6 Mart 2009 Cuma

Ben' e dair / Huylarım 2

* Hep ama hep insanların yazısını ve imzasını merak ederim, her tanıştığım kişide bu böyledir. Özellikle bir erkese, kesinlikle imzasını görmem lazımmış gibi düşünürüm.


* Diğer kadınlar gibi kıyafet denemelerini sevmem. Arkadaşımla, ablamla, annemle çok katlı mağazalara gitmektende nefret ederim. Beğenemezler, sağdan ve soldan ortadan her kumaşa dokunmaları, o şıık tıık gibi askıların ittirilme sesi beni fitil eder. Beğendiğim şeyi görür görmez alırım, param yoksa da asla çıkmam bakınmak için. Ama peşlerinde onların bakmalarını beklemek çok sinir bozucu.


* Bir işi son ana kadar bekletir bekletir, o şeyi beynimde oyalatır, kendi beynimi yerim... Saat başı şunu yapacaktın, bu telefon edilecekti diyede kendime söylenirim. Ondan sonra kıçıma motoru takar zamanında bitiririm.


* Sabır konusunda ihtisas yaptığımı düşünürüm. Ütü yapmak, nar ayıklamak türevi şeyler benim için asla angarya sayılmaz. Zevkli anlardır.


* Kitapçıya gittiğimde en az 4-5 kitap alır dönerim. Bunlardan kesin bir üçünü çok hevesle okur diğerlerini okumadan, bir başka 3-4 kitap daha almaya giderim. Aldıklarımdan bir tanesini okur, sonra ilk aldığım kitaplardan kalanları bitiririm.



* Genelde beni ürkütme için ayakta ve yüksek sesle konuşulması bile yeterlidir. Pekte alınganımdır.


* Ara ara testere olasım gelmiyor değil. İnsanlar için olmadık düşünceler içine giriveririm. Kimse benim gibi bir surattan böyle şeyler beklemiyor tabiki.


* Meyveyi saplarıyla getirenlere burnumu kıvırırım. Mümkünse kiraz, erik, çilek benzeri meyveleri sapsız, kabuksuz görmek isterim tabağımda. Sunuma dikkat ederim.

* Bezelye varken arkadaşlarım ısrarla buluşalım diye ararlar. Bezelye yokken kimsecikler aramaz...! Sinir olurum :(

* Yemek yemek benim için dua gibidir. Yemek yerken sofraya saygısız davranan sevgilim bile olsa gıcık kapmam için yeterli bir sebeptir.

* Yüksek sesle ve hızlı konuşan insanları sevmiyorum. Sürekli eeeee, ııııııı şeklinde konuşanlarıda. Ama çok konuşan insanlar oluyor hep etrafımdakiler. (hoş bende çoğu zaman gülmekten konuşamayanlardanım)


* Çokda patavatsızımdır ve yalan söylemekten, kıvırmaktansa çoğunlukla karşımdakinin duymaktan haz etmediği şeyleri söyleyiveririm.


* İhmal tek kötü huyumdur. Aramayıp aramayıp, sonradan aramaya çekinirim. Hele ölümler olmuş, doğumlar zamanında kutlanmamışsa, yerin dibine geçesim gelir.

* Çok sevdiğim bir kesimde kıyafetse en az 2 rengini alırım.

* Bir eve gittiğimde koltuk koltuk gezerim. Bir sonraki gidişlerimde de direk oraya yönlenirim. :) Koltuk derken, isterse bu mutfak sandalyesi olsun farketmez yani...


* Kendim de sevildiğimi dokunulunca hissettiğimden, sevdiklerime de dokunma gibi hastalığım vardır. Yanımdaki kişinin koluna, bacağına dokunmak için asla bahane yaratmam. Aaa yanlış anlarmı demem.

* Birisi ile ilk tanışmada eğer ben gıcık kaptıysam, resmen açık ararım. Bulduğumda da suratına vurmak için güzel bir an beklerim. İsterse 3 yıl geçsin unutmam. Lafımı sokacağım gün eninde sonunda gelecektir.


* Yumurta kapıya gelmeden kılımı kıpırdatmam. Özellikle canım kıpırdamak istemiyorsa, değil kapıya ayağımın dibine gelse yapmam..

