7 Temmuz 2009 Salı

Masal / Tuğlalar




Hani gözümüzün önünde olanı göremeyiz ya bazen. Gördüğümüz an ise gerçek suratımızda patlar... Onun gerçekleri de öyle idi. Bir gün etrafına alıcı gözlerle bakmaya başladığında: "Buraya kadarmış" dedi. Elleri ile ördükleri duvarları yıkmaya başlamıştı nicedir. "Hiçbir şeye değil de bu duvarlara acıyorum belki de" diye düşündü kadın ve yazmaya devam etti.
Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı... Her bir tuğlayı geriye çektiğimizde, hatalarımızla yüzleşir buldum kendimi. Unuttuğum incinmişliklerimi ve söyleyemediklerimi; hırçınlaşıp sözcüklerin zehirli dilini kullanıp kırdığım, bazen bunalttığım seni anımsadım. Sadece hayatımızda bir şeyler olacaksa hep mükemmel olmalı, rayında gitmeli diye düşünmüştüm. Yanlış konulan bir tuğlayı seni uygun şekilde uyarmama rağmen düzeltmiyordun. Ve ben sonra unuttuğum hatayı fark ediyor ve o tuğla için tüm yapılı bir duvarı yıkma çabasına girişiyordum. O yamuk tuğlanın orada durması, senin çabasızlığını yüzüme vuruyor gibiydi.
"Neden" diyordum, "bu kurulu düzen içindeki eksikleri veya yamuklukları fark edemiyor."Görsen de hiç denemedin, bosverdin, öyle de yaşanır sandın, kendin uzaktaydın çünkü ara sıra fark ettiklerin gözüne bakmayacak kadar değersiz geldi belki de. Bende bunu hiç affedemedim.
Biliyorum; sen bu satırları okurken daha cevaplandırıyorsun, tüm sözcüklerimde ki gizli sorularımı. Ama bu kez yetmedi işte kelimelerin. Ortada cevaplandırdığın ama asla beni tatmin etmeyen, benden çok kendini inandırmak için kullanılmış kelimelerin ile kalakal istedim. Defalarca şans verdiğimizi bile hissettirmeden, adım adım uzaklaşmamızı izledik birlikte. Etrafıma duvarları ellerinle ördürdün farkında değildin... Değildim... Ama biliyormusun? Ben hep denedim, belki de bu nedenle kendimi suçladığım anlardan sıyrılıp, kendimi affetmem daha kolay oldu senden.


Benimkilerden önce örülmüştü senin duvarların. Bunun için bana hep kendimi suçlu hissettirme yoluna gittin, kendi yapamadıklarını benden bekledin. Ben yapmadıklarını yapınca da, sana ihtiyacım olmadığını anlamamı sağladın. Sonra ne oldu biliyormusun, benim yüzümden birbirimizden uzaklaştığımızı düşündüm. Konuşamamanın, ortak paylaşım alanlarının darlığının bizi çözümsüz ve sığ bir alana sıkıştırdığını sandım. Denediğim tüm girişimleri sonuçsuz bırakan hayat şartları sandım, seni hiç suçlamadım, suçu hep kendimde aradım.


Biz hiç kavga etmedik seninle? Defalarca birbirimizi incitmekten kaçınıp son anda tuttuk öfkelerimizin dizginlerini, sonra eski yalnızlıklarımıza geri döndük. Çözmek yerine susmayı tercih ettik. Neden? Neden bir kez olsun bana haksız taraflarımı bağıra çağıra söylemedin?Neden öfkeli görmedim hiç seni?


Hep merak ettim biliyormusun? Bir ayrılıp bir barışan, sürekli birbirlerini hep seven hem yeren insanların davranış biçimlerini... Biz hiç böyle değildik. Biz birbirimize hep güvendik. Birbirimizi kırmaktan korktuk. Değer mi dedik üzmeye? Tamiri zor sözcükleri söylemekten çekindik... Değiyormuş, insanları hataları ile yüzleştirmek gerekiyormuş...


Senden sonra ne oldu biliyormusun? Hayır, hiç bilmedin? Hiç fark ettirmedim sana? Sadece bir kez verdiğim tepkiyi gördün, incinmişliğimi gördün... Yanımda koltukta oturuyor ve duymayı hayal bile edemeyeceğim şeylerle yüzleştiriyordun kem kendini, hem aileni, hem beni. Kafamı çevirip sana baktım inanamamazlıkla... Bakışıma "üzgünüm" diyen ifade ile karşılık verdin. Ama bu bakışta "imkanım olsa, yine giderdim" ifadesini yakalayınca çevirdim başımı... Kucağımda duran ellerime, oradan ayaklarıma, oradan halının çizgilerine baktım... O anı hiç unutmadım.


