28 Eylül 2009 Pazartesi

Dumur Anlarım 3



    • Bir kozmetik merkezinin içindeyim. Alacaklarımızı aldık çıkacağız. Kasadan geçtim, önümdeki kişi otomatik açılıp kapıdan geçti, bende geçerim diye hesapladım. Ama geçemedim. Kapı beni görmeyip, zaten ufak tefek olan burnuma pısss sesi ile kapandı. O yeniden açılana dek, burnum kanamaya başlamıştı bile. :)))
    • Geçtiğimiz yaz moralimin bozuk olduğu bir sabah kaldırımda karşıdan karşıya geçmek için trafik lambalarını beklerken, maksimum reklamlarında ki gibi ellerini yana açıp aniden önüme zıplayan adam bana: "Devlet gibi hatunsun, maşallahh" demişti... Bende "hiiiyhhhhh" dedim, hızlı adımlarla uzaklaşmıştım. :))))))
    • 2 Hafta önce akşam dans kursundan sonra eve arka kapıdan bir heyecanla girip, ablama seslendim "abla xx abi (sevgilisi) de yurtdışına gidince sende tangoya gelsene" demek isterken, "abla xx abi de..." dedim kalakaldım. "eeeeee" dedi xx abi koltuktan gülümseyerek... Kıvırıncaya dek akla karayı seçti beynim...
    • Yine bir gün arkadaşımda kaldım. Onun evi de şehrin işlek bir caddesinde. Biz tıngır mıngır yürürken sen benim topuk kırıl. Ama öyle böyle değil, Bildiğin o 3-4 cm lik topuk orada kaldı. Ufak bir sendelemeden sonra, arkamızdaki topuk parçasına baka baka, gülerek ama almaya ikimizin de cesareti olmayarak devam ettik. Hemen en yakın ucuz bir ayakkabıcıya attık kendimizi. Ertesi gün olduğunda yine aynı yerden geçiyoruz. Geçmeden önce de yine dalgasını geçtik acaba biri görmüş müdür, bilmem ne diye. Sabahın erken saatleri olduğu için güvendik bir şekilde. Olay mahallinden 5-6 adım geçtikten sonra, adamın biri arkamızdan seslendi:

    - "Pardon bakar mısınız... Pardonnnnn... Dün topuğunuzu düşüren sizdiniz sanırım, buyrun topuğunuz, bir tamirciye götürürseniz yapılabilir" dedi...

    Kırık topuğu gülmekle ağlamak arasında bir modla adamın ellerinden aldım... Adam ayakkabıcıydı...

    • Lise zamanlarında okula giderken, otobüsün arka koltuğuna oturduk arkadaşlarla. Ben tam orta tarafa denk geldim. Ama tutunacak bir gram demir olmadığından, ani frenle kendimi öne doğru giderken bulmam bir oldu. Arka koltuklardan en yakınına tutunarak durabildim.
    • Büyük bir alışveriş merkezinin yemek bölümünde B. ile oturuyoruz. O zamanlar dondurmaların üzerindeki kaşıkları, katlanabilen plastik bişiydi. Ben avucumdaki kutudan bir kaşık alıp yiyecekken... sen kaşığın bir kapanası gelsin... Suratımın dondurmaya bulanmasına mı gülsek, yoksa bunu temizleyecek bir peçetemizin olmayışına mı ağlasak bilemedik. Bir sürü insanın arasından bir melaike çıktı da bana peçete verdi temizleyebildim.
    • İçi çay dolu bir demliğin kapağı ben üzerine tutunup elimi ısıtırken birden bire demliğin içine giriverdi. Tabi kapağın ardından da benim el... Elimi çekeyim derken çayın bir miktarını döktüm üstüme ve sobaya. Soba söner gibi oldu, bir sürü duman çıktı. Sonra kapağı çıkartayım derken, beceremedim. O nasıl olduğunu anlamadığım şekilde demliğin içine giren kapak, şimdi çıkmıyor.. Annem babam uğraştı yine çıkmadı. Ama hepimizin üstü başı çay oldu.
    • Küçükken balkon demirlerinin arasına kafamı sokmuş, sonra da çıkartamamıştım. Annemler beni öyle bulana kadar balkon demirlerinin arasında melendim resmen. Bu da yetmezmiş gibi eteğimin üstümde bir kırk ayak gezinmeye başlamıştı.