* Eve gittiğimde bir müddet oturmam. Annemler sürekli oturmam için ısrar ederler. (yer benden daha kuvvetliymiş) Bense gün boyu oturmaktan sıkılıyorum. En az yarım saat oyalanırım ayakta. Bulaşık makinesi boşaltırım, ayakta atıştırırım falan.

* Her akşam buzdolabının karşısına geçip bakınırım. :)). Hiçbişiy almasam bile mutlaka bakarım ne var ne yok diye. Annem bu davranışımı gözlerini deviren bakışıyla tamamlar.


* Hımm birde yatağa yatana dek üzerimi değiştirmem. Aaaa eve geldim üzerime rahat bişiyler geçireyim de demem. Öyle dururum, yemek yerken eşortmanla yemeği sevmiyorum, yada misafir geliyor ben pijamalarımla duramıyorum, giyin çıkar bir ton dert geliyor.

* Mağaza mağaza dolanmayı sevmesemde, market alışverişlerine bayılırım ama :))). Eğer yanımda bir erkek yoksa ve elimde alınacak listesi de yoksa, zamanımda varsa; muhakkak pratik olan, dişime göre yeni bir şey bulurum. Özellikle dondurulmuş yiyecekler falan (mısır, kalamar), yeni çıkan bişiyler vs. hoşuma gider incelemesi.

Birinci bölüm' e buradan gidilir :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Ben' e Dair / Mutluluk

Sevgili Melih benim nelerden mutlu olduğumu sormuştu. Bu konuda bir çok şey var yazacak, ama aklıma ilk gelenleri yazdım bende. Daha önceden de aramızda şu ufak diyalog geçmişti.
- "Peki mutluluk nedir sence?" diye.
- "Gülümseme" demiştim.

Mutluluk deyince aklıma ilk gelen gülümseme oluyor. Benim en güzel mutluluğum birine gülümsememdir ve ben gülünce karşımdaki de tebessüm ediyorya bayılıyorum o ana. Hatta bütün arkadaşlarımla falan konuşurken gülerim ben. Hemen yanaklarımda böyle top top oluverir. :) Gülümseme ile doldururum boşlukları. Benim için en güzel mutluluk; içten gelen bir gülümsenin, gözlerde yarattığı ışıltıda saklı. O nedenle çevremdeki herkezin gözünde farklı bir ışıltı vardır benim. Gidip gidip o tarz insanları bulurum ben. Yine o nedenle hep gülümseyen insanlara aşık olurum. İnsanların ses tonu bile değişir gülümseyerek konuşurken.

  • Onun dışında bana özel olduğunu hissettiğim ve içinde ben olan herşeyden mutlu olabilirim. Şaşırtılıp, zekice söylediklerimin arasından çıkıp gelmiş bir şey beni inanılmaz mutlu eder.

  • Birisini mutlu gördüğümde, mutluluğu duyumsarım. Bunuda en çok bir çocuk yüzünde görüyorsunuz muhtemelen.

  • Kişiye özel dedim ya; mesela yemek pişirmeyi çok sevememe rağmen, karşımdakinin seveceği bir şeyler yapmaya bayılırım. Melih gibi yemek yerkende çok mutlu olurum. Tören gibidir benim için yemek yemek, en son ben kalkarım. Masanın düzeni de güzelse, özenliyse takdir dolu bir sevinç eşlik eder bana.

  • Oda oyunlarını bitirdiğimde de mutlu oluyorum. Özellikle kendi başıma yaptığımda. Sudokuda da aynı şekilde hissediyorum. Hehehehe yaptım, ben başardım demek yeterince güzel.

  • Kendimi mutlu hissettiğim anlardan biri de yolculuk anlarıdır. Farklı yerler görmenin heyecanı ile çoşar dururum. Normal de konuşmayan ben, heyecanlanırsam, bıcır bıcır hepten susmam.

