21 Aralık 2009 Pazartesi

Mektuplar / Sana Dair


Biliyor musun; senden sonra, kimseyle sevişmedim ben. Cidden kimseyi buna layık görmedim. Hala kendimi senin hissederken; bırak tenime başka adamların dokunmasını, düşüncesini bile istemedim. Kendimi senden habersiz, sana ait hissetmeyi sevdim.


Biliyordum hayatındaki birçok kadından pek de farklı olmadığımı. O kadar aykırı gecelerde, o kadar ayrı bedenlere dokunmuştun ki, izimi bırakacak tek bir yeri bile zor bulmuştum. Gerçekten büyük şehirler gibiydin sevgilim. Tenin bile bir coğrafi bölge gibiydi. Benden önce zapt edilmişti. Benden önce keşfedilmiştin.

Çok şey düşledim bazen... İstedim... Saç telimin senin o çok sevdiğin yastığınla, çarşafının arasında kalmasını mesela... Ya da bir kaç denemede bile düşmeyecek bir şekilde tenine yapışmasını, alınamamasını... Büyük bir şehir gibiydin sen sevgilim. Varlığım, kalabalığında kayboluyordu... Ben, teninden düşüyordum...


Harflerim bile senin harflerinde yoktu oysa... Elimde kalan bir şey de... Geçmiş zamanlarda söylediğin tüm güzel sözleri umutlanmak için biriktiriyordum çocukca.

Sen sevdiğim adamdın... Bir sabah gözümü göğsünde açmıştım... Şimdi... İçimde kaldın... Çıkılmaz bir sokağın girişinde durmuş, bile bile girmiştim o sokak aralığından... Tek senin olmak istemiştim. Tek benim ol istemiştim.

Küçük bir şehirden gelen, küçük bir kız gibiydim. Yetişkin rolleri oynuyordum sana...


Oysa sen sevdiğim büyük şehirler gibiydin sevgilim. Öyle doygun, öyle kalabalık, öyle vefasız, öyle dolu, öyle büyüleyici, öyle içine hapseden... Ve ben seni küçük şehirlerin içinde, büyük şehirlerce sevmiştim.


Sen kocaman bir şehirdin... Ben keşfedilmeyi bekleyen cılız bir kasaba...


Sen hiç okula saçlarımı iki yandan örüp gitmediğim günler gibiydin. Ne saçlarım örülecek kadar uzundu, ne de ben saçımı örmeyi biliyordum. Biz gibiydi olmayan saç örgülerim. Asla bir bütün olmuyorduk... Karışamıyorduk...

Hep bekledim seni, ihtimallerini, gerçekleşme hayallerini. Örüldüğümü, bütünleştiğimi ve tek vücut olduğumuzu sandığım anda, ama en çok tutturulamayacağımızı anladığımda kaybettim seni... Kaydım gittim ellerinden... Sen siyahtın... Kırmızı sana yaraşamazdı...


Büyük bir şehrin, dar sokaklarında tökezledim yazarken...Bu yazıyı da, bundan öncekileri de...


* resim
* Birkaç zamandır içimden bu sayfaya yazmak gelmiyor, o nedenle eskiden yazdığım yazıları aktarıyorum.
* Adıyaman da ki yardım kampanyamız son hızla devam ediyor. Çorba a benimde tuzum bulunsun, bende yardım debilir bir çocuk sevindirebilirim diyenler bize dönerlerse çok sevinirim...
* Cevaplayamadığım yorumlar için de özür dilerim. Bu aralar beni böyle idare ediverin. :)

18 Aralık 2009 Cuma

Soyunuş




Soyunmalısın...
Evet şimdi!
Teker teker çıkartmalısın seni sen yapanları...
İçimden geçse de, ben dokunmamalıyım kıyafetlerine
Bunu sen yapmalısın!

Soyunmalıyım...
Hemen şimdi!
Tişörtümden değil, tokamdan başlamalıyım mesela
Saçlarım dökülmeli bir anda omzuma
Yaklaşmalısın
Uzaklaşmalıyım...
Daha soyunmamışsın!!!


Soyunmalısın...
Evet, hemen şimdi!
Tüm kusurlarınla sevmeliyim seni.
Aynalara bakar gibi olmalısın
ve korkmamalısın.
ve bir suya dokunur gibi dokunmalısın kendine
arınmalısın!


Sevgilim,
Önce kendini bulmalısın...

ki beni bulasın...



*  Kendini büyümüş hisseden Efsa...

16 Aralık 2009 Çarşamba

Asker çocuğu olmak

 Geçen gün H.türk gazetesinde Kamil Güler' in bir röportajını okudum.  Ben pek yaşamadım ama abilerim ve ablam benzer durumu yaşayan insanlardan... Bakın kendisine sorulan soruyu nasıl açıklamış:

- "Hiç susmuyorsunuz..."-
- "Babam askerdi ve uzun yıllar Doğu’da yaşadık. O nedenle dışarı çıktığımızda hep birilerinin haberi olurdu. Lise ikinci sınıfa kadar birisi bana bir şey sorduğunda ağlıyordum, çünkü çok fazla okul değiştirdim. “Arkadaşlar aramıza yeni birisi katıldı. Kendini bize biraz tanıtır mısın?” hayatımda en nefret ettiğim cümledir. Bir gün artık bu soruyu duyunca ağlamaya başladım."


Ve bende uzun yıllardır duran bir mail...

- Hala kapı kitlemeden evinde yaşamaktır.


- Sen önce gelsen bile orduevlerinin kuaför sırasını yüksek rütbeli birine verme mecburiyetindir.

- Sanılanın aksine aile içinde disiplini görmeden uygulamaktır.

- Memleketinin olmaması demektir. (nüfus cüzdanında yazar, kütük orda demekle yetinirsiniz) - doğum yerinizin sizin için hiçbir şey ifade etmemesidir. (tesadüfen o şehirden geçersiniz anneniz size "bak oğlum sen şu hastanede doğdun" der)


- Ailenizdeki tüm bireylerin doğum yerinin farklı olması demektir.