Yıkıldım sanmıştım, bir daha toparlanamam... Ne halt edeceğimi bilmeyerek geçti ilk aylarım. Ben özene bezene yaptığım tuğla duvarlarımızı işte o gün yıkmaya başladım. Kendi ellerimle yaptım bu evi, yine kendi ellerimle yıkarım hesabı, tek tek yüzleştim her biri ile. "Çevremizden etkilenmemek adına ikimizi kapsayan duvarlar örerken, bilmeden kendi eksenimizi de örmüşüz. Ne acı..." Zamansız daha kurumadan konulan tuğlalardı bizimkiler. Fazla hava alınca evimizi ısıtmaya yetmedi hiç bir sıcaklık. Çatladı birer birer... Yanlış konulan içi doldurulamayan tuğlalardı bizimkiler. Eksik kaldık...


Şimdi hiçbir şeye değil de verilen emek emek üretilen tuğlalarıma acıyorum bazı bazı dedi ve sustu kadın...





Resim alıntı


4 Temmuz 2009 Cumartesi

Yastık


Tanıştırayım...

Bu benim yüksek bir yastıkta yattığım zamanki halimden arta kalanlarımın örnek bir resmi.
Normalde her insan gibi kendime has bir yastığım var benim.
Alçaktır kendisi!
Hemde çok alçak...
O kadar güzeldir ki bezelye bile alır gecenin bir yarısı benim yastığımı...
Severim kokusu benden dolayı, hiç yıkanmasın isterim birde...
Hep ben koksun, hep kızım koksun.
Usanmadığım tek şey koklamak ve dokunmak.
Bazen sırf bu nedenle hayvanlaşır içimde bir yer.
Dolarım.
Hissettiğim sevgiyi nereme koyacağımı bilemem.
Ne kadar sevsem koklasam dokunsam az gelecektir.
Yetmez...
(Geçenlerde kızımda hissettim bu duyguyu, ısırmak geçti içimden)

Neyse bir yastığım var benim.
İşte arada gözyaşlarımı emer.
Terimi de emer.
Birde unutmadan;
Bazen farketmeden akan salyalarımı da emer.
Saçlarımı görürüm bazen sevinirim,
Bazen ise üzülürüm tekrar yapıştırıveresim gelir.
Telefonlarımı hep onun altına saklarım.
Kitabım da hep onun kenarında durur.
Severim sevdiğim şeylerin yastığımın kenarında durmalarını.

(...Geçen gün kızımın ağzında sakızla uyumuş olduğunu o uyanınca farkettim. Anneliğimi sorguladım bunun üzerine. Ya yutmuş olsaydı diye...)

Geçen gün uzun zamandır yatmadığım bir yastıkta uyudum.
Yumuşaktı sevdim.
Başka koksa da o kokuyu da sevdim.
Ama ilk görüşte sevmediğim şeyler vardı.
Kılıfı değişsede, tersini çevirip yattım, varlıklarını unutabildim.
Sanki öyle yapınca görünmez ve geçmiş varlıkların izlerini örtebilecekmişim gibi geldi.
Bu 2 ay demek yerine 60 gün demeye benzedi.
Olsun avuttu.
Uyuyabildim.

Bugün tüm uykusuzluğuma rağmen neşeliyim. dün akşam çok hoş dansettim kursta. Kendimi ben bile beğendim yani. Düşünün 2. ayıma gireceğim, ancak dün beğenebildim. Bachata da zaten iyiydim. Ama salsada da ne kadar iyi olduğumu farkettim. Buda neşemi katladı, akşamda kuaföre gidip bir kırmızılaşıp geleceğim. Ailem memlekete gidiyor, anne-baba bütün yaz yoklar. Bende izinden gelen arkadaştan sonra gideceğim onlara katılıp. Şimdilik evde tek başına oynayacağım bu hafta. Bir sürü film alacağım, vokta alacağım, arabama atlayıp arkadaşıma gideceğim, evde pinekleyeceğim, yemek pişireceğim . Birde annemin tenkitlerine rağmen özgürce kola içeceğim. (çok kızıyor deleceksin mideni diye, Allah tan selilüt denen mereti Allah benden uzak tutmuş, yoksa bu kadar kolaya hangi vücut dayanırdı bilmem)

Herkese güzel hafta sonları olsun. :)



resim alıntı

30 Haziran 2009 Salı

Tuvaletteki kadınlar... 3


* Güç savaşları sadece erkeklerde mi var yani? Kadınların hepsi de kendilerince ayna önünde güç savaşı verir. Üstelik yaşa başa bakmadan. İstisnasız tüm kadınlar; o an elde yıkasa, rujda sürse, kıyafetini-saçını da düzeltse; kapıdan giren diğer kadına şöyle bir göz ucu ile bakıp notunu verir. Ona göre ya incelemeye devam eder, ya da tınlamaz inceleyecek yeni adaylar bulur. Ama hepsinden öte kendinde gördüğü gücü-üstünlüğü taslamaya bayılır.

