31 Ocak 2009 Cumartesi

Tuvalet kapısında beklemek



Şirkette 60 erkeğe 4 tane bayanken nasıl denk getiripte aynı saatlerde çişimiz geliyor anlamıyorum... 4 farklı birimde ve farklı binalardayız. Ama nedense hep aynı saatte tuvalette denk geliyoruz...! Sonra da tuvalet önünde laflamaya başlıyoruz. çünkü hepimiz biliyoruz ki yerimize dönsek kalkmaya üşencez, git gel yapmaktansa gün boyu konuşmadığımız için neredeyse tuvalet önünde günaydınlaşıyoruz. Sonra başlıyoruz beklemeye. Bazen bu bekleyiş oldukça uzun sürüyor, kişiye ve yapılan eyleme göre özellikle. Hatunlardan biri benim gibiyse kendime oyalanacak bir konu buluyorum, duvarlara bakıyorum, aynaya bakıyorum falan filan. Hele ben annemin tuvalette çok kalma diye uyarmalarına karşın çok severim tuvalette bişiyler okumayı. Ya ne bileyim öyle otur otur canım sıkılıyor sonra. Birde baktığın her yer aynı. Aynı noktalar, aynı köşeler, aynı kapı falan. Tabi iş yerinde öle kitabı alıp tuvalete giremiyorsun ama bu esnada cep telefonum imdadıma yetişiyor. Allah' tan bağırsaklarım bana ihanet etmiyor da bu işlemi çok nadir iş yerinde gerçekleştiriyorum. Alarm saati gibi çok düzenliyimdir bu konuda.
Bizde kendi aramızda bu çiş mevzuunuda bir türlü oturtamadık, hep ama hep denk geliyoruz. Hoş regl günümüz falan değil ki bu birbirine göre ayalansın. Mesela ben o konuda da özürlüyümdür azıcık. Hatırlayamam, düşünürüm düşünürüm pazartesimiydi salımıydı, yok yok o gün şu olmuştu falan... türevleri vücudumda olan biten bir şeyi bilemem. Çok kafama takıldı ise evde ablama sorarım sen ne zaman olmuştun? diye. Ondan bir gün önce birgün sonra benim ki denk geldiğinden, tarihleri öyle hesaplayabilirim. Düşünsenize dünyadaki kadınların aynı gün regl olduklarını... Dünya çekilmez be. Ah konudan yine saptım. Bugün nedense bütün iğrençliğim üzerimde işten de atılıcam büyük ihtimalle, sıra bekliyoruz tüm sadık arkadaşlarla. :) O nedenle çok boktan espiriler yapabilecek kapasitedeyim şuan...
Bu tuvalet mevzuu hakkında bir yazı okumak isterseniz de Irazın yazısını taviye edebilirim özellikle son paragrafı mükemmel :)) ve başka bir tane da geçen aylarda mailime düşen bir yazı (burak niye aklıma sen geldin bu esnada bilmiyorum artık :) )
"İŞEME SANATI ÜZERİNE
Kisi dünyada iseyen tek varlik olduguna inanir. Bu yüzdendir ki umumi tuvaletlerde aktivitenin sesini duyurmamak için çesitli sebeklikler yapar. Özellikle kadinlar tuvaletinde bu tür tavirlara sık rastlanir. Kadinlarin penisleri olmadigi için çislerinin hedeflerini tutturmakta erkekler kadar basarili degillerdir. (Erkekler sidikleriyle isimlerini yazmak, klozetteki suyun etrafinda dolandirarak eglenmek gibi lükslere sahiptir.) Bu yüzden bayanlarda çis genelde suyun tam ortasina denk gelerek inanilmaz bir gürültü çikartir. Bunun yaninda bir de dogal iseme sesi vardir (bayanlarda). Bu ikisi birlestiginde umumi tuvaletlerde yahut misafirlikte "sorrrrrr" sesini çikartmamak icin çabalamalar baslar. Dikkatlice kulak kabarttigimizda "şırrr" diye ufak bir ses duyariz. Bunu "şırıl" sesi takip eder. şırr.....