30 Haziran 2009 Salı

Tuvaletteki kadınlar... 3


* Güç savaşları sadece erkeklerde mi var yani? Kadınların hepsi de kendilerince ayna önünde güç savaşı verir. Üstelik yaşa başa bakmadan. İstisnasız tüm kadınlar; o an elde yıkasa, rujda sürse, kıyafetini-saçını da düzeltse; kapıdan giren diğer kadına şöyle bir göz ucu ile bakıp notunu verir. Ona göre ya incelemeye devam eder, ya da tınlamaz inceleyecek yeni adaylar bulur. Ama hepsinden öte kendinde gördüğü gücü-üstünlüğü taslamaya bayılır.

Diyelim ki yeni kapıdan girenin bacakları kalın, inceleyenin ince. Allah ım hemen bir çark düzeni devreye girer ve arkadaşına ayakkabı yada bacakları ile ilgili bir söz patlatıverir. Çekinmese o an lavaboya koyar bacağını gösterebilir.

Ya da diyelim ki hatun saçlarını boyatmamış, bakımsız bir duruşu var, parıldıyor tepesi. Diğerinin hemen saçlar salınır. Toplu ve düzgün olsa şöyle bir dağıtılıp yeniden toplanır.

Ya da kilo ile ilgili bir olaysa hemen kıyafet düzeltilir. Önce sağa, sonra sola dönülerek beden afişe edilir. Yan gözle de bakmaya devam edilir. (ama aynadan)

Aynaya ilk gelen; üstünlüğü ve gücü elde etmiş kadındır. Aynada kim yayıla yayıla ve uzun süre kalıyorsa o ezici üstünlüğünü yeni gelenlere ve gidenlere kanıtlamış kadındır.

Ve bunlar o kadar hızlı gelişir ki, kadın kapıdan girer, aynadakilerle göz göze gelir. (Aynı anda boş tuvalet var mı kontrol edilir) Eğer "aynada" incelenecek çok şey varsa, kapının kolunu tutup yavaş hareketlerle kapatmayı dener, yoksa tuvaletlerin olduğu bölüme doğru meziyetine ve güç savaşına göre başı yukarıda yada aşağıda, hızlı yada yavaş adımlarla, yan bakış geçer.

- tık tık
- doluuuuu (başka türlü cevap verilmez, hep dolu der kızlar, eğer arkadaşı ise vuran ne var be diyebilir.)

* Ayna önü muhabbetlerinin çoğu da zaten erkekler, "öteki" ler hakkındadır. Saat farkı gözetilmez asla.

* Gecenin bir yarısı bir mekanda girilen tuvaletlerde kusan kızlar vardır. Kapı ardına kadar açık, klozete çömelen arkadaşın, ayakta dikilen arkadaşı etrafa hafif mahçup bakışlar atar.

* Hep makyaj yapan birileri vardır. Ve üstüne başını düzelten.

* Diyaloglar ise apayrıdır. Özellikle telefonda konuşan ve tek eliyle saçını düzelten insanlara çok sık rastlarsınız. İlginç konuşmalar duyarsınız. Dinlememek için çırpınsanızda mutlaka kulağınızdan içeri girer. Karşı kadınla bakışıp, anlamlı kelimelere gülebilirsiniz.


Efsaca 1 : Birde geçenlerde; idrarımda ki mucizeyi okuyunca, kendimi bu mucizeyi suratına baka baka, acımadan elinin tersi ile iten (sifonla çeken) biri gibi gördüm yeminle!!! Ne kadar çok şeye yarıyormuş. Oysaki ben bir tane faydasını biliyorum. Nimetmiş de haberim yokmuş. Denermiyim? Hayırrr.

Efsaca 2 : Bezelyenin tuvalet maceralarıda pek yakında sizlerle. :)))

Efsaca 3 : Diğer tuvalet yazıları için sizi şu kabine alalım. Orası temizlik için kapalı da.

26 Haziran 2009 Cuma

Anılar / Bir düğün sonrası


"En iyi olan her zaman zor olandır... Yani "zaman" dır"

dedim bir hafta önce arkadaşıma. Bir forum sayfasından bugünlere dek gelmiştik. Ayrı şehirlerde kısıtlı imkanlara rağmen 2 defa görebilmiştik birbirimizi.
Onun yaşamından bir kesit anlatmak istedim bugün. Amacım elbet üzmek değil ama, yaşamın hala sürdürülebileceğini anlatmaya çalışmak belki de. Sebep aramıyorum. Sadece içimden bu geçti.

Kardeşinin düğünü için memleketlerine gittiler. Birlikte elbise seçeneklerine bile baktık, uzaktan resimler gönderdi bize. Boşanmış bir ailenin 2 evladı olarak, çok değer verirdi kardeşine. Ablalık kadar anne ve babalıkta yapmıştı kendisine. İşte şimdi evleniyordu. Arkadaşımızı güle oynaya uğurladık kardeşinin düğününe. Sonrasında duyduklarımı ise aynen yazıyorum.

Düğünü bittikten sonra konvoyda giderken, 2 aracın yanyana geldiği bir an; lastiklerin birbirine sürtünmesi ile taklalar atar. Arkadaşımın kardeşi, damat ölmüştür. Gelin de ise hiçbir şey yoktur. Ufak tefek çiziklerin haricinde...

Sonrasında:
@ Aradan 2 gün geçti, kızdan saklanılan sır söylendi. Güzel gelin sinir krizleri geçirdi!
@ Aradan 1 ay geçti, arkadaşımız ruh gibiydi. Bizde ne diyeceğimizi bilemedik. "Hangi bahane avutulur bilmem, hangi gunahın bedeli bu..." dedi 1 yıl boyunca sadece. Konuşmadı, okumadı bizleri. Birkaçımız gitti görüştü, arada kendisi uğradı...!
@ Aradan 1 ay daha geçti, güzel gelin hamileydi! Üstelik bebek 4 aylık olmuştu. Aldırmayı hep red etmiş, tüm ısrarlara rağmen...!
@ Aradan 3,5-4 ay geçti, erken gelmeyi isteyen bebek kız oldu. İsmi kondu. Gözümüz Aydın' dı...! Bebeğin resimlerine baktık, anneyi, aileyi, arkadaşımızı böyle salak saçma geveleyici sözlerle, utana sıkıla tebrik ettik.
@ Arkadaşım dedi ki... Narkozun etkisi ile annenin sayıklamalarını duyunca, içimiz parçalandı!

