29 Mart 2010 Pazartesi

Ben küçükken...


Benim çocukluğumda
Akşam ezanı okununca,
Apar topar tozlarla bütünleşen küçük bedenlerimizle, evlerimize dönerdik.
Ezan vakti geldi mi akşam olmuş sayılırdı.
Sabah olunca sil baştan…

Gözümüzde büyüttüğümüz, aslında ufacık bir arığın üzerindeki köprüden geçerdik
Suyun üzerinden hoplardık O taraftan, bu tarafa.
Evden kullanılmayan kumaş, örtü parçaları ile terk edilmiş minibüsü süslerdik.
Erkek çocuklar bozardı, biz yeniden yapardık.
Ne onlar bıkardı, ne de biz.

Kızılderili olurduk.
“Kantaki”, “çantaki” diye lakaplar takardık.
Annem kovboy filmlerini severdi.
Oysa ben küçük evi bile hatırlamazdım.
Aklımda Köle Isauradan birkaç sahne vardı.

Büyük küçük kavramını çözemezdim.
Ve sürekli sorardım anneme
“Neden bulaşık yıkamak için küçüğümde, aranızda yatmak için büyüğüm”
Diye…
Gülerdi annem.

Abim sakat olmayan diğer eli ile beni battaniyeye sarar.
Sonra tutup çekerdi.
Kahkahalarla gülerdim.
Kendimi halının içinden çıkan Alaaddinin prensesi zannederdim.

Mahalle kavgaları yapmazdık.
Gerçi mahallemizede başka çocuklar girmezdi pek.
Girdiklerinde umursamazdık, herkes yerini, yurdunu, gideceği yeri bilirdi.
Onlar bir hevesle gelirlerdi.
Bizde bir hevesle geldikleri gibi gideceklerini bilirdik.

Evden gizlice yürüttüğümüz meyve bıçaklarını
Dizlerimize kadar gelen otları kah yuvarlanıp, kah yolarak yemek yapardık.
Arada babamın jiletlerini bile çalmışlığım vardı.
Allah tan kesmezdik elimizi.
Tek kullanımlıktı sanki her şey.
Jiletleri çöpe, bıçakları annelerimize çaktırmadan eve götürürdük.

Ben büyürken
Okula kendim giderdim.
3 büyük caddeden geçerdim.
Babam "seni sadece 2 gün okula götürdüm, gerisini kendin gittin" diye anardı ara sıra.

Ben ilkokula başladığım yıl, mavi önlükler çıktı.
Ama bizim gri pileli formalarımız vardı.
Çok hava atardık.
75 kuruş harçlık alırdım.
Param cinoya ve simite yeterdi...

Bağcıklı çizmelerin moda olduğu zamanlarda,
Ailemin durumu çok iyi gitmezken, alamayacaklarını bilip üzülmüştüm.
Ama bir gün babam beni sevindirmek için alıp gelmişti.
Ben mutluluktan ağlamak nedir anlamıştım.
Bir çizmenin bağcıklarındaydı mutluluk,
Ve beni sevindirmek için ucuz bir yerden bulup almıştı
“AİLEM”

Hepimizin oruç tuttuğu zamanlarda,
Enfes sahur sohbetleri yapılırdı.
Soframızdan kahkaha eksik olmazdı.
Ramazan demek, birazda aile demekti.
Birlik demekti.
Ve biz güzel bir aileydik.

O zamanlar telefon hatları yeni çekiliyordu.
O zaman telefonlar santralden bağlanıp, jetonla aranıyordu.
Rakamlar 6 haneliydi.
Annem anlatırdı evlerine ilk telefon gelişini…
"Bizim telefon numaramız 7 idi. Şehirdeki telefonu olan 7. Evdik"
derdi.

Ben küçükken
Memlekete her gidişimizde, dedem çizimlerini gösterirdi.
Şehirlerimizin havadan çekilmiş resimlerini gösterirdi.
3 tane ciltlenmiş karikatür kitapları vardı, ansiklopediden büyük.
Her yaz bıkmadan onları okurdum, çoğunu bilsemde.
Teyzem hepimize küserdi.
Ailede ki sırları ben bilmezdim.
Annem hiç dedikoducu bir kadın değildi.
Memlekete gitmek; dedikoduları istemesende dinlemek demekti.