şırıl...şışırıll takriben 15 saniye kadar sürer. Eger hala isemenin dogal oldugunu farkedememis bir kisiyseniz, bu durumda isemeye baslamadan önce pozisyonunuzu alip, sifonunuzu çekip, sifon gürültüsü bitmeden yangindan mal kaçirircasina "şorul şorul" iseyerek kurtulabilirsiniz.
Bayanlar tuvaleti, enfeksiyonlara daha duyarlidir. Iserken oturmak zorunda olan bayanlardan bir kisim kit zekali olanlari oturmaya çekinerek "havadan yapma" pozisyonunu tercih ederler ve deligi tutturamayip kenarlara siçratirlar. Yer gök çis olur.Ardindan tuvalete giren bayanlar ise önce ana avrat düz gidip, sonra kit zekalinin taktigini uygulamak zorunda kalirlar. Bu taktik görüldügü kadar kolay bir sey degildir. Hele ki uzun müddet çisinizi tuttuysaniz iki ince bacak üzerinde dakikalarca "S" seklinde isemek bir kabusa dönüsebilir.Bu kit zekalilara önerim ise tuvalet kagidiyla klozeti kaplayip, o sekilde rahatlamalari ve kendilerinden sonrakileri spastik sekillerde isemek zorunda birakmamalaridir.
Erkekler tuvaletinde gürültü sorunu daha az yasanir. Erkekler zaten birbirlerinin yaninda osurmak,geyirmek, burun karistirmak hatta "kiliç" yapmak (beraber iseyerek çis çarpistirmak) gibi igrençlikleri yüzyillardir büyük rahatlikla yaparlar. Pisuvarlarda yanyana iseyen erkeklerdeki ortak özellik nedense hepsinin tavana bakmasidir. Bunun sebebi yanindaki kisinin heybetiyle aniden karsilasip kendine olan güven duygusunun eksilme korkusu olabilir.
Pisuvarlar ilginç yaratiklardir. Içinde naftalinler bulunur.Normal bir erkek icin en büyük zevk sidigin siddeti ile bu naftalinleri saga sola attirip, çesitli oyunlar oynamaktir. Hele ki sizden önce iseyen biri pisuvara bir izmarit atma büyüklügünü göstermisse naftalinlerle filan hiç ugrasmazsiniz. Sigarayi bir düsman gemisi belleyip, bir iseme seansinda parçalayip, kagidi bi tarafa, tütünü bi tarafa gelecek sekilde mat ettiginiz takdirde sizden mutlusu olamaz. "Ne kadar sallarsan salla, dona düser son damla" lafi artik bir ayrinti olmaktan çikmis, hatta boku dahi çikartilmistir.
Fakat sallama metodlari üzerine düsünülebilir. Bir kisim; eliyle bizzat tutup sallamayi tercih ederken (en kalabalik grup budur),bir kismi ise orta parmakla, yukaridan sert fiske darbeleriyle çalisir. Hiçbir seyi tutmayip sadece kendilerini sallayan bir grup da olsun isterdi gönül. Komik olurdu, yazardik... ((:"