Tam doğru insan dediğin birisinden sonsuza dek kopmak...
Üstelik düğün bitiminde evlerine dönerken konvoyda kaza sonucu onu kaybetmek...
Doy-a-mamak...
Yaşanamayan, paylaşılaşamayan bir evlilik...
Babasız bir bebek büyütmenin güçlüğü...
Babasını hiç göremeyecek koklayamayacak bir bebek...

Hadi susalım
Ben bazen oscarlık beceriyorum bunu...!


* Benim abimde düğünümün ertesi günü kaza geçirdi. Kazadan 15 dak önce gördüğümde markete gitmek için ayakkabısını giyiyordu. Bir sonraki görüşümde, bacağı alçıda. sol gözünden yanaklarına bir tek kan damlası sızmış bir şekilde, ingilizce ve osmanlıca bir şeyler sayıklıyodu. Abim zaten sağ kolunu pek kullanamazdı, doğumda oluşan bir hata sonucu bedensel engelli idi. Şimdi ise sol tarafı komple kırıktı. Çok şükür düzeldi 1 sene sonra ama o günler ne zordu biliyorum. Neyse bu günlük hüzün yeter sanırım.
Allah herkese sağlık versin diyorum.


Resim alıntı

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bilmiyorum!


Yaklaşık 19 yaşımda tanıdığım eski bir iş arkadaşımla, aynı mahallede oturduğumuzu farketmemiz üzerine diyaloglarımız gelişti. Sonra benim saham başka bir yere kaydırıldı, birbirimizi tek tük, denk gelindiğinde görmeye başladık. Evlendiğimde eşimle de tanıştılar, bezelyeyi gördü. Ama biz böyle hep ayaküstü muhabbetle seneler geçirdik. Sonra ben tekrar ailemle yaşamaya başladığımda sabahları karşılaştık 2 yıl boyunca :). Merhaba, günaydın, nasılsından ileriye gidemeyen konuşmalar; bugün ise yanyana oturmamız üzerine şöyle gelişti:

- Efsa siz buraya mı taşındınız?
- Evet taşındım. (lafın nereye gideceğini bilen ben) Ama biz ayrıldık XXX ile.
- Hadi ya, ne zaman
- 2 yıl oldu.
- Aaaa ama iyiydiniz siz?
- Hııı
- Sen şimdi ailenle kalıyorsun. Bende diyorum bunlar diğer tarafta oturuyorlardı. Neden geldiler.
- Evet ailemle kalıyorum.
- Evlendimi peki yeniden XXX?
- Bilmiyorum!
- Yok mu öğreneceğin bir yer
- Öğrenmek için sebebim yok.
- Yok yani barışırsınız diye söylemiştim....
- Barışacak olsam boşanmazdım ki.

(Şimdi bu bilmiyorum cümlesini herhalde bütün eş, dost, arkadaş, bizi geçmişimizde tanıyan her insan evladına söyledim boşandıktan sonra. Artık nefret ediyorum bu kelimeyi kullanmaktan. Ha kullanmak zorunda kaldığım anlardan da.)

Birde çocukluk arkadaşım var Y. Kendisi biraz fazla konuşmayı, bolca boş konuşmayı, çokca dedikodu yapmayı seven bir insan. Oda her görüşmemizde (2 ayda 1) soruyor. Hoş beş sohbetten sonra, soruları başlıyor.

- XXX napıyormuş? (yine başladık)
- Bilmiyorum. (:S)
- Evlenmişmi o kızla? (2 yıldır aynı soru yalnız)
- Bilmem, sormadım Y. allah aşkına sorduğumu düşünmüyorsun herhalde?
- Yaa belki komşular, birileri söyler diye düşünmüştüm de. Eski komşularınlada mı görüşmedin yakın zamanda?
- Hayır görüşmedim. Görüşsemde sormayacağım Y. banane ya.
- Yok yani ondan demedim. Ortak arkadaşlarınız vardı...
- ......
- Tamam sustum...


Bir başka diyalog, (aile dostlarından bir teyze)
- Efsa ayrılmışsın eşinden herhalde. (pis dedikoducular)
- Evet ayrıldım.
- Yaaa falanca filanca söyledi; "başka bir kız bulmuş" öyle mi?
- Evet
- Bu güzelliğe, hanımlığa rağmen? Boşverrrr, Allah sana son gürlüğü verir kızım hiç merak etme.
- Ha yok ben şimdi daha mutluyum emin olun.
- Tabi tabi kızım eminim. (haydaa) Şükret ailen kucak açtı. (:S) Maşallah pekde güzelsin. Bezelye seninle dimi?
- Evet benimle.
- Evlendimi peki o kızla? (bla bla bla)
- Bilmiyorum. (yine başladık)
- Haber gelmedi mi?
- Sormadım kimseye. Zaten ortak tanıdıklarımızla da görüşmüyorum. O mahalle ile de işim olmaz.
- Merak etme haberi gelir. Böyle zamanlarda uçuran çok olur. (senin gibi) Biliyormusun bizim Nerminin oğlu vardı. Oda eşinden ayrılm......ış.
- Aaaaa yukarıda telefonum çalıyor herhalde, bir an sesi geldi. Pardon A. teyze.


İnsanların bu karı-koca merakına verilecek en güzel cevap diye bişiy yoktur. Her yeni cevapta, başka sorular sorulacağından en güzeli o ortamdan sıvışmaktır.
Eski eşimin evlenip evlenmediğine benden başka herkes pek bir meraklı. Annem bile arada dayanamayıp, konusunu açıyor. Acaba o naptı, kızın okulu bitmiştir, ailesi ne düşünüyor acaba? vs. bir ton soru evirip çeviriyor kafasında.

Artık evlensede kurtulsak cümleten der oldum. Bu seferde çocuğu oldu mu diye sorarlar mı ki??

Resim alıntı.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Cennetin ağacı



Seni tanıyorum.
Kendimi tanıyorum.

Nefretin en süssüz hali ile;
Bakarak uzaktan yüzüne,
Adım adım uzaklaşıyorum senden.
Artık:
Sinsice izlemek yok!
Geride bıraktığın adımlarının işaretlerini,
Yada algılarımı açık tutmak zorunda değilim...
Tehlikelere karşı!

