde gürültü sorunu daha az yasanir. Erkekler zaten birbirlerinin yaninda osurmak,geyirmek, burun karistirmak hatta "kiliç" yapmak (beraber iseyerek çis çarpistirmak) gibi igrençlikleri yüzyillardir büyük rahatlikla yaparlar. Pisuvarlarda yanyana iseyen erkeklerdeki ortak özellik nedense hepsinin tavana bakmasidir. Bunun sebebi yanindaki kisinin heybetiyle aniden karsilasip kendine olan güven duygusunun eksilme korkusu olabilir.
Pisuvarlar ilginç yaratiklardir. Içinde naftalinler bulunur.Normal bir erkek icin en büyük zevk sidigin siddeti ile bu naftalinleri saga sola attirip, çesitli oyunlar oynamaktir. Hele ki sizden önce iseyen biri pisuvara bir izmarit atma büyüklügünü göstermisse naftalinlerle filan hiç ugrasmazsiniz. Sigarayi bir düsman gemisi belleyip, bir iseme seansinda parçalayip, kagidi bi tarafa, tütünü bi tarafa gelecek sekilde mat ettiginiz takdirde sizden mutlusu olamaz. "Ne kadar sallarsan salla, dona düser son damla" lafi artik bir ayrinti olmaktan çikmis, hatta boku dahi çikartilmistir.
Fakat sallama metodlari üzerine düsünülebilir. Bir kisim; eliyle bizzat tutup sallamayi tercih ederken (en kalabalik grup budur),bir kismi ise orta parmakla, yukaridan sert fiske darbeleriyle çalisir. Hiçbir seyi tutmayip sadece kendilerini sallayan bir grup da olsun isterdi gönül. Komik olurdu, yazardik... ((:"

19 Aralık 2008 Cuma

bütün günleri beyaza boyayın... ama bir tanesi siyah kalsın...



“ Ölüm kadar zordu gözlerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Son kadehlerim oldun bazen
Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim
Şimdi ellerinden uzak olduğum kadar uzağım kendimden,
Hiç bitmemiş siyah beyaz bir puzzle gibi hayat
Parçaları birleştirmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye titriyor ellerim.
Ölüm kadar zordu ellerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Ayrılık şarkıları oldun bazen
Bazen buralardan kaçış sebebim
Şimdi beyazlar dans ediyor saçlarımda
Seyretmediğim siyah beyaz bir film gibi hayat
Seyretmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye dinmiyor gözlerim
Ölüm kadar zordu gidişin
Ne benim oldun ne aklımdan çıktın.”
Özdemir ASAF
bazı şeyleri duymayı kaldıramayacagını bilerek bunu benden isteyen tek insana... ŞEREFE... Daha temiz olan kirliyi (!) iteklesin... Bir insanı olduğu gibi kabullenmeyip, kendi kalıbında olmadığını anlayınca vazgeçen birine...

7 Kasım 2008 Cuma

son ayrılık

Bu son ayrılığımız olacak bir tanem,
Çünkü kavuşamayacağız bir daha...
En güzel giysilerimi giyemeyeceğim gün doğarken,
Gülümseyemeyeceğim aynalara...
Öylesine yürüyeceğim yollarda,
Öylesine sessiz sakin...
Acelem olmayacak ilk sigaramı yakarken, Deliler gibi çarpmayacak kalbim
Başkasını sen sandığımda
Sonbaharı seveceğim en çok,
İçim sızlamayacak seni düşlerken,
Yeni hiçbir şey olmayacak hayatımda,
Dargın olacağım umutlara...
İkimizde alışacağız bu acıya bir tanem, Çaresizliği de seveceğiz bir zaman sonra... Herşey bizden önceki gibi olacak...
Şarkılar ne kadar zalim olsa da...


* mazilerden çıkıp gelen bir şiir...

28 Ekim 2008 Salı

Bugün yıkığım biliyormusun?

Bugün yıkığım biliyor musun..?
Bezginim, çaresizim, umutsuzum...

Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir deli otlar büyüyor içimde...
Sancılıyım, yorgunum, kederliyim...
Bu halini sevdim gitme kal...
Çamurlar çirkefler içindeyim...
Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir dayak yemiş adamım şimdi...
Bezginim, kararsızım, yılgınım...
Al götür beni o kayıp gecelere...
Yeter ikimize yalnızlığım...
Bırakma beni insanlar kötü...
Bırakma beni Korkuyorum...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

22 Ekim 2008 Çarşamba

peki öyle olsun... o halde yokluk benim bu aşk büründüğüm son kimlik olsun...



Beni kaybetme korkusu yaşatmadığım veyahut yaşatamadığım tüm aşklarıma... çünkü yırtınsam da huyumdan mı, suyumdan mı, tipimden mi bilemiyorum ama garanti eş / sevgili pozisyonlarına düşüyorum. Sonra da gidene peki git derken, dönene ertelenmiş anları yaşamak için geç kaldığını belirtiyorum her zaman.
Benim puzzle mda bir parça hep eksik kaldı ve ben kartondan yeni bir parça yaratıp yamamaya çalıştım.
ve ensevdiğim kitaplardan birinin birkaç cümlesi ile bitiriyorum lafımı...
"Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..."
cezmi ersöz / Şizofren aşka mektup

11 Ekim 2008 Cumartesi

Bir dakika bir dua


Tanrıdan gururumu yok etmesini istedim. Tanrı "Hayır. Gurur benim yok edebileceğim bir şey değil, senin bırakabileceğin bir şeydir." dedi.
Tanrıdan sakat çocuğumu iyileştirmesini istedim. Tanrı "Hayır. Onun ruhu sağlam, vücut o kadar önemli değil, o geçici bir şeydir." dedi.
Tanrıdan bana sabır vermesini istedim. Tanrı "Hayır. Sabır büyük acılar çekilerek öğrenilebilecek bir şeydir. Sabır verilmez, hak edilir." dedi.
Tanrıdan beni mutlu etmesini istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sadece nimetlerimi sunarım, mutlu olmak sana bağlı." dedi.
Tanrıdan beni çektiğim acılardan kurtarmasını istedim. Tanrı "Hayır. Çektiğin acılar günlük kaygılarının önemsizliğini anlamanı, onlardan uzaklaşmanı ve bana daha çok yaklaşmanı sağlar." dedi.

Tanrıdan ruhumu olgunlaştırmasını istedim. Tanrı "Hayır. Kendi kendine olgunlaşmalısın, ama meyvelerini alman için yardım edeceğimden emin olabilirsin." dedi.
Tanrıdan hayatı sevmemi sağlayacak her şeyi istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sana hayatı vereceğim, böylece hayata dair her şeye sahip olabilirsin." dedi.
Tanrıdan, tanrıya duyduğum sevgiyi, başkalarına da duyabilmeyi istedim. Tanrı şöyle dedi: " Nihayet doğru bir şey istedin."
Ruhu olgunlaşmamış bir kul tanrıya hep "ver bana..." ile biten dualar eder, olgunlaşmış bir ruh ise "vermemi sağla..." diye bitirir dualarını...
* Steve Goodier'ın "Bir Dakika Hayatınızı Değiştirebilir" adlı kitabından alınmıştır.
Bugün dua edin istedim sadece yüreğinizden kopup gelen çığlıklarınız derin isteklere dönüşsün.

26 Eylül 2008 Cuma

öp beniiiiii....