30 Ocak 2009 Cuma

İstersem


İstersem;

Çok uslu bir kız olabilirim,

Çok iyi söz de dinleyebilirim,

Emrine de oynayabilirim,

Seversem,

Seversen.


İstersem;

Bir kadın gibi davranabilirim,

Bir kadın gibi oturup,

Saçlarımı geriye atabilirim,

Seni konuşturup sadece dudaklarına bakabilirim,

Cezbederim,

Seversem,

Seversen.



İstersem;

Belki bir anne kadar sığınılabilir hissettiririm,

Yüreğinde bile hissedersin sevdiğimi,

Göğsüme yasalayabilirim,

Seni bakışlarından tanıyabilir,

En sevdiğin yemekleri yapabilirim,

Seversem,

Seversen...



Hem 5 yaşında bir kız gibi gülüp,
hem bir kadın gibi bakabilirim
yada bir anne şevkati ile sana dokunabilirim.
Sen o an yanında hangisi olmamı istersen...
Ben hep ellerini tutabilirim...
İSTERSEM ! İSTERSEN !

5 Ocak 2009 Pazartesi

Ben' e dair / 2009 da yapılmalılar...



Prensesim pasladığı beni yeni yılda yapmak istediklerimin listesi;


- Arabayı daha iyi sürebilmek ve şehir içi trafiğinden korkmamak, geri geri gitme deneyleri yapılıp, parketmeyi öğrenmek. :)
- Saçları bele kadar uzatmak, belki yaza doğru kızıldan vazgeçip bakır tonlarını denemek,

- Tango öğrenmek,
- Daha çok sinemaya ve tiyatroya gitmek, opera izlemek,
- Aldığım 7 adet kitabı bir an önce okumak, (şuan boleyn kızlarındayım, daha yazarın bir diğer kitabı var)
- İngilizcemi ilerletmek, en azından belli cümleleri kem küm etmeden konuşmak.
- Üniversite sınavlarına girmek,
- Bir 5 kilo vermek ve verince de almamak,

- Yıllık iznimi parçalar halinde kullanıp yazın boktan bir şekilde kalmamak,
- 3 ay içinde anneannemi görmek, sanırım son demlerinde... ve o şehirde ki diğer tüm akrabalar görüşmek,
- Anneye daha çok sarılmak, babama sormak istediğim sorular listesindeki sorulara yeni eklenen soruları sormak,

- Bağlanmak terimi genişletmeyi bilmek,
- Umursamazlık yapmayı öğrenmek, (bilerek yarım bıraktım, bazen hala umursuyorum)
- Mükemmel olmaya çalışılmaktan vazgeçmek,
- Yeni masallar yaşamak,
- Beklentiler gelmediğinde kendini sorgulamaktan vazgeçmek,
- Hatta her olayda kendini sorgulamaktan vazgeçmek,

- Para biriktirilip mısıra gitmek, mümkünse yurt dışına çıkmak,
- Daha çok resim çekmek - çektirmek,
- Bezelye' ye daha az kural koymak, daha töleranslı davranmak, ondan mükemmeli beklememek,
- Zaman yönetimini öğrenmek, mümkün olduğunca spor salonuna gidilecek, olmadı aile kandırılıp eve koşu bandı almak,
- Daha az et yeyip, daha çok sebze yemek, karnıbaharı didiklemeden sevmeyi öğrenmek, (çok yüreksizce oldu ama)
- Herşeye rağmen gülümsemeye devam etmek,
- Yaşanmamış şeylerin üzerinde bu kadar düşünmemek,
- Bezelye' ye yüzme öğretmek,
- Daha çok yer görmek, İstanbul' a ve Ankara' ya gitmek, hatta mümkünse kapadokya yada karadeniz turu yapmak çok sevdiği bir abisini görmek, bunun içinde beenmaya ve arzu' sunu kandırmak,

Şimdilik bu kadar aklıma geldikçe ekleyip, yaptıklarımın yazı rengini değiştireceğim. :)

25 Aralık 2008 Perşembe

Ben' e dair / mim en sevdiğim şarkılar.

Andrea Bocelli & Helene Segara - Vivo Per Lei

Fahir Atakoglu - Pour Lui

Josh groban - Per Te

Emre Aydın - Afilli Yanlızlık

Ahmet Kaya- Acılara Tutunmak

Adını sanını bilmediğim arapça slow bir parça

Sagopa Kajmer - 24

Akon - Mr. lonely (yanlış yazmışım ya kimsede uyarmıyor) :))))

Şebnem Ferah - Hoşçakal

Ferudun Düzağaç - Beni bırakma

Camillamın pasladığı mime istinaden, dinlemekten en zevk aldığım bıkmayacağım parçalar.

Yüzsüzlük yapıp dün ilk defa dinlediğim bir parçayı da eklemeden duramıycam. Benim çok hoşuma gitti ve gülümsetti. İnsanın böyle eteklerini savurarak dönesi geliyor çıplak ayaklarla :)) Direk aklıma göçmen kızı geldi nedense bir de elveda rumeli... Dinledikten sonra evet güneş yeniden açabilir, ışınları ile beni taçlandırabilir dedittirdi bana. Umudun şarkısı olsun buda...



24 Aralık 2008 Çarşamba

sahne değişir...



İşyerindedir kız. Sakin bir gündür, sürekli geçmişe gittiği bir gündür... Uykusuz bir gece daha geçirmiştir ve ancak sabaha karşı sızabilmiştir. Oysa onu bir süpriz beklemektedir, istediği şeye kavuşmuştur bilemeden... Nadir rüya görür zaten, rüyasında onun arabasındadırlar, o elini son bir kez tutmak ister kızın, hiç çekinmeden uzatır ellerini kız, ferahlar... Olsundur bir kez tutmuştur ya o elleri, artık huzurla gidebilir. Zaten onun sözünü dinler başka bir konuda. Vedalaşırlar rüyasında koltukların üzerinde elele... Kız iyi hatırlamak ister adamı... adam iyi hatırlamak ister kızı...

sabahı düşünür sahne değişir...
Sabah telefonun zilini duymaz sabah, bezelyesinin servisi gelmiş onları 10 dakikadır beklemektedir. Apar topar bindirir.

