21 Mart 2009 Cumartesi

Şaşırıyorum...!

Sevdiğin bir insanın nasıl bu kadar güzel kokabildiğine,
Yeşil eriğin neden bu kadar güzel bir meyve olabildiğine,
Birde mevsiminde çıkan meyveye "aaa ciddimi gelmiş mi pazara" diyebilen kendime :)
El işçiliği güzel olanlara,
Babamın bu yaşında hala nasıl bu kadar güçlü olabildiğine,
X kişi ne çok şey biliyor? Hafızası ne kadar güçlüymüş? dediğim herkese,
Bebeğimin hareketlerine ve b
ir çocuğun bilmiş konuşmasına,
Fıkra anlatabilenlere,
Tiyatroda rollerin nasıl bu kadar uyumlu dağılımına,
Televizyonun nasıl gösterdiğine,

Bir erkeğin elinin arasında elimin kaybolmasına, Uçağın uçabilmesine,
Resimlerde çoğu zaman güzel çıkabilmeme,
Ama bezelyenin çıkamamasına,
Hazır cevap kişilerin nasıl bu kadar çabuk düşünebildiğine,
Annemin her iki elini birden mükemmel kullaşına,
Birinin yanağını öptüğümde, neden onu bir taraftan kokladığıma,
Bazen gülümsemenin bir çikolatada saklı olduğuna,
İçimdeki büyümek istemeyen kıza,
Her zaman gülümseyebilmeme,
Çiçek seven kadınlara,
Öküz gibi yiyip kilo almayanlara,
Sevgilisine otu boku aldıran kadınlara,
Kirpiklerimin bu kadar çok dökülmesine,
Beni incitenlerin başına sürekli bir şeyler gelmesine,

vs. vs. şaşkınlığı yaşayan bir insanım. Şaşırmak güzeldir. :Pp

19 Mart 2009 Perşembe

Sevilme isteği


İnsan mutsuzluk anlarında neden geçmişi hatırlar. Aklıma türlü sahneler geliyor yine. Suçlayacak kişiler, olaylar, yerler arıyorum. Bulduklarım oluyor... Bulamadığımda kendime sarmayı deniyorum. Ama kendimle hesaplaşalı çok uzun zaman oldu. Boş bir suçlama benimkisi. Sebep - sonuç ilişkisi çoktan kurulmuş. Kendimi tanıyorum. Görünüşte o kadar güçlüyüm ki, kalelerim o kadar sağlam ve yıkılmaz ki... kendimi Prensesler gibi görüyorum. Sanıyorum ki şu dünyada kimsenin beni sevememe ihtimali olamaz. Ben iyiyim, ben bu dünya için fazla dürüst bir insanım. Ben olaylarda ilk önce hinlik düşünmem. Düşünmek gerekiyormuş. İnsanlar birbirlerinin ağızlarına sıçınca, kaybetme korkusu duyuyorlarmış. Suçu bastırma politikası uygulayıp aksi yönde saldırıya geçmek gerekiyormuş. O kadar umursamaz olunmalıymış ki, hissettiklerini söylemeyip gösterip kendini geri çekmeliymişsin. Benim gibi ne hissettiğini öyle şappadanak söylersen, sonunda olacağı buymuş. Karşındakini süründürüp, ezim ezim ezmek gerekiyormuş.
Neden bu kadar tavizkarım insan ilişkilerinde???


* Dünyada herkes beni iyi ansın istiyorum... Kefareti çoktan ödenmiş yaptıklarımı, bir daha tekrarlamamak için mi?

* Senelerce el üstünde tutulup, sonradan birileri ile kıyaslandığımdan, sürekli daha mükemmeli olma çabalarımdan mı? Birkaç törpülenmesi gereken eksikliklerim yüzünden, kendimi diğerlerinden, düşük görmem mi?

* Kendimi mi sevmiyordum yoksa. Doğru ya insan bir kere sevmezse kendini, bir başkası sevsin ister. Sevilme arzusu o kadar büyür ve bağımlı hale getirirki insanı, ne tür şebeklikler yapacağını şaşıverir insan. Sürekli sevildiğinizi duymak istersiniz, ama bir yandan da sevilmeye değer bulmazsınız kendinizi. Her an ilerisi için sözler beklersiniz.Benim çelişkimde bu noktada mı başlıyor? Ben bunları aşmamışmıydım?
* Vicdan mı yoksa? Son söylediğim söz asla kırıcı olmamalı karşımdakine. Değermi, kırmaya üzmeye bakış açısımı? Ölürlerse onlara söylediğim son söz yıkıcı ise vicdanım buna el verirmi?