  • Biri bana sarıldığında ve beni kokladığında mutlu olurum. Aniden tutup öperse çok mutlu olurum.
  • Kuru yaprakların çıtırtısını duyduğumda, onlara bastığımda... yada bir odun çıtırtısında ısındığımda,

  • Zeytin ağacından zeytin topladığımda mutlu olurum ve narları ayıklayıp tabağa koyduğumda, sabır gerektiren bir işi bitirdiğimde mutlu olurum.

  • O an düşündüğüm konularda karşıma çıkan işaretler de, bu yönde olursa ani mutluluklarım olur. En son bir kitap sayfasında oldu bu misal...

  • Birde karşımdaki sevinçli ve iyi görmek içinde elinden geleni ardına koymayanlardanım. Kendimi bile hırpalamaktan çekinmem sevdiğim biriyse. Peki en son birini mutlu görmek adına ne yaptım diye düşündümde; kargo ile bir paket çikolata gönderdim Mardin' e. Üzerinde de hoş şeyler yazdım. 1 Gün sonra telefonda kızım ahahah, sen manyaksın hahahahha, deli yaaaa, Allah da seni güldürsün, vb. çığlıklar eşliğinde bende mutlu oldum. :) (Aynı şeyi daha Türkiye' de olmayan, Almanyadan hep siparişle getirttiğim içi çilek/çikolata parçacıklı bir çikolata içinse bende sevindirik oluyorum.)

  • Hayatımda iki kez mutluluktan ağladım ben. Birincisinde ortaokuldaydım o zaman böyle bağcıkları çapraz geçmeli botlar çıkmıştı. Ama şimdiki evimizin taksitlerimiz vardı. Çok ciddi rakamlar ödüyorduk o zamanlar bu eve. Annemlere söyledim alamayız dediler. Ama içim içimi yiyor arkadaşlarımda görünce. Aradan 2 hafta mı ne geçmişti. Ben evde hep aynı yere otururum, oraya oturdum yastıga dayandım, elimin yastığın altına soktum, bişiy var. Bir çektim, çekmemle çığlık attım. İstediğim botlar elimdeydi ve ben konuşamadım :))).(sanki normalde çok konuşuyorum ya) Babama sarıldım, ağlıyorum, teşekkür ediyorum, hala ağlıyorum. Onlar benim ağlamama daha çok şaşırdılar. O sevincimi hiç unutmam.

  • İkinci kez ağladığımda ise; doğumhaneden çıktım, yatağıma yerleştim bebeğimi bekliyorum. Doğumda görebildiğim tek yeri kuşbakışı bir popo olmuştu, kızımın ilk tersten poposunu görmüştüm :) Neyse 5 dak geçmeden getirler. Onu kucağıma alır almaz ben bir başladım ağlamaya yine. Ama nasıl ağlıyorum herkez bana bakıyor. Birde hemşire gelmiş sorular soruyor :D Sanırım istatistiksel şeyler yapacaklar. Kadın soruyor neden ağlıyorsun diye. Ben hem gülüp, hem ağlıyorum. Orada ayaklarımı yere uzatmış yatağın ucunda otururken; kendi canımdan, kanımdan olan bir bebeğe, bebeğime bakıp şükrederek mutluluktan ağlıyordum. Üstelik bebeğim benim için çok güzel bir günde doğmuştu. Ertesi gün benim doğum günümdü. Bebeğim bir gün daha bekleseydi aynı gün doğacaktık. (Ama iyi ki beklememiş :) )

  • "Herkes bir Akrep olarak doğmayı isterdi inan bana. Güzel gözlerin, gururun, albeninin temel taşı Akrep. Senin kadar hayatına hakim, senin kadar yaptığı işin arkasında durabilen kaç kişi kaldı artık. (: ALLAH senin soyunu eksik etmesin. (Amin) Sen ki, bir bakışıyla buzları eritebilen, insana senin için Ferhat olup dağları delmeyi istettirebilen insan. Kim demişse sana fesat diye :))) onların hepsi . Neyse, yine açtıracaklar ağzımı. Senin güzel gözlerin bile yeter o kıskançlara. Sen görmezden, duymazdan gel o fesatlari"... bunu okuduğumda da pohpohlanıp anlık mutlu olabiliyorum meselaaa.