Evden çıkmak için hazırdır. Sabah ayağına nerden geldiği belirsiz bir nazarboncuğu çıkatması yapışmıştır kızın. Alır uyanmış olan babasına gösterir. Nerden geldiğini anlayamazlar... Babası sanki içini okumuş gibi bakar, "dikkatli ol" der. Babasını düşünür kız, ne kadar da benzeşirler. Annesine göre o hep babasının kızıdır. Kız annesinin de kızı olmak ister, ama olan ablasıdır. Yolda düşünür kız, annesi o okula giderken bile hiç kalkıp kahvaltı hazırlamıştır ona. Hep kendisi yada ablası bir bardak süt ısıtmıştır ona. İçinde kalmıştır küçük kızın...Annesi dokunmayı pek sevmeyen bir insandır. Sevgisini dokunarak anlayan kıza inat. Kız hep birileri ona sarılsın istemiştir, ama annesi ayda 3-4 kez ancak sarılmıştır... Anne olunca anlar annesini biraz daha, ama o kız bütün çocukluğunu babasıyla geçirmiştir. Annesi hep mesafelidir... Babası ile gözleri ile konuşma yetisine sahiptir.

Dolmuşu beklerken poyrazın etkisi ile bütün kuru yapraklar sadece onun durduğu yere gelirler. Toz çepeçevre sarar kızı, yapraklar başında taçlanır, galez kelimesini hep sevmiştir. Dayanamaz bütün yapraklara basar...

İşe gelirken bindiği dolmuş bir okul servisine çarpar, yanındaki kaza tespit tutanağını verir, başka bir araca biner. Şaşkındır, işe geç kalır...

Sigorta şirketinden nazar boncuklu bir anahtarlık gönderirler. Ama kız o tarz şeyleri sevmez, hatta takıyı bile sevmez vücudunda, o hep sadelikten yanadır. Nazar boncuğuna bakıp düşünür, ne o ne de aile öyle batıl inançlara inanmazlar. Ama düşünür kız, bunların işaretler olduğuna inanır... Vardır bir hayır, ama düşüncelerine dur diyemez, bozuktur ya morali, hayatındaki kötü anları düşünür kız...

sahne değişir...
Düğünü olmuştur, abisinin evine giderler ertesi gün, abisi çerez-kola falan almaya gider... dönmez ama... meraklı, sancılı saatler sürer, yengesi telefonda bayılır... 3 saat sonra yoğun bakımda sol gözünde bir damla kanın eşliğinde, kırık vücüdu ile karşılaşırlar, ingilizce/ osmanlıca birşeyler mırıldanıyordur abisi... Çığlıklar, yumrular boğazında düğümlenir kızın... Düğününe sevinemez...

sahne değişir...
aradan 1 ay geçmiştir, abisi onu hatırlamaz... İlk sineması, ilk sigarası, ilk denizi, ailesinden harçlık almayıp onun yanında çalışıp para kazanmıştır kız, ailedeki babasından sonra en sevdiği... onun için tübitaktan kazandığı ödülle burslu okuma şansını kullanmayıp, x lisesinden geri dönen abisi kız kardeşini hatırlamaz... Kız küçüklüğünden beri abisinin anlattığı masallara inanmıştır... Okula gidene dek kurdu iyi kırmızı başlıklı kızı kötü sanmıştır, abisi onu hep güldürmüştür... Şimdi ayağı kırıktır, platin takılacaktır, vücudu mosmordur... abisinin zaten sağ eli ve kolu özürlüdür doğum nedeniyle. Şimdi ise sağ tarafı komple kırıktır...

sahne değişir...
ablası boşanmıştır eniştesinden, annesi hem oğluna hem kızına üzülür... kız hiç üzülmez bu duruma...

sahne değişir...
abisine platin takılır, 6 ay yürümeyecektir... Yapacağı duruşmalarını vekaleten kayınbiraderi onun adına üstlenir. Uzunca bir müddet çalışmayacaktır.