Dün gece sırasıyla; istek, korku, hırs, kabullenememişlik, öfke, sinir, tutukluk, kendine acıma, karşındaki aşağılama, kaybettiklerine üzülme, çaresizlik, onun kaybettiklerini düşünme, bitkinlik, yorgunluk, bu geceyi geçirsem isteği, kimseye bişiy anlatamama, hatta bazen o kadar çok üstü kapalı anlatma ki artık yorulma, yardım isteme, çakılı kapatma isteği, veda yazısı hazırlama, hatta tümden blogu kapatma isteği, kimseyi aramama, kimseyi okumama, telefonlara cevap vermeme, birilerinden bişiyler ummama, uyusammm uyusam uyusam. Blog kapatılmalı... Bu gece bitse... Kimse beni bulamasa...


Heyy sizler okuyun bilin... Benim canımı yakmak istiyorsanız ihmal ve umursamazlık yapmanız yeterlidir bilyormusunuz? O yaptı, oradan biliyorum....


ve son olarak şu yazıdakinin aynısını da hissediyorum. Kazanma ve kaybetme hırsları üzerine...

18 Mart 2009 Çarşamba

Heyyy !!


yine gece ve ben başbaşayım anılarla,beyaz bir kuş öyle canlı yine düşlerimde

hey yıllar yenilmedim size umutlarım yine aynı,
sessizlik geceyi sarsa da her gün bir yarın var ya

hey yıllar yenilmedim size rüyalarım yine aynı,
bir tutku yaşıyorum yine, aynı telaş içimde

bilmez kimse nasıl geldi geçti yalnızlıklar, kolay mıydı silip atmak sanki korkuları

hey yıllar yenilmedim size, benim için bahar aynı,
aynı o ılık rüzgar yine, esiyor ellerimde

hey yıllar yenilmedim size hatalarım bile aynı
hep aynı sevgiye hasretim, duygularım hep aynı

bilmez kimse nasıl zordu gülmek zaman zaman, uçup gitti hayat yavaş yavaş avuçlarımdan
hey yıllar yenilmedim size benim için bahar aynı,
aynı o ılık rüzgar yine esiyor ellerimde