    Resim alıntı

    Daha önceki dumur anımşurada ve şurada

23 Eylül 2009 Çarşamba

Sen Gidiyordun


Sen gidiyordun…

Ve ben her seferinde “Gel” diyordum…

Gel!

Hayatı birlikte yaşayalım, öğrenelim, tadalım dediklerimde; sen an-lara kaptırıp kendini, bencilliğin ile yaşıyordun.

Ve ben bütün bu benmerkezciliğine, yeri gelip umursamazlığına rağmen yanında kalıyordum…

Sen gidiyordun…

Ama işte;

Umut gitmiyordu.

Anlatılmıyordu yoksunluğun… Vuslatım olacakken, hasretin bekçisi oluyordun… En umarsız yaralarımın sebebi oluyordun…

Sen gidiyordun…

Ben kanıyordum…

Arada bir cani gibi durup izliyordun beni. Güzelliğime, tatminkarlığını ve doymuşluğunu katıyordun…

İçimde bir çığ büyüyordu…

Sen gidiyordun…

Anlatamıyordum…

“Oysa aşk bu değil miydi? Bile bile yaşama riski” diyordum… Sonunu boş vererek yaşamak isterken seninle; hep bir mesafenin ardından ulaşıyordun bana. Ama yanaşmıyordun kıyılarıma. Kendimi med-cezirlerinde hissettiriyordun.


Sen gidiyordun…

Bir aşkı başlaması ile anlamlaştırmak isterken, biz bitmesi ile yapıyorduk bunu…


Sen gidiyordun…

Ve benim için;

Bir tragedya başlıyordu…



@ Bayramı telaşlı geçiren Efsa...


resim alıntı

19 Eylül 2009 Cumartesi

Kış Yaklaşıyor


Kış yaklaşıyor...

Çok boş boğaz olunca insan; aklı direk soğuğa değil, yemeğe gidiyor. Kış benim için ıspanak ve pırasayı ifade ediyor. Bayıldığım tek sebze olan ıspanak mevsimi geldi derken, hain pırasa oradan sinsi sinsi gülümsüyor. Aslında onu da seviyorum, ama limon sevmeyen bünyem! Annemin tencereye bolca sıktığı limon suları yüzünden ekşiyor... Kış geliyor ve kuru fasulye ve nohutta her hafta pişirilenler listesinde ilk 10 a giriyor. En son kendinden bıktırıyor. Barbunyaya tapılıyor, özleniyor...

Kış yaklaşıyor...

Kış benim içim birazda çanta, çizme ve şapka üçlemesi oluyor. En sevdiğiniz giyim tarzı sorusuna kesinlikle binici kıyafeti diyebilen ben, iş yerinde öyle dar paça bir pantolonun üzerine çizmeyi çeksem işin sonunu tahmin ettiğimden pazarı ve akşamları iple çekiyorum. Belki 20 çeşit şapkam var evde. Ve yine hatırı sayılır bir çizme stoğu. Modacılara bunun için dua ediyorum ve Allah' a şükrediyorum suratım hemen hemen her çeşit şapkaya uyun sağladığı için... Kış yaklaşıyor ara ara üşüyen içimiz sıcak bir şapka da ısınıyor...

Kış yaklaşıyor...

Antalya da kar yağmıyor... En son 18 Şubat 2008 de ve ondan 15 yıl önce yağan kar unutulmuyor. Kış bize umut da getiriyor. Kar yapmıyor evet ama onun yerine "yaz sıcağının intikamını almak istercesine" 10 dakika içinde sokakları sel götüren bir yağmur yağıyor. Kırmızı topraklarla çevrilen iş yerimde çamurlara denk gelmemek mevsimi başlıyor. Kış geliyor ve bu mevsim herkesin ayakkabısından içeriye su giriyor.

Kış yaklaşıyor...

Sobalar kuruluyor... Evleri bir telaştır alıp götürüyor. Kestaneler, patatesler, sucuklar pişiriliyor. Ekmek arası sözcüğü kullanılıyor. Çorbalar önem kazanıyor. "Ah bir eve gitsemde annemin çorbasından içsem, içim ısınsa" düşünceleri yerleşiyor. Bazen çorbaya ekmek doğranıyor.