- Ailedeki herkesin asker gibi yaşaması demektir. (zira sizin yapacağınız bir hata “x şunu yapmış” şeklinde değil “y albayın oğlu şunu yapmış” şeklinde konuşulacaktır)

- Her gittiğiniz şehirde bir önceki şehirle anılmanızdır. (istanbul'dayken marmarisli'li çocuk, marmaris'deyken ankara'li çocuk v.b.)


- Okul değiştirme rekorları kırmak demektir. (üniversiteye giden 12 yıllık eğitim sürecinde 8 ayrı okulda okumak gibi)


- Tayin olunan şehirde yeni dostluklar,aşklar kazanıp sonra onları kayıtsız şartsız terk etmek ve gittiğiniz yerde bunları sıfırdan yapabilmek için yırtınmak demektir. (ki muhtemelen bunu başarıp “oh ne güzel ortamımı kurdum” dediğinizde, yeni bir tayin emri babanızın eline ulaşmıştır)


- Okulun ilk günlerinden nefret etmek demektir. (herkes birbirini tanımaktadır sizse benim gibi yeni bir var mı diye bakınıp ilk irtibatı onla kurmaya çabalarsınız. muhtemelen isminiz sınıf listesine yazılmamıştır. en alta kalemle eklersiniz. numaranızı da bilmiyorsunuzdur. ilk bir hafta böyle misafir sanatçı gibi okula gidip gelirsiniz…)

- Babanız emekli olana kadar evinizin size ait olmaması, oturacağınız evi seçememeniz, poster yapıştırırken bile “demirbaşa zarar vermeyelim” kaygısı taşımak demektir.


- Vatan sevgisini kitaplardan okuyarak değil, bizzat yaşayarak öğrenmektir.

Tüm bunlara rağmen dışarıdan bakan gözler


- Sizin kamplarda nasıl eğlendiğinizi


- Ordu evlerinde nasıl ucuza kola içtiğinizi

- Lojmanların devlete yük olduğunu

- Askeri araçlardan bedava istifade ettiğinizi

- Babanız maaşının ne kadar yüksek olduğunu (!)


- Askerlik zamanımız geldiğinde babamızın bize torpil yapacağını konuşurlar…

Binlerce kez açıklamış olmanıza rağmen… her şeye rağmen bizim tek yaşadığımız babamızın mesleğiyle gurur duymak ve mesai aracı lojmana girdiğinde, tek tip elbiseli insanlar arasından babamızı bulmakti bu duyguları anlayan ve paylaşan tüm asker çocuklarına sevgiler, saygılar…

* Bu yazı alıntı... Ama çok hoşuma gitti... Zamanında Pilli Cadının da yazdığı böyle hoş bir yazı vardı... Okumak isterseniz buyrun :)

* Birde birilerini direk Allah' a havale ediyorum artık. O kullandıkları kelimelerini alıp boğazlarından aşağıya sokup, başka yerlerinden çıkartıcam zamanımı bekliyorum. Kimse ile bir derdim, tasam, çekememezliğim yok. Milletin ne yaptığını zerre umursamıyorum ben , merak da etmiyorum. Ama onlar ile aramızda kapanmamış hesap kalmayacak buda böyle bilinsin. Yutturucam o kelimeleri teker teker.

8 Aralık 2009 Salı

SONRA - LAR



Ne ilginç birşeylerin hep sonralarından korkuyorum.

Hayatımda istediğim şeyler; bazen emeğe gerek kalmadan sunuldu, bazen ise kendi çabamla elde ettim. Ama hadi şunu da yapamadım dediğim çok az şey var hayatımda. Mesela hiç keşkem yoktur. Sadece kazandığım bir okula gitmediğim için, "acaba gitsem nasıl olurdu hayatım" diye düşünmüş ama üzerinde durmamışımdır.

Keşke dememek için çırpınıyorum resmen. Kimin yanında olmak istiyorsam oluyorum yada gidilecek yerleri sıralamaya koyup gidiyorum bir şekilde. Ama şundan da korkuyorum mesela; ya günün birinde kendime koyduğum hedefler biterse. Ya sonra kendi sınırlarımca gidilecek, yapılacak, ilgi duyduğum konularda öğrenilecek şeyler kalmazsa... diye düşünüyorum.

Hal böyle olunca karşımdakinden de aynı davranışı bekliyorum... Ya bu sonsa, ya beni uzun yıllar göremezsen içinde kalmayacak mı be insan evladı. Ne demeye istediklerini engelliyorsun demek geçiyor içimden avaz avaz.

En basitinden aklıma gelenler şunlar;


* İlk kez denediğim bir yemeği, ikinci kez aynı lezzette yapamamaktan korkuyorum.
* Birisi ile sevgili olmadan önceki halleri, sevgili olduktan sonraki hallere tercih ediyorum. Bu nedenle hep çekimser kalıyorum. Hep sallantıda olan ilişkileri seviyorum.
* Veya uyduruk yaptığım bir şeyin, ikinci kez aynı güzellikte olamayacağından.
* Bir erkeği evlenmeye ikna etmenin zor olmadığını biliyorum, ama sonrasından, yürütememekten korkuyorum.
* Yemeklerin içindeki eti, en sona saklıyorum tadını daha iyi alabilmek için. Bitmesinden korkuyorum ilk lokmada.
* Kızımı büyütmenin keyfini tadarken, sonrası için kaygı duyuyorum.


* Bu aralar hayatında bir eksik var ama ne olduğunu bulamayan Efsa...
* Bezelye geçenlerde R. efe diye bir çocukla oturmak istediğini belitti. Çünkü o çok usluymuş. İnşallah onunla oturturmuş öğretmen... :)
* Resim

3 Aralık 2009 Perşembe

Engellenmek... Abim' e ve tüm arkadaşlara...