hey yıllar yenilmedim size hatalarım bile aynı,
hep aynı sevgiye hasretim, duygularım hep aynı

~~~~~~~~


  • BÜTÜN YAZILAR ZAMAN AŞIMINA UĞRAMIŞTIR :)))))

17 Mart 2009 Salı

Dumur Anlarım


Bugün de kediye kafa atan farenin yazdıklarını okuyunca dayanamadım, bende yazmak istedim. Sizlerde azıcık gülümsersiniz belki hafta başında.


Birgün arkadaşlarımdan biri geldi aldı beni. Diğerleri ile buluşup, denize gidicez. Ama geç kaldığımız için koştur koştur bindim araca. Normalde huyumdur: her bindiğim aracın plakasına bakıp da biniyorum nedense. (Sanırım işimle alakalı olduğundan) O günde bakmadan bindim. Sadece simsiyah bir araç işte. Kakara kikiri malzemeleri ala ala gidiyoruz. Diğer arkadaşlar çoktan gitmiş. Biz ise geç kaldık ya birazda alelacele tamalanıyor herşey.


Bir benzinciye uğradık. Aramızdan ikisi markete gitti, bende tuvalete gidicem. (hıı hıı yine tuvalet) gittim. Aracı kullananda benzin alıyor. Benim işim bitti, bıraktığım yerdeki siyah arabaya geçtim, yerime oturdum. Ama ortalık çok sessiz ve baktım ayaklarımın dibine koyduğum poşet yok. Allah Allah diyede beynimden geçiyor düşünceler. Tam sormak için bir döndüm...

- poş........... diyebildim sadece. Kelimenin devamı gelemedi.
(Allah' ım sana geliyorum dediğim anlardan biridir buda.)

Ulan yanda farklı bir yüz var. Sürücü yerinde başka bir adam oturuyo. :)))) ilk saflıkla böyle düşündüm. Ben yanlış arabaya binmedim yaniiii. :P


Noluyor ya dememe kalmadan adam:

- "sen kimsin be" dedi. Bende kekelemeye başladım.

- "Ben... şey... yanlış oldu herhalde... kusura bakmayın..."


Ama apar topar bir inişim var göreceksiniz. Meğer bizim salak arkadaş, benzini almış, kenara parketmiş. Sonra tesadüfe bak ki; aynı dizayn, siyah renkli bir araba, aynı pompaya yanaşmış. Ben saf da o araca tüneyivermişim...!


Arkadaşlarda uzaktan bakıp bakıp gülüyorlar hainler. Halimde gülünmeyecek gibi değil hani. Bende gülüyorum. (:. manyak arabayı niye çektin, ben ne bileyim, araç orada olacak sanıyorum, vırt zırt bir ton saydım çocuğa. Gülmekten de kızamıyorum. Ama o gün hep benim mevzu aklımıza gelip durdukça güldük.


16 Mart 2009 Pazartesi

Söyle buldun mu?

  • kız annesi olmak - Hele ki birde sana benziyorsa, her kadının en güzel ve en çok sevdiği arkadaşı gibi oluyor.
  • mandaların hayatımızdaki yeri - Benim için sadece manda=kaymaktır, senin için bilemiycem.
  • oluyorum diyorum şaka gibi geliyor sana - Ne oluyorsun :))))))) (ne fesatım ya... cık cık cık)
  • melankolik bir öküzün kurduğu ilişki - Genelde herkez kuruyor. “Her kadın biraz Budisttir... Çünkü hayatında mutlaka bir öküze tapmıştır...” :) (Burhan abi blogundan aldım ama, bu arama bana bunu hatırlattı :) )
  • efsa kelimesine dair herşey - Araştırıyorsun işte bol bol, eksik kalanları ben tamamlarım.
  • efsa blogger / efsa blogspot - Söyle canım buradayım.
  • efsa ne demek - Bu aramayı her gün alıyorum muhakkak. Efendim anlamı: "insana tesir eden, efsunlu, sihirbaz" demekmiş...
  • efsa kaç yaşında - 28 yaşında girdi işte. Ama bu profil bir yaş küçük gösteriyo beni :)
  • efsanın eserleri - İmzalı resim de istiyormusun?
  • bende yardım etmek istiyorum sözünün vikipedisi - :)
  • kar illa her sene yağarmı - Her sene buraya da yağsa varyaaaa...
  • her erkek bir gemidir - Birde gemicikler var.
  • iş görmeden göt düşer mi - Düşmez düşmez korkma.
  • değişen ben saati ara - Acaba aradığın tam olarak nasıl bir yazıydı.
  • 5 adam bir kadını - Naparsa???
  • aşkta denge yokmuş bunu öğrendim - Bende öğreneli çok olmuştu biliyormusun.
  • herşey bu video ile başlar "everything begins with" - Hımmm
  • çilli erkeklerin çocukları nasıl olur - Ben çok seviyorum yüzünde çilleri olanları.
  • bedava derin gırtlak filmi izle - Burada pek video yok be canım ya, üzgünüm.
  • aslan erkeği kaybolursa - Topu kökü tanıdığım 4 aslan erkeği var. Herhalde senin aradığınla milyonda bir ihtimal olur. Demem o ki bende bulamazsın.
