9 Mart 2009 Pazartesi

Benim Kitabım

Kendimi okumak istiyorum satırlarda. Bir kitap olmak, bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak ve bulunmak...


Belki bir sahafa, belki de bir kitapçıya, gidenlerin karşısına, pat diye çıkıvereyim. Başka kitabı almaya geldiklerinde, beni bulsunlar. Hatta birinin elinde görsünler!


Kapağım da kızıl saçlı bir kadın olsun, saçlarının ucundan alevler fışkıran... Bedenini ise sular sarmalasın.


Kırmızı deri kaplı, kalın kartondan, kapağıma dokunup, ruhumu hissetmeye çabalasınlar.. Eskimesin, zamana karşı yenilmesin, sapasağlam dursun. Nesiller aktarsın beni elden ele, yaşanmışlıkların da tadı kalsın üzerimde.


Bir kaç sayfa çevirsinler ardından... Ama o sayfaların içinde, bilindik kağıt kokusu olmasın. Ben koksun, tenimin kokusu olsun. Okuyanlar beni koklasınlar ve bundan mutluluk duysunlar. Sayfalara el sürsünler, bana dokunuyormuş gibi... Tenimin dokusu karışsın sayfalara...



Yazarın biri beni anlatsın. Satırlarında, kendimi göreyim. Öyle ki; saçımı geriye ittirişim bile, okuyucunun gözlerinde gerçekmiş hissi uyandırsın. Yazsın ki; "Her saçlarını geriye ittirişinde büyülenmiş gibi baktırırdı parmaklarına. Ellerini öyle bir biçimde kaldırırdı ki, gözlerinizi alamazdınız. Bunu yapacağı her an; başını sağa doğru hafifçe eğer, parmaklarını biraz aralık bırakıp, kaşının bitiminden başlayarak ve dokunarak yüzüne, iterdi saçlarını..."



Her satırda, her harfte bile hissedilsin içimdeki duygular. Okuyucuyu öyle bir sarıp sarmalasın ki, bu kitabı hiç bırakmak istemesin. Geceleri uykusuz kalsın, yanına bir kahve eşlik etsin. Yetmesin daha sert bişiyler arasın. Erkekse "bu kadınla aynı masada içki içmek ne keyifli olurdu. Kadehimi o doldururdu, içine yüzündeki gülümseyişide katarak..." desin. Kadınsa "beni ne güzel dinlerdi, yanımda olsaydı..."



Kitabımı okuyan kendini görsün, -"aaa bu kadın şu sayfada bana benziyormuş" yada "ben olsam, bende o an böyle davranırdım" desin. Bazen saçlarımızın rengi benzesin, bazen olaylara bakışımız. Okuyucum da yüksekten korksun mesela.... veya oda benim gibi o adam / kadın da en çok huzuru ve özeni arasın. Sıkılmasın okurken, heyecanla beklesin bir sonraki olacakları. Bıraksın kendini olayların akışına.


Meraklanıp, sonuna bakmasın kişileri kavradığında. Çünkü bakmadan anlasın, son sayfaların bomboş olduğunu. Benim kitabım bu... benim adıma başkası tarafından yazılmış... O bomboş sayfalar okudukça belirginleşmeli. Yazan öyle bir yazmalıki; tutkuyla, kanında akışımı hissetmeli.


Benim bir kitabım olmalı, kırmızı deri kaplı. Siyah çizgiler geçmeli arasından. Kızıl saçlı bir kadın olmalı, bedeni suyla donatılmış, saçlarının ucundan alecler fışkıran... Kadının gözleri kapalı...


Sonunda yada başında;

"Mutlu sonlara inanıp, mutsuz sonları tercih eden biriydi o yaşamında... sona yaklaştığında başlangıcı seçerdi"

yazmalı. Kitabımı okuyanlar bilmeli herşeyin bir skalası olmayacağını. Kaç sayfa olacağı belli olmamalı. Başı da sonuyla bir bütün olmalı.


Bir kitabım olmalı, adım belli olmamalı...

7 Mart 2009 Cumartesi

Bu bir son değil... Engelleri kaldır

Kısa keseceğim... Bugün aşağıdaki videoyu izledim ve çok dokundu bana. Aslında bir çok videosu daha var ama, bu hoşuma gitti benim. "Nick Vujicic" isimli bu kişinin videosuna bir kaç dakika ayırırsanız çok sevinirim. (biraz geç yüklenebilir)




Bu bir son değil. Ama bizde buna az da olsa destek verebilirsek, hayatımızdan hiçbir şey eksilmeyecek. Bakın kendisi ne de güzel açıklıyor oradakilere;


"Süreç içinde yere düşebilirsiniz. Yere düştüğünde ne yaparsın? ayağa kalkarsın. Ama bazen yere düştüğünüzde, kalkacak kadar güçlü olmadığınızı düşünürsünüz. Umudunuz olduğunu düğünüyormusunuz. Şu anda düşmüş durumdayım, kollarım ve bacaklarım yok. Benim için kalkmak imkansız olmalıydı, ama değil... 100 defa kalkmayı deneyeceğim. Eğer 100 defa da başarısız olur ve denemekten vazgeçersem ne olur? Kalkamam... Tekrar tekrar ayağa kalkana kadar deneyeceğim. Nasıl bitirdiğiniz önemlidir. Ayağa kalkacak gücü bulacaksınız."