Akşam iş çıkışı muhasebe müdürünün arabasında eve doğru yol alınır. Bir tane daha çalışan vardır aracın içinde. Az sonra abisinin arabasını görür kız. Yanyana dururlar ama abisi görmez kızın farkeden bakışlarını. Adamlar farkederler abisi yerine. "Birini mi gördün?" sorusunu "Abimi" diye cevaplar kız. Ardından abisinin aracı bizden daha ileride durur. Konuşma başlar...

Muh. Müdürü : aa özürlü (!) plakası, abiniz özürlü mü?

kız : Evet abim bedensel engelli, (ama bu engel kime göre ve neye göre bir anlasam???)

diğer çalışan : yaaa nesi var (!!!)
kız : (üzerinize afiyet azıcık sinir ve kemikleri kopmuşta) Doğum sırasında olmuş.
Muh. Müdürü : Neresi özürlü peki?
Kız: (Otomotiğe alınmış gibi cevap verilir) Doğum sırasında elleri önce çıkmış. Ebe de dikkatsizce çok çekince her iki kolunda da sinir kopması ve kemik kırılması olmuş, sol kolunu iyileştirebilmişler ama sağ kolu çok fazla zarar görmüş. Şuan sağ kolunu kullanamıyor...
Diğer çalışan : Yaaa tüh tüh... ee araba kullanıyor. (Arabaya arkadan bakmaya çalışarak abimi arama)
Kız : evet araç otomotik vites özel dizaynlı. Zaten sağ kolunu kullanamıyor sadece.
Muh. Müdürü : hııııı (üzüntülü bakışlarla) evli mi?
Kız : evet çocuğu bile var. (garip olan ne???)
Diğer çalışan : İyi bari. kaç yaşında abiniz?


Kız : ( :S ) 40
Diğer çalışan : Ebenin hatası mıymış peki?

Kız : (herkez suçlu arama psikolojisinde sanırım) Öyle görünüyor ama belki o an oda anneyi kurtarmak için tek yolun bu olacağını düşündü. Bilemiyoruz.

Muh. müdürü : hımmmm. Cık cık cık. Yazık olmuş
Diğer çalışan : ...... Bey işte olacağı varsa oluyor, Allah öyle istemiş.
Kız : ( :S )

Muh. müdürü: ne iş yapıyor abiniz?


diye diye konuşma uzuyor. 20 dakika kadar kendi kendilerine engellileri, mesleklerini, evlenmelerine dek bir çok konuya getirilerini - görütülerini konuşuyorlar.



Biz abimi fiziksel olarak kendimizden farklı görmedik. Emin olun birisi bize hatırlatmasa bizim çoğu zaman aklımıza bile gelmiyor. Bakış açılarımız başkaları gibi olamadı. Gerçekten araba sürmekten, yüzmeye dek her şeyi yapabilen bir insan o. İş ortamında 35 yaşında küpe takabilecek kadar özgür ve ailedeki herkezden daha güzel yaşayan bir insan. Sürekli gülümseyen, en iyi esprileri bulup seni de güldüren bir insan. Kızı doğduğunda çevremizdeki çoğu insan yengeme acıyan gözlerle baktılar, görüyorduk. Ama abim onda bile yanılmadı bizleri, enfes bir baba oldu. Şuan yiğenim 14 yaşında aynı bana benzeyen bir genç kız oldu babası ile gurur duyan.



Abim çoğu zaman insana acaba kim daha engelli diye düşündürtecek kadar fikirleri geniş birisi üstelik. Hukuk dalında dersler verir. Açtığı blog sayfasıyla da bu bilgilerini paylaşıyor şuanda ve oldukça geniş bir okur grubu var. Yine ücretsiz mahallelerde gezip bilgi veriyorlar 15 kişilk bir grupla. Demem o ki biz burada otururken o insanlar oturmuyorlar. Hayatı dolu dolu yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlar. Değer biliyorlar...



Ayrıca kör bir aile dostumuz var. Kendisi avukat, hani dışarıdan baksanız biraz Müslüm Gürsesi andırır tipi. Ama bir karısı var, hem güzel, hem sevecen, gözü gibi bakıyor adama. Çok tatlı kızları var birde. Yiğenimin babasına bakışlarını görüyorum onda. Tabiki herkesin kusurları var dünyada ölüm değil bu, Lütfen kendi özürlerinizi, engellerinizi başkalarına mal etmeyin. O kör adam dolmuşa bile binip ineceği durağı biliyor ya hayretle bakarsınız.




Yine de insan kendisi ile ne kadar barışık olursa o kadar mutlu olur düşüncesimdeyim. Onların bakış açısından ziyade kendi bakış açılarımızı değiştirelim. Ama bizim toplumumuzda insanların yaftalayacakları bir konumda bulduğumuz için, ne yaparsak yapalım kafamızdaki engelleri kaldıramıyoruz.



Her müşterisi abime bu soruyu sorar kaza mı diye? Ama onun cevap verirken ki suratını görürseniz ne demek istediğimi anlarsınız. O kadar halinden memnun, gururlu bir havada söylüyor ki, bundan utanmıyor. Yaşamından, sağ kolunu kullanamamasından dolayı kimseyi suçlayıp, yaşamıyor. Demek istediğim biraz da biz onları dışlayarak bu hale getiriyoruz. Fenasi geçenlerde engellilerin bir çoğunun yaşayamadığı cinselliğe değindi. Rodin alper de çok güzel bir kampanya ile "engelleri kaldır" ı başlattı. İncelerseniz çok sevinirim.


Resim alıntı

* Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler günü... Seni çok seviyorum Abicim ve seninle gurur
duyuyorum.

* Bu yazı yayımlanıp geri çekilmiş geçmiş yıla ait ve sevgili İpeğin blogunda yayımlanmış bir yazımdır...


Bu yılbaşı siz de çocuk gülücüklerinde yankılanabilirsiniz.




Birmilyonkalem sitesi olarak Adıyaman’daki çocuklarımızla birlikte yeni yılı karşılamak istiyoruz.

Siz de bu kutlamaya katılmak ister misiniz?

Nasıl mı?