  • terazi erkeği akrep kizi - Ben bir gün varyaaa; hayatımda bir kere hiç terazi erkeği ile karşılaşmadım diye düşündüm. Lanet gibi ardarda tanıştığım 7 erkek terazi çıktı. The secret e ilk kez o zaman inandım :)))) Şimdi gıkım çıkmıyor :)))))
  • bayanların işeme sahneleri - Bu blogda görüntü olarak bulamazsın, ama dilersen, elimden geldiğince tarif edivereyim.
  • bayanların çiş yarışı - Erkeklerle yarıştırmaya çalıştıklarımız mı? yoksa kızkıza yanyana gelince bunu yapmıyoruz.
  • kızım sen melekmisin şeytanmısın anlamadım - Bende (:
  • Dayak yiyen hamile kadın resimleri - ........
  • Duru duş jeli zararlımı - Kırmızı renklisinin (çeşit adı - cezbet onu) kokusu çok hoş tavsiye ederim. 2 yıldır bana bişiy olmadı.
  • internette en çok tık yapan kızların hesaplaşması - Biz bütün kızlar toplaşıp tıklanırız zaten öyle arada. Hiç işimiz gücümüz yoktur.
  • kürt böreğinin zararları - Erdem' e sormak lazım ben sadece bir lokma aldım, sevemedim. :)
  • akrep kızı napar - İnsanı vezir de, eder rezil de, güldürür sinir de eder...ne diyim ki ben sana.
  • ayaklarımı çok beğeniyorum - Bende :) hatta vücudumda en beğendiğim yerlerimden birisidir.

Kış ortası

Ömrümün en güzel yılları

bir kış ortasında şimdi.
Eriyorum her gün bu kentte,
yağmurlar ıslatmıyor,
öldürüyor sanki her damlada!

Bir sancı var,


ayaklarımdan ciğerlerime doğru
Duman olup savruluveren bir sancı...!

Sevdiklerim uzaklarda şimdi, özlemlerim uzakta kaldı.
Önceden düş kurabiliyordum istediğim zaman,
şimdi düşlerimde öldü bu kentte...

13 Mart 2009 Cuma

Bazen kendimi bile aşıyorum bu konuda...

Ne boktan mevzudur bitmek bilmedi ama, ben mi bahtsızım bu konuda onu da anlayabilmiş değilim. Tuvalette başıma gelmeyen kalmıyo benim.

* Mutlaka gireceğim saatte sıra oluyor... Özellikle alışveriş merkezlerinde... ve yine özellikle bezelyenin tuvaleti varsa çok daha zor oluyor. Zaten kocaman yerde at koşturur gibi tuvaletin yerini arıyoruz dört dönerek. Buldum diye sevinmeye kalmadan, hoopp sıraya giriyoruz. İtiraz etmek istiyorum. Emzirme odası gibi çocuk tuvaleti yapsınlar istiyorum...!

* Bir sonraki olabilir durumumuzsa; olay mekanın sensörlü olduğu yerlerde, siz tuvalette iken ışıkların sönmesidir. Noluyo ya demeye kalmadan, oturur halde, o ışığın tekrar yanması için, bilumum ayak uzatma, kol sallama, ben buradayım dercesine tavana bakma eğilimi gösterebiliyorsunuz...! Salak sensör ancak o zaman anlar sizin hala orada oturdugunuzu...! (annem aklıma geldi bu kısmı yazarken, elektrikler kesildiğinde ben mumu istediğimde: "napcan nakış mı işliycen, yap gel işte" demişti bana :))) ) Yine bir itiraz noktası; sensörleri sevmiyorum veya sürelerini uzatsınlar istiyorum. Elime geçse ben uzatacağım o düğmeyi çevirip ama hep yüksek yere koyuyorlar.

* Tuvalet kağıdının ucunu bulmak için; genelde kendisine 2-3 tur attırıyorum. En sonunda bulduğumda ise bu sefer kopmuyor meret. Zaten çoğu yerde kağıt havludan farklı da olmuyor bunların. Koparmak için uğraşıyorsun ya, bazende benim çekmemle birlikte (yan tarafı açıksa) yere yayılması bir oluyor...! Birde yerden onu toparlamaya çalışıp duruyorsun...!

* Ellerime sıvı sabunu aldığımda, musluğun altında elimi yine sallar pozisyonda ileri / geri oynatıp, kol kıvırdığımı bile biliyorum... ki musluktan su aksın... Akar mı? akmaz tabiki... Sonra da niyeyse elimde sıvı sabunu da dökmemek için uğraşıp, lavabo lavabo geziyorum...!

* Şu vuuvvvvvv yaparak çalışan ve hava üfleyen, sensörlü aletten ayrıca nefret ediyorum. Ne elini kuruttukları var, nede uzun süre çalışıyorlar. İkide bir sürekli elini ileri geri oynatıp durur, dans ettiriyorsun...! Gözlerinde alete odaklanmış olur bu arada, sanki ona hain bakışlar attığında hissedecek...!
* Bunun bir de havlu kağıt modeli var. Yine elini o kırmızı ışığın çevresinde sallarsın, sallarsın, tınmaz bile. Seni hiç kale bile almadığı olabilir yani. Ama yanından geçme gafletinde bulun hemen ııııvvvvv diye bir sesle seni korkutur...!
