4 Haziran 2009 Perşembe

Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler








La Paragas'ın harika hizmeti; ‘Hayırlı Bir İş’ ile başlayan sesli blog yazıları fikri, görme engellilerin de blog dünyasının bir parçası olmasını amaçlıyor…

‘Tüm engelleri aşan bir tam olmalıydık’ ortak fikrinde birleşen bloggerlar;
Buraneros, Uzağa Giden Kadın, Bugünü Yaşama Arzusu, Kırmızı Günlük ve Evrenin Dünyası; fikre logo desteğini esirgemeyen Pinonun Yeri, teknik destek konusunda araştırmacı Erkan Bal ve fikri duyar duymaz sahiplenip, sitelerinde duyuran Kara Kalem, Ateş Böceği, Persona Non Grata, tutsak, delfina, Hayat İzlerim ve Gereksiz Yazar'la giderek çoğalıyor olmanın heyecanı ile bugün sizlere de soruyoruz:

Sizce de harika değil mi?
Ben fikri sevdim diyorsanız…

Fikir sahibinin izni var kulaktan kulağa yayılması konusunda...

Kendi sesinizden ya da sevdiklerinizin sesinden yazılarınızı bloglarınıza ekledikten sonra ‘konuşan kelimeler’ etiketi ile etiketlemeniz, yarınlarda oluşabilecek bir ortak blog platformunda buluşmamızı kolaylaştıracaktır diye düşlüyoruz….


Peki benim blogumda sesli kayıt olduğu nereden bilinecek diyorsanız, logoyu kullanmaya ne dersiniz?
Kararsız kaldım ne olur ki bunun sonu diyenlere, beyaz yavru tavşanın niyet kâğıdını okumaları tavsiye edilir...


Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler


Kulaktan kulağa oyununun gönüllü bir oyuncusuyum ben

Benim yüreğimden gelen senin yüreğinden duyulduğu gün

Gönülün gördüğünde buluşup

Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırında paylaşıyor olacağız hayatı…



Konuşan kelimelerin işiten yüreklerini çoğaltmak için

Biraz daha beklemek mi yoksa bugün hemen seslenmek mi?


________________________________________________






Fiziki yardımda bulunabilirsiniz
--------------------------------------------------------------
İzmir Görme Engelliler Kutaplığı'na ait 0 232 483 30 23 numaralı telefonla yardıkmlar için gerekli tüm bilgiler alınabilir. Yine Kitaplık'a ait www.izgok.org adresinden istenilen bilgiye ulaşılabilir.

-Ses stüdyolarında kitap okuyarak, CD’lere kayıt yapabilirler. Gönüllüler, isterlerse kendileri de kitap getirebilirler.

-Bu sıralar özellikle klasik romanlara ihtiyaç var.

-Kayıt yapacak gönüllü kişinin diksiyon ve ses tonu düzgün olmalı, akışkan okumalı.

-Çocuk dergisi Balarısı’na yazı yazabilirler. Latin alfabesiyle yazdıkları yazıyı zaten bilgisayarotomatik olarak Breyl alfabesine çeviriyor.

-Kitaplardaki yazım hatalarını düzeltebilirler.

-Sekreterlik yapabilirler.

-Bilgisayar, yabancı dil gibi dersler verebilirler. Şu sıralar özellikle matematik öğretmenine ihtiyaçvar.

-Kütüphane bir apartman dairesinde. Geniş bir yede taşınmaları için maddi destekte bulunulabilir.

-Kabartma basabilecek matbaa makinesine ihtiyaç var. Kütüphanede printer kullanılıyor. Matbaamakinesiyle binlerce kitap basabilirken, printer ile 100 kitap basınca printer bozuluyor.

-Kayıt yapmak için boş CD’lere ihtiyaç var

-Daha fazla eleman çalıştırmak için sponsorlara ihtiyaç var





İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü


Görme engellilerin talep ettikleri kitaplar okunabilir.

Gönüllü, okunacak kitapları kendi de getirebilir, ama kütüphanede yeterli kitap var.

Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var. Kayıt yapmadan önce bir deneme kaydı yapılıyor. Diksiyona ve tonlamalara dikkat ediliyor. Profesyonel aranmıyor.

Boş CD ve kasetlere ihtiyaç var. Devlet CD masraflarını karşılamıyor. Kütüphane tamamen gönüllülere bağlı.


Ankara Altınokta Körler Derneği Görme Engelliler Kütüphanesi


Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var.

Kütüphanedeki kitaplar okunuyor, gönüllü kendi de kitap getirebilir.