Kış yaklaşıyor...

Yemekten önce çay suyu konuluyor. Arada aaa kaynadı demlesene deniliyor. Yemekten sonra hazır oluyor. Çekirdekler de ayrı bir değerleniyor ve güzel sohbete, dizilere eşlik ediyor...

Kış yaklaşıyor...

Biraz daha yavaş parçalar seviliyor. Radyolar daha sık çalınıyor. Sohbetler yazlık mekanlardan evlere taşınıyor. Bir koltuk kapan seviniyor. Yayılınıyor...

Kış yaklaşıyor...

Trafik daha sıkışıyor. İnsanlara kış kasveti çöküyor. Gülümseyen suratlar azalabiliyor.

Kış yaklaşıyor...

Bir yaz rüyası kapanıp, bir kış masalı daha başlıyor

Ve Efsa ne hikmetse, hep kışın aşık oluyor... :)

@ Ailesini bugün kavuşacak Efsa... :)

resim alıntı

14 Eylül 2009 Pazartesi

Mektuplar / Yokluğun

Sevgilim,

127 gündür yoksun…

Biliyormusun yağmur yağmaya başladı artık buralara. Tüm yollar sel içinde. Sanki ben ağlayamadıkça, tüm şehir ağlıyor. İçim sıkıştıkça, şimşekler çakıyor…

Neden bilmiyorum… Hala hasta olmadım. Senin yanında peçete tutan parmaklarım, yokluğunda başıboş kaldı üstelik… Şimdi istesek de, elimi tutmaya yeltenen ellerine, avuçlarımın arasında ki peçetelerim denk gelmeyecek. Paylaşmak zorunda kalmayacaksın veya “bir peçeten kadar olamadık deyip” kızarmış gibi yapamayacaksın. Nazarın mı değmiyor nedir? Bilemiyorum…

Bildiğim tek şey: “Çok Özledim”

Yalnız şu da var ki; en çok sevdiğin yemekler önüme konduğunda ve bir lokma aldığımda, boğazıma takılı kalışını da biliyorum… Bir kokunun, beni şöyle bir alıp uzaklara götürdüğü anlarda, kaybolabiliyorum… Ya da bir müzik duyduğumda uzaklara mesela…

Senden kalan, seni hatırlatan...!

İçimdeki en yoğun his özlemin…

Zaman geçmiyor, yanıltıyor sadece. Önceden geçsin dediğim her saniyeye, secde edecek gibiyim artık. Keşke burada olsan… Keşke yine birbirimize randevu versek. Ve olabilecek tek derdimiz “nerede buluşsak” olsa… “Sensiz sokakların bile anlamı kalmadı” desem, inanırsın biliyorum…

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, çok insafsızsın. Hiç bir mektuba 36 adet zımba olur mu? Bozmadan açacağım derken, çıldırıyordum neredeyse…(Oysaki ben sana mektuplar zarftan çıkıp, düşmesin diye 5 tane zımbalamıştım.) Ama başardım biliyormusun. Hiç bozmadan ve yırtmadan zarfı; hepsini tek tek eğip büktüm, çıkarttım. Bir kağıt parçası bile değerleşiyor gözümde, sen oldukça dokunan…

Seni hatırlatan…

Seni çok özledim…

Uzakta olsan da her an seni görebildiğim, sen ses çıkarmasan da seninle konuşabildiğim için mutluyum. İçim rahat sevgilim.

Seni Seviyorum


Resim

11 Eylül 2009 Cuma

Tecavüz Üzerine



Tecavüz bir kadına ne gibi zararlar verir?

Fiziksel zararları gün be gün iyileşecektir elbet. Ya ruhsal-zihinsel? Kadını kendinden bile tiksindiren, arındırılamayacağını düşündürten, sindiren, aşağılayan zoraki bir eylem. İnsanın önce kendi vicdan muhasebesini yapması gerekir oysaki. Nasıl kıyılır da, zorla böyle bir zorbalık gerçekleştirilebilir ki? Karşısındakinin bir canlı olduğunu unutup da, nasıl gözü dönebilir?