Son olarakta ufak bir mutlulukla ilgili bir paragraf eklemek istedim. Gerçi bunun bir benzerini yorum olarak da göndermiştim bir arkadaşımıza.

"Mutluluğunuzu alıp başka birisinin ellerine bırakacak olusanız er geç kırılacaktır. Mutluluğunuzu başka birisine verirseniz alıp götürebilir. Çünkü mutluluk yanlızca sizin içinizden gelebililir ve sevginizin sonucudur. Mutluluğunuzdan siz sorumlusunuz. Başka birisini hiçbir zaman kendi mutluluğumuzdan sorumlu kılamayız. Ama evlenirken ilk yaptığımız yüzükleri birbirimizin parmağına takmaktır. Onun sizi, sizin onu mutlu kılacağınız beklentisi ile yıldızlarımızı birbirimizin eline veririz. Birisini ne kadar çok severseniz sevin onun olmasını istediği kişi olamayacaksınız." Ustaca sevmek / Don Miguel Ruiz sayfa 42

22 Şubat 2009 Pazar

Nereye gidiyorsun?






Çocuk... !
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak.
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından.
Bakma yüzlerine hiç. Görme onları...
Çocuk!!!


Bu kez ağlama.
Bu kez git...!






Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş. Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının.
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş. Giderken bu kentten sakın ağlama SUS...






Unut, ne yaptı sana!
Unut, ne söyledi!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin...






Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahlar. Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Nereye gidiyorsun?








Yolları, duvarları geç yavaş yavaş... Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını.
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş... Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının.






Ve unut, ne yaptı sana!
Unut, neler anlattı!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin!






Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahla. Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Yine mi gidiyorsun?








Çocuk...!
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği...
Ve her gözyaşının altında bir dua, kimsenin duymadığı...
Çevir gökyüzüne başını. Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte...
Hepsi bu.
Sadece bugün kendimi bu şarkıyla ifade etmek istedim. Cem Adrian

18 Şubat 2009 Çarşamba

Günlerden bugün

18 Şubat 2008. Tüm şehir bu mucizevi olaya tanık etmek için dışarıda. Üstelik yaş sınırı da yok, genci yaşlısı bu olayı izliyor. Gülüyor... Evet tüm şehir gülümsüyor. Trafik ışıkları bile yeşil yansa insanlar duruyor. Arabalarından iniyorlar, kışın camdan elini uzatıyorlar. Görüntüler birini kovalıyor. Herkezin elinde bir telefon, herkez birbirini çekiyor. Ağzı açık ayran budalaları gibi bakınıyoruz. Kendi şaşkınlığımıza kendimiz gülüyoruz. Msn lerde hep aynı ifade "Kar yağıyor"... Bende herkez gibiyim. O an doğa ile bütünleşiyorum sanki. Ellerimi uzatıyorum ve hissediyorum tanelerin dokunuşlarını. Yüzüm, gözüm, saçım, kirpiklerim bile, her tarafım kar tanelerine bürünüyor. Mutluyum, gülüyorum önceki geceme inat... Allah beni gördü diye düşünüyorum. Evren beni mutlu etmeye çalışıyor. Bir önceki gecemin sancılarını unutturuyor. Beni mucizelerle ödüllendiriyor, beni seviyor... Sanki gözyaşlarımı almış dondurmuş başımdan yağdırıyor gibi.

Elimi uzatıyorum bir daha. Düşen tanelerinin birini çok arsızca yiyorum. (: Dayanamıyorum bir daha yakalıyorum, tekrar ağzıma atıyorum. Çocuk gibiyim ve herkez çocuk gibi...

Tabiki o büyülü yarım saat geçiyor ve her şey eski haline bürünüyor. Şehir yine mavi oluyor, bir daha kar buralara uğramıyor. Zaten en son 15 yıl önce uğramıştı diyoruz üzgünce... Hiçbir şey olmamış gibi yerimize dönüyoruz; biri ışıkları açıyor, gösteri bitiyor çünkü. Trafik yeniden işlemeye başlıyor. Ama hepimizin suratında aynı ifade, yanaklarımız kızarmış.