Açıklarını biliyorum.
Sızıyorum çatlaklarından içeriye.
Bedenini çamurlaştırıyorum.
Vatan toprakların benim işgalimde.

Kanına işliyorum.
Kanın bir su ve ben susuzum,
İçiyorum.
Doymuyorum.
Savaşman yersiz,
Silahların tutuk farkında değilsin.

İstediğim zafer mi sanıyorsun?
Mırıldanarak gülüyorum...
Amacım...
(:
Rahat çürü sevgilim...

Cennetin ağacından sesleniyorum sana.
En tepesine çıkıyorum.
Mırıldanışım kendi kulaklarımı bile titreştirirken,
sendeki etkisini hissetmek istiyorum...

Cennetin ağacıyım
Bilmeden kırdığın dallarımdan bir tanesini dünyaya fıraltıp
Yaprağımı düzeltiyorum,
Güzel görünmek istercesine...!

Dans ederken yukarı kaldırdığım dallarımla,
Meyvelerimi sakınıyorum senden!
Bensiz aç kalacaksın biliyorum.
Çünkü tüm cenneti ben besliyorum.
Aradığın tüm tatlar bende.
Ulaşamayacağın...

Çatlaklarından sızdığım,
Çamurlaştırıp,
Yüreğine ektiğim tohumlarımla büyüyen
Meyvelerim seni zehirlesin.

Kutsal suyu döker gibi,
Bahşettiğim sözcüklerimi serpeceğim yüzüne.
Zehirlerim olurda yetmezse diye...



resim alıntı

16 Haziran 2009 Salı

Mektuplar / Su Kadını



Kadın ellerini bacaklarının üzerinde birleştirmiş, gözlerini ayırmadan, karşısında oturan adamı inceliyordu. Yüzündeki çizgilerden gözbebeklerine dek bütün hatlarını ezberine almak ister gibiydi. Günlerce rüyalarına girmişti adam. Şimdi ise işte anımsadığı o yüz karşısında idi. Anımsamak… Bütün anılar, bütün sesler yeniden bir araya gelmişti. “ -biz- olmayı beceremeyen, iki -ben' lik- dik” diye düşündü kadın. Uzun uzun bakmaya devam etti. Adamın tavırlarından; kadının bakışlarından bir çekinceme duyduğu belliydi. Geçmişte de “Bana öyle bakma” derdi hep kadına. Delip geçermiş gibi baktığını söylerdi kadının. Oysa bilmezdi ki, kendisinin bakışlarının nasıl alev alev yandığını. Bilemezdi hiç; o bakışların kadını nasıl yaktığını… Kadın şuan karşısında oturan adama bakarken; ilk tanıştıklarında, üzerinde bıraktığı izlenime dayanarak yazdığı bu cümleleri anımsadı...

"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan... Olmandan korkuyorum..."

Kendini tanıyordu: "Su gibiydim ben. Evet belki bir kibrit olup alevlendiremezdim ortalığı; ama bir yangını körükleyebilir veya kontrol altına alabilirdim. Ben türlü özlere sahiptim; buz olurdum, buhar olurdum, akardım... Su olmanın en güzel yanını bilmezdi kimseler ve bana bakanlar anlamazdı çoğu zaman. Bilemezlerdi benim gerçek rengimi, derinliklerimde saklı gizemlerimi. Anlamazlardı mükemmel yansıtıcılığımı... Aslında kendilerine baktıklarını...''

Oysa ki; anımsıyordu da, bir bakışta içindeki suyun varlığının keşfedilmesi şaşırtmıştı kadını ilkolarak. Adamsa, birinin su olup içindeki ateşi körüklemesine heveslenmiş olmalıydı... Kızın içindeki suyun duruluğuna şaşırmıştı. Bir damla kadar masum duruşuna ve büyük bir dalga kadar hırçın kelimelerine... Merak etti adam kızı. Kızsa hep yaptığı gibi ruhuna inmeye çabaladı adamın...

Kelimeler birbirini kovalıyordu aralarında ve her seferinde bir yenisi daha eklenerek. İkiside zıtlıklarına rağmen, birbirlerini ne kadar güzel tamamladıklarını gördüler. Günler geçti, sahneler değişti. Aradan geçen aylar sonrası, araya giren ayrılıklar, sevgiler, kırılganlıklar, korkular, kaygılar sonrası; şimdi karşılıklı otumuş; sözcüklere ve birbirlerine kattıkları anlamları düşünüyorlardı. Birinin gözleri ileriye, diğerinin gözleri ise ellerine bakıyordu. Geçip giden günlerinin, sevgilerinin, nefretlerinin, sorumluluklarının bilincinde; artık kendilerini ve birbirlerini daha iyi tanıyarak, zihinlerinin onlara oynadığı bu oyuna bir son vermeyi planlayarak buluşmuşlardı orada.

İlk adam konuştu... "Su gibiydin sen. Bazen durgun, bazen coşkun ama en çok huzur dolu. Yanında sıkılmıyordum, yanında o an hangi kimliğimle olmak istiyorsam, o oluyordum. Ve sen öyle güzel ayak uyduruyordun ki bana, dünyada beni tamamlayanın sen olduğunu görüyordum. Sen geçmişimde kalan, kendi çocukluğum ve masumluğumdun. Sana bakmak, geçmişe bir yolculuktu... Sana bakmak doyumsuzluktu...

Ne garip...! İçimdeki kirli kanı akıtmak için insanları kullanırken, rastlamıştım sana. Fakat sen tüm saflığınla ve açıklığınla arındırmaya başladın içimdeki o hırslı zehri. Seninle yeniden insanlığın ne olduğunu düşündüm.

Ne zaman sana dokunmak istesem; bir yandan ferahlığınla serinlerken, diğer yandan oyunlarınla eğleniyordum. Seni hem avuçlarımda tutabiliyor, hem de ellerimden kayıp gidişini izleyebiliyordum. Sen... Öyle güzel bir oyuncuydun ki! Derindin, bitmiyordun ve her derinlikte farklı yönlerini gösteriyordun. İndikçe kararsa da yüreğin, aynı zamanda bu karanlık yanlarını saklayan, çok iyi bir yansıtıcıydın. Sana bakınca kendimi görürdüm, tenin tenime karışırken yabancılık hissettirmezdin. Bazen kendime dokunduğumu düşündürüyordun hatta..."