* Eğer yine bazı yerlerde çok sıra varsa, erkekler tuvaleti "beni kullanabilirsin" dercesine göz kırpar size. İç ses de; hemen karşılık verir bu bakışa...
- kızım gir işte kim görecek.
- delimisin ya, ya biri geliverir, görürler
- ya görseler de bir daha karşılaşacağın meşhul olan insanlar onlar.
- olsun ben yapamam, hem pistir şimdi orası.
- ya daha sabah saati, yeni temizlenmiştir
- ya oranın da ışığı yanmıyorsa, ya kapım zorlanırsa
- dene... dene... dene... diye diye gittikçe kısıldı iç ses.
Sonuçta girmezsiniz. Haa cesareti olanlar olmuş olabilir. Zira ben bir kere, girdiğim iddaa üzerine denedim, ama kadınlar tuvaletine şükrettim. Emin olun daha temiziz. Özellikle restoranlarda...
* İçimde o kadar çok yazma hevesi var ki bugünlerde, kendimi durduramıyorum... :) Yarın tatil olanlara en derin, güzel anlamlı, kıskanç bakışlarımı yolluyorum. :))

9 Mart 2009 Pazartesi

Benim Kitabım

Kendimi okumak istiyorum satırlarda. Bir kitap olmak, bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak ve bulunmak...


Belki bir sahafa, belki de bir kitapçıya, gidenlerin karşısına, pat diye çıkıvereyim. Başka kitabı almaya geldiklerinde, beni bulsunlar. Hatta birinin elinde görsünler!


Kapağım da kızıl saçlı bir kadın olsun, saçlarının ucundan alevler fışkıran... Bedenini ise sular sarmalasın.


Kırmızı deri kaplı, kalın kartondan, kapağıma dokunup, ruhumu hissetmeye çabalasınlar.. Eskimesin, zamana karşı yenilmesin, sapasağlam dursun. Nesiller aktarsın beni elden ele, yaşanmışlıkların da tadı kalsın üzerimde.


Bir kaç sayfa çevirsinler ardından... Ama o sayfaların içinde, bilindik kağıt kokusu olmasın. Ben koksun, tenimin kokusu olsun. Okuyanlar beni koklasınlar ve bundan mutluluk duysunlar. Sayfalara el sürsünler, bana dokunuyormuş gibi... Tenimin dokusu karışsın sayfalara...



Yazarın biri beni anlatsın. Satırlarında, kendimi göreyim. Öyle ki; saçımı geriye ittirişim bile, okuyucunun gözlerinde gerçekmiş hissi uyandırsın. Yazsın ki; "Her saçlarını geriye ittirişinde büyülenmiş gibi baktırırdı parmaklarına. Ellerini öyle bir biçimde kaldırırdı ki, gözlerinizi alamazdınız. Bunu yapacağı her an; başını sağa doğru hafifçe eğer, parmaklarını biraz aralık bırakıp, kaşının bitiminden başlayarak ve dokunarak yüzüne, iterdi saçlarını..."



Her satırda, her harfte bile hissedilsin içimdeki duygular. Okuyucuyu öyle bir sarıp sarmalasın ki, bu kitabı hiç bırakmak istemesin. Geceleri uykusuz kalsın, yanına bir kahve eşlik etsin. Yetmesin daha sert bişiyler arasın. Erkekse "bu kadınla aynı masada içki içmek ne keyifli olurdu. Kadehimi o doldururdu, içine yüzündeki gülümseyişide katarak..." desin. Kadınsa "beni ne güzel dinlerdi, yanımda olsaydı..."



Kitabımı okuyan kendini görsün, -"aaa bu kadın şu sayfada bana benziyormuş" yada "ben olsam, bende o an böyle davranırdım" desin. Bazen saçlarımızın rengi benzesin, bazen olaylara bakışımız. Okuyucum da yüksekten korksun mesela.... veya oda benim gibi o adam / kadın da en çok huzuru ve özeni arasın. Sıkılmasın okurken, heyecanla beklesin bir sonraki olacakları. Bıraksın kendini olayların akışına.


Meraklanıp, sonuna bakmasın kişileri kavradığında. Çünkü bakmadan anlasın, son sayfaların bomboş olduğunu. Benim kitabım bu... benim adıma başkası tarafından yazılmış... O bomboş sayfalar okudukça belirginleşmeli. Yazan öyle bir yazmalıki; tutkuyla, kanında akışımı hissetmeli.


Benim bir kitabım olmalı, kırmızı deri kaplı. Siyah çizgiler geçmeli arasından. Kızıl saçlı bir kadın olmalı, bedeni suyla donatılmış, saçlarının ucundan alecler fışkıran... Kadının gözleri kapalı...


Sonunda yada başında;

"Mutlu sonlara inanıp, mutsuz sonları tercih eden biriydi o yaşamında... sona yaklaştığında başlangıcı seçerdi"

yazmalı. Kitabımı okuyanlar bilmeli herşeyin bir skalası olmayacağını. Kaç sayfa olacağı belli olmamalı. Başı da sonuyla bir bütün olmalı.


Bir kitabım olmalı, adım belli olmamalı...

7 Mart 2009 Cumartesi