Aradan 9 ay geçiyor,. Şehir yine bembeyaz. Ama bu kez çok sesli, herkez evinde, herkez sığınmış, Bu felaketin geçmesini bekler gibi. Şehir maviliğini sabahında kaybetmiş, grilerin egemenliğinde... Akşamına ise beyazların.

Dolular yağıyor bu kez. O kadar çok yağıyor ki korkutuyor o görüntü, o ses insanı. Karanlıklardan korkan çocuklar gibiyiz. Bitsin istiyorsun, bitmiyor. Yarım saat geçiyor, 1 saat geçiyor hala yağıyor...ve birden duruyor. Sanki birisi o görüntüyü alıyor yerine farklı bir gökyüzü bırakıyor, biri ışıkları açıyor.

Sokaklar dingin, yorgun, sessiz ve yanlız. Ağaçlar acı çekmiş, boynu bükük duruyor bakılınca. Ertesi gün uyanıyoruz. Sokaklarda hala gecenin eseri. Ağaç parçaları, cam kırıkları ve bunlara bakan insanlar. Bir dolu yağışı bütün bunlara sebep olabilrmi diyoruz içimizden. Kelimeler yetersiz.

Geçen sene bugün kar yağıyor tam da bu saatlerde. Ben karla oynaşıp yerime dönüyorum. En sevdiğim Türkçe şarkıyı koyuyorum msn iletime.
"Bir kar tanesi ol kon dilimin ucuna...."


16 Şubat 2009 Pazartesi

Hikayeler / Başlar bir hikaye sonunu bekleyerek...

Başlar bir hikaye sonu belli bir yolculuğa alır götürür insanı...

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.


Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı. Seninle konuşmak istediklerim, sana söylemek istediklerim hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı. Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin. Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne. Bilmiyorsun. Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu. Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana... Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında. Kapanmayan bir boşluk vardı içimde. Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık. Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat... Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum. Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin. Susardın. Bu suskunluk anları benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın... Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin. Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi. Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.

İstediğim tek şey özenindi. Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme. Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken; içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım. Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana. Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin. Belki de duyacaklarından korktun kim bilir. Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu. Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım. Usandığımda farklı kaçışlar aradım. Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında. İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum. Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım. İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini. Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için. Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim! Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim. Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne. Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka. Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde. Dokunmadan seviştim bazı bazı. Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum. "Gel" desem geleceklerdi biliyordum ve "Gel" dediler, gitmedim. Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi. Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım. Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


Resim

9 Şubat 2009 Pazartesi

Ben' e Dair / En sevdiğim Şair

Güzel çiftimiz den bir mim geldi. "En sevdiğimiz, hayranı olduğumuz şair kim?" Aslında kendisini 3 yıl önce tanıdım ben. Ama bir anda büyüsüne kapıldım deli gibi hayatını araştırdım. Sanki bir mucizeyle karşılaşmış gibi sevindim üstelik. Adam zekası ile, yaptıkları ile resmen beni büyüledi. Herhalde o zamanlarda yaşasam kesin adamla tanışmayı isterdim. Benimde içimden geçen sevdiğim şiirlerindeki mısralarından bir kaç dize idi ve şaşkınlıkla farkettimki diğer arkadaşlarda öyle yapmış, çokda güzel olmuş. Anımsatan bir çok anıyı da beraberinde getirdi. Sizi Rabindranath Tagore ile başbaşa bırakıyorum. Beni hayatı, yaptıkları, kazandırdıkları ve yazdıkları ile büyüleyen adama...


" "Anlat bana, esir, seni bağlayan kimdi?"
Esir, "Efendimdi", dedi.
"Servet ve iktidarda dünya yüzünde herkese üstün olabileceğimi sandım ve hükümdarıma ait olan paraları kendi hazine odamda biriktirdim. Uyku bastırınca, efendime hazırlanan yatağa uzandım; uyanınca kendimi kendi hazine odamda mahpus buldum".
“Söyle bana esir, bu kırılmaz zinciri kim dövdü?"
Mahpus, "bu zinciri ben kendi ellerimle dövdüm" dedi,
"yenilmez kuvvetimin bana rahat bir serbestlik vererek, alemi tutsak edebileceğini sandım. Böylece muazzam ateşler ve insafsız, sert vuruşlarla bu zincir üzerinde gece gündüz çalıştım. Halkalar tamam ve kırılmaz olup nihayet iş bittiğinde, kendimi ona sımsıkı bağlı buldum." "


*****


- Bir gün için havada. Hiçbir önem taşımayan kelimelerim, zamanın dalgaları üstünde hafifçe dans edebilirler, mana ile ağırlaştıkları zaman dibe çökerler.