Diyelim ki yeni kapıdan girenin bacakları kalın, inceleyenin ince. Allah ım hemen bir çark düzeni devreye girer ve arkadaşına ayakkabı yada bacakları ile ilgili bir söz patlatıverir. Çekinmese o an lavaboya koyar bacağını gösterebilir.

Ya da diyelim ki hatun saçlarını boyatmamış, bakımsız bir duruşu var, parıldıyor tepesi. Diğerinin hemen saçlar salınır. Toplu ve düzgün olsa şöyle bir dağıtılıp yeniden toplanır.

Ya da kilo ile ilgili bir olaysa hemen kıyafet düzeltilir. Önce sağa, sonra sola dönülerek beden afişe edilir. Yan gözle de bakmaya devam edilir. (ama aynadan)

Aynaya ilk gelen; üstünlüğü ve gücü elde etmiş kadındır. Aynada kim yayıla yayıla ve uzun süre kalıyorsa o ezici üstünlüğünü yeni gelenlere ve gidenlere kanıtlamış kadındır.

Ve bunlar o kadar hızlı gelişir ki, kadın kapıdan girer, aynadakilerle göz göze gelir. (Aynı anda boş tuvalet var mı kontrol edilir) Eğer "aynada" incelenecek çok şey varsa, kapının kolunu tutup yavaş hareketlerle kapatmayı dener, yoksa tuvaletlerin olduğu bölüme doğru meziyetine ve güç savaşına göre başı yukarıda yada aşağıda, hızlı yada yavaş adımlarla, yan bakış geçer.

- tık tık
- doluuuuu (başka türlü cevap verilmez, hep dolu der kızlar, eğer arkadaşı ise vuran ne var be diyebilir.)

* Ayna önü muhabbetlerinin çoğu da zaten erkekler, "öteki" ler hakkındadır. Saat farkı gözetilmez asla.

* Gecenin bir yarısı bir mekanda girilen tuvaletlerde kusan kızlar vardır. Kapı ardına kadar açık, klozete çömelen arkadaşın, ayakta dikilen arkadaşı etrafa hafif mahçup bakışlar atar.

* Hep makyaj yapan birileri vardır. Ve üstüne başını düzelten.

* Diyaloglar ise apayrıdır. Özellikle telefonda konuşan ve tek eliyle saçını düzelten insanlara çok sık rastlarsınız. İlginç konuşmalar duyarsınız. Dinlememek için çırpınsanızda mutlaka kulağınızdan içeri girer. Karşı kadınla bakışıp, anlamlı kelimelere gülebilirsiniz.


Efsaca 1 : Birde geçenlerde; idrarımda ki mucizeyi okuyunca, kendimi bu mucizeyi suratına baka baka, acımadan elinin tersi ile iten (sifonla çeken) biri gibi gördüm yeminle!!! Ne kadar çok şeye yarıyormuş. Oysaki ben bir tane faydasını biliyorum. Nimetmiş de haberim yokmuş. Denermiyim? Hayırrr.

Efsaca 2 : Bezelyenin tuvalet maceralarıda pek yakında sizlerle. :)))

Efsaca 3 : Diğer tuvalet yazıları için sizi şu kabine alalım. Orası temizlik için kapalı da.

26 Haziran 2009 Cuma

Anılar / Bir düğün sonrası


"En iyi olan her zaman zor olandır... Yani "zaman" dır"

dedim bir hafta önce arkadaşıma. Bir forum sayfasından bugünlere dek gelmiştik. Ayrı şehirlerde kısıtlı imkanlara rağmen 2 defa görebilmiştik birbirimizi.
Onun yaşamından bir kesit anlatmak istedim bugün. Amacım elbet üzmek değil ama, yaşamın hala sürdürülebileceğini anlatmaya çalışmak belki de. Sebep aramıyorum. Sadece içimden bu geçti.