Bu bir son değil... Engelleri kaldır

Kısa keseceğim... Bugün aşağıdaki videoyu izledim ve çok dokundu bana. Aslında bir çok videosu daha var ama, bu hoşuma gitti benim. "Nick Vujicic" isimli bu kişinin videosuna bir kaç dakika ayırırsanız çok sevinirim. (biraz geç yüklenebilir)




Bu bir son değil. Ama bizde buna az da olsa destek verebilirsek, hayatımızdan hiçbir şey eksilmeyecek. Bakın kendisi ne de güzel açıklıyor oradakilere;


"Süreç içinde yere düşebilirsiniz. Yere düştüğünde ne yaparsın? ayağa kalkarsın. Ama bazen yere düştüğünüzde, kalkacak kadar güçlü olmadığınızı düşünürsünüz. Umudunuz olduğunu düğünüyormusunuz. Şu anda düşmüş durumdayım, kollarım ve bacaklarım yok. Benim için kalkmak imkansız olmalıydı, ama değil... 100 defa kalkmayı deneyeceğim. Eğer 100 defa da başarısız olur ve denemekten vazgeçersem ne olur? Kalkamam... Tekrar tekrar ayağa kalkana kadar deneyeceğim. Nasıl bitirdiğiniz önemlidir. Ayağa kalkacak gücü bulacaksınız."

Her zaman dediğim gibi engelleri biz yaratıyoruz. Kendi abimde bir bedensel engelli. Şurada ve şurada değinmiştim kendisine. Kaç defa ölümden döndüğünü anlatsam size... Kolay değil elbette, ama emin olun onlar bizden daha çok önemsiyorlar yaşamı.


http://www.engellerikaldir.com/ Rodin alperi her fırsatta anıyoruz. Onun bir sözü de beni çok etkilemişti.

"Biz o tekerlekli sandalyeye oturmak istemiyoruz, ama o koltuğa oturmak isteyipte oturamayanlar bile var."


Tabiki sadece engellerimiz bedensel değil. Ama bir yerden başlamakda güzel... İyi hafta sonları diliyorum herkeze. ve çeviri de bana yardım ettiğinden 91' e teşekkür ediyorum.

Kalbini engelleme, engelleri kaldır!

6 Mart 2009 Cuma

Ben' e dair / Huylarım 2

* Hep ama hep insanların yazısını ve imzasını merak ederim, her tanıştığım kişide bu böyledir. Özellikle bir erkese, kesinlikle imzasını görmem lazımmış gibi düşünürüm.


* Diğer kadınlar gibi kıyafet denemelerini sevmem. Arkadaşımla, ablamla, annemle çok katlı mağazalara gitmektende nefret ederim. Beğenemezler, sağdan ve soldan ortadan her kumaşa dokunmaları, o şıık tıık gibi askıların ittirilme sesi beni fitil eder. Beğendiğim şeyi görür görmez alırım, param yoksa da asla çıkmam bakınmak için. Ama peşlerinde onların bakmalarını beklemek çok sinir bozucu.


* Bir işi son ana kadar bekletir bekletir, o şeyi beynimde oyalatır, kendi beynimi yerim... Saat başı şunu yapacaktın, bu telefon edilecekti diyede kendime söylenirim. Ondan sonra kıçıma motoru takar zamanında bitiririm.


* Sabır konusunda ihtisas yaptığımı düşünürüm. Ütü yapmak, nar ayıklamak türevi şeyler benim için asla angarya sayılmaz. Zevkli anlardır.


* Kitapçıya gittiğimde en az 4-5 kitap alır dönerim. Bunlardan kesin bir üçünü çok hevesle okur diğerlerini okumadan, bir başka 3-4 kitap daha almaya giderim. Aldıklarımdan bir tanesini okur, sonra ilk aldığım kitaplardan kalanları bitiririm.



* Genelde beni ürkütme için ayakta ve yüksek sesle konuşulması bile yeterlidir. Pekte alınganımdır.


* Ara ara testere olasım gelmiyor değil. İnsanlar için olmadık düşünceler içine giriveririm. Kimse benim gibi bir surattan böyle şeyler beklemiyor tabiki.


* Meyveyi saplarıyla getirenlere burnumu kıvırırım. Mümkünse kiraz, erik, çilek benzeri meyveleri sapsız, kabuksuz görmek isterim tabağımda. Sunuma dikkat ederim.

* Bezelye varken arkadaşlarım ısrarla buluşalım diye ararlar. Bezelye yokken kimsecikler aramaz...! Sinir olurum :(

* Yemek yemek benim için dua gibidir. Yemek yerken sofraya saygısız davranan sevgilim bile olsa gıcık kapmam için yeterli bir sebeptir.

* Yüksek sesle ve hızlı konuşan insanları sevmiyorum. Sürekli eeeee, ııııııı şeklinde konuşanlarıda. Ama çok konuşan insanlar oluyor hep etrafımdakiler. (hoş bende çoğu zaman gülmekten konuşamayanlardanım)


* Çokda patavatsızımdır ve yalan söylemekten, kıvırmaktansa çoğunlukla karşımdakinin duymaktan haz etmediği şeyleri söyleyiveririm.


