29 Ekim 2008 Çarşamba

MUTLU YILLARA TÜRKİYEM




Gittiğim şehirlerde her zaman kocaman direklerdeki büyük Türk Bayraklarının resimleri çekerim. Bunu yaparken sanki onun gücünü hissediyorum, o dalgalanmaları görükçe için hayranlıkla kalaklıyorum her seferinde,tüylerim ürperiyor.

Ben bayrağımla gurur duyuyorum.

Ülkemle de gurur duyuyorum.

Neslim de gurur duyuyorum.

İyiki Türk' üm diyorum ve herşeye rağmen Türkiye de yaşıyorum.


MUTLU VE DAHA DAHA NİCE GÜZEL YILLARA TÜRKİYEM...



( ben de senin gibiyim akrebim ve yengecim ) :))


@ aşağıdaki resimler ikisi de farklı illerden birer örnek. ilk resim yaşadığım şehirden, diğeride izmitten.

28 Ekim 2008 Salı

Bugün yıkığım biliyormusun?

Bugün yıkığım biliyor musun..?
Bezginim, çaresizim, umutsuzum...

Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir deli otlar büyüyor içimde...
Sancılıyım, yorgunum, kederliyim...
Bu halini sevdim gitme kal...
Çamurlar çirkefler içindeyim...
Bırakma beni, insanlar kötü...
Bırakma beni korkuyorum....
Bir dayak yemiş adamım şimdi...
Bezginim, kararsızım, yılgınım...
Al götür beni o kayıp gecelere...
Yeter ikimize yalnızlığım...
Bırakma beni insanlar kötü...
Bırakma beni Korkuyorum...

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Lamba neden söndü...


Lamba neden söndü?

Onu rüzgârdan korumak için cübbemle örttüm,
İşte bu yüzden söndü.
Çiçek neden soldu?
Onu aceleci bir sevgi ile bağrıma bastım,
İşte bu yüzden soldu.
Nehir neden kurudu?
Yalnız kendim kullanayım diye bir yerine bent yaptım,
İşte bu yüzden kurudu.

Rübabın teli neden koptu?
Onun gücünü aşan bir nağmeyi üzerinde zorladım,
İşte bu yüzden koptu.

R. TAGORE



Bu şiiri çok sahiplenici ve kontrolcü bir yaklaşımda olan aileme okumuştum geçen sene. Ne garip bazı şeyler değişse de, biz zamana uyum sağlayan bireyler olsakta bulunduğumuz kültür yapısı, evimizde ki düzen hiç değişmiyor.

Annem şu son 1 senedir dul kadın sendromuna yakalanmış gibi. 2 kızı da ayrılınca eşlerinden millet ne derleri pek bir fazla düşünür oldu...aman şöyle yapmayın, böyle yapmayın, o sırtı açık şey çok açık değil mi, şu saate geç değil mi, aman boşverin gitmeyiverin, onlar gelsin... Halbuki işten eve evden işe geliyoruz gidiyoruz. İkimizin de sadece pazarı var ve nereye gitsek beraber oluyoruz. Ablamın bir sevgisi oldu bu arada ee çocukta evin kedisi gibi bizim evden çıkmıyor. Gayet medeni bir ortamda cümbür cemaat oturuyoruz, daha ne olacak. Ama yokkk çocuğun arabasını gören komşular ne diyecekler... Bu mevzuu uzun zamandır yaşamımızın bir parçası oldu. Aynı diyalogları çeşitli zaman dilimlerinde üzerine basa basa gündeme getiriyoruz.
Kim için yaşadığımızı bir anlayabilsem yada millet ne derleri sorgulayan annemin düşünce yapısını bir değiştirebilsem...
Oysa ki haklı taraflarının olmasına rağmen biraz daha mutluluğumuzun, yaşadığımız an' ların hevesini çıkarmamıza destek vermesini istiyoruz sadece.
Ama gerek hukuk sisteminde, gerekse çevre faktörünü umursayan aile yapısı yüzünden umutlarım giderek azalıyor... Ben bunları kabullenmeyecek kadar dışadönük bir insanım... yazık ben solup içime kapanırken annem bunları göremek bile istemiyor, o bizde olması gereken kendi çocuk tasvirini bize yaptırım gibi uygulatmaya çalışıyor şu yaşımızda...

27 Ekim 2008 Pazartesi

kıçını kır otur diyorlar, oturan kim...