Adam kadına bakarak söylediği bu sözcüklerin ardından, daha fazla devam edemedi. Kadının dokunuşlarının, ne kadar da kendisine benzediğini onaylamak istercesine dokunmak istedi o tene. Ama tuttu kendini. Özlem ve tutku dolu bir ifade ile kadına bakmayı sürdürdü. Kadının aklına ise o an alakasız bir biçimde, bir şarkı takılmıştı.

"Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum... Bulduğum zannettiğimdekendimden ayrı düştüm..."

Ve daldıkları düşüncelerden sıyrılarak; adam konuşmayı bıraktı. Kadın ise adamı dinlemeyi...Kadın devam etti... "Sen... Suskunluklarımı tamamlayan bir döngüydün. Aslında biliyordum, içindeki kül edici ateş yüzünden ağır bir maskenin ardına saklandığını. Biliyordum bütün bu kimliklerinden sıyrıldığında ve çıkardığında maskelerini, anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını. Ama hayrandım sana, sözcüklerinle beni sımsıkı sarışına. Bazı anlar öylesine kendin oluyordun ki, işte diyordum sonunda keşfetti kendini. Ateşi ile kendini yakmadan, hükmedebildi.

Ben senin ruhunun derinliklerine ancak bir su olarak sızabilirdim. Ancak bu şekilde dokunduğumun şeklini alabilirdim. Bu nedenle inmeyi istedim kendine tapındığın mabetlerine, denedim. İçindeki ateşe rağmen, boşluklarını doldurmayı ve üşüyen yanlarını sarmak istedim. Sana yanlız olmadığını hissettirmekti tek amacım. O sefil dünyanın aslında bu olmadığını anlatmaktı derdim. Üzülürdüm hissettiremediğim anlarda..."

Adam... Oysa ben yakıcıydım. Bazı anlar boğucu ve kırıcı sıcaklığımla seni buharlaştırırdım. Canın acırdı... Canım acırdı... Üzülürdüm kıydığıma kıyımlarımda. Ama yine de bir yolunu bulur, çoğunlukla yağmur olur dönerdin bedenime. Ellerimi açıp şükrederdim, sen bedenime yeniden işlediğinde... Damlaların vücuduma değerken hiç sızlatmazdı tenimi. Ne yaparsam yapayım, hep yanıma geleceğini düşünürdüm. Gelmeme ihtimalin olacağını ara ara hissettirsen de, kıyılara yanaşmak için gösterdiğin ısrarcılık, bütün kuşkularımı alıp götürürdü.

Kadın... "Sonra bir gün, tüm olumsuz şeyleri hissedip, olağanüstü gel-gitler yaşamaya başladı yüreğim... Bazen oluyordu işte, kendime dönük zamanlarım, içe kapanıklığım. Hissettiysen de bana bakmaktan, konuşturmaktan vazgeçemedin. Ben çekildikçe, bu sefer kıyılara yanaşan sendin... Biliyorum özlüyordum bana dokunmayı. Biliyordum, özlüyordum teninde kaybolmayı... Ruhunu ve bedenini sarıp sarmalayan yegane şeyi vermiştim ben sana... Huzurumla donanmanın keyfini sürdüren, garip bir cevherim vardı işte. Ateşini söndürmek istemedim hiç.Benim selimde boğuldun, beni içtin, beni ilk kez içinde hissetmenin keyfini yaşattım sana. Senin kanına karıştığımı bilmenin tadını aldım. Kirli olanı temizlemeye çalıştım."

Adam... "Denedim. Kendi kanımla savaşmayı. Ama senelerce o kadar bencildi ki yüreğim, içimdeki ateş, senin vericiliğin altında ezildi. Masum olanı, iyi olanı kirletmek isteyen yanıma inat, seninle oldum. Bir zaman sonra ise korktum tüm bedenimi işgal etmenden. Bu huzur, içimdeki yangınları söndürecek kadar çok akmaya başladı bedenimde. Korktum, benden sene dönüşmeye. Alevlerim sönerse yok olurum sandım... kandım kendime... Gittim..."

"Bu garip bir veda olacak çünkü aslında hep içimdesin... Ne kadar uzağa gitsende, gittiğin her yerde benimlesin..."

Kadın... "Gittin...! Sana duyduğum sevgiyi, ibadet eder gibi hissettirdiğimde, seni köleleştirmeyeçalıştığımı sandın... Anlamadın, aslında kendi yarattığın gölgelerindi seni korkutan. Ben değildim... Bütün bencilliğine rağmen sevmiştim seni. Ateşini söndürmek istemedim hiç... Anımsasana en çok geceleri sesimi duynak isterdin ve en çok geceleri bakardın bana. Ama bu bile bendeki yansıyan, kendi güzelliğini görmek içindi. Fark etmedim mi sanıyorsun? Anlamadım mı? Bencildin, ama ben seni çok sevmiştim.

Söyle şimdi; ya sen bütün bunları nece zaman sonra anladın? içindeki ateşi başkalarının körüklediğini sanarken, hangi rüzgar külleri bana serpiştirdi. Dayanamadın geldin...

Yoruldun değil mi?

Bense kırıldım.

Sen vazgeçtin,

Ben yazdım...

İlk zamanlar ben bitmesine duacıydım, sense bitmesine seyirci... Ve sevgilim gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim. Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana kendini layık görmedin.

Ben öyle bir insandım ki; içimdeki suya rağmen, içindeki ateşi hiç söndürmeye yeltenmedim, sen beni en çok bunun için sevdin... Bilemedin... Nasıl beklediğimi, ne kadar üzüldüğümü tahmin edebiliyormusun... Şimdi yüzündeki üzüntü ve pişmanlık dolu ifadeni daha fazla netleştirmeye çalışma. Bundan başka birçok duygu düşledim ben yüzünde. Zaman geçti ve gelmedin. Kendi girdaplarımda, kendimi döndürdüm. Hırçınlaştım, dalgalarımla bıçak gibi kestim derinliklerimi. Dindim, duruldum, ayrıldım, birleştim. Hava ile konuştum, onun yol göstericiliğine bıraktım kendimi. Toprağa karıştım ve verimliliği tattım. Yaşam verdim. Yaşam aldım. Dağılmış parçalarımı topladım.Şimdi geldin... Evet... Ama o günlerden geriye neler kaldığını düşündün mü hiç?...