* İhmal tek kötü huyumdur. Aramayıp aramayıp, sonradan aramaya çekinirim. Hele ölümler olmuş, doğumlar zamanında kutlanmamışsa, yerin dibine geçesim gelir.

* Çok sevdiğim bir kesimde kıyafetse en az 2 rengini alırım.

* Bir eve gittiğimde koltuk koltuk gezerim. Bir sonraki gidişlerimde de direk oraya yönlenirim. :) Koltuk derken, isterse bu mutfak sandalyesi olsun farketmez yani...


* Kendim de sevildiğimi dokunulunca hissettiğimden, sevdiklerime de dokunma gibi hastalığım vardır. Yanımdaki kişinin koluna, bacağına dokunmak için asla bahane yaratmam. Aaa yanlış anlarmı demem.

* Birisi ile ilk tanışmada eğer ben gıcık kaptıysam, resmen açık ararım. Bulduğumda da suratına vurmak için güzel bir an beklerim. İsterse 3 yıl geçsin unutmam. Lafımı sokacağım gün eninde sonunda gelecektir.


* Yumurta kapıya gelmeden kılımı kıpırdatmam. Özellikle canım kıpırdamak istemiyorsa, değil kapıya ayağımın dibine gelse yapmam..

* Eve gittiğimde bir müddet oturmam. Annemler sürekli oturmam için ısrar ederler. (yer benden daha kuvvetliymiş) Bense gün boyu oturmaktan sıkılıyorum. En az yarım saat oyalanırım ayakta. Bulaşık makinesi boşaltırım, ayakta atıştırırım falan.

* Her akşam buzdolabının karşısına geçip bakınırım. :)). Hiçbişiy almasam bile mutlaka bakarım ne var ne yok diye. Annem bu davranışımı gözlerini deviren bakışıyla tamamlar.


* Hımm birde yatağa yatana dek üzerimi değiştirmem. Aaaa eve geldim üzerime rahat bişiyler geçireyim de demem. Öyle dururum, yemek yerken eşortmanla yemeği sevmiyorum, yada misafir geliyor ben pijamalarımla duramıyorum, giyin çıkar bir ton dert geliyor.

* Mağaza mağaza dolanmayı sevmesemde, market alışverişlerine bayılırım ama :))). Eğer yanımda bir erkek yoksa ve elimde alınacak listesi de yoksa, zamanımda varsa; muhakkak pratik olan, dişime göre yeni bir şey bulurum. Özellikle dondurulmuş yiyecekler falan (mısır, kalamar), yeni çıkan bişiyler vs. hoşuma gider incelemesi.

Birinci bölüm' e buradan gidilir :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Ben' e Dair / Mutluluk

Sevgili Melih benim nelerden mutlu olduğumu sormuştu. Bu konuda bir çok şey var yazacak, ama aklıma ilk gelenleri yazdım bende. Daha önceden de aramızda şu ufak diyalog geçmişti.
- "Peki mutluluk nedir sence?" diye.
- "Gülümseme" demiştim.

Mutluluk deyince aklıma ilk gelen gülümseme oluyor. Benim en güzel mutluluğum birine gülümsememdir ve ben gülünce karşımdaki de tebessüm ediyorya bayılıyorum o ana. Hatta bütün arkadaşlarımla falan konuşurken gülerim ben. Hemen yanaklarımda böyle top top oluverir. :) Gülümseme ile doldururum boşlukları. Benim için en güzel mutluluk; içten gelen bir gülümsenin, gözlerde yarattığı ışıltıda saklı. O nedenle çevremdeki herkezin gözünde farklı bir ışıltı vardır benim. Gidip gidip o tarz insanları bulurum ben. Yine o nedenle hep gülümseyen insanlara aşık olurum. İnsanların ses tonu bile değişir gülümseyerek konuşurken.

  • Onun dışında bana özel olduğunu hissettiğim ve içinde ben olan herşeyden mutlu olabilirim. Şaşırtılıp, zekice söylediklerimin arasından çıkıp gelmiş bir şey beni inanılmaz mutlu eder.

  • Birisini mutlu gördüğümde, mutluluğu duyumsarım. Bunuda en çok bir çocuk yüzünde görüyorsunuz muhtemelen.

  • Kişiye özel dedim ya; mesela yemek pişirmeyi çok sevememe rağmen, karşımdakinin seveceği bir şeyler yapmaya bayılırım. Melih gibi yemek yerkende çok mutlu olurum. Tören gibidir benim için yemek yemek, en son ben kalkarım. Masanın düzeni de güzelse, özenliyse takdir dolu bir sevinç eşlik eder bana.

  • Oda oyunlarını bitirdiğimde de mutlu oluyorum. Özellikle kendi başıma yaptığımda. Sudokuda da aynı şekilde hissediyorum. Hehehehe yaptım, ben başardım demek yeterince güzel.

  • Kendimi mutlu hissettiğim anlardan biri de yolculuk anlarıdır. Farklı yerler görmenin heyecanı ile çoşar dururum. Normal de konuşmayan ben, heyecanlanırsam, bıcır bıcır hepten susmam.

  • Biri bana sarıldığında ve beni kokladığında mutlu olurum. Aniden tutup öperse çok mutlu olurum.