Haksızlığa karşı bütün tepkiler aynı,

ama en güzel karşılık blogmanidan geldi bence.

dns adresleri hepimizin kurtarıcısı oldu.

yoksa ktunnel lerle cebelleşecektik sanırım.

blogmania/dnsadresilerideğiştirme' yolu ile

ve ikinci güzel şeyse serbestyazarlar.

İyi ki varsınız...!





22 Ekim 2008 Çarşamba

peki öyle olsun... o halde yokluk benim bu aşk büründüğüm son kimlik olsun...



Beni kaybetme korkusu yaşatmadığım veyahut yaşatamadığım tüm aşklarıma... çünkü yırtınsam da huyumdan mı, suyumdan mı, tipimden mi bilemiyorum ama garanti eş / sevgili pozisyonlarına düşüyorum. Sonra da gidene peki git derken, dönene ertelenmiş anları yaşamak için geç kaldığını belirtiyorum her zaman.
Benim puzzle mda bir parça hep eksik kaldı ve ben kartondan yeni bir parça yaratıp yamamaya çalıştım.
ve ensevdiğim kitaplardan birinin birkaç cümlesi ile bitiriyorum lafımı...
"Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun..."
cezmi ersöz / Şizofren aşka mektup

14 Ekim 2008 Salı

Yüzümle de konuşabilirim...


"kao de warau kokoro de naku" derler japonlar (acı ve üzüntüsünü hafif bir gülümsemenin arkasına gizlemesi - Yüzü gülüyor fakat kalbi ağlıyor)
Bende şu konumda aynen öyleyim. Hayatımın tam 7 senesini bu vaziyette geçirdim. Sürekli ruh halimi insanlara yansıtmamak için cebelleştim. Ama bir zaman sonra öyle bir noktaya geldim ki; ben şu halde daha çok üzülüyorum, sürekli kendimden veriyorum ve duygularımı yansıtmıyorum. Baktın bir bok olacağı yok, hala aynı saflıkla hareket ediyorum, bende vazgeçtim oynamıyorum. Karşımdaki kişilere ilk izlenimde her durumda gülümseyebilen bir varlık olarak tanımlanıyordum. Benimle tanışan herkezin ortak konuşması
- ya efsa gerçekten nasıl gülümseyebiliyorsun bu şekilde, onca şey yaşamana rağmen bu bakış açısına sahip insan çok az bulunur biliyormusun.
- efsa sen çok güçlü bir kadınsın, ben olsam yapamazdım, hele şu sırıtman yokmu?
- gerçektende sen türünün son örneklerindensin.
- haklıymışsın ilk gülümsemen akılda kalıyor.
- hala gülümseyişini düşünüyorum, aklımdan çıkmıyor.
Şimdi ise insanlar doğal olarak bendeki bu surat asma işlevini sorgulayıp duruyorlar.
- efsa ne oldu sana (ulan bişiy yok işte)
- efsa sen böyle değildin (sen görmek istediklerini görmüştün çünkü ve bende göstermek istediklerimi göstermiştim sana kendimi dış dünyadan soyutlayarak)
- efsa iyimisin seni çok üzgün görüyorum. (artık eski halime dönüyorum tabiki daha iyiyim)
- efsa yapabileceğim bişiy varmı? (kendin için mi?)
- bize ne oldu efsa? neden bu hale geldik? (sanki olan biten bir biz varmış gibi)
- bana neden böyle davranıyorsun? (artık 2, şahıslardan daha çok kendimi düşünüyorum.)
Sanırım ben artık yüzümle de konuşabiliyorum.
@ Tabiki bu kıstaslara işyeri ortamını sokacak kadar salak değilim. Hala enfes rol yapıyorum... ve bu blog sayesinde kendimle yüzleşir oldum...

11 Ekim 2008 Cumartesi

Bir dakika bir dua


Tanrıdan gururumu yok etmesini istedim. Tanrı "Hayır. Gurur benim yok edebileceğim bir şey değil, senin bırakabileceğin bir şeydir." dedi.
Tanrıdan sakat çocuğumu iyileştirmesini istedim. Tanrı "Hayır. Onun ruhu sağlam, vücut o kadar önemli değil, o geçici bir şeydir." dedi.
Tanrıdan bana sabır vermesini istedim. Tanrı "Hayır. Sabır büyük acılar çekilerek öğrenilebilecek bir şeydir. Sabır verilmez, hak edilir." dedi.
Tanrıdan beni mutlu etmesini istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sadece nimetlerimi sunarım, mutlu olmak sana bağlı." dedi.
Tanrıdan beni çektiğim acılardan kurtarmasını istedim. Tanrı "Hayır. Çektiğin acılar günlük kaygılarının önemsizliğini anlamanı, onlardan uzaklaşmanı ve bana daha çok yaklaşmanı sağlar." dedi.