Gitmeliyim... Kalırsam yok edeceğiz birbirimizi. Kalırsam, sen beni buharlaştıracaksın, ben de seni söndereceğim. Çünkü biz birbirimize ne kadar dürüst olsakta, biz en güzel bu yolla; zıtlıkların döngüsünü kullanarak, birbirimizle oyunlar oynayıp, savaşarak anlaştık. En doğrusu neydi bilmiyorum. Sen yeniden bana gelene dek hep bunu düşündüm. "Ateş mi suyu yok eder, yoksa su mu ateşi?" Birde okuyunca büyülendiğim bir söz daha vardı. "Su ateşe galiptir, ancak bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır, yok eder." * Ne ben bir kaba girebildim, neden sen bana kıyabilirsin... Birbirini yok etmeye mahkum iki çift yüreğiz biz. Ne sen benim duygularıma erişebilirsin, nede ben senin heyacanlarına ayak uydurabilirim...

"Ama söylenecek söz yok...

Gidiyorum ben...

Hoşçakal...

Hoşça kal"

"Gidiyorum şimdi...

Gölgen düşmesin daha fazla üzerime diye...

Sen yalnız kendi ateşinle can yakarım sandın...

Bilemedin aynı ısı ile benimde can yakabileceğimi. "


Resimler alıntı

* Mevlana

* Kelimeleri kontrol etmedim, herhangibir hata bulmanız muhtemel. :)

* Arzu, yardımların için teşekkür ederim. ama sanırım bir şekilde yazı çıkmalıydı iyi kötü.

12 Haziran 2009 Cuma

Düş-me-lere


adam "gel" dedi,
kız gitti,
adam kızı kucakladı,
kız adama yaslandı.
adam yalnız ama sıcacıktı, acılıydı...
kadın yaralı ama duragandı, yalnızdı...

Biri yalnızlığını kapatmayı, 
diğeri yaralarını sarmayı denedi-ler,
birbirlerinde kaybolmayı, 
birbirlerini yeniden bulmayı denediler,
Fazla konuşmadan dilsiz bedenlerde toplandılar,

Sonra adam konuşmak istedi,
kız susmayı tercih etti...
adam kızı konuşturmak istedi,
kızsa söyleyecekleri sözcüklerden sonrasını merak etti,
o sözleri biliyordu sanki,
ama yaşanacaklardan emin olamaıyordu.
adam da sustu sonra, 
başka konulardan bahsetti.
üstelemedi kız,
minnetle başka konulardan konuştular
kendileri hariç...

kız geldiği gibi gitti sonra
vedalaşmadı adamla,

kız bir düşten ibaret olduğunu biliyordu.
kız bir düş olarak kalmak istiyordu,
adam düş olarak kalsın istiyordu kızı...
birlikte düş(tü)ler...

11 Haziran 2009 Perşembe

Evlilikte tenefüs diye bişiy varmı?


Ben çoğunlukla;

- Telefonla konuşmaktan nefret ederim. Bu nedenle en samimi olduğum arkadaşımla bile haftada bir falan görüşüyoruz, onun dışındakilerle 15 günde bir... 
- Kadınların dedikodu muhabbetlerinden baygınlıklar geliyor. O nedenle fazla gün, ev gezmesi, komşu muhabbetim de yoktur insanlarla. Ayaküstü hal hatır sormadan ileriye sorular sormam insanlara.  
- Eve geç gelen birine nerede kaldın diye telefon açmam. Bilirim ki zaten önemli bişiy olsa telefon açacaktır. 
- Eğer düzgün açıklamalar varsa ortada çok soru sormam.
gibi gibi listem uzundur

Evlilik yaşamımda da çok rahat kadındım. Hatta bir çok görüştüğümüz çiftlerdeki erkek kısmısının, karısına örnek gösterdiği bir kadındım. Evliliği bir sıkıntıya dönüştürmekten çok kimsenin özel hayatını, arkadaş çevresini elemeden yaşansın istedim. Zaten eşimin hiçbir arkadaşını sevemedim. (Hepside gülümsemekten, sıcaklıktan yoksun, bildiğin zıpçıktı tiplerdi.) Onlarla olmaktansa, evde oturup bilgisayar başında pineklemeyi tercih ederdim. Elbet hep birlikte geçirdiğimi zamanlarımız da oldu. Ama cidden oturup iki satır muhabbet edeceğin insanlar değillerdi. Boşlardı. Kaliteli zaman dediğimiz olayın A sını bilmiyorlardı. Bense öyle şeylere hiç gelemem. Ortada gırgır yok, gülümseme yok, saçma salak espiriler, iş muhabbeti, yol muhabbeti. Yav karı kız, futbol bile konuşmuyorlardı. Ortada dönen bir rakı muhabbeti olur, eğlenirsin ailecek, arkadaşcak. Ama yok yani. Zaten hep dışarıda olunca bunlara bile fırsat bulunamadı ki. 

Her neyse ne diyordum... İstedim ki herkesin kendine ait zaman dilimleri olsun... Oldumu oldu, hemde fazlasıyla. 
Fakat bazen ipin ucunu da doğru tutmak gerek. 
Uçurtmanın ipini çok salmamak mesela. 
Bir kuşu öldürmeden avucunda tutmak 
ve bir balığı tutar gibi tutmak gerek-miş. Benimki bazen pek bi seyrekti kabul. (özeleştiri)
Ama eşim hep şunu başarmış bir insandı. "Kendini özel hissetmenin" ne demek olduğunu hissettirirdi. Hatta ben ayrılacağımızı bir arkadaşıma söylerken 
"-inanamıyorum efsa, kollarını, omuzlarını öperdi yanyana oturduğunuz anlarda, daha yenilerde ....... " diye devam etmişti. 

Ben de biraz sarmaş dolaş ilişkilerin insanıyım birde. Dokunayım falan, yanyanayken bir yerlerimiz temas etsin isterim. Çekinilmesin. Oda öyleydi, severdim o huyunu. Çok severdim.  

Ben bu şekilde tavizkar davrandıysam bana bu güveni aşıladığı içindi. Ha sonunda içine etti o ayrı, ama 7 yıl kadar gerçekten hoş bir anlaşma oldu aramızda.