Adıyaman 80.Yıl Rehabilitasyon Merkezi'nde kalan yaşları 8 ile 17 arasındaki zihinsel engelli 30 erkek çocuğumuz için giysi* (gömlek, kazak, pantolon, çorap, ayakkabı vb) armağan edebilirsiniz.


Adıyaman Sevgi Çocuk Yuvası’nda yaşayan yavrularımız için oyuncak* (grup oyuncakları, bebek, araba vb) ve giysi* (elbise, gömlek, kazak, pantolon, çorap, ayakkabı vb.) gönderebilirsiniz. Yuvada 7–10 yaş arasında 13 kız, 7 erkek; 11–15 yaşları arasında da 7 kız, 2 erkek çocuğumuz yaşamaktadır.



Yolladığımız armağanların çocuklarımıza ulaşmasını aynı zamanda Adıyaman'da yaşayan Birmilyonkalem yazarımız Gazeteci Sn. Naif Karabatak ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Sn. Murat Demirkol sağlayacaktır.
 Bu kampanyada ortak amacımız çocuklarımızı sevindirmek, onların yüzlerindeki tebessümde pay sahibi olabilmektir.


Yuvada kalan çocuklarımızdan birisine armağan gitmezse ya da hediyeler arasında denge olmazsa yavrularımız incinebilir.

Bu yüzden sizlerden ricamız yolladığınız armağanları birmilyonkalem@gmail.com adresine bildirmeniz. Böylece 1MK editörleri ilgili güncellemeleri yapar, eksikleri belirler ve ilgili organizasyonları yapabilirler.




Ayrıca dileyenler armağanlarını ISPANAK hediyelik eşya mağazasından seçerek LÖSEV’e de destek verebilirler.


Çok şey yapmak isterim, ama elinden ancak kampanyayı bir blog yazarı olarak desteklemek gelir derseniz: Kampanyamızı daha çok insana duyurmak amacıyla Birmilyonkalem (1MK)yazarlarımızdan PİNO tarafından çizilen logoyu sayfanıza ekleyerek okurlarınızı bu kampanyadan haberdar edebilirsiniz.




Bizim düşümüz, tüm dünyada çocukların daha mutlu olması.


2010 GÜLÜMSEYEN ÇOCUKLARIN YILI OLSUN!


Bu düşü paylaşmaya, var mısınız?



1MilyonKalem...





* Kullanılmış giysi ve oyuncaklar bu kampanya dâhilin de değildir.

24 Kasım 2009 Salı

İniş ve Çıkışlar

Bu aralar can sıkkınlığım borsaya döndü. Bir inip bir çıkıyor. Hayır öyle mala bağlamış bir şekilde umutsuz, depresyonda da değilim. Çok eğlendiğim hayatın keyfini çıkarttığım anlarım da oluyor. Ama sene sonu geldiğinden midir nedir? Böyle bir sorgulama, bir beklenti halleri üzerime yapışmış gibi.

Yeni işim uzun zamandır bünyesinde olmak istediğim bir oluşum. Olmak istediğim konumda olmasam da, başlangıç için çok güzel. Ki konum itibari ile fazla geldiğimi bile söylediler bugün. İçim ısındı, sevindim. Ama insan bazen mutlu olmak için beklentilerini düşürmek zorunda kalır ya. Benim ki de o hesap oldu. Yine de çok şükür tabi ki... Cumarteslerimin tatil olması süper bir şey... Çığlıklar atasım geliyor sevinçten cumartesi sabahları, yatakta biraz daha mayışınca... 

Kendime Sıkıntı 1: Uzun zamandır ailelerimizin evlenelim diye ısrar ettiği, sadece benim istemediğim birisi Amerikadan geliyor. Mantıksal olarak bakıldığında olmaması için hiçbir neden yok. İyi bir aile, iş, ev, para pul, düzen, fiziksel özellikler, yabancı bir ülke deneyimi herşey hoş görünüyor. Ama bunun için 1 yıl bezelyesiz bir yaşamı tercih etmem gerekiyor. Aileme göre kaçırılmayacak bir fırsat... Bana göre eziyet. Üstelik şimdiden afakanlar basıyor üzerime. Olmayacağını hem karşı tarafa, hem ailelere belirtmiş bulunuyorum. Yalnız hala herkesler ısrarcı. Fikirler değişebilir gözü ile bakılıyor...

Kendime Sıkıntı 2: Ailem bezelyeyi istemiyor... İstemiyor derken sevmiyorlar veya red ediyorlar anlamında değil. Aksine çok bağlıyız biz birbirimize... Sadece yaşlandılar ve küçük bir çocuğun sorumluluğunu almak istemiyorlar. O yemek yemediğinde üzülüyorlar. Her hafta sonu aldın, verdin, bıraktın, iş yerine bırakmadılar davasından kurtulmak istiyorlar. Her gidiş zamanlarında sorun yaşanır oldu. 15 de bir gelsin evimize demeye başladılar. (Mecburen okul için onlarda kalması hepten uzaklaştırdı sanki.) Bezelyenin sürekli kardeş istemesi ve bunu sürekli dillendirmesi bile üzüyor artık onları. Biz onların hayatına, evlerine, kurallarına katıldığımız için bunlar harfiyen olsun istiyorlar. Gibi gibi ufak ama can sıkan şeyler var. Ve ben arada kalmaktan yoruldum. Kızımla ailem arasında sıkışmış gibi hissediyorum kendimi bazı bazı. Onlar "benim hayatımın bezelye olmadan daha güzel olacaktı" yı kafalarından atamıyorlar sanırım. Engel gibi görünmüyor elbette ama bunu yadsıyamıyorlar. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi. 