Her türlü kitap bağışlanabilir (ders kitapları, romanlar, dini kitaplar vs.)

Bilgisayar, teyp, CD player gibi ihtiyaçlar da var.


Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi

Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var.

Özellikle Can Yayınları, İletişim Yayınları ve Medis Yayınları’nın güncel kitaplarına ihtiyaç var.

www.gonulluokuyucu.yahoogroups.com adresinden her türlü bilgi ve ihtiyaca ulaşabilirsiniz.
Bu kütüphanelere destek verebilirsiniz

-İzmir Görme Engelliler Kitaplığı-0232 483 30 23

-İzmir Atatürk Devlet Kütüphanesi-0232 483 38 46

-Ankara Altınokta Körler Derneği Kitaplığı-0312 363 77 45

-İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü-0212 522 31 67

-Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü-0212 359 54 00


3 Haziran 2009 Çarşamba

Gidiş


Bir gün beni bırakıp gidersen eğer;
arkana bakma git bana yeter... 
Çünkü gözlerim dur der,
Belki de ellerim kalleşçe geri çağırabilir... 
Bende insanım,

ne olur!!!

Belki de ağlayabilirim...

Demişti zamanında birileri..........
Nasıl yalan.......

1 Haziran 2009 Pazartesi

Mektuplar / Adı saklı bir adam


 Adın bende saklı kaldı. Biliyormusun?. Seslenmeye bile korktum çoğu zaman... Kimseye söylemedim, bilmesin istedim, sen bana özeldin... Adını sadece senin gözlerine bakarak, sana fısıldamayı istemiştim. Kendimi sever gibi sevdim seni. Kendime bile söylemek istemedim bu aşktan vazgeçmeni. 


Bitme istedim.


Gitme istedim.


Gittin...

Korktum, gücendim, bende kaçmaya çalıştım senden. Denedim, uzaklaştım. Kaçmak için uğraştıkça, senden vazgeçememenin sancılarını yaşamaya başladım. Söyleyecek sözler bırakmadan ve bakmadan arkana, uzaklaşmayı tercih ettin ya... yediremedim... 
Kendi yüreğindeki yangınların ve hırslarının seni de eriteceğini bilerek gittin. Biliyordum seviyordun. Acıta acıta ve kendini kanata kanata yok olmayı seçtin. Yan istedim, acıların bitmesin, her zaman vicdanınla kala kal istedim işte. 

Kin değildi bu, sadece sana karşı bir öfkeydi. Defalarca rededilişimin acısını çıkarmak istedim. İntikam için değil. Kendi öfkemin bile içine sıkışıp kaldığım oldu. 

Mutluluğumuzu bu kadar ertelediğine inanamamışlıktı bu. Ertelemek dedim de, kimbilir belkide direk bitirdin. Tıpkı benden kaçmak için söylediğin sözlerin gerçekliğine inanmaya çalışarak. 


Bu kadar mutlu olma şansımız varken, biz bu kadar birbirimizi tamamlarken, şimdi ayrı gayrı olmak koyuyordu. 
Hayır! 
hayat adil değildi, sen gitmiştin. 
Ben bitiktim.

Seninle karmançorman olan hayatıma geri dönmeyi denedim. Ama artık hiçbirşey eskisi gibi gelmiyordu. Hep bir yarımlıktı duyumsadığım. "Şimdi o da olsaydı" şeklinde cümleler kurar olmuştum nicedir. Kendi kendime, bize ait bil dil geliştirmiştim, duymanı umut ederek. 

Seni isteyip, hayatıma seni mühürlemiştim.


Gitme demiştim,


Gitmiştin.

Şimdi bende yazacağım dediğim, ama gönderil(e)memiş diğer mektuplarıma bir yenisini daha ekliyordum.


Sancılar... Anne olmak...


Her dişinin sancı eşiği farklı farklı. Kimisi sessiz sedasız sıkarken dişini, kimi çığlık çığlığa haykırıyor. Hiçbir kadın birbirini tutmuyor. Sadece iniltiler ortak. Kadınların özel ve eşsiz varlıklar olduğunu düşünüyorum yine de. Allah bir mucizenin gerçekleşmesinde önemli bir rol üstlenelim diye yaratmış bizleri diyorum. Çevremdeki arkadaşlarımın hepsi sezeryan isterken ben inatla bıçak değmesin bedenime, iz kalmasın, kesilmek istemiyorum, o bir ameliyat şekli diye çırpınıyordum. Allah beni duydu... Duydu ama bu seferde 3 hafta gecikme ile doğum yapabildim. Bekle... bekle... her gün yaşıyor mu diye düşün, tekme attığı, hareket ettiği anları say, kendi yalnızlığınla ağlaş, kimsenin sana sarılmadığına dem vur, ota boka üzül, sorgula. Henüz kendin çocukken kürtaja karşı çıkan inançlarınla ve hep doğrusunu yaptığını düşürken, eşinin yanında olmayışı koyuverir  in-sana... Fedakarlık düzeyleri ne kadar ilginçtir kadında ve erkekte.