Ya yasalar?

Bir kadın tecavüze uğradığında, eğer zanlı mağdurla evlenirse..... cezası hafifliyor!!! Buna yasada "etkin pişmanlık" deniliyor. Yaptığı şerefsizliği pişmanlık göstergesi adı altında hakime de inandırırsa vay mağdurun haline... Cinsel saldırıyı yapan şahıs mağdur ile evlenince 5 yıllığına cezası erteleniyor. 5 yıl sonra hala "evlilik birliği"! devam ederse cezai hüküm ortadan kalkıyor.!!!

(Neyse ki son zamanlarda bu yasa kadına daha yardımcı olacak şekilde düzenlendi. Yeni yasada böyle bir indirim söz konusu bile değil.)

Ama geçmiş zamanda, sadece tecavüz değil zorla alıkoyma /kaçırma eylemlerinde bile bunlar söz konusu idi. Yani "erkek kadını zorla kaçırıp, alıkoyduğunda: bu eylemi evlenmek için yaptıysa cezasında hafifletici neden olarak görülebiliyordu!!!" Ya kadının isteyip istememesi?

Ah birde olayın şu boyutu da var. Bu tecavüzü gerçekleştiren birden fazla sanık var ise, aralarından birinin mağdur ile evlenmesi dahilinde; hem kendi kamu davası ve cezası düşer, hem de diğer tecavüzcülerin tamamının davaları ve cezaları... Bu nasıl bir mantıktır ki bir evlenme ile tecavüz suçu ortadan kalkar. Bunun kadına manevi işkence gibi olacağı hiç mi düşünülmemiştir. Sen kalk zorla tecavüze uğra, sonra aralarından birisi seninle lütfedermiş gibi evlensin, diğer sanıklar beraat etsin, senin hayatın zindan olsun, ailen toplumsal baskılar yüzünden bir şey diyemezsin, sen suçluluk ve kirlenmişlik içinde bir gelecek kur. Bu mudur reva görülen...! Allah bilir tecavüzcüler, aralarından birisini kurban gibi seçmiştir!!!

Acı ama gerçek yaşlarımız kaç olursa olsun, tecavüze uğrayan bir kadın asla unutmaz. Üstelik bunları yaşatan şahıs / yada şahıslar serbest bırakıldı ise.....!!!

* Trajikomik bir olay: Hırsızın bir tanesi tecavüz suçlaması ile gözaltına alınınca bağırmaya başlar."Ben tecavüzcü değilim, hırsızım" Neden mi böyle bağırır... Cezaevlerinde tecavüzlerin çoğu şişlenmektedir de!! ondan. Hemcinsleri tarafından!



* Yazıyı daha önce Kadınlar Yazıyor da yayımlayan Efsa...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Çok iyi olma çelişkisi


Benim çoğunlukla battığım anlar, işte şunlar:

Çok iyi olmaya odaklanıyorum...

Çok güzel bir kadın,

Çok iyi bir eş/sevgili,

Çok iyi bir anne,

Çok iyi bir insan,

Çok iyi bir evlat,

Çok iyi bir kardeş,

Çok iyi bir arkadaş,

Çok iyi yemek yapan,

Çok iyi bir meslektaş,

Çok iyi sevişen bir kadın,

Çok düzenli bir insan;

Olursam;

Daha çok sevileceğim sanıyorum...!

Ha oluyor muyum?

Olduğum anlar elbette oluyor.

Ama sonra karşımdakinden de aynı özeni ve özverileri bekliyorum.

İşte bu noktada çamura batıyorum.

Kızımı, sevgilimi, babamı, annemi, her zaman birinci plana atıyorum ve bunu o istediği için değil. Benim onu orada görmek istediğim için yapıyorum. Ben zaten mutluyum biliyorum. Ama oda mutlu hissederse kendini, benimde mutlu olmam için ekstra kapılar açılacakmış gibi geliyor. Çünkü karşımdakini asık suratla görünce, ister istemez onun mutluluğuna, bir gülümsemesine çabalar halde buluyorum kendimi.