Devam edecek…

24 Mart 2010 Çarşamba

Sahne değişir / Olaylardan Çıkarılan Dersler



Sahne değişir…

İlk kez girilen bir mekanda, bir sandalyede oturmuştur kız. Gözlerini kapatmadan önce gördüğü son şey krem rengi duvardır. Bir müddet daha gözünün önünde canlanır bu son görüntü. Oturduğu yerden başının dönüşünü durdurmak için; tutunma ihtiyacı hissettiği bellidir. Sağ eli ile sandalyenin altına doğru sıkıca tutunmuş, parmaklarının ucunda tahtayı hissetmiştir. Ama sağ tarafına düşecekmiş hissi hala geçmemiştir.

Arkasında hissettiği havada duran ellerin sahibi bir kadın vardır. Kadın verdiği enerji ile kızın başını döndürmüştür. Bu tarz şeylere inanmayıp, safsata sayılan bir ortamda büyütüldüğü için şimdi yaşadığı şaşkınlığa sürekli bir yenisi ekleniyordur. O sırada karnının guruldaması ile hafifçe utanıp, komik geldiği için kıkırdar. Ama gözleri hala kapalıdır.

Ve baş dönmesi yavaş yavaş geçtikçe yerini huzura bırakmış, uykusu gelmiştir. Oysaki daha oturalı 5 dakika bile olmamıştır. Ellerine, içine dolan sıcaklığı hisseder ve hayal eder… İnsanları elleri ile iyileştiren şifacılara hep imrenmiştir. Ve “bir süper gücün olsaydı ne olmasını isterdin” sorusuna hep aynı cevabı vermiştir. Şimdi o güç ellerindedir… Kendi elindedir. İnsanlara ve belki de en çok kendisine çok yardımı olacağını çoktan anlamıştır. Bazen bazı şeyleri araştırmanın yetmeyeceğini, bunun için de bir şeyler yapmak gerektiğini anlar kız!


Sahne değişir…

Bir hastane odasında gözlerini açar. Başucunda o zamanlar ki çıktığı çocuk vardır. Endişeli gözlerle kendisine bakmaktadır. Neden geldiğini bir an anımsamaz. Başında hatırı sayılır derecede bir sızı vardır. Kalkar tuvalete gitmek ister. Kolunda ki serum şişesi ile tuvalete gitmenin zorluğunu ilk kez o an fark eder.
Her şeyi hatırlamaya çalışır ama hala görüntüler çok siliktir… Ve seneler sonra bile o tuvalette ki anımsadığı görüntülerden başka bir şey hatırlamayacaktır. Hayatından 3 gün belirli anılar dışında silinmiştir sanki… Başucunda kalan çocuktan için "ben bu öküzle mi birlikteyim" diye arkadaşlarına soruşunu anımsayıp kendinden utanmıştır.

Doktorların koyduğu teşhis amnezi dir. Arkadaşlarından o günlere ilişkin birçok anı dinler. Onların; defalarca yaşadığı olayların ne olduğunu anlattığını, ama kendisinin 5 dakika sonra yeniden unuttuğunu, kafasına aldığı darbelerin şiddetini, maçtaki hakemi, rakibini… Herkesin anlatacak birçok şeyi vardır sanki.

Bir Türkiye turnuvasında, 49 kiloda yaptığı 3. maçtan sonra finalde kafasına yediği 4 tekme ile hafızasını ve eleme şansını kaybetmiştir. Uzun zamandır yapamadığı tek bir harekete odaklanmıştır bedeni. Sonradan azmedip başarabildiği tek hareket yüzünden; hem sağlığını, hem de maçını kaybetmiştir. Hiçbir şeye tek bir noktadan bakmamayı ve bazen eksikliklerin bile insanlara çok şey kattığını anlar kız!


22 Mart 2010 Pazartesi

Artık tüm tişörtlerime seni yazdığım kelimeleri bastırıyorum ben.