  • Kuru yaprakların çıtırtısını duyduğumda, onlara bastığımda... yada bir odun çıtırtısında ısındığımda,

  • Zeytin ağacından zeytin topladığımda mutlu olurum ve narları ayıklayıp tabağa koyduğumda, sabır gerektiren bir işi bitirdiğimde mutlu olurum.

  • O an düşündüğüm konularda karşıma çıkan işaretler de, bu yönde olursa ani mutluluklarım olur. En son bir kitap sayfasında oldu bu misal...

  • Birde karşımdaki sevinçli ve iyi görmek içinde elinden geleni ardına koymayanlardanım. Kendimi bile hırpalamaktan çekinmem sevdiğim biriyse. Peki en son birini mutlu görmek adına ne yaptım diye düşündümde; kargo ile bir paket çikolata gönderdim Mardin' e. Üzerinde de hoş şeyler yazdım. 1 Gün sonra telefonda kızım ahahah, sen manyaksın hahahahha, deli yaaaa, Allah da seni güldürsün, vb. çığlıklar eşliğinde bende mutlu oldum. :) (Aynı şeyi daha Türkiye' de olmayan, Almanyadan hep siparişle getirttiğim içi çilek/çikolata parçacıklı bir çikolata içinse bende sevindirik oluyorum.)

  • Hayatımda iki kez mutluluktan ağladım ben. Birincisinde ortaokuldaydım o zaman böyle bağcıkları çapraz geçmeli botlar çıkmıştı. Ama şimdiki evimizin taksitlerimiz vardı. Çok ciddi rakamlar ödüyorduk o zamanlar bu eve. Annemlere söyledim alamayız dediler. Ama içim içimi yiyor arkadaşlarımda görünce. Aradan 2 hafta mı ne geçmişti. Ben evde hep aynı yere otururum, oraya oturdum yastıga dayandım, elimin yastığın altına soktum, bişiy var. Bir çektim, çekmemle çığlık attım. İstediğim botlar elimdeydi ve ben konuşamadım :))).(sanki normalde çok konuşuyorum ya) Babama sarıldım, ağlıyorum, teşekkür ediyorum, hala ağlıyorum. Onlar benim ağlamama daha çok şaşırdılar. O sevincimi hiç unutmam.

  • İkinci kez ağladığımda ise; doğumhaneden çıktım, yatağıma yerleştim bebeğimi bekliyorum. Doğumda görebildiğim tek yeri kuşbakışı bir popo olmuştu, kızımın ilk tersten poposunu görmüştüm :) Neyse 5 dak geçmeden getirler. Onu kucağıma alır almaz ben bir başladım ağlamaya yine. Ama nasıl ağlıyorum herkez bana bakıyor. Birde hemşire gelmiş sorular soruyor :D Sanırım istatistiksel şeyler yapacaklar. Kadın soruyor neden ağlıyorsun diye. Ben hem gülüp, hem ağlıyorum. Orada ayaklarımı yere uzatmış yatağın ucunda otururken; kendi canımdan, kanımdan olan bir bebeğe, bebeğime bakıp şükrederek mutluluktan ağlıyordum. Üstelik bebeğim benim için çok güzel bir günde doğmuştu. Ertesi gün benim doğum günümdü. Bebeğim bir gün daha bekleseydi aynı gün doğacaktık. (Ama iyi ki beklememiş :) )

  • "Herkes bir Akrep olarak doğmayı isterdi inan bana. Güzel gözlerin, gururun, albeninin temel taşı Akrep. Senin kadar hayatına hakim, senin kadar yaptığı işin arkasında durabilen kaç kişi kaldı artık. (: ALLAH senin soyunu eksik etmesin. (Amin) Sen ki, bir bakışıyla buzları eritebilen, insana senin için Ferhat olup dağları delmeyi istettirebilen insan. Kim demişse sana fesat diye :))) onların hepsi . Neyse, yine açtıracaklar ağzımı. Senin güzel gözlerin bile yeter o kıskançlara. Sen görmezden, duymazdan gel o fesatlari"... bunu okuduğumda da pohpohlanıp anlık mutlu olabiliyorum meselaaa.

Son olarakta ufak bir mutlulukla ilgili bir paragraf eklemek istedim. Gerçi bunun bir benzerini yorum olarak da göndermiştim bir arkadaşımıza.

"Mutluluğunuzu alıp başka birisinin ellerine bırakacak olusanız er geç kırılacaktır. Mutluluğunuzu başka birisine verirseniz alıp götürebilir. Çünkü mutluluk yanlızca sizin içinizden gelebililir ve sevginizin sonucudur. Mutluluğunuzdan siz sorumlusunuz. Başka birisini hiçbir zaman kendi mutluluğumuzdan sorumlu kılamayız. Ama evlenirken ilk yaptığımız yüzükleri birbirimizin parmağına takmaktır. Onun sizi, sizin onu mutlu kılacağınız beklentisi ile yıldızlarımızı birbirimizin eline veririz. Birisini ne kadar çok severseniz sevin onun olmasını istediği kişi olamayacaksınız." Ustaca sevmek / Don Miguel Ruiz sayfa 42

Related Posts with Thumbnails

..