Kardeşinin düğünü için memleketlerine gittiler. Birlikte elbise seçeneklerine bile baktık, uzaktan resimler gönderdi bize. Boşanmış bir ailenin 2 evladı olarak, çok değer verirdi kardeşine. Ablalık kadar anne ve babalıkta yapmıştı kendisine. İşte şimdi evleniyordu. Arkadaşımızı güle oynaya uğurladık kardeşinin düğününe. Sonrasında duyduklarımı ise aynen yazıyorum.

Düğünü bittikten sonra konvoyda giderken, 2 aracın yanyana geldiği bir an; lastiklerin birbirine sürtünmesi ile taklalar atar. Arkadaşımın kardeşi, damat ölmüştür. Gelin de ise hiçbir şey yoktur. Ufak tefek çiziklerin haricinde...

Sonrasında:
@ Aradan 2 gün geçti, kızdan saklanılan sır söylendi. Güzel gelin sinir krizleri geçirdi!
@ Aradan 1 ay geçti, arkadaşımız ruh gibiydi. Bizde ne diyeceğimizi bilemedik. "Hangi bahane avutulur bilmem, hangi gunahın bedeli bu..." dedi 1 yıl boyunca sadece. Konuşmadı, okumadı bizleri. Birkaçımız gitti görüştü, arada kendisi uğradı...!
@ Aradan 1 ay daha geçti, güzel gelin hamileydi! Üstelik bebek 4 aylık olmuştu. Aldırmayı hep red etmiş, tüm ısrarlara rağmen...!
@ Aradan 3,5-4 ay geçti, erken gelmeyi isteyen bebek kız oldu. İsmi kondu. Gözümüz Aydın' dı...! Bebeğin resimlerine baktık, anneyi, aileyi, arkadaşımızı böyle salak saçma geveleyici sözlerle, utana sıkıla tebrik ettik.
@ Arkadaşım dedi ki... Narkozun etkisi ile annenin sayıklamalarını duyunca, içimiz parçalandı!

Tam doğru insan dediğin birisinden sonsuza dek kopmak...
Üstelik düğün bitiminde evlerine dönerken konvoyda kaza sonucu onu kaybetmek...
Doy-a-mamak...
Yaşanamayan, paylaşılaşamayan bir evlilik...
Babasız bir bebek büyütmenin güçlüğü...
Babasını hiç göremeyecek koklayamayacak bir bebek...

Hadi susalım
Ben bazen oscarlık beceriyorum bunu...!


* Benim abimde düğünümün ertesi günü kaza geçirdi. Kazadan 15 dak önce gördüğümde markete gitmek için ayakkabısını giyiyordu. Bir sonraki görüşümde, bacağı alçıda. sol gözünden yanaklarına bir tek kan damlası sızmış bir şekilde, ingilizce ve osmanlıca bir şeyler sayıklıyodu. Abim zaten sağ kolunu pek kullanamazdı, doğumda oluşan bir hata sonucu bedensel engelli idi. Şimdi ise sol tarafı komple kırıktı. Çok şükür düzeldi 1 sene sonra ama o günler ne zordu biliyorum. Neyse bu günlük hüzün yeter sanırım.
Allah herkese sağlık versin diyorum.


Resim alıntı

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bilmiyorum!


Yaklaşık 19 yaşımda tanıdığım eski bir iş arkadaşımla, aynı mahallede oturduğumuzu farketmemiz üzerine diyaloglarımız gelişti. Sonra benim saham başka bir yere kaydırıldı, birbirimizi tek tük, denk gelindiğinde görmeye başladık. Evlendiğimde eşimle de tanıştılar, bezelyeyi gördü. Ama biz böyle hep ayaküstü muhabbetle seneler geçirdik. Sonra ben tekrar ailemle yaşamaya başladığımda sabahları karşılaştık 2 yıl boyunca :). Merhaba, günaydın, nasılsından ileriye gidemeyen konuşmalar; bugün ise yanyana oturmamız üzerine şöyle gelişti:

- Efsa siz buraya mı taşındınız?
- Evet taşındım. (lafın nereye gideceğini bilen ben) Ama biz ayrıldık XXX ile.
- Hadi ya, ne zaman
- 2 yıl oldu.
- Aaaa ama iyiydiniz siz?
- Hııı
- Sen şimdi ailenle kalıyorsun. Bende diyorum bunlar diğer tarafta oturuyorlardı. Neden geldiler.
- Evet ailemle kalıyorum.
- Evlendimi peki yeniden XXX?
- Bilmiyorum!
- Yok mu öğreneceğin bir yer
- Öğrenmek için sebebim yok.
- Yok yani barışırsınız diye söylemiştim....
- Barışacak olsam boşanmazdım ki.