Son 3 hafta, her 3 güne bir kalp atışı dinlemeye gidiyordum, kendi başıma. Şimdi ne cesaret diye düşünüyorum... 19 Ekimde olması gereken bebeğim, 12 kasımda doğum günümden bir gün önce doğdu. (En güzel doğum günü hediyem benim, üstelik benim gibi akrepti) Eşim de doğuma ancak yetişti zaten. Gelen doğuruyo, gidiyor, ben bütün bir -öğlen-akşamüzeri-gece-sabah-tekrar öğlen tek başımayım, sancı çekiyorum. Kendimi avutucu cümlelerim; "bak efsa birçok insan senin şuan ki imkanların bile olmadan, ne ilkel şartlarda doğum yapıyor, hem kendin istedin pişman da değilsin bu yönde, üstelik bütün bunlar geçip gitmese onca kadın ikinciyi mi doğururdu. Sonuçta seki tane doğuran var. Sık dişini kızım, senin acı eşiğin de yüksek hemn, yaparsın bıdı bıdı..."  (Biz kadınlar valla eşsiz ve mucize yaratıklarız. Değerimizi bilin :)) Neyse kendimi bir yana bırakıp, daha genelleme yapayım)

Öte yandan bu sancılarını çekerken tek düşündüğümüz bebeğimizin sağ salim doğmasıdır ilk anlarda. Sonra ki anlarda ise işin boyutu biraz değişir. Bu noktada bedeninizin sınırını görürsünüz. Ve sadece istemenin yeterli olup olmadığını... Bedeninize hükmedemenin, kontrolünüzü yavaş yavaş yitirmenin verdiği ezikliğini de yaşayabilirsiniz... Vazgeçme noktasına gelirsiniz son anlarda; kendinizden, bebeğinizden... Bitsin istersiniz, her şey bitsin, öleyim kurtulayım. (ama beni sezeryan yapmasınlar Tanrım lütfen lütfen)

Bir yaşamı dünyaya getirmek için bedeniniz ızdırapla kıvranıyordur. Bir yaşamın doğuşunun, bir başkasına acı verdiğini anlarsınız. Kendinizi telkinler de işe yaramaz çünkü bir zaman sonra. Bulduğunuz bahanelerin hiçbiri size fayda sağlayamaz o an. Kendi kanınızdan bir bebeğin az sonra kucağınızda olması bile bir şey ifade etmeyebilir belki. Siz sadece bitsin istersiniz. Biter daha sonra. Üstelik umduğunuzdan kolay olmuştur o doğum esnası. Oysaki ne çok korkutmuşlardır gözünüzü. Ödünüz sıdar, çocukluk zamanlarınızdan beri. Peki o an siz kötü bir annemisinizdir? Sadece kendi acısının sınırına dayanmış bir canlısınızdır belki sadece. Defalarca bitecek mi diye düşünüp, kendinizi avuttuğunuz saatlerde, geçmeyince ve sürekli arttıkca acınız, ölümü düşlemek çok mu bencilce geldi size? Ama nedir size hep öğretilen; Sen dayanmalısın, o acıyı çekmelisin çünkü bir canlı dünyaya getireceksin. Oooo annesin sen, anneler şöyle yapar, böyle yapar. Yakışıyormu bunları söylemek sana, ne biçim bir anne bu, xxx kişiyi gördünmü hiç ilgilenmiyor.......... 

Bitti dersiniz... Nefes almak nedir bir kez daha anlarsınız... Bebeğinize bakarsınız. (ben ilk ufak bir popo gördüm tepetaklak ayaklarından tutulmuş) Gülümsersiniz, şükredersiniz Allah' a... Sonra belki benim gibi saate bakarsınız ve o baktığınız anı hiç unutmazsınız. Hoşgeldin dünyaya bebeğim dersiniz içinizden. O an bebeğinizin ilk bakımı yapılıyordur... (bebeğim çok temiz bir bebekmiş diye düşünmüştüm ben. Diğer yeni doğan bir başka bebeğe bakarak) 

5 dakika sonra odanızdasınızdır. Bir 5 dak sonra da bebeğinizi kucağınıza verirler. (Onu kucağıma alır almaz ağlamaya başladım sebepsiz. Kıpkırmızı yanakları vardı. "Bebeğimmmm" "Çilek gibi yanakları..." demiştim ilk, sevinmiştim...)  