Benim ilgi bekleyişlerimde aynen aşağıdaki hikaye şeklinde. Milletten sevgi arayışlarim, birşeyi kırk kere söyleyince mi anlamı kalmıyor yoksa benim mi beklentilerim fazla bu ölçüde tam çözemedim ama ne zaman ben ilgi bekliyorum, özen istiyorum, üzerime düşülsün diye çırpınsam mutlaka karşımdaki iki pışpışlayıp yarı yolda bırakıyor beni. Sonra alınganlıklarım ve içime kapanışlarımla kendimi yiyip bitiriyorum. Bu hikayeyi de ondan seviyorum. Kendimi görüyorum... Ben sevgi arsızı bir kubağayım... ve biz çoğu zaman elimizin altında tutmak istiyoruz herşeyi. Birgün onları kaybedebileceğimiz aklımıza bile gelmiyor., hep yanımızda olmalı sanki sevgilerimiz, dostlarımız bile... Sonunda da altın kafesteki kuşu öldürüyoruz içe kapanışlarıyla...



Yol kenarında duran bir kurbağa, karşı kaldırıma geçmekte olan bir kişiye seslendi:
- “Bir dakikanızı rica edebilir miyim? Lütfen” dedi.
- “Ben çok güzel bir prensesim. Beni öperseniz, bir anda değişeceğim ve eski durumuma dönüp, prenses olacağım. o zaman herkese ‘Bu cesur adam beni kurtardı’ derim.

Adam kurbağayı eline aldı, gülümsedi ve cebine koyduktan sonra yoluna devam etti. Bir süre kurbağa yeniden konuşmaya başladı:
- “Lütfen inanın bana, be gerçekten çok güzel bir prensesim” dedi ve yalvararak ekledi :
- “Beni öperseniz,söz veriyorum, bir günümü sizle birlikte geçiririm.”

Adam yine gülümsedi ve kurbağayı yanıtlamaya gerek bile duymadan yoluna bile devam etti.fakat birkaç adım attıktan sonra kurbağa bu kez yalvarmaya başladı:
- “Ne olur öpün beni” dedi.

Adam kurbağayı cebinden çıkardı, ona yine gülümseyerek baktı.Kurbağa ise, yalvarmasını sürdürdü:
- “Ne olur bir kez öpüverin beni” dedi.
- “Göreceksiniz, o zaman birden, güzel bir prenses olacağım ve söz veriyorum, sizle tam bir yıl birlikte olacağım ve her dediğinizi yapacağım, her istediğinizi yerine getireceğim.”


Adam gülümsedi, kurbağayı yine cebine koydu ve yoluna devam etti. Kurbağa bu kez, adamın cebinden çığlıklar atarak bağırmaya başladı.
- “Niye öpmüyorsunuz beni, söylesenize?” diye haykırdı.
- ”Beni öpünce göreceksiniz, çok güzel prenses olacağım. Neden inanmıyorsun bana?” kurbağanın bu isyanı üzerine adam onu yeniden cebinden çıkardı, yüzüne yaklaştırdı ve kafasından geçenleri tane tane açıkladı:
- “İster peri, ister prenses de ol, fark etmez” dedi. sonra acımasız bir biçimde noktaladı sözünü:
- “ Benim için hiçbir şey, ‘Konuşabilen bir kurbağa kadar değerli olamaz.'

17 Eylül 2008 Çarşamba

Bir Adam, Bir Kadın, Bir Aşık

Anadolu’nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır.Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.

Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir. . . Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Kadın kocasının uyumasından emin olunca,sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer … Ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder.

Koşarlar iki sevgili….. kaçıyorlar. Tarlaları , ovaları aşarlar… Anadolu’da bir köy nasıl koşmasınlar ki.Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır. Namus belası, Töre cinayetleri, yoksulluk, cefa, korku. Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler. Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar.

Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki :

"Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor"

çıkartıp bakar ki…ayakkabısının içinde bir tomar para!
Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek,

"Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti" yaban elde muhtaç olmasın diye o yoksul köylü; bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu.
O güzel insanı, O onurlu davranışı sergileyen, O terk edilen adamı aslında hepimiz taniyoruz.
Çünkü O; bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi

Uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece …

A
şık Veysel


Sunay Akın TV8 deki bir programinda anlattığı bir hikayedir. sizinle de paylasmak istedim... Bazen sonun bittiği anlar vardır... Bu da onlardan biri...
Related Posts with Thumbnails

..