Hatta bu mimozanın eşi de -bak ne kadınlar var, sen bir akşam arkadaşlarla göndermiyon diye diye arkadaşımın kafasını şişirdiği günlerde... Ben eşimin kısıtlı tatil günlerinde arkadaşları ile eğlenmesine, dansetmesine, içmesine bişiy demezdim. O da benim gittiğim yerlere karışmazdı. (Ailesi ondan çok karışırdı :) )  Zaten adam bütün bir ay Türkiye' nin bir ilinin bilmem ne köyünü tararken, 15 de bir eve gelebilirken, bunu ondan esirgemek ne bileyim haksızlık gibi gelirdi. Ben zaten evcil bir insanım.Gezip tozmasını severim ama bilmediğim bir yer olursa. Yoksa tanıdık mekanlarda bir yere oturalım 1 saat geçsin bende sıkıntı belirtileri başlar. Bir eve gideyim koltuk koltuk gezerim, en sonunda mutfak sandalyesinde karar kılarım falan. Tabi bilgisayar koltuğu da olabiliyor bu :))


Orta yolu bulabilenlerin önünde saygı ile eğiliyorum. Zira benim bulamadığım test edildi. Ben çok sıkıştırmaya, sıkıştırılmaya gelemeyen bir insanım. Birisi bana tavizkar davranınca hemen yelkenlerim iniyor. Hiçbir kural dayatma bir insanın an larından mutlu olmasına engel değil diyorummm... ama aldanıyorum bazen işte.  

Ashure bu arada umarım az çok yanıt verebilmişimdir yorumuna :)) Demem o ki bazı erkekler o muhabbete de girmeyip, sana bile çemkirme hakkını bırakmazlar... :)

Resim alıntı

10 Haziran 2009 Çarşamba

Duacı ve Seyirci


Adam...
Her zaman çok konuşkan olan adam,
o gün kadına göre çok sessizdi...
Bu sessizlik kadına ağır geldi.


Kadın...
hissettikleri bitsin istedi.
Delirecek gibiydi.
Bitmemesi hırslandırıyordu üstelik.
Hırçınlaştırıyor, 
olmaması gereken kişilik bulamaçları yaşatıyordu.



Adam....
bitsin istedi.
Hissettiği vicdan azabından biraz öte bişiydi.
Adam kendini bastırmayı öğrenmişti.
Sevgisini dirseklemeyi, onu geride bırakıp mantığıyla hükmetmeyi...


Adam; kadın hala onu sevdiği için üzülüyordu.
Tıpkı kadının adamın vicdanının rahatsızlığına üzüldüğü gibi.


O an... Kadın bitmesine duacı... 
O an... Adam bitmesine seyirci...


9 Haziran 2009 Salı

Uzakta da olsa yaşatılan adetler

Her yörenin kendine has adetleri ve devam ettirdikleri bazı gelenekleri vardır. Mesela düğünler 4 gün sürer falan. Tabi ben halen yaşadığım il de büyümenin ve senede bir memleketimiz olan il' e gittiğim için pek o kadar ayrıntıcı değilim. O ortamda büyümedim. Ama bazı adetlerimizi halen yaparız. Misal bayram günleri kahvaltı yerine bir sürü yemek hazırlanır. Misafirler çağırılır, kahvaltı yerine yemek yenir direk. 

Geçenlerde bir arkadaşa bu resmi gösterirken böyle bir yazı yazmak istedim. Aranızda hiç giyen varmı bilmiyorum. Bizde böyle adetleri yaşattığımız anlardan bir tanesi de kına gecelerimiz. Resimdeki gibi pullu fes, bindallı giyilir. Elbise şeklindedir. Bir çeşit kaftan gibi. Bizim ailede hemen hemen her kızın taktığı bir de altın kemer var. Kocaman bişiy. Bir de o kadar ağır ki. Hani en son götüreceklerinde bende kalsa falan diye fesatlanmadım değil içten içe. 

Ben kına gecemde iki farklı kıyafet giymiştim. Birisinde şeklim buydu. (Yanaklarım falan toıp top çıkmış. Zaten ne zaman sırıtsam hemen toplaşıyorlar...) Kına yakılırken bunu giydim. Sonra tekrar çıkardım. Zaten öyle gece elbisesi tarzında bişiy değildi kına kıyafetimde. Gittim mango ya kendime yandan derin bir yırtmacı olan siyah bir etek ve pullu bir gri bluz aldım. Neyse reklam gibi oldu buda ama en azından hem modern, hemde adetlerimizi yaşatmak adına ucundan bucağından bişiyler yapmış olduk. Ve benim içinde hoş bir anı kaldı. (resmi fazla tutmayacağım sanıırm bu akşam silerim, göremeyenler için özür dilerim şimdiden)

Varmı sizin halen başka şehirlerde yaşasanızda gerçekleştirdiğiniz adetleriniz?

8 Haziran 2009 Pazartesi

Yorumlar


Sizi bilmiyorum ama ben bazılarınıza yorum yazmayı çok seviyorum. Onları okurken düşündürdüklerini geçtim. Yorum yazarkende diğer yandan beni farklı uçlara götürmeleri, kendimi tartmamı, bazen şöyle bir silkelenmemi sağlamaları çok hoşuma gidiyor. Zaten nerede sorgulama yazısı var bayılıyorum okumaya veya insan davranışları ile ilgili olayları anlatan yazılara, hikayelere...

Bu insanların çoğunlukla bana hissettirdikleri ilk duygu huzur ve bir çeşit güven. İsimleri bile o an çok güzel şeyler hissettiriyor. Evet yalnız değilsin falan gibi düşünüyorum. Beenmaya, Sufi, Joa, Aydan atlayan kedi... ilk aklıma gelen isimler. Hani belki eş zamanlı okumuyorum hepsini veya aynı gün. Ama okuduğum zaman da öyle bir denk geliyor ki; ya bu kadar olur diyorum. Nasıl da hissetmiş. Evet benimde tam anlamıyla anlatmak istediğim / görmek istediğim / göremediğim vs vs. bu diyorum. Kendi kendime hem şaşırıp, hem söyleniyorum ve başlıyorum yazmaya.

 “Kendim gibi görüyorum, empati yapıyorum. Bana yapılmasını istemediğim davranışları onlara yapmıyorum. Beni en acıtan şey umursamazlıktır diyorum sonunda karşıdan hep bunu görüyorum. İnciniyorum, ben bu kadar açıkken, netken neden onlar kapalı diyorum. Hata arıyorum, onlara şans tanıyorum. ama yok yani.