Her şey unutulur... Allah' ın insanlara verdiği en büyük özelliğin unutmak olduğunu düşünürsünüz.  İyi ki dersiniz doğurmuşum bu bebeği. Çekilen tüm acılara değer bişiydir o an çünkü. Ölmeyi istemek, bir yaşamdan vazgeçmek istediğinize şaşarsınız. O benmiydim dersiniz? Hemen çıkarır atarsınız o size yakıştırıl-a-mayan giysiyi üzerinizden. 

Sonra sıra emzirmeye gelir. Herşey sil baştan yaşanır... Acı tarifsizdir. Bir yaşamı dünyaya getirmek ne denli acı ise, emzirmenin verdiği sızı da öyledir. Bir an önce doysun bitsin istersiniz. Tamam birinin size ihtiyaç duyması, göğsünüze yapışması, bencilce de olsa insani bir haz verir insana. Güzel bir bağdır arada kurulan, ama acı öyle bir şeydir ki... 

Bir küçük yaşam için fedakarlık nerede başlar? Bedeninizde ki acının son bulmasını dilemek, sizi anneliğe layık mı buldurmaz? Anne olmak ne demektir peki... 


* Sevgili Joa' nın aşağıdaki yazdığı metini okurken, düşüncelere dalıp "anne olmak nedir?" sorusuna; cevaben verilmiş bir doğum anısıdır...

"Oğluna bu kadar aşık olan ben, nefret ederdim onu emzirmekten. İnsanların yere göğe sığdıramadığı, anne ile çocuk arasındaki en güçlü bağ dediği emzirme eylemi, benim için işkenceydi. Suçluluk duyar, kendimi zorlardım sevmek için bu işi. Olmadı. Elbette ki ben sevmiyorum diye oğlumu mahrum etmedim anne sütünden. Bilim vardı ortada, sağlık vardı, gerçekler vardı. Ama sanki anlamış gibi benim nefretimi, 3.5 ay sonra bıraktı anne sütünü. Uğraştım didindim, istemedi.Belki de benim kadar o da nefret ediyordu. 

Bu beni kötü anne mi yaptı? Kimilerine göre öyle. Bence değil. İçgüdülerimle savaştım, aklın yolunu seçtim. Ama soranlara da “Artık emmiyor, ben de zaten nefret ediyordum bu işten,” dedim. Gözleri kocaman olurdu insanların şaşkınlıktan. “Ama annesin sen!” Evet, anneyim. Böyle daha mı az anneyim acaba? Eksiliyor mu anneliğim? Nerede başlıyor benim sorumluluğum, nerede bitiyor? "   


30 Mayıs 2009 Cumartesi

Bedenin sana ait!



"Size çok sevdiğim ve yaklaşık 5 yıldır yayımlarını takip ettiğim bir kadının bilgilendiren bir yazısını aktarmak istedim. geniş içeriğe www.beni koruyun.com dan ulaşabilirsiniz. Özellikle çocuklarınıza anlatabileceğiniz uygun bir dille yazılmıştır. Dilerim gerek olmaz ama bilgilendirmekte yarar var diye düşünüyorum."

"Maalesef bazı yetişkinler onlara duyduğun güveni kötüye kullanabilirler. Yanlış yapan sen değil, istemediğin bir biçimde sana dokunan kişidir. Cinsel taciz daha büyük, daha yaşlı, daha güçlü kişilerin işlediği bir suçtur. Kendini suçlama ve kimsenin de seni suçlamasına izin verme."

İyi dokunma, kötü dokunma, gizli dokunma: Bedenin sana ait!

Öncelikle, kimlerin sana dokunabileceğine, öpebileceğine ve sarılabileceğine senin karar verme ve “hayır” deme hakkın olduğunu asla unutma!

Birisi sana uygunsuz biçimde dokunduğunda:

“Hayır” de ve o kişiye yaptığından hoşlanmadığını, dokunmasını istemediğini söyle.

Hızla o kişiden uzaklaş. Hoşlanmadığın bir şekilde sana dokunan kişiden kaç. Bir daha bu kişiyle asla yalnız kalma.

Yardım iste. Çığlık atabilirsin.

Kendine inan. Sen yanlış birşey yapmadın.

Birisi sana uygunsuz bir şekilde dokunursa, olan biteni güvendiğin birine anlat. Tehditlerinseni korkutmasına ve sessiz kalmana neden olmasına izin verme.