(Şimdi bu bilmiyorum cümlesini herhalde bütün eş, dost, arkadaş, bizi geçmişimizde tanıyan her insan evladına söyledim boşandıktan sonra. Artık nefret ediyorum bu kelimeyi kullanmaktan. Ha kullanmak zorunda kaldığım anlardan da.)

Birde çocukluk arkadaşım var Y. Kendisi biraz fazla konuşmayı, bolca boş konuşmayı, çokca dedikodu yapmayı seven bir insan. Oda her görüşmemizde (2 ayda 1) soruyor. Hoş beş sohbetten sonra, soruları başlıyor.

- XXX napıyormuş? (yine başladık)
- Bilmiyorum. (:S)
- Evlenmişmi o kızla? (2 yıldır aynı soru yalnız)
- Bilmem, sormadım Y. allah aşkına sorduğumu düşünmüyorsun herhalde?
- Yaa belki komşular, birileri söyler diye düşünmüştüm de. Eski komşularınlada mı görüşmedin yakın zamanda?
- Hayır görüşmedim. Görüşsemde sormayacağım Y. banane ya.
- Yok yani ondan demedim. Ortak arkadaşlarınız vardı...
- ......
- Tamam sustum...


Bir başka diyalog, (aile dostlarından bir teyze)
- Efsa ayrılmışsın eşinden herhalde. (pis dedikoducular)
- Evet ayrıldım.
- Yaaa falanca filanca söyledi; "başka bir kız bulmuş" öyle mi?
- Evet
- Bu güzelliğe, hanımlığa rağmen? Boşverrrr, Allah sana son gürlüğü verir kızım hiç merak etme.
- Ha yok ben şimdi daha mutluyum emin olun.
- Tabi tabi kızım eminim. (haydaa) Şükret ailen kucak açtı. (:S) Maşallah pekde güzelsin. Bezelye seninle dimi?
- Evet benimle.
- Evlendimi peki o kızla? (bla bla bla)
- Bilmiyorum. (yine başladık)
- Haber gelmedi mi?
- Sormadım kimseye. Zaten ortak tanıdıklarımızla da görüşmüyorum. O mahalle ile de işim olmaz.
- Merak etme haberi gelir. Böyle zamanlarda uçuran çok olur. (senin gibi) Biliyormusun bizim Nerminin oğlu vardı. Oda eşinden ayrılm......ış.
- Aaaaa yukarıda telefonum çalıyor herhalde, bir an sesi geldi. Pardon A. teyze.


İnsanların bu karı-koca merakına verilecek en güzel cevap diye bişiy yoktur. Her yeni cevapta, başka sorular sorulacağından en güzeli o ortamdan sıvışmaktır.
Eski eşimin evlenip evlenmediğine benden başka herkes pek bir meraklı. Annem bile arada dayanamayıp, konusunu açıyor. Acaba o naptı, kızın okulu bitmiştir, ailesi ne düşünüyor acaba? vs. bir ton soru evirip çeviriyor kafasında.

Artık evlensede kurtulsak cümleten der oldum. Bu seferde çocuğu oldu mu diye sorarlar mı ki??

Resim alıntı.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Cennetin ağacı



Seni tanıyorum.
Kendimi tanıyorum.

Nefretin en süssüz hali ile;
Bakarak uzaktan yüzüne,
Adım adım uzaklaşıyorum senden.
Artık:
Sinsice izlemek yok!
Geride bıraktığın adımlarının işaretlerini,
Yada algılarımı açık tutmak zorunda değilim...
Tehlikelere karşı!

Açıklarını biliyorum.
Sızıyorum çatlaklarından içeriye.
Bedenini çamurlaştırıyorum.
Vatan toprakların benim işgalimde.

Kanına işliyorum.
Kanın bir su ve ben susuzum,
İçiyorum.
Doymuyorum.
Savaşman yersiz,
Silahların tutuk farkında değilsin.

İstediğim zafer mi sanıyorsun?
Mırıldanarak gülüyorum...
Amacım...
(:
Rahat çürü sevgilim...

Cennetin ağacından sesleniyorum sana.
En tepesine çıkıyorum.
Mırıldanışım kendi kulaklarımı bile titreştirirken,
sendeki etkisini hissetmek istiyorum...

Cennetin ağacıyım
Bilmeden kırdığın dallarımdan bir tanesini dünyaya fıraltıp
Yaprağımı düzeltiyorum,
Güzel görünmek istercesine...!