- Zihnin derinliklerinde güveler İnce kanatlarını büyütürler;
Ve veda ederek uçuşurlar, gün batımı göğünde.

- Kelebek ayları değil, fakat an´ları sayar ve yeter zamana sahiptir.

- Benim düşüncelerim, kıvılcımlar gibi, kanatlanmış
Sürprizler üzerinde giderler, Tek bir gülüş taşıyarak.

- Ağaç sevgi ile bakar kendi güzel gölgesine
Buna rağmen onu hiçbir vakit kucaklıyamaz.
İzin ver, güneş ışığı gibi, aşkım seni sarsın
Ve yine de aydınlık özgürlügü versin sana.

- Dağda, sessizlik kendi yüksekliğini bulmak için kabarmaktadır,
Gölde, hareket kendi derinliğini tahayyül etmek için hareketsizleşir.

- Sessizlik kendi kirlerini süpürüp yürüyünce, fırtına olur...


******

- Yaseminin, güneşe aşkı hecelemesi, çiçekleridir.
Zalim, özgürlüğü yok etmek için özgürlüğünü ilan eder, ve hala onu kendisi için saklar.
Tanrılar, Cennetlerinden bıkmış, İnsana imrenirler.

- İkincisiz birin anlamı yoktur, diğer bir onu gerçek kılar.

- Benim çiçeğim, bir aptalın düğme deliğinde cennetini arzulama.

- Ölümün ruhu tek, hayatın ki ise çoktur,
Tanrı ölünce din bir olur.
Göğün mavisi arzın yeşilini özler, hir ikisi arasında rüzgar feryat eder,
"Heyhat!",
Günün ızdırabı kendi öz ihtişamı ile sarılmış, geceleyin yıldızlar arasında parıldar.
Yıldızlar sessiz bir huşu ile asla dokunulmıyacak yalnızlık içinde bakire gecenin etrafında toplanırlar.
Bulut altın parıltılarının hepsini veda eden güneşe verir ve yükselen ayı solgun gülümsemeyle selamlar.


*******

Huzursuzum.
Uzak uzak şeylerin susuzluğu var bende.
Ruhum loş uzakların eteğinden tutmak iştiyakiyle çırpınıyor.
Ey büyük Öte, ey flütünün tiz çağırışları.
Uçacak kanatlarım olmadığını
ve burada bu noktada ebediyen kalmağa mecbur bulunduğumu unutuyorum.
Uyanık ve istekliyim.
Garip bir ülkede bir yabancıyım.
Sesin nefesin bana imkansız ümidi fısıldayarak ulaşıyor.
Dilin, kalbime tıpkı kendisi gibi aşinadır.
Ey Öte’yi arıyan, ey flütünün tiz çağırışları.
Yolu bilmediğimi ve kanatlı atım olmadığını unutuyor, ebediyen unutuyorum. Tedirginim.
Kalbimin içinde bir gezginim.
Uzayan saatlerin güneşli sisinde,
semanın mavilikleri içinde hayalin en engin şekiller alır.
Ey en uzak son, ey flütünün tiz çağırışları.
Yalnız başına oturduğum evin
her tarafındaki kapılarının kapalı olduğunu unutuyor,
ebediyen unutuyorum.