sahne değişir...
aradan 1 ay daha geçmiştir, annesinin kanamaları durmaz. hem kızının ayrılığı, hem oğlunun haline dayanmaz yüreği, vücudu, ameliyata alınır... rahmi alınır...

sahne değişir...
kız da ayrılmıştır eşinden, annesi hala üzgündür, babasının ağladığını görür ilk defa, yıkılır kız... Hayatta en acı şeyin bu olduğunu düşünür bir babanın ağlaması, hayallerini suya düşürmüştür kız. Babası mükemmeli sever çünkü... Sarılırlar...

sahne değişir...
babasında zehirli guatr çıkmıştır, ameliyat olur... 3 gün sonra eve çıkar, iyidir, sevinir kız...

sahne değişir...
3 gün sonra annesi "babana felç indi, hastanedeyiz der" donuk bir sesle. Kız şoktadır, daha yeni hastaneden çıkmışlardır oysaki... iş yerindekiler kızı sarsarak kendine getirirler... Babası iyileşir ama kız o anı hiç unutmaz... Babası annesini sayıklar hep, hala 68 yaşında bile herkezin içinde öper annesini, bilir kız... Onlar güzel bir çifttir 63 den beri...

sahne değişir,
annesinde göz tansiyonu vardır,,, her gün 5 tane damla kullanır yoksa kör olacaktır...
dün % 60 işitme kaybı oluştuğu saptanmıştır, Babasında şeker çıkmıştır... Kız farkederki her şeyin başı sağlıktır...

Kız düşünür... düşünür... sarmalanmak ister, gidip sarılmak ister onlara, tutar kendini ama, telaşlandırmak istemez kimseyi, telefon açsa ağlayacak konumdadır çünkü...

23 Aralık 2008 Salı

Masal masal içinde / O Adam



Adam…
Beklenmeyen misafirlerin özlemiyle dopdolu günlerden birinde; kapılarını zorlamıştı. Açmayacaktı, delikten baktığı insanı tanımıyordu. Tamamen yabancıydı... İsmini seslendi, benim dedi, İşte o an tanıdık bir şey hissetti masaldaki kız kalbinde. Her gün kağıt üzerinde gördüğü bir ismi mırıldandı dudaklarında sessizce. Masaldaki adam yüzünü de göstermişti yine o gün.

Hafifçe araladığı kız kapıyı...
Şaşkındı, ürkekçe uzattı ellerini. Bu arada kızın savunma içgüdüsünü kullandığı söylemleriyle yılmadı adam, sürekli konuştu... Susmadı adam, kadının suskunluklarına inat... Kapıları açtı sonunda kız korkusunu yenerek. Konuğunu ağırlayacak kadar güçlü hissediyordu kendini artık. Girmeyi başardı adam, ellerini uzattı adam, tuttu kız...

- "hoş geldin" dedi kibarca. Gerçekten de ne hoş geldiğini düşünüyordu o an. Karşısındaki adam gülümsüyordu, sürekli gülüyordu, kız mutlu olduğunu düşündü; bu konuşkan, heyecanlı, sürekli gülen adam içini kıpırdatmıştı. Adamında kendi içinde mutlu olduğuna sevindi.

En güzel şekilde ağırlamak istemişti bu konuğunu, ama bilsin de istiyordu onun günlük yaşantısını. Ortalığı toplamaya lüzum görmedi; bıraktı biraz dağınık kalsın. Adam o halleriyle sevsin istedi kendisini. Ama adam daha büyük hayallerle girmişti o eve; beklediği gibi olmamıştı, daha farklı bir yaşamdı kızda ki, gördüklerini bilmek istemedi. Aslında sevdiği çok şey de bulmuştu onda, sevmediklerinden de fazla. Ama az da olsa sevmediklerinin ağırlığı, sevdiklerine üstünlük tasladılar. Bunlarla başa çıkamayacağını düşündü belki de. Düşünmeyi seçti adam... Düşündükçe kızdı... Kızgınlıkları ile baş başa kalmak istedi, kızgınlıklarını kıza kusmak istedi... Kız kırıldı, incindi ama vazgeçmemişti. Yapabileceği her şeyi yaptı, hatta ilk defa bir şeyin mücadelesini verdiğini hissetti. Kız sadece iyi ağırlamak istemişti, olmadı. Gitmeyi seçti adam günün birinde, engel olmak isteyen kıza inat. Kız çok denedi, gitmesin istedi, ama kaybetti. Çünkü her defasında ret edilmişti.