Dans ederken yukarı kaldırdığım dallarımla,
Meyvelerimi sakınıyorum senden!
Bensiz aç kalacaksın biliyorum.
Çünkü tüm cenneti ben besliyorum.
Aradığın tüm tatlar bende.
Ulaşamayacağın...

Çatlaklarından sızdığım,
Çamurlaştırıp,
Yüreğine ektiğim tohumlarımla büyüyen
Meyvelerim seni zehirlesin.

Kutsal suyu döker gibi,
Bahşettiğim sözcüklerimi serpeceğim yüzüne.
Zehirlerim olurda yetmezse diye...



resim alıntı

16 Haziran 2009 Salı

Mektuplar / Su Kadını



Kadın ellerini bacaklarının üzerinde birleştirmiş, gözlerini ayırmadan, karşısında oturan adamı inceliyordu. Yüzündeki çizgilerden gözbebeklerine dek bütün hatlarını ezberine almak ister gibiydi. Günlerce rüyalarına girmişti adam. Şimdi ise işte anımsadığı o yüz karşısında idi. Anımsamak… Bütün anılar, bütün sesler yeniden bir araya gelmişti. “ -biz- olmayı beceremeyen, iki -ben' lik- dik” diye düşündü kadın. Uzun uzun bakmaya devam etti. Adamın tavırlarından; kadının bakışlarından bir çekinceme duyduğu belliydi. Geçmişte de “Bana öyle bakma” derdi hep kadına. Delip geçermiş gibi baktığını söylerdi kadının. Oysa bilmezdi ki, kendisinin bakışlarının nasıl alev alev yandığını. Bilemezdi hiç; o bakışların kadını nasıl yaktığını… Kadın şuan karşısında oturan adama bakarken; ilk tanıştıklarında, üzerinde bıraktığı izlenime dayanarak yazdığı bu cümleleri anımsadı...

"Yenilmiş bir ordu gibi kaçıyorsam senden, dudaklarının karşısında kaçıyorsam bağışla... Bir yangını başlatacak kibrit olmaktan... Olmandan korkuyorum..."

Kendini tanıyordu: "Su gibiydim ben. Evet belki bir kibrit olup alevlendiremezdim ortalığı; ama bir yangını körükleyebilir veya kontrol altına alabilirdim. Ben türlü özlere sahiptim; buz olurdum, buhar olurdum, akardım... Su olmanın en güzel yanını bilmezdi kimseler ve bana bakanlar anlamazdı çoğu zaman. Bilemezlerdi benim gerçek rengimi, derinliklerimde saklı gizemlerimi. Anlamazlardı mükemmel yansıtıcılığımı... Aslında kendilerine baktıklarını...''

Oysa ki; anımsıyordu da, bir bakışta içindeki suyun varlığının keşfedilmesi şaşırtmıştı kadını ilkolarak. Adamsa, birinin su olup içindeki ateşi körüklemesine heveslenmiş olmalıydı... Kızın içindeki suyun duruluğuna şaşırmıştı. Bir damla kadar masum duruşuna ve büyük bir dalga kadar hırçın kelimelerine... Merak etti adam kızı. Kızsa hep yaptığı gibi ruhuna inmeye çabaladı adamın...

Kelimeler birbirini kovalıyordu aralarında ve her seferinde bir yenisi daha eklenerek. İkiside zıtlıklarına rağmen, birbirlerini ne kadar güzel tamamladıklarını gördüler. Günler geçti, sahneler değişti. Aradan geçen aylar sonrası, araya giren ayrılıklar, sevgiler, kırılganlıklar, korkular, kaygılar sonrası; şimdi karşılıklı otumuş; sözcüklere ve birbirlerine kattıkları anlamları düşünüyorlardı. Birinin gözleri ileriye, diğerinin gözleri ise ellerine bakıyordu. Geçip giden günlerinin, sevgilerinin, nefretlerinin, sorumluluklarının bilincinde; artık kendilerini ve birbirlerini daha iyi tanıyarak, zihinlerinin onlara oynadığı bu oyuna bir son vermeyi planlayarak buluşmuşlardı orada.

İlk adam konuştu... "Su gibiydin sen. Bazen durgun, bazen coşkun ama en çok huzur dolu. Yanında sıkılmıyordum, yanında o an hangi kimliğimle olmak istiyorsam, o oluyordum. Ve sen öyle güzel ayak uyduruyordun ki bana, dünyada beni tamamlayanın sen olduğunu görüyordum. Sen geçmişimde kalan, kendi çocukluğum ve masumluğumdun. Sana bakmak, geçmişe bir yolculuktu... Sana bakmak doyumsuzluktu...