Böylece tenime değen, her zaman bir sen!

19 Mart 2010 Cuma

Özledim...


Oyunlarımın arasında; eve bir koşu gidip su içmeyi.
Annemin tembihlerini.
Saflığımı,
Küsmeyi,
Barışmayı,
Dizimin kanamasını,
Kabuklarımı yolmayı.
Birbirimizi korkuttuğumuz hikayeleri.

İçini perdeler ile süslediğimiz o eski, terkedilmiş minübüsü.
Seksek oynamayı,
Saklanmayı,
Sobelemeyi,
Ebelemeyi...
Babamın eve elinde ekmek ve çekmeceli çikolata ile gelişlerini.
Festival çarşısından alınmış 1 metrelik kurşun kalemimi.

Çocukça sırlarımı.
İlk kazığımı.
Oyuncak tavşanımı özledim.
Haşhaş tarlasındaki resmimi.
Babamın tahtadan yaptırdığı oyuncak koltuk takımını.
Abimin beni battaniye ile sarıp, sonra salıvermesi,
Yuvarlanmamı.
Annemin babama lakap takıp, öyle seslenmesini.
Babamın sakinliğini...

Yakılan sobayı,
O sıcacık anları...
Patatesi,
Kestaneyi,
Mandalina kabuklarını.
Denize gidelim hadi diyerek yalvarmalarımı.
Salçalı tostu.
Peçete koleksiyonumu.
Karda yuvarlatılmayı.
Saçlarımın okşanmasını.
İlk öpücüğümü.
Salıncakta yükseklere uçmayı.
Duvarlara oturup ayak sallamayı özledim...

16 Mart 2010 Salı

Bezelye Diyalogları


- Anne, bak uçak ne güzel görünüyor değil mi? Yıldız gibi.
- Evet haklısın ve renkgarenk.
- Anne pilot muydu neydi? Hani bir şey ölmüştü ya.
- Ne pilotu?
- Hani vardı ya yıldız gibiydi, anlatmıştın ya.
- Plüton mu?
- Hah evet o işte.
- :) Tatlım o ölmedi. Hem o yıldız değil bir gezegen. Sadece bize o kadar uzak kalmış ki gezegenlikten çıkartılmış.
- Gezegen ne?
- Üzerinde bulunduğumuz Dünya da bir gezegen. Bak şimdi uzay diye bir kavram var. (karanlık gökyüzü gösterilir) Uzayın içinde bir çok gezegen, yıldız, güneş, meteor diye parçalar var.
- Yaaaa (Gözler büyür merakla) Okulda neden öğretmiyorlar?
- Birkaç sene içinde öğretirler tatlım, aa dolmuş geldi atla bakalım.


- Annee
- Efendim.
- Bizim sınıfta bir oğlan var, sürekli kızların eteklerini açıp mındığına bakıyor
- :))) kimmiş o bakıyım.
- Adı xxxx.
- ee öğretmeninize söylesenize.
- Söyliycem, benimkini hiç açmadı zaten de, bir daha yaparsa bende ona yapıcam aynısını
- Yok artık daha neler. Sen bir söyle bakalım öğretmeninize, eminim o çözüm üretecektir. Ama onun yaptığını yaparsan senin de ondan bir farkın kalmaz. Bir düşün istersen.
- Tamam.
 
 
- Anne
- Efendim Bezelye
- R. Efe o kadar uslu ki, inşallah onun yanına yine oturtur öğretmen beni. Zaten herkes benimle oturmak istiyor. Ama ben R. Efe ile.
 

14 Mart 2010 Pazar

-Mış Tadında Bir Masal


Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...

Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.

Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.

Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şeyin unutulduğu...

Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...

Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...

Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.

Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...

Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.

Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.

Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.

3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.

Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.

Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.

Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.

Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.

İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.
Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?

Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.

Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.

Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...