Sıkıştım açıkcası, eski iş yerimi özlüyorum. İnsan lastik kokusunu özler mi? Özlüyor işte... Ailemin sağlıklı olduğu zamanları da özlüyorum. Tüm evin sorumluluğunu ablamla omuzlamak da istemiyorum. Hayatımı kolaylaştıran şeyler bulmaya çalışmadığım zamanlarımı da özlüyorum. Ayrı eve çıkmayı bile düşünür oldum bezelye gitti gideli. Bu sefer nasıl yaparımlar beynimde dönmeye başladı. Yalnız yaşamak düşüncesi bana cazip gelmiyorç Ben kalabalıkla mutlu olan bir insanken tek başıma yemek yeme düşüncesi beni kasıyor ve çok üzüyor. Ama bir yönden mecburum. Kızım okuluna, öğretmenine bu kadar bağlıyken haydi sil baştan onunla oyun oynar gibi olsun istemiyorum.

Şu bloga bile uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Kısa cümleler eşliğinde başka bir blog açtım. Yoruluyorum. Ve herşey sade, yalın, gerçek, takdiksiz, sorunsuz olsun istiyorum. Yazıp geçeyim istiyorum...
Neden bu kadar sık İstanbul' a gittiğimi merak edenler bile var. Kaçış değil benimkisi... Düşüncelerimi dağıtmaya ihtiyacım var sadece. Ama görüyorum ki onda bile batıyorum. Birine yetişirken öteki telefonum kapanıyor hissi...

* Resim   
* Uykusuz Efsa...

17 Kasım 2009 Salı

An' lar


Uçak...
Yanımda yüzü maskeli kokoş bir kadın. Siyahlar içinde. Suratının görülebilen kısmından burada olmaktan nefret ettiği çok belli. Lütfedip kalkıyor, kalkarken kemerini çözüyor, çantasını benim oturacağım orta koltuğa bırakıyor. Hiç istifimi bozmadan ona kendi bakışları ile karşılık veriyorum ve çantasını almadan koltuğa yanaşmıyorum bile. Aramızdaki soğuk savaşı cam kenarında ki çocuk bitiriyor. ve kızın çantasını alıp koltuğuna attırıyor resmen. :) Yerime oturuyorum. Vaktim uyuklamakla geçiyor...

Bir ara kolumu dayıyorum, yanımdaki adamla ortak kullandığımız koltuk kenarına. Elimi yanağıma koyup uyumaya başlıyorum. Aradan kaç dakika geçiyor bilmiyorum ama uyandığımda dizlerimiz, omuzlarımız ve başlarımız değmiş buluyorum kendimi adamla. Benim irkilişime o da irkiliyor. Gülümsüyoruz birbirimize. 

Biraz sonra pencereden ışıklara baktığımı görünce "İzmit" diyor. Biraz daha konuşuyoruz. Kendinden bahsediyor. Gün batımını kaçırdığımıza dem vuruyor. Konuşmuyorum. Konuşmayınca "korkuyormusunuz" diyor. "hayır" diyorum. Susuyorum... iyi akşamlar deyip ayrılıyorum.


İstanbul... 
Orada insanı esir alan bir hava var. Adımını attığın an hissediyorsun. İnsanların bu suratsızlığının sebebi belki de bu. Üstelik esiri olmam desende seni de kapsıyor anında çaktırmadan yapıyor ama bunu. Mesela kapalı bir mekandan sokağa çıktığın an, havayı içine çekip ne güzel diyebiliyorsun. Ama 5 dakika geçmeden o hava, o kalabalık seni boğuyor. Daha sakin bir yeri özlüyorsun. Hani kat kat giyinip de güzelliğin kapanması gibi. Maskeli İstanbul... Kalabalıkla çirkinleşiyor...


Araba...
Havalimanından beni alan ablam "nasıl geçti" diye soruyor... "Daha da gitmem Davosa" diyorum. "Hımm" diyor. Moralimin bozuk olduğunu anlıyor. Sorgulamıyor.


Dün akşam...
Moralim bozuk. Ailem surat ifademden anlıyor. Yukarıya odama çıkıyorum hemencecik. Onlar dizi izliyor. Elim telefonda... Tuvalete gidiyorum. Tık tık ses geliyor. Ablam "aç bir kapıyı" diyor. "Ne oldu" falan derken elindeki tencere kapağını muzipçe bana uzatıyor. :) "napcam ben bunu kıçıma mı kapatıcam" diyorum gülerek. "buda sana kapak olsun" diye getirdim diyor. Kahkahalarla gülüyoruz. Biz güzel bir aileyiz diyorum içimden...



* Resim
* Durgun Efsa...

14 Kasım 2009 Cumartesi

Gaflarım ve Şaşkınlıklarım 2


* Aslında tüm bu gaflarıma çok küçük yaşta başlamışım. İlk Antalya ya taşındığımızda O zaman ki köle isaura (böyle mi yazılıyordu) dizisinden etkilenmiş olsam gerek. Gemiden inen zencilere bakıp;
- "aaaaa anne kölelere bak" demişim.

* Yine bir keresinde dolmuşa bindim. Yer olmadığı için şöförün arkasına oturmak zorunda kaldım. Normalde hep ortalarda bir yere denk gelirim. Ama ben ne yaptım?
Şöföre parayı uzatıp:
- "Şunu uzatırmısınız" dedim. O da arkaya doğru üşenmedi döndü ve:
- "Kime uzatayım" dedi. :))))


* Arkadaşın biri ile vedalaşırken o bana
- "Görüşmek üzere" dedi.
Bense "Allahaıslarladık" diyeceğime
- "Allah göstermesin" dedim...

* Yine geçenlerde arkadaşın birisi ile bıdır bıdır tartıştık.
- "git şimdi" dedi.
Ama bunu öyle bir tonda söyledi ki (yazarken nasıl söylüyorsa) kızdım biran.
- "ne demek gir şimdi,emir kipinde kullanma o sözcüğü" dedim.