Ne garip...! İçimdeki kirli kanı akıtmak için insanları kullanırken, rastlamıştım sana. Fakat sen tüm saflığınla ve açıklığınla arındırmaya başladın içimdeki o hırslı zehri. Seninle yeniden insanlığın ne olduğunu düşündüm.

Ne zaman sana dokunmak istesem; bir yandan ferahlığınla serinlerken, diğer yandan oyunlarınla eğleniyordum. Seni hem avuçlarımda tutabiliyor, hem de ellerimden kayıp gidişini izleyebiliyordum. Sen... Öyle güzel bir oyuncuydun ki! Derindin, bitmiyordun ve her derinlikte farklı yönlerini gösteriyordun. İndikçe kararsa da yüreğin, aynı zamanda bu karanlık yanlarını saklayan, çok iyi bir yansıtıcıydın. Sana bakınca kendimi görürdüm, tenin tenime karışırken yabancılık hissettirmezdin. Bazen kendime dokunduğumu düşündürüyordun hatta..."

Adam kadına bakarak söylediği bu sözcüklerin ardından, daha fazla devam edemedi. Kadının dokunuşlarının, ne kadar da kendisine benzediğini onaylamak istercesine dokunmak istedi o tene. Ama tuttu kendini. Özlem ve tutku dolu bir ifade ile kadına bakmayı sürdürdü. Kadının aklına ise o an alakasız bir biçimde, bir şarkı takılmıştı.

"Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum... Bulduğum zannettiğimdekendimden ayrı düştüm..."

Ve daldıkları düşüncelerden sıyrılarak; adam konuşmayı bıraktı. Kadın ise adamı dinlemeyi...Kadın devam etti... "Sen... Suskunluklarımı tamamlayan bir döngüydün. Aslında biliyordum, içindeki kül edici ateş yüzünden ağır bir maskenin ardına saklandığını. Biliyordum bütün bu kimliklerinden sıyrıldığında ve çıkardığında maskelerini, anımsadığın yüzden hoşnut olmadığını. Ama hayrandım sana, sözcüklerinle beni sımsıkı sarışına. Bazı anlar öylesine kendin oluyordun ki, işte diyordum sonunda keşfetti kendini. Ateşi ile kendini yakmadan, hükmedebildi.

Ben senin ruhunun derinliklerine ancak bir su olarak sızabilirdim. Ancak bu şekilde dokunduğumun şeklini alabilirdim. Bu nedenle inmeyi istedim kendine tapındığın mabetlerine, denedim. İçindeki ateşe rağmen, boşluklarını doldurmayı ve üşüyen yanlarını sarmak istedim. Sana yanlız olmadığını hissettirmekti tek amacım. O sefil dünyanın aslında bu olmadığını anlatmaktı derdim. Üzülürdüm hissettiremediğim anlarda..."

Adam... Oysa ben yakıcıydım. Bazı anlar boğucu ve kırıcı sıcaklığımla seni buharlaştırırdım. Canın acırdı... Canım acırdı... Üzülürdüm kıydığıma kıyımlarımda. Ama yine de bir yolunu bulur, çoğunlukla yağmur olur dönerdin bedenime. Ellerimi açıp şükrederdim, sen bedenime yeniden işlediğinde... Damlaların vücuduma değerken hiç sızlatmazdı tenimi. Ne yaparsam yapayım, hep yanıma geleceğini düşünürdüm. Gelmeme ihtimalin olacağını ara ara hissettirsen de, kıyılara yanaşmak için gösterdiğin ısrarcılık, bütün kuşkularımı alıp götürürdü.

Kadın... "Sonra bir gün, tüm olumsuz şeyleri hissedip, olağanüstü gel-gitler yaşamaya başladı yüreğim... Bazen oluyordu işte, kendime dönük zamanlarım, içe kapanıklığım. Hissettiysen de bana bakmaktan, konuşturmaktan vazgeçemedin. Ben çekildikçe, bu sefer kıyılara yanaşan sendin... Biliyorum özlüyordum bana dokunmayı. Biliyordum, özlüyordum teninde kaybolmayı... Ruhunu ve bedenini sarıp sarmalayan yegane şeyi vermiştim ben sana... Huzurumla donanmanın keyfini sürdüren, garip bir cevherim vardı işte. Ateşini söndürmek istemedim hiç.Benim selimde boğuldun, beni içtin, beni ilk kez içinde hissetmenin keyfini yaşattım sana. Senin kanına karıştığımı bilmenin tadını aldım. Kirli olanı temizlemeye çalıştım."