"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"

11 Mart 2010 Perşembe

Mektuplar / Kelimeler Üzerindeki Toz Zerrecikleri


Merhaba Sevgili,

Uzun zaman oldu sana yazmayalı değil mi?
Evet, gerçekten çok olmuş. Hatta yeri gelmiş bende bile tozlanmış bazı anılar. Zamanında kirlenmesinler diye çabaladığın iletişimin eksildiğini oturup tarttığında ve bu sonuçtan fazlası ile yorulmuş bir şekilde çıkınca anlarsın ya...

Tek taraflı mücadeleler bile bir yere kadar veriliyormuş. İçinden çıkan, aklından da çıkarmış...
Elbette bunca zamandır olmayışıma mazeretler üretmiyorum.

Emin olduğum tek şey! "Seni yaşamaktan ziyade, yazmayı tercih eden bir benliğimin oluşu idi". Ama ya sen? Birkaç hafta önce yapmaya çalıştığın neydi sahi? Kürkçü dükkanı gibi hissettirdiğinin farkında mıydın? Hani köprünün altından çok sular aktığını kanıtlarcasına bir geç kalmışlık hissi yaşamadığına eminim. Ama akmıştı sevgili.

Biliyor musun? Aslında senin yokluğun, varlığından daha güzel bundan emin olabilirsin. Ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşayabilmeni isterdim mesela. Sahi öyle bir şey olsa kendi yokluğuna ne yazardın? Gerçi sen kızardın bu duruma, benim olmalı tavırlarıyla. O kadar sabırlı bir insan değilsin çünkü. Ben de senin kadar geniş.

Ben zaaflıydım.
Sen kusurluydun sevgili.
Keşke senin kadar kusurlu olabilse idi sevgim de...

Geçtiğimiz yıllarda ihtimallerin arasında dolanırken ve umudun hala benimle olduğu anların hepsinde; sana kızıp - bağırmak, elimden gelen ne varsa ardıma koymak istemediğim geçmişimde; bana yazdığın tüm o güzel cümlelerin üzerinde oluşmuş tozlarını, balkondan aşağıya silkeleyip sokaktan geçenleri bile kirletmek istedim. Görmeliydi herkes, bu kayıtsızlığını. Söylediğin tüm sözcüklerinin artık umurunda olmadığını bilmek, kendimi en kötüsüne hazırlamama yol açıyordu. Ve ben buna katlanamıyordum.

Yokluğunda hayatımı anlamlandıracak şeyler bulmayı denerken; şimdi, ucundan tutarak kaldırdığım ve altına itelenecek tek bir harf kalmadı bile içimde.
Ben seninle birlikte sayılan 7. basamaktan ibarettim sadece... Bırak rakamları alfabe de bile.

4 Mart 2010 Perşembe

Kısa cümleler / Sevmek



* Sesini duyduğumda dağılmak, sonra sil baştan toparlanmaktı...
Seni sevmek!

* Ve beni, benim sevme biçimimde sevemeyeceğini kabullenip, “her şeye rağmen” demekti...
Seni sevmek!

* Kilometreler aşıp, sana gelmekti;
Seni sevmek!

* Seninle sevişmemeyi göze almaktı.
Seni sevmek!

* Boynumda sıcacık soluğunu duyumsamak, üşüdüğümde çıplak göğsüne yüzümü dayayıp, kollarına sığınmaktı;
Seni sevmek!

* Saçlarımın hınzırca burnuna, ağzına girmesi idi;
Seni sevmek!

* Bazen sesinle nefesime etki etmendi;
Seni sevmek!

* Seni tadıp, Seni kusmaktı;
Seni sevmek!

* Olduğun yerde, mutlu olmanı dilemekti...
Seni Sevmek!

* Ve uzattığın eli, bir seçim yapıp tutmamaktı;
Seni sevmek!

* Birbirimize ikişer adım geleceğimizi sanırken, bir adım geride durmak değil!
Yana çekilip yol açmaktı bazen;
Seni sevmek!

* Ve yeri geldiğinde bir Yusuf olmaktı, kuyuya atılışıma rağmen affetmekti;
Seni sevmek...!

* Bazen Ophelia, bazen Hamlet olmaktı.
Ama en çok bir Shakspeare olup seni yazmaktı;
Seni sevmek...!


Related Posts with Thumbnails

..