* Birde bir gün birisi size beklenti içerisinde
- "Ne düşünüyorsun?" derse; ona sakın:
- "Hitlerin nasıl öldüğünü ve magnum yemeyi düşünüyorum" demeyin... Ayıp oluyo

* Yeni iş yerimde 3, gün... İş yerinin tuvaletine girilir. Oturmadan sifon bir alışkanlıkla çekilir. Sonra tekrar sifonu çekmek isterken bir bakılır ki; sular kesiktir. Acaba lavaboda ki boruda su kalmışmıdır ki diye düşünülür. Ama borunun içindeki su acayip sesler çıkartarak fışkırır ve Efsanın üzerini sular içinde bırakır. Sonra Mutfak personelinin şaşkın bakışları arasında bir sürahi kapılır ve su taşınır. İşin kötüsü ikinci bir sürahiye daha ihtiyaç duyulunca hanımkızımız ister istemez kahkahalarını engelleyemez.

@ Şaşkın Efsanın diğer gaflarına buradan ulaşabilirsiniz... :)) Dumur anlarına ise arattırarak ulaşın. link vermeye zamanım kalmadı. :)) İstanbul da olacağım . :))))

13 Kasım 2009 Cuma

Düşüp yeniden kalkmalarımın,

Doğum günüme bir gün kala anne olmamın,

Kaybettim sanarken kazanmalarımın,

Burnumun sürtülüp, duyduğum vicdan azaplarının,

Sevilmenin / aşık olunmanmn

Affetmenin ve affedemememin,

Emellerime ulaşmamın,

Yeniden okumamın,

Aşık olmamın,

Umursamazlığımın,

Tutku ve hırs duymamın,

Yeterince sevilmediğimi düşünüp kendi içimde kaybolmalarımın,

Beklentilerimin,

Özlemlerimin,

Hayatımı etkileyen gerçeklerle yüzleştiklerimin,

Büyüklük bende kalsın dediklerimin,

Evlenip ayrılmanın,

Başarılarımın,

Başarısızlıklarımın,

Şaşkınlıklarımın,

Potlarımın,

Gaflarımın,

Hayatımın,
ve kendimle dalga geçmelerimin,


Şerefine!!!


Saatler 20:20' yi vurmalı...
Kavramalı-ydı- bir el benim dercesine belimi...
Şanssızlıklarımın da şerefine...
@ Buradaki melankolik yazılara inat aslında hep gülümseyen Efsa...

12 Kasım 2009 Perşembe

Çilekli sakızımın kokusu






Günlerin getirdiği mutluluk olsun sana...
Sevdiğin ve sevildiğin bir hayatı sür bebeğim...


Günün günden güzel olsun...


İyi ki doğdun yavrum...

31 Ekim 2009 Cumartesi


Efendim yayınımıza işten çıkarıldığım için ara vermiş bulunuyorum. :)

Bir sonraki bültenimizde yeniden görüşmek üzere.

Sevgili bay sümsüğün 1 sene sonra dileği oldu beni çıkarttı. hani ne fırsatta girerim yazarım bilemiyorum ama şu an gayet iyi olduğumun tiyolarını verebilirim. :)



* Tekrar bay sümsüğe istinaden;

"Bay sümsük kılçığım batsın size hem girerken hem çıkarken"
Yazan: Efsa ballığı :))

30 Ekim 2009 Cuma

Hikayeler / Adam ve Kadın




Adam kadını göğsüne bastırmış... Kadın adama güvenle yaslanmış... Ellerinde birer bardak... Minderler üzerinde... Adam başlar konuşmaya, kadının oluşan mimiklerine bakarak...



- "Çocuk gibisin..."

- "Yaa, ne oldu şimdi, nerem çocuk gibi."

- "Hayır dış görünüşün değil. İçin... O ürkekliğin... O aniden geliveren ama gülümseten, insanı çocukluğuna döndüren şaşkınlıkların... Kelime oyunların... Hepsi seni gözümde bir çocuğa döndürüyor..."

- "Gözünde çocuk gibi göründüğümü bilmiyordum"

- "Hayır anlatamıyorum..."

- ":) Tamam, tamam ne demek istediğini anlıyorum. Bak beni dinle. Ben sadece doğal olmayı seviyorum. Tüm sakarlıklarım, şaşkınlıklarım, yeri gelip algı düşmelerimle, hırçınlıklarım, gereksiz korkularımla, beni ben olduğum için sevsinler istiyorum. Üstelik kendimle dalga geçmeyi çok seviyorum."

- "Çocuk gibisin işte... Kelimelerinden çok anlatış biçimin, heyecanlanman, o bir anda beliren ve karşıdakine yansıttığın coşku varken sende. Emin ol seni sen gibi seven insanlar hep daim olacaktır hayatında."

- "Yaa çat sen bana, çat. Yanımda olan insanların gerçekten bundan hoşnut olmalarını ve içlerinde sakladıkları yanlarını çıkartmayı istiyorum. Sevgide de bu geçerli. Bir sürü kadınsal taktikler ile insanları benimle tutmayı sevmiyorum. Bütün bunları bilmiyor muyum sanıyorsun, yapamaz mıyım?"

- "Yaparsın elbette. Ama..."

- "İstesem kıskandırmayı da, peşimden koşturtmasını da bilirim. Bu doğal bir içgüdü ve ince bir zeka ile inan çok zor değil. En basitinden misal; eğer etkilemek istesem adamla göz teması kuracağım şekilde karşısına geçer. Ben konuşurken gözlerine, adam konuşurken dudaklarına bakarım. Bak gör o zaman o adam senden gözlerini ayırabiliyor mu? Ama yanımda olanın buna ihtiyaç duymasını, en önemlisi duymayı istemiyorum. Ayyy çok konuştum yine, çenem açıldı :))"

- "Hayır devam etmelisin, hoşuma gidiyor seni dinlemek. Hem yine suskunluklarına bürünme lütfen."

- "Ne diyebilirim ki daha fazla. Hepimizin bildiği şeyler aslında yazdıklarım, söylediklerim"

- "Ama ifade ediş biçimin çok güzel biliyorsun değil mi? Farklı... Daha içten...Kasılmadan"

- "Evet öyle, tevazu gösteremeyeceğim :P... Ay yanağım... "

- "Az bile" Boyundan öpmeler...