Tanrıdan ruhumu olgunlaştırmasını istedim. Tanrı "Hayır. Kendi kendine olgunlaşmalısın, ama meyvelerini alman için yardım edeceğimden emin olabilirsin." dedi.
Tanrıdan hayatı sevmemi sağlayacak her şeyi istedim. Tanrı, "Hayır. Ben sana hayatı vereceğim, böylece hayata dair her şeye sahip olabilirsin." dedi.
Tanrıdan, tanrıya duyduğum sevgiyi, başkalarına da duyabilmeyi istedim. Tanrı şöyle dedi: " Nihayet doğru bir şey istedin."
Ruhu olgunlaşmamış bir kul tanrıya hep "ver bana..." ile biten dualar eder, olgunlaşmış bir ruh ise "vermemi sağla..." diye bitirir dualarını...
* Steve Goodier'ın "Bir Dakika Hayatınızı Değiştirebilir" adlı kitabından alınmıştır.
Bugün dua edin istedim sadece yüreğinizden kopup gelen çığlıklarınız derin isteklere dönüşsün.

9 Ekim 2008 Perşembe

Sonlar ve başlangıçlar




Mutlu sonlara inanıp, mutsuz sonları tercih eden biriyim ben
yaşamımda.


Sona yaklaştığımda başlangıcı seçen...

4 Ekim 2008 Cumartesi

Düşünüyorum da / TAGORE

Geçmiş iki yılımın en düşündürücü anlarını bana yaşatan şiiri yazacağım bugün sadece ve yaşamımda arkadaşlarımın arasında bile benimle özdeşleşen " ne çıkar ateşböceği sansalar beni...." sözünün başladığı noktayı. Gerçi ben kendime uyarladım biraz ama esin kaynağım hep bu yazı oldu. Hayatımın bir dönüm noktasına geldiğinde seçtiğim yaşamı. O tarihten sonra hep verici oldum ben ilişkilerimde. Denedim, risk aldım.
Geriye dönüp ilişkilerime kuşbakışı baktığımda ise derin bir huzur kaplı hayatımda. Söylenmemiş sözcüklerim giderek azalıyor. Affetmem gereken kişilerin sayısı da. Ben artık geçmişimle daha rahat yüzleşir oldum.
Aşklarımın en tutkulu olduğu dönemler oldu ve en derin ayrılıkları, tutkuları yaşadığım sancılı saatler...
Zaten aşk da benim için budur. "Huzurlu ama mutsuz halimden, mutlu ama huzursuz halime" geçme dönemimdir.

Şimdi ise bir vazgeçmişlik var üzerimde. Herşeye heveslerimi yitirdim. olsa da olur olmasa diyorum bazı bazı. ablamla hep konuşurduk ve bana derdi ki "Aslında efsa hepsi geçici. Ben artık aşkı eskisi kadar gözümde büyütmüyorum." Bende büyüyormuyum diye düşünüyorum şimdi
bilmiyorum.
Her neyse, Tagore ' u daha sonraki dönemlerde anlatırım belki size.
Kısaca kendisi nobel ödüllü ve brahmanizmin oluşmasında etkisi büyük insanlardan birisi. Hindistan milli marşının da yaratıcısı...
Ama adamın benim hayatımda çok önemli bir etkisi oldu farkında olmadan.
Ve o benim için muhteşem sayılan şiiri...

Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,

Cesaretsizliğimiz
in anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlu korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.

Hissedilmeden, el değmeden,sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
kirpiler ve kaplumbağalar gibi..

Sahi koruyor mu bizi çatlamamış bu sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi golgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?

Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?

Belki en hoyrat yurek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sev
imli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.

Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, Korkaklığım, sevgi isteğimi En insani yönlerimi
kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.

O da çözülecek belki,
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak... Ne olur bir darbe daha alsak? Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğ
u. Denesek, risk alsak, yanılsak...
Fark etmez.

Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.

O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özledigimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.

Vakit az, paylaşmak, sarılmak için
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.

Sırtımızda ağır küf
eler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.

Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi..?


RABİNDRANATH TAGORE


Related Posts with Thumbnails

..