******


Ey dünya!
Edebi olarak yaşıyorsun
Mevsimlerin tepsilerinden
Çiçekler ve yapraklar
Yolunun üzerine dökülüyorlar.
Fakat, sen asla durmuyorsun,
Durmak bilmeyen yarışında.
Yalnız acele ediyorsun
Ve asla geriye bakmıyorsun.
Ne bulursan fırlatıp uzaklara atıyorsun.
Herhangi birşey almak için asla durmuyor,
Herhangi birşey muhafaza etmiyorsun.
Ne kederin ne de herhangi bir korkun var.
Yarışının büyük süratinden mütevellit
Büyük sevincin yüzünden herşeyi harcıyorsun.
Bir anda dopdolusun
Ve gene de aynı anda hiçbirşeye malik değilsin.
*****
Lamba neden söndü?
Onu rüzgârdan korumak için cübbemle örttüm,
İşte bu yüzden söndü.
Çiçek neden soldu?
Onu aceleci bir sevgi ile bağrıma bastım,
İşte bu yüzden soldu.
Nehir neden kurudu?
Yalnız kendim kullanayım diye bir yerine bent yaptım,
İşte bu yüzden kurudu.
Rübabın teli neden koptu?
Onun gücünü aşan bir nağmeyi üzerinde zorladım,
İşte bu yüzden koptu.
@ Bunların dışında en sevdiğim olan "Düşünüyorum da" ' yı okuyabilirsiniz.
ve bunu yazmasını istediğim için arı mayama yolluyorum. (Bak ilk kez bir mimi gönderiyorum birine)

6 Şubat 2009 Cuma

Ben' e Dair / Küçücükkennnn

Bugün mim konumuz küçüklüğümüz. Kendi resminde de uçağın içinde olunca tam uçan kelebenk oldu (: ve buraya kondu.

Bende dünya üzerinde ki her insan gibi bayılırım bebeklik hikayelerimi dinlemeye ve inanırım ki en huysuz insan bile annesinden bebeklik anılarını dinlemeyi sever. Ben en küçük çocuğum, babamın emekliliğine de denk gelince, annemin değil babamın kucağında büyüdüm desem yeridir. O nedenle babamla çok sıkı fıkıyızdır. Genel olarak çok uslu bir çocukmuşum. Koydukları gibi bulurlarmış beni. Ama istediğim şeyler olana kadar tabiki... Neler yaptım diye düşünürsem ilk aklıma gelenler aşağıdakiler...

@ Annem 33 yaşındaymış ve o zamanlar kendini doğum için geçkin hissetmiş olacak ki; ben düşeyim diye ilaç içmiş. (4. çocuğum) Ama Allah işte inatla yaşama tutunmuşum. Sonra da çıkmıycam diye diretip, doğumunu 2 hafta geçiren bir bebekmişim. (bezelyede 3 hafta geç doğdu, karnımda öldü diye panikleyip neredeyse ben gidecektim)


@ İki kere biri 3 diğeri 4 yaşımdayken evden kaçmışım. Birincisi ablamın peşinden onun okuluna, ikinci ise canım çikolata yemek isteyince babamın gittiği kahveye.


@ Bir gün evde duran babamın jopunu alıp (haberlerde izlediğim gibi acaba acıtıyormu gerçekten diye) sol elimi açtım ve sağ elimle vurdum. Bir müddet sessizleştim tabi ki ve elimdeki baloncuk 10 günde falan ancak iyileşti. Ama bir daha o jopa asla dokunmadım. :) Allah tan silaha dokunmamışım. Ama kurşunları alıp alıp okulda arkadaşlarıma götürdüm yani.


@ Kahkülü olan kızları çok severdim ama benim yüzüm ufacıktı bana yakışmaz diyorlardı. Yine de istiyorum diye aldım makası kestim. Ama biraz yamuk oldu sanki diyeee diye keserken ufacık bir tutam kaldı alnımda. Eee öyle de okula gidemem ben deyip jileti aldığım gibi saçımın dibinden kestim. Bir hafta sonra iğrenç bir biçimde dik dik saç kırıntıları çıktı oradan, fondotenle bile kapanmadı. Tabi bir daha saçımı da kendim kesmeye kalkmadım.


@ Abimin bütün kız arkadaşlarını bilirdim, evde herşeyin yerini de ben bilirdim. Ajan gibi bilmediğim şey yoktu. Ama söylemezdim kimseye onlar ararken ben izlerdim yan gözle.