- "Şımarıcam şimdi göreceksin. Başına kalacağım. Bu arada en çok ne isterdim biliyor musun?Seviştikçe üreyebilen bir şey olsaydı aşk... O zaman daha güzel ve anlamlı olurdu."



* resim için antique teşekkürler. :) nerden çıktı bu kız dank diye resim istiyor demediği ve elinden geleni yaptığı için.
* Bu aralar içinde hiç çalışma hevesi olmayan, doğum gününü İstanbul da kutlasam mı diye düşünen Efsa... (Allah sonumu hayır etsin, pek bir gezente oldum)


28 Ekim 2009 Çarşamba

Öğretmenin Kim Senin?


Hani dedik ya hayat öğrenirken öğretir diye. Sen ne çok şey öğrettin bizlere. İlklerimde oldun... İlk kutladığım öğretmen yine sen oldun mesela. Yaptıklarını okuyup, dinleyip ilk hayran kaldığım insanda sen... Sene 2009... Arkadaşlarımızla bir olup, bir kampanya yapalım istedik öğretmenler ile ilgili. (Öğretmenin Kimdi Senin?) Ve ben Geçen sene yazdığım bir yazıyla, seninle başlamak istedim bu kampanyamıza.

"HERŞEYE RAĞMEN SAYGI İLE ANIYORUZ SENİ. BİLİYOR MUSUN? KIZIMIN BİLE İLK ÖĞRENDİĞİ ŞARKI İZMİR MARŞI İDİ. BİRÇOK İNSAN MİNİ MİNİ BİR KUŞ DERKEN BENİM KIZIM "YAŞAAA MUSTAFA KEMAL PAŞA" DİYORDU PELTEK PELTEK.
VE ŞİMDİ ANAOKULUNDA, YENİ YENİ ŞİİRLER ÖĞRENİYOR. KARŞIMA ALIP YAPTIĞIN İNKİLAPLARI BİLE ANLATTIM GEÇENLERDE. KIYAFET VE YAZI DEVRİMİNE ŞAŞIRDI EN ÇOK. GÖZLERİNİ KOCAMAN AÇIP BANA MOR VE PEMBE DE GİYEMEZLER MİYDİ DİYE SORUŞU VARDI Kİ SORMA... SEN HEP İÇİMİZDESİN ASLINDA, SENİ YAŞATMAYA ANT İÇTİK SENELERCE, YAŞATACAĞIZDA SÜREGELEN NESİLLERCE...

ANNEANNEMİN SESİNİ DUYAR GİBİYİM. KENDİSİ SENİN SÖZÜNÜ DİNLEYİP, OKUMUŞ VE TÜRKİYE DE Kİ BİR İLİN, İLK BAYAN ÖĞRETMENLERİNDEN BİRİ OLMUŞ... BÜTÜN ÇOCUKLUĞUM BOYUNCA ONUN SENİN HAKKINDAKİ SORULARINI ŞIP DİYE BİLMEKLE GEÇTİ. SENİ ANLATIRDI BİZE ÖNÜNDEN O HEYBETLİ HALİNLE GEÇİŞİNİ... ÇOCUKMUŞ O ZAMAN KENDİSİ DE. AMA HİÇ UNUTMAMIŞ, UNUTTURMADI DA.

KIZIMIN 29 EKİMDE EZBERLEYİP OKUDUĞU VİDEONUN KAYDINI YAYIMLADIM YİNE GEÇENLERDE. 5 YAŞINA BİLE GİRMEMİŞ BİR ÇOCUĞUN AĞZINDAN, KIZIMIN AĞZINDAN ADINI DUYACAĞIM. VE HAKLI GURURUNU YAŞAYACAĞIM.

Yukarıdaki resim http://www.veataturk.com/resimler.asp?islem=resimler&id=19 dir. Yine buradan Atatürk' ün belki bir ihtimal görmediğiniz resimlerine ulaşabilirsiniz.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Bir Cumartesi Jesti

Cumartesi sabah ablamın iş yerine gidene dek arabayı o kullandı. Ardından ben ticaret odasına gittim, derslere girdim derken, öğlen yemek için arabayı çalıştırmayı denediğimde çalışmadı meret. Meğer ablamın sabahın 9 unda farları yakma alışkanlığı varmış. Bende de olmayınca ve geç kalınca apar topar indiğimden bip bip sesini kapı sesi olarak algılayıp fırlamıştım. (kontrol etmediğim ve çıkan sesi alelacele iplemediğim için suç bende yani)

Sevgili akümüzün şarjı sizlere ömür...

Hemen aklıma kaskodan asistans hizmetleri geldi. Ama çekiciyi bekleyecek, takip edecek, telefonlarına cevap verecek imkanım yoktu, sınava girecektim. Allahtan akü olduğunu fark etmem ile ara kablosu aramam bir oldu. Oradaki güvenlikten mola zamanında yardım istedim.

O sırada aklıma yan taraftaki benzinlikten belki bir şeyler çıkar diyerek gittim. Markete girdim, durumu anlattım. Tam şarj olması gerektiğini açıklarken yan tarafımda ödeme için bekleyen adamın telefonda konuşan sesi ile yüzüm ayçiçeği gibi adama döndü. Adamın konuşma şu şekilde:

- XXXXX, sende şarj kablosu var mı? Bizim araçlardan birisini göndersene ticaret odasına, orada seni?. (burada dönüp bana bakarak)

- Efsa.

- Efsa hanım bekliyor olacak.

- Güvenliğin orada olacağım.

- Güvenliğin orada. Tamam bekliyoruz. (telefon kapatılır)

Ben teşekkür ettim ve yürüdüm.

2 Dakika geçmeden oraya geldi ve:

- Efsa hanım, benim gitmem lazım ama merak etmeyin boşuna beklemiyorsunuz demek için geldim. Ben şuşuşu firmanın bölge şefiyim, gelecek arkadaşlarda şuşuşu lojistik firmasından gelecekler.

- Tamam teşekkür ederim tekrar.