Adam... "Denedim. Kendi kanımla savaşmayı. Ama senelerce o kadar bencildi ki yüreğim, içimdeki ateş, senin vericiliğin altında ezildi. Masum olanı, iyi olanı kirletmek isteyen yanıma inat, seninle oldum. Bir zaman sonra ise korktum tüm bedenimi işgal etmenden. Bu huzur, içimdeki yangınları söndürecek kadar çok akmaya başladı bedenimde. Korktum, benden sene dönüşmeye. Alevlerim sönerse yok olurum sandım... kandım kendime... Gittim..."

"Bu garip bir veda olacak çünkü aslında hep içimdesin... Ne kadar uzağa gitsende, gittiğin her yerde benimlesin..."

Kadın... "Gittin...! Sana duyduğum sevgiyi, ibadet eder gibi hissettirdiğimde, seni köleleştirmeyeçalıştığımı sandın... Anlamadın, aslında kendi yarattığın gölgelerindi seni korkutan. Ben değildim... Bütün bencilliğine rağmen sevmiştim seni. Ateşini söndürmek istemedim hiç... Anımsasana en çok geceleri sesimi duynak isterdin ve en çok geceleri bakardın bana. Ama bu bile bendeki yansıyan, kendi güzelliğini görmek içindi. Fark etmedim mi sanıyorsun? Anlamadım mı? Bencildin, ama ben seni çok sevmiştim.

Söyle şimdi; ya sen bütün bunları nece zaman sonra anladın? içindeki ateşi başkalarının körüklediğini sanarken, hangi rüzgar külleri bana serpiştirdi. Dayanamadın geldin...

Yoruldun değil mi?

Bense kırıldım.

Sen vazgeçtin,

Ben yazdım...

İlk zamanlar ben bitmesine duacıydım, sense bitmesine seyirci... Ve sevgilim gün geldi ben senin mabetlerine ibadete durmaktan vazgeçtim. Benim kalbim buna yeterdi de, sen bu derece imana kendini layık görmedin.

Ben öyle bir insandım ki; içimdeki suya rağmen, içindeki ateşi hiç söndürmeye yeltenmedim, sen beni en çok bunun için sevdin... Bilemedin... Nasıl beklediğimi, ne kadar üzüldüğümü tahmin edebiliyormusun... Şimdi yüzündeki üzüntü ve pişmanlık dolu ifadeni daha fazla netleştirmeye çalışma. Bundan başka birçok duygu düşledim ben yüzünde. Zaman geçti ve gelmedin. Kendi girdaplarımda, kendimi döndürdüm. Hırçınlaştım, dalgalarımla bıçak gibi kestim derinliklerimi. Dindim, duruldum, ayrıldım, birleştim. Hava ile konuştum, onun yol göstericiliğine bıraktım kendimi. Toprağa karıştım ve verimliliği tattım. Yaşam verdim. Yaşam aldım. Dağılmış parçalarımı topladım.Şimdi geldin... Evet... Ama o günlerden geriye neler kaldığını düşündün mü hiç?...

Gitmeliyim... Kalırsam yok edeceğiz birbirimizi. Kalırsam, sen beni buharlaştıracaksın, ben de seni söndereceğim. Çünkü biz birbirimize ne kadar dürüst olsakta, biz en güzel bu yolla; zıtlıkların döngüsünü kullanarak, birbirimizle oyunlar oynayıp, savaşarak anlaştık. En doğrusu neydi bilmiyorum. Sen yeniden bana gelene dek hep bunu düşündüm. "Ateş mi suyu yok eder, yoksa su mu ateşi?" Birde okuyunca büyülendiğim bir söz daha vardı. "Su ateşe galiptir, ancak bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır, yok eder." * Ne ben bir kaba girebildim, neden sen bana kıyabilirsin... Birbirini yok etmeye mahkum iki çift yüreğiz biz. Ne sen benim duygularıma erişebilirsin, nede ben senin heyacanlarına ayak uydurabilirim...

"Ama söylenecek söz yok...

Gidiyorum ben...

Hoşçakal...

Hoşça kal"

"Gidiyorum şimdi...

Gölgen düşmesin daha fazla üzerime diye...

Sen yalnız kendi ateşinle can yakarım sandın...

Bilemedin aynı ısı ile benimde can yakabileceğimi. "


Resimler alıntı

* Mevlana

* Kelimeleri kontrol etmedim, herhangibir hata bulmanız muhtemel. :)

* Arzu, yardımların için teşekkür ederim. ama sanırım bir şekilde yazı çıkmalıydı iyi kötü.

Related Posts with Thumbnails

..