@ Yaklaşık 8-9 yaşıma kadar tülbent koklayarak uyudum. (koku severliğim o günden bugüne dek uzanır) Onsuzken ağlamaktan baygın düşene dek gözümü kırpmazdım mesela. Öyle yerlerde sürüye sürüye elimde taşıdım. Aramızda çok şizofrenik bir bağ vardı. Sonra bir şekilde bıraktım. Ama çok uykum olmadığı anlarda yine zaman zaman elime alıp kokladığımı hatırlıyorum.

@ Küçükken tanıdığım bütün erkeklerin subay olduklarını sanırdım. Babam ve amcalarım subay olunca.

@ Diğer çocuklar düşer bir yerlerini kırarlarken bana hiçbir şey olmadı mesela. Hep kolu ayağı alçılı çocuklara özenirdim. Hiç bisikletim olmadı, hep bisikleti olanları da kıskandım içten içe. Hiç dayak yemedim, hiç kardeş kavgası kıskançlığı çekmedim, ben büyürken abim, ablam evlendi. Şımarık değildim.




@ Babam yeşil gözlü kumral bir adamdı. Dedem (annemin babası) de sarışındı. Nasıl olupta dedemin annem gibi esmer bir kız oldu anlayamazdım. Dedemi hep babamın babası olarak düşlerdim. Çünkü onlar birbirlerine inanılmaz benzerlerdi. Bende nerde ela veya yeşil gözlü erkek görsem diplerinde bittim uzunca bir müddet.


@ Resimdeki ilk arkadaşım mehmet. Seneler sonra ailesini de alıp beni istemeye geldiler. Ben pek esmer insanlardan hoşlanmam bunu büyümüş kapkara haliyle görünce annem benim dememe gerek kalmadan annem damat adayını savsakladı. Kardeşleri falan olmuş, küçücük yaşta kapanmışlar. Beni böyle yazın askılılarla görünce onların da gözü pörtledi. Beni de kapandı falan sanıyorlardı herhalde ne bileyim.



Biz bu mehmetle senelerce aynı yatakta uyuduk aynı yemekleri yedik, masaların altına girip o baba ben anne olduk... Bana pembe ona mavi kazak örerlerdi falan yani. İkiz gibi giyinirdik. Ben olanlarda kalırdım gündüzleri, çünkü annemin hep örecek örgüleri olurdu. Beni hep annesi ve mehmet, abim yada babam avuturdu. Sonra biz evimizi sattık onlarda karşımızdaki evden taşınmışlar.

@ Veee 6 yaşıma kadar mehmet hariç erkek çocuklarından (kuzenlerimde dahil) korktum. Ama ne korkma...! Eğer sokağın köşesinden bir erkek çocuğu geçsin; ben diğer sokaktan geldiğim gibi vınnnn, hemde ağlaya ağlaya ve yanımda beni koruyacak kim olursa olsun. Annneeeee erkek geliyoooo diye. Annem

- "niye ağlıyorsun kızım", "ee oğlan geliyordu sokaktan... ", annem "fgdfgljgdl"

Artık korkumun başlangıcını hatırlamıyorum ama 6 yaşıma dek sürdü. Belirli sokaklardan asla geçmedim.


@ Büyüklerin arasında sürekli tekne kazıntısı, el oyuncağı, doktortezi, kazandibi muamelesi gördüm hep. "Emekli" diye seslenirlerdi babamdan ötürü. "Emekli gel, emekli git" falan. Lakabım hep öyle kaldı. Bir çok eveveyn faktörüm olmuştur bu nedenle...

@ Oturduğumuz evin arka tarafında mağara ve sazlıklar vardı. Senelerce o mağaralarda yaşayan korsan hikayeleri anlattık birbirimize ve kızılderili olduk bazı bazı, benim adım "kantakiydi" (: . Annem hep tembihlerdi bizi gitmeyin etmeyin içkiciler varmış orada falan filan korkuturdu gözümüzü.


@ Ablamın pedlerini alıp parça parça keserek bebeğime bez yapardım ve bütün bebeklerimi istisnasız ameliyat eder gibi kestim. Altlarını delip daha kolay çişlerini yapsınlar diye.


Şimdilik aklıma gelenler bunlar küçüklüğüme dair.
Related Posts with Thumbnails

..