5 dakika geçti bir kamyonet geldi... Ama aracın kablosuna yetişmedi. otomatik vites olunca yerinden kımıldayamadı. Ekstra kablo istediler telefonla. 2. araç da bir beş dakika içerisinde geldi. Kablolar uzatıldı. Yan taraftaki aracın sahibini buldum, çektirdik falan derken; hopp bu adam tekrar geldi.

- Kusura bakmayın Efsa hanım, arkadaşımı almam gerekti yoksa sizi yalnız bırakmazdım.

- Yok lafımı olur. Arkadaşlar yardımcı oluyorlar zaten. dedim.

Ama ben bu arada çok paspaldım, makyajsızdım, sınav stresi içindeydim, 2 gündür seminerden seminere girmiştim, saçlarım bile ayrı telden çalıyordu. Adamın bu jestine karşılık hiçbir görselliğim yoktu diyebilirim. Hani adam bunu düşünüyordu da yardım etti desem...

Neyse adam en son kartını verdi. Bende tekrar teşekkür ettim ve gittim. Şimdi ufak bir maille teşekkür etmeyi düşünüyorum. Hiç başıma böyle bir jest denk gelmemişti. Ablama anlattığımda bolca gülümsetti bizi, çünkü çalıştığı firma büyük bir firma ve lastikleri bizim iş yerinde değiştiriyorlar. :))

* Resim

* Çalışamadığı halde sınavı güzel geçen Efsa... :))) (Henüz sonuçlar açıklanmadı ama, kötü geçseydi bir sonraki sınav 3 yıl sonra olacağından 3,5 atacaktım)

22 Ekim 2009 Perşembe

Diyaloglar


Dün Absolomun meşhur "yeter artık Efsa kıçı kırık birkaç adamı okumaktan sıkıldık" çemkirmesinden sonra dudaklarıda bir gülümse bırakan diyaloglar ile sizleri başbaşa bırakmak istedim.

Ben - Ben bugün orucumu seninle açacağım :))
Bezelye - Orucun kapalımıydı ki?
Cevap düşünen ben - Yok tabiki değildi. Ama tutmuştum işte orucu.
Bezelye - Nasıl tutmuştun. Böylemi? (iki el birbirine yapıştırılarak yakalama efekti)
İyice sıkışan ben - Yok içimden tutmuştum.
Bezelye - Yani nefes gibi mi?
İyice batan ben - Bir bakıma... Sadece gün içerisinde bir şey yiyip içmeyeceğiz ya. Bir oyunun kuralları gibi..

~~~~~~~

Geçtiğimiz ay kızımla telefonda konuşurken bana:

- "dur anne ben bir diğer odaya geçeyim"
- "Neden"
- "F. teyzem (babasının teyzesi) var, o duymasın. Dur yürüyorum, odanın kapısını da kapatayım" ...Kapının kapanış sesi...
- "Eeee niye kapattın ki"
- "Yaa duymasınlar istedim. F teyzem, R.' ye manyak diyooo, asıl kendisi manyak"
- "O nereden çıktı şimdi"
- "hiçç"
diyerek ilk dedikodusunu da kapı arkasından yaşamış olduk...


~~~~~~~

Dayısı: "ee anlatsana şu Şabanı, ne yapıyor?"
Bezelye: "bişiy yapmıyor, daha az oynuyoruz artık. Ben ders çalışıyom ya."
Dayısı: "hııı peki başka delikanlı da var mıydı oynadığın?"
Bezelye: "deli olmayan tek erkek çocuk oydu bende bu yüzden tek şabanla oynuyordum"

~~~~~~~

- "Anne Teşekkür almam için çok çalışmam, ödevlerimi zamanında yapmam lazım dimi?" (dersleri konusunda çok hırslı bezelye)

~~~~~~~

- "Anne sen evlen benim kardeşim olsun. Hem ikimizin de babası ayrı olur. Ama tek annemiz sen olursun. O şimdi küçücük olur. Ben 7 yaşımda olurum, o da sıfır yaşında olur. Aramızda 7 yıl olur. Ne güzel olur dimi?"

~~~~~~~

- "Anne sen babamla bir daha evlen olmazsa, evleneceğin adam hiç gelmeyecek bu gidişle, benim hiç kardeşim olmayacak. :(("






* Hayatımıza bu ara yeni katılan Ela, Lale ve Talat' a ve bunlarla özdeşleşen elyazısına...........

* Şom ağızlı absolam... sana bir daha bir yere gideceğim-gideceğiz demiycem. İptal oluyor!!!! :)



21 Ekim 2009 Çarşamba

Bir geçmiş zaman hikayesi



Sustu adam bir daha konuşmadı,
Sesini duymaya en muhtaç olduğunda kadının...
Sustu adam
Gitti adam
Dönmedi...
Kadın bir daha duy(a)madı adamın sesini,
Söyleyemedi sevdiğini, özlediğini...
Aslında başka zamanlarda;
Başka mekanlarda konuşuyordu da,
Kadın duymuyordu.
Aradan günler geçti...
Günler kadın için resmen geçire geçire geçti.
En çok neyini özlediğini düşündü kadın,
"Sesini" dedi,
"Kelimelerini" dedi hemen ardından,
ortalığı tozu dumana katan iç sesi...
Kadının suskunluklarını tamamlayan bir döngüydü.
Bilemedi adam...!
Fazlasıyla mantıklı idi adam.
Kadın duygularıyla,
Adam mantığıyla hareket etmeyi severdi.
Buluşamadılar bir türlü,
Kavuşamadılar...
Yoruldu adam,
Kırıldı kadın...
Vazgeçti adam,
Yazdı kadın...
Sustu kadın uzun zaman
Suskunluklarına farklı tepkisizlikler ekledi.
Boş bakışlarla tamamladı hikayeyi.
Gitmişti adam ve dönmemişti üstelik.
Biliyordu kadın,
Özlüyordu kadın,
Susuyordu adam...


* Yazım tarihi 02.2009
* İzmit' e gitmek için hazırlıklarda olan Efsa...
Related Posts with Thumbnails

..