Bayrama ailem gelecek, yaz başında ablam ile kurduğumuz düzenden, anne ve babamın düzenine geçeceğiz. İyi bir kardeş olmayı ikinci plana atıp, iyi bir evlat olmaya daha özen göstereceğim. Bir yerde ne kadar istesem de kendi hayatımı değil, birilerinin yaşamındaki hayatımı yaşıyor gibiyim. Kimin kime dahil olduğu çok açık. Ama en azından kendi kararlarımı verebilecek, bunlarında sorumluluğunu üstlenebilecek kadar başarılıyım son yıllarda. Bazı arkadaşlarım diyor. İşte çık, gez, dolaş, eğlen. Ama benim mutluluk anlayışımda ya da huzurumda bunlar yok ki. Boş muhabbete gelip, birilerini çekiştirerek veya kakara kikiri kalabalık arkadaş toplantıları aramıyorum. Bunlarla neşe bulacağımı değil, boşa zaman geçireceğimi düşünüyorum ki.

Üstelik bunları en mükemmel şekilde yerine getirmek isterken, olmuyor. Birine yetişirken, öteki telefonum kapanıyor. Ben bunun orta yolunu bulma özürlüsüyüm sanırım. :)

Herşeyi geçerimde kızım... Ona iyi bir anne olamamaktan zaman zaman korkmuyor değilim... Bazen insanlara duyulan kırgınlıklar, başka insanlar ile de iletişimi kesebiliyor. Ve ben öyle bir inadım ki; kızımın sesini duyma pahasına, özlesem de onlarda kaldığı müddet boyunca aramıyorum. Bizim evimizi de arasınlar istemiyorum. Sırf bu yüzden içimde azda olsa bir pişmanlık gölgesi gelip geçiyor. Geçiyor, çünkü benim sınır noktalarıma geldiğinde insanları nasıl görmezden geldiğimi biliyorum. 2,5 yıldır tek bir kez bile aramadım. Ama şimdi okula başlayacak ve acaba okulda anneden bahsedildiğinde neler düşünecek. Ben onu nasıl, nerede göreceğim diye içim içimi yiyor. Beğenmeye beğenmeye arayacağım yani. Hafta içi görmek içinde Çarşamba günlerini zapt etmeyi düşünüyorum. Bakalım hayırlısı artık.


Sadece kafama takılan;

İnsan iyi bir evlat, anne, ev hanımı olmalı diyen bir annem var.

İnsan bir şeyde çok iyi olmalı diyen bir ablam var.

İnsan her şeyde iyi olmalı diyen bir beynim ve babam var.

İnsan çok çalışıp yavrusuna bakabilmeli, ona her defasında toleranslı davranabilmeli, yoksa neden bu dünyaya getirdi diyen bir yiğenim var.

Biz kocaman evde babamla konuşmadan anlaşırken, diğerleri ile çatışıyoruz.

İnsan sizce nasıl olmalı, kendi gibi olmanın dışında yani, karşıdakilerin beklentilerini, çevresel faktörleri veya maddiyatı da hesaba katarsak?


* Dün babasına işkembe çorbası yapıyorum, siz gelince yine yaparım derken; cevap olarak, “sizi çok özledim” diyen babasının sesinin tonunun titrediğini fark eden ve dünyada ikinci en büyük acının bir babanın ağlaması olduğunu düşünen Efsa…

* Annesi gelip, “dans kursu yetmedi de, bir de spor salonuna mı para vereceksin” demesine fırsat bırakmadan spor salonuna yazılan Efsa…


Resim

3 Eylül 2009 Perşembe

Süliet





Geldim yanına...!
Sülietimi indirdim.
Benim dediğim bir adamın evine.
Bir önceki sevişmenin kalıntıları ile dolu izlerini
ve başka bir bedenin kokusunu taşıyorken baktı suratıma!
Kan(a)mazdım...
Zorla ayırıp gölgemi o evden;
Gittim...

Biliyormusun BEN;
Başka kollarda,

başka yüzlerle,
başka bedenlerle
sen diye sevişiyorum...
artık...
pişman mıyım...?
biraz...
Sadakat de ihanetti değil mi sevgilim?
Tıpkı bana söylediğin gibi!!!


~~~~~~~

* Bir sürü taslağı olup, hikayelerini sonlandıramayan Efsa...


Related Posts with Thumbnails

..