Dün adamın mesajını gördü, özenle seçmişti kelimeleri adam. Ona melek gibiydin demişti, suçlama demişti, özür dilemişti, başladığı gibi güzel bitmeliydi adam için, gitmeyi seçmişti... Adam için doğru olan bitmesiydi, kız için yanlış... Bitmişti...

Dün adamın başka birini merak ettiğini gördü kız, onu araştırmıştı. Bu bile yeterdi kıza vazgeçmesi için. Adam hiç bilemeyecekti ne çok sevildiğini, bir daha söylemeyecekti kız. Bir daha onunla ilgili dizeler dolaşmayacaktı şu sayfa da. Vazgeçmeyecekti elbet, ama savaşmayacaktı artık. Çünkü anladı ki ne kadar giderse o kadar kaybediyordu kendini... Adamı...

Neden kapısını çaldığını merak etti adamın, keşke daha güçlü olsaydı dedi. Kendisi gibi beklentisiz yaklaşabilseydi. Aynı havayı solumayacakları, aynı evin kapısından giremeyecekleri, aynı toprağı elleyemeyecekleri, öpüşmeyecekleri düşüncesini oluşturmuştu artık adam onda.

Vazgeçmişti başında adam... Sağırdı adam, dilsizdi, kördü, umursamazdı, kabullenemezdi içindekilerle yaşamayı... Üzgündü kız, kızgındı aslında, şu an iyi değildi, ama olacaktı, çünkü artık güçlüydü. İnsanlara güvenini yeniden kazanmıştı, sevgiyi kazanmıştı, Karşısında ki vermediyse o onun düşüncesizliği idi, onun kaybedeceği bişiy yoktu, elinden gelenin en iyisini yapmıştı, belki son bir şey daha kalmıştı, onu da yapınca vicdanı rahat olacaktı.

Kapattı kapıyı giderken adam. Kız arkasından açık bırakmıştı oysaki... Aralıktı kapı, isterse dönsün diye. Döner gibi oldu adam, ama eşikten girecek cesareti bulamadı yeniden, sil baştan yaşadılar ayrılığı.

Kapanan kapıları açmaya cesaretin yoktu adamın, anlamıştı kız, en sevdiği mısralardan bir kaçını tekrarladı... Ama adam duymadı...
- "Biliyorum ne sen dönebilirsin artık... Ne de ben kapıyı açabilirim sana."
- "Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak. Haykırmak. Ağlamak.
Sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...


Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla
benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, sıkışıp kaldığım bu karanlık
dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu
artık seni sevmek...

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için
birbirine yalvaran iki yüreğiz artik... "Ayazda İki Yürek" gibiyiz...
Sen benim şizofren aşkımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...

Affet beni sevgilim... Verdiğim sözleri tutamadım...Mademki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgilim...
Madem yokluğumla daha mutlusun,
O halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm  son kimlik olsun..." **



** Cezmi ersöz - şizofren aşka mektup



19 Aralık 2008 Cuma

bütün günleri beyaza boyayın... ama bir tanesi siyah kalsın...



“ Ölüm kadar zordu gözlerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Son kadehlerim oldun bazen
Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim
Şimdi ellerinden uzak olduğum kadar uzağım kendimden,
Hiç bitmemiş siyah beyaz bir puzzle gibi hayat
Parçaları birleştirmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye titriyor ellerim.
Ölüm kadar zordu ellerin
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar.
Ayrılık şarkıları oldun bazen
Bazen buralardan kaçış sebebim
Şimdi beyazlar dans ediyor saçlarımda
Seyretmediğim siyah beyaz bir film gibi hayat
Seyretmeye korkuyorum
Bitince sen çıkarsın diye dinmiyor gözlerim
Ölüm kadar zordu gidişin
Ne benim oldun ne aklımdan çıktın.”
Özdemir ASAF
bazı şeyleri duymayı kaldıramayacagını bilerek bunu benden isteyen tek insana... ŞEREFE... Daha temiz olan kirliyi (!) iteklesin... Bir insanı olduğu gibi kabullenmeyip, kendi kalıbında olmadığını anlayınca vazgeçen birine...
Related Posts with Thumbnails

..