çözümsüzüm hele ki artık insanlara mazeret bulmaktan yoruldum. Bu kadar zor mu ya? 

Ya ben... Bir yola girdiysen kendine yol açana kadar yılma diyorum. Sürekli deniyorum. Sonucun boş olduğunu içten bilsem de, denemedim dememek için devam ediyorum. O yolu bırakıp gitmek bana göre bir vazgeçiş geliyor. Yenilgi gibi.

O yoldan bir kere döndüm. Şimdi daha mutluyum, huzurluyum daha çok yoruluyorum daha çok öğreniyorum. Ama öğrendikçe acıtan şeylerin olduğu suratıma çarpıyor. inciniyorum, hak etmediğimi düşünüyorum. Çünkü kendi kalbimi düşüncelerimi biliyorum. 

Neyse bugünlerde beynimde kocaman böcekler var, iki türlü konuşan... mantık mı yoksa duygusal tonda mı karar vereceğimi bilemiyorum. Pişmanlık yaşamamak için.”

 Aydan atlayan kedinin ÖFKE isimli yazısına yazdığım yorum…

 veya

 "Hep erken yaşta ölmeyi istedim. Benim için yaşlılık demek ihmal demektir. hani suratım kırışır saçım beyazlar endişesi de değil. Sevdiklerimin hayatında artık eskisi kadar önemli olmadığımı hissetmektir beni korkutan...

ve ölüm. Korkmuyorum. Geride bırakacağım tek güzel eserimi mucizemi bırakıyorum. ve biliyorum ki emin ellerde. ben olmasam da hayatını devam ettirebilir. 

Kimseye borcum yok, söylenecek sözlerim yok, herkesin suratına karşı ilettim sözcüklerimi. Yaşamak istediklerimin çok cüzi bir miktarı erteledim. Ölümden korkmamı gerektirecek bişiy yok.

(bu arada sana yaptığım yorumlar o kadar hoşuma gidiyor ki. Kendimle yüzleşmemi sağlıyor. teşekkür ederim. içime dokunduğun için.)"

Yine Kedinin Akşam Yine Akşam yazısına yazdığım bir yorum…

* Şimdi Öfke yazısının yorumunu Nisan ayında yapmışım. Tekrar okuyunca aklıma gelen ilginç bir cümle oldu. Okudunuzmu bilmiyorum. Kitabın adı Şeytanın Fısıldadıkları. Enfes cümleleri vardır Emre Yılmaz' ın. Cümleyi şimdi çok net hatırlamıyorum ama şuna benziyordu: 

"Sana yapılmasını istemediklerini başkalarına yapma" bu can sıkıntılı hımhımların ahlak davranışıdır. "Sana yapılmasını istediklerini sende başkalarına yap." :)))


Sanırım benim yapmam gereken asıl bu...! Bazen biraz da Ben' i ön plana çıkartmak. İyi haftalar diliyorum sizlere. 


Resim alıntı :)))

6 Haziran 2009 Cumartesi

Dans günlükleri


- Bu aralar bir çok şeyi üstüste yapma becerisini geliştirdim iyice. Aynı günde bir çok alanda faaliyet gösteriyor gibiyim. Geçtiğimiz haftalarda dans kursuna başladım. Zaten salsayı biliyordum biraz. Hoca da seni bir önceki kursa yetiştiririz deyince, haftada bir gün birebir dans ede ede. günde 9 figür falan göre göre bir öncekine yetiştim. Yoksa baya bekleyecektim.

Hani salsa biliyorum dedim ya. Palavraymış. Ben bir bok bilmiyormuşum efendim. Hele bir ki üç beş deyip yediye kadar adım saymak falan ooo. Ya ben eşimle veya arkadaşlarla dans ederken böyle birbirimize pek bir alışmışız sanırım. Oradaki haraketleri şimdi, şimdiki hareketleri de o zaman yapmıyordum. Bu kadar çok ıvır zıvır ayrıntıyı, hareketi bilmiyordum. Ama hoca beni sevdi, 6, derste onların 16, dersine yetiştim.

Nasıl kontrollüymüşüm ama anladım. Kendimi karşımdakine bırakırsam iyi olacak ama olmuyor işte. :) Arada kendi kafama göre dönüveriyorum. :)))) Şimdi swinge başladık. Adamın beni döndürmesi gerekiyor ya. Nerdeee ben hız alıp kendim dönmeye kalkıyorum. Öyle olunca 1,5 tur atıyorum kalıyorum. 


- Birde bachata yapıyoruz. Hoca hep bana bunu yaptırmak istiyor. Örnek falan yapılacaksa gel kızım hesabı hep benimle gösteriyor, yeni şeyleri deniyor falan. Müziği çok güzel yakalıyormuşum, ritmim buna çok uyuyormuş iyi mi. Oysaki ben hiç sevmemiştim bu dansı. Yapış yapış oluyorsun karşındaki ile bazen. Adamı iki elinle okşar gibi hareketler falan var arada. Hele facebookta bir video vardı, anam anam demiştim. Bu dansın sevdiğim tek yönü; ayak atmaları, karşıdakinin dizinin arkasına. Birde ayağını dizine takıp eğiliyorsun ya arkaya... bitiyorum o an. Saçlar geride sallanıyor enfes bir görüntü çıkıyor ortaya. (Ama bir daha yazlık bir elbisemle gitmeyeceğim. Dönerken saldım çayıra bir görüntü çıkıyor. Hele salsa da......)

2 ay sonra tangoya başlayacağız kısmetse. Nasıl hevesle bekliyorum anlatamam. 

- Birde o kıytırık dans ayakkabısına o kadar para vermeye gönlüm el vermiyordu. Ben ona 2 ayakkabı alırım üstelik her yerde de giyerim falan diyorsun görünce. Ya topuğu arkaya sallanıyormuş gibi bir hissi var. Ama kırmızısı öyle güzel ki... Gönlüm el vermiyordu ya, sıka sıka verdi! :) 

- Reiki kursuna katıldım. Nasıl olduğuna ilişkin bir başka yazıda açıklayacağım bunu. İlginç bir deneyimdi.