Birisi sana dokunur ve bunu aranızda sır olarak saklamanızı isterse kendine şu soruyu sor: “Bu sırrı saklamak beni rahatsız ediyor mu?” Seni rahatsız eden hiçbir sırrı saklama. Anne-babana, bir akrabana, öğretmenine, doktoruna ya da güvendiğin başka bir yetişkine durumu anlat. Anlattığın kişi sana inanmazsa, güvendiğin bir başka kişiyle konuş, birisi sana inanıp yardım edene kadar vazgeçme.

Tehdit veya tacizde bulunan kişiden uzak durmak için elinden geleni yap. Kendini rahatsız veya güvensiz hissetmene neden olacak biçimde sana dokunan kişi ile yalnız kalma.

İyi dokunma

Sevdiğin kişilerin sarılması ve öpmesi güzel birşeydir. Örneğin:

Uyandığında annenin sana sarılması ve öpmesi.

Babanın iyi geceler dilmek için sarılması ve öpmesi.

Anneanne ve büyükbabanın ziyarete geldiklerinde herkesin birbirini kucaklaması ve öpmesi.
Kötü dokunma

Kendini rahatsız hissetmene neden olan dokunmalar genellikle kötü dokunmalardır. Birisi sana istemediğin bir şekilde dokunduğunda bunu gizlemek zorunda değilsin. Kendinin kötü olduğunu düşünme. Kötü olan sen değil, sana kötü bir şekilde dokunan kişidir. Bedenin sana aittir. Sen istemiyorsan kimse sana dokunamamalıdır. Kötü dokunmanın ne olduğunu bilmek ister misin?

Canını acıtan dokunma kötü dokunmadır.

Dokunulmasını istemediğin halde sana dokunulursa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi kendini rahatsız hissetmene neden oluyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunma senin korkutuyor ve sinirlendiriyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Birisi seni kendisine dokunmaya zorluyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu hiç kimseye söylememeni istiyorsa, bu kötü bir dokunmadır.

Dokunan kişi bunu başkasına söylersen sana bir zarar vereceği tehdidinde bulunuyorsa bu kötü bir dokunmadır.

Maalesef bazı yetişkinler onlara duyduğun güveni kötüye kullanabilirler. Yanlış yapan sen değil, istemediğin bir biçimde sana dokunan kişidir. Cinsel taciz daha büyük, daha yaşlı, daha güçlü kişilerin işlediği bir suçtur. Kendini suçlama ve kimsenin de seni suçlamasına izin verme.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Nokta




Biliyormusun?

Senin için:
Gözlerim tutku olsun istedim,
Ellerim güven,
Saçlarım parfüm,
Boynum huzur,

Uzattım beklentisiz,
Zeytin dallarımı her defasında...


İstedim.
Vatanından sürgün edilmiş gibi yürümemeyi
Sessizce yanında.

Biliyormusun?
Nece zamandır,
Öfkemin uyanışını duyuyorum içimde.
Bak! nefes alıyor.
Hırıltılı.
Kuşkunun bıçağını sivriltiyorum.
Bir yanım delir, deşil, çürü, kanat kendini istiyor.
Diğer yanım suskun.
Gerçekten suskun
Git yanımdan,
Kanasın dudakların arzudan.
İhtişamına rağmen cılız senin yüreğin.
Yanıma yakışmıyor.

Şimdi :)
Yetiyorsa gücün, uyandır tüm şehri uykusundan.
Ama ilk önce kendin uyan,
İçinde kaybolduğun dünyalardan.

Artık;
Kokumun sineceği yastıklarda uyuyamayacaksın
Ve uykuların kaçınca yanıma sığınamayacaksın.
Katmanlarına inemeyeceksin saçlarımın
Ve dehlizlerinde barınamayacak gözlerimin.

Ben;

Dudaklarımı azad ediyorum zindanlarından...


GİT ŞİMDİ...

Gölgen düşmesin daha fazla üzerime...

Artık senin hiçbir şeyine dilenci değil ellerim.


Ve gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim.
Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana değmezdin!
.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Ve




Ve ben!
Hapsedip tüm virgülleri bağlaçları kullanıyorum artık...!

Ve sen!
Aslında zafer sandığın yengilerine bir yenisini ekliyorsun...!

Ne yazık... 
Kendini kandırıyorsun!!! 



Söyle şimdi:
"Hangi tülbent süzmeye yeter, içimdeki kuşkunun o tuzlu tortusunu?"


Related Posts with Thumbnails

..