- Arabanın lastiğine çivi girmiş. Nasıl korkuttular ama iş yerinde beni. Lan tam eve gidicem. Acilde bir poliçelerle ilgili uğramam gereken yer var. Eyvah dedim şimdi serviste uzun sürer, mesai bitti diye korktum. Allahtan patlasa da gidebilenlerdenmiş, yani öldüm öldüm dirildim. Daha ablamın haberi yok valla. :)))

- Yine aynı gün sabah tam parkedecekken az daha genel müdürü eziyordum. :))))))) nasıl dalga geçti benimle sen usta şöför olmuşsun diye diye. Sende yolun ortasında yürüme diyecektim de demedim. Köşeden her zaman genel müdür mü çıkıyor. 

Bu arada 2 aydır biniyorum arabaya. Zerre korku kalmadı içimde. Hatta küfür bile etmişim geçenlerde. Kornalaşarak nalaşıyoruz bazıları ile de. Sağolsunlar hemen anlıyorlar ne demek istediğimi. 

Resim alıntı

4 Haziran 2009 Perşembe

Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler








La Paragas'ın harika hizmeti; ‘Hayırlı Bir İş’ ile başlayan sesli blog yazıları fikri, görme engellilerin de blog dünyasının bir parçası olmasını amaçlıyor…

‘Tüm engelleri aşan bir tam olmalıydık’ ortak fikrinde birleşen bloggerlar;
Buraneros, Uzağa Giden Kadın, Bugünü Yaşama Arzusu, Kırmızı Günlük ve Evrenin Dünyası; fikre logo desteğini esirgemeyen Pinonun Yeri, teknik destek konusunda araştırmacı Erkan Bal ve fikri duyar duymaz sahiplenip, sitelerinde duyuran Kara Kalem, Ateş Böceği, Persona Non Grata, tutsak, delfina, Hayat İzlerim ve Gereksiz Yazar'la giderek çoğalıyor olmanın heyecanı ile bugün sizlere de soruyoruz:

Sizce de harika değil mi?
Ben fikri sevdim diyorsanız…

Fikir sahibinin izni var kulaktan kulağa yayılması konusunda...

Kendi sesinizden ya da sevdiklerinizin sesinden yazılarınızı bloglarınıza ekledikten sonra ‘konuşan kelimeler’ etiketi ile etiketlemeniz, yarınlarda oluşabilecek bir ortak blog platformunda buluşmamızı kolaylaştıracaktır diye düşlüyoruz….


Peki benim blogumda sesli kayıt olduğu nereden bilinecek diyorsanız, logoyu kullanmaya ne dersiniz?
Kararsız kaldım ne olur ki bunun sonu diyenlere, beyaz yavru tavşanın niyet kâğıdını okumaları tavsiye edilir...


Konuşan Kelimeler İşiten Yürekler


Kulaktan kulağa oyununun gönüllü bir oyuncusuyum ben

Benim yüreğimden gelen senin yüreğinden duyulduğu gün

Gönülün gördüğünde buluşup

Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırında paylaşıyor olacağız hayatı…



Konuşan kelimelerin işiten yüreklerini çoğaltmak için

Biraz daha beklemek mi yoksa bugün hemen seslenmek mi?


________________________________________________






Fiziki yardımda bulunabilirsiniz
--------------------------------------------------------------
İzmir Görme Engelliler Kutaplığı'na ait 0 232 483 30 23 numaralı telefonla yardıkmlar için gerekli tüm bilgiler alınabilir. Yine Kitaplık'a ait www.izgok.org adresinden istenilen bilgiye ulaşılabilir.

-Ses stüdyolarında kitap okuyarak, CD’lere kayıt yapabilirler. Gönüllüler, isterlerse kendileri de kitap getirebilirler.

-Bu sıralar özellikle klasik romanlara ihtiyaç var.

-Kayıt yapacak gönüllü kişinin diksiyon ve ses tonu düzgün olmalı, akışkan okumalı.

-Çocuk dergisi Balarısı’na yazı yazabilirler. Latin alfabesiyle yazdıkları yazıyı zaten bilgisayarotomatik olarak Breyl alfabesine çeviriyor.

-Kitaplardaki yazım hatalarını düzeltebilirler.

-Sekreterlik yapabilirler.

-Bilgisayar, yabancı dil gibi dersler verebilirler. Şu sıralar özellikle matematik öğretmenine ihtiyaçvar.

-Kütüphane bir apartman dairesinde. Geniş bir yede taşınmaları için maddi destekte bulunulabilir.

-Kabartma basabilecek matbaa makinesine ihtiyaç var. Kütüphanede printer kullanılıyor. Matbaamakinesiyle binlerce kitap basabilirken, printer ile 100 kitap basınca printer bozuluyor.

-Kayıt yapmak için boş CD’lere ihtiyaç var

-Daha fazla eleman çalıştırmak için sponsorlara ihtiyaç var





İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü


Görme engellilerin talep ettikleri kitaplar okunabilir.

Gönüllü, okunacak kitapları kendi de getirebilir, ama kütüphanede yeterli kitap var.

Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var. Kayıt yapmadan önce bir deneme kaydı yapılıyor. Diksiyona ve tonlamalara dikkat ediliyor. Profesyonel aranmıyor.

Boş CD ve kasetlere ihtiyaç var. Devlet CD masraflarını karşılamıyor. Kütüphane tamamen gönüllülere bağlı.


Ankara Altınokta Körler Derneği Görme Engelliler Kütüphanesi


Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var.

Kütüphanedeki kitaplar okunuyor, gönüllü kendi de kitap getirebilir.

Her türlü kitap bağışlanabilir (ders kitapları, romanlar, dini kitaplar vs.)

Bilgisayar, teyp, CD player gibi ihtiyaçlar da var.


Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi

Gönüllü okuyuculara ihtiyaç var.

Özellikle Can Yayınları, İletişim Yayınları ve Medis Yayınları’nın güncel kitaplarına ihtiyaç var.

www.gonulluokuyucu.yahoogroups.com adresinden her türlü bilgi ve ihtiyaca ulaşabilirsiniz.
Bu kütüphanelere destek verebilirsiniz

-İzmir Görme Engelliler Kitaplığı-0232 483 30 23

-İzmir Atatürk Devlet Kütüphanesi-0232 483 38 46

-Ankara Altınokta Körler Derneği Kitaplığı-0312 363 77 45

-İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü-0212 522 31 67

-Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Görme Engelliler Bölümü-0212 359 54 00


Related Posts with Thumbnails

..