Her zaman dediğim gibi engelleri biz yaratıyoruz. Kendi abimde bir bedensel engelli. Şurada ve şurada değinmiştim kendisine. Kaç defa ölümden döndüğünü anlatsam size... Kolay değil elbette, ama emin olun onlar bizden daha çok önemsiyorlar yaşamı.


http://www.engellerikaldir.com/ Rodin alperi her fırsatta anıyoruz. Onun bir sözü de beni çok etkilemişti.

"Biz o tekerlekli sandalyeye oturmak istemiyoruz, ama o koltuğa oturmak isteyipte oturamayanlar bile var."


Tabiki sadece engellerimiz bedensel değil. Ama bir yerden başlamakda güzel... İyi hafta sonları diliyorum herkeze. ve çeviri de bana yardım ettiğinden 91' e teşekkür ediyorum.

Kalbini engelleme, engelleri kaldır!

6 Mart 2009 Cuma

Ben' e dair / Huylarım 2

* Hep ama hep insanların yazısını ve imzasını merak ederim, her tanıştığım kişide bu böyledir. Özellikle bir erkese, kesinlikle imzasını görmem lazımmış gibi düşünürüm.


* Diğer kadınlar gibi kıyafet denemelerini sevmem. Arkadaşımla, ablamla, annemle çok katlı mağazalara gitmektende nefret ederim. Beğenemezler, sağdan ve soldan ortadan her kumaşa dokunmaları, o şıık tıık gibi askıların ittirilme sesi beni fitil eder. Beğendiğim şeyi görür görmez alırım, param yoksa da asla çıkmam bakınmak için. Ama peşlerinde onların bakmalarını beklemek çok sinir bozucu.


* Bir işi son ana kadar bekletir bekletir, o şeyi beynimde oyalatır, kendi beynimi yerim... Saat başı şunu yapacaktın, bu telefon edilecekti diyede kendime söylenirim. Ondan sonra kıçıma motoru takar zamanında bitiririm.


* Sabır konusunda ihtisas yaptığımı düşünürüm. Ütü yapmak, nar ayıklamak türevi şeyler benim için asla angarya sayılmaz. Zevkli anlardır.


* Kitapçıya gittiğimde en az 4-5 kitap alır dönerim. Bunlardan kesin bir üçünü çok hevesle okur diğerlerini okumadan, bir başka 3-4 kitap daha almaya giderim. Aldıklarımdan bir tanesini okur, sonra ilk aldığım kitaplardan kalanları bitiririm.



* Genelde beni ürkütme için ayakta ve yüksek sesle konuşulması bile yeterlidir. Pekte alınganımdır.


* Ara ara testere olasım gelmiyor değil. İnsanlar için olmadık düşünceler içine giriveririm. Kimse benim gibi bir surattan böyle şeyler beklemiyor tabiki.


* Meyveyi saplarıyla getirenlere burnumu kıvırırım. Mümkünse kiraz, erik, çilek benzeri meyveleri sapsız, kabuksuz görmek isterim tabağımda. Sunuma dikkat ederim.

* Bezelye varken arkadaşlarım ısrarla buluşalım diye ararlar. Bezelye yokken kimsecikler aramaz...! Sinir olurum :(

* Yemek yemek benim için dua gibidir. Yemek yerken sofraya saygısız davranan sevgilim bile olsa gıcık kapmam için yeterli bir sebeptir.

* Yüksek sesle ve hızlı konuşan insanları sevmiyorum. Sürekli eeeee, ııııııı şeklinde konuşanlarıda. Ama çok konuşan insanlar oluyor hep etrafımdakiler. (hoş bende çoğu zaman gülmekten konuşamayanlardanım)


* Çokda patavatsızımdır ve yalan söylemekten, kıvırmaktansa çoğunlukla karşımdakinin duymaktan haz etmediği şeyleri söyleyiveririm.


* İhmal tek kötü huyumdur. Aramayıp aramayıp, sonradan aramaya çekinirim. Hele ölümler olmuş, doğumlar zamanında kutlanmamışsa, yerin dibine geçesim gelir.

* Çok sevdiğim bir kesimde kıyafetse en az 2 rengini alırım.

* Bir eve gittiğimde koltuk koltuk gezerim. Bir sonraki gidişlerimde de direk oraya yönlenirim. :) Koltuk derken, isterse bu mutfak sandalyesi olsun farketmez yani...


* Kendim de sevildiğimi dokunulunca hissettiğimden, sevdiklerime de dokunma gibi hastalığım vardır. Yanımdaki kişinin koluna, bacağına dokunmak için asla bahane yaratmam. Aaa yanlış anlarmı demem.

* Birisi ile ilk tanışmada eğer ben gıcık kaptıysam, resmen açık ararım. Bulduğumda da suratına vurmak için güzel bir an beklerim. İsterse 3 yıl geçsin unutmam. Lafımı sokacağım gün eninde sonunda gelecektir.


* Yumurta kapıya gelmeden kılımı kıpırdatmam. Özellikle canım kıpırdamak istemiyorsa, değil kapıya ayağımın dibine gelse yapmam..

* Eve gittiğimde bir müddet oturmam. Annemler sürekli oturmam için ısrar ederler. (yer benden daha kuvvetliymiş) Bense gün boyu oturmaktan sıkılıyorum. En az yarım saat oyalanırım ayakta. Bulaşık makinesi boşaltırım, ayakta atıştırırım falan.

* Her akşam buzdolabının karşısına geçip bakınırım. :)). Hiçbişiy almasam bile mutlaka bakarım ne var ne yok diye. Annem bu davranışımı gözlerini deviren bakışıyla tamamlar.


* Hımm birde yatağa yatana dek üzerimi değiştirmem. Aaaa eve geldim üzerime rahat bişiyler geçireyim de demem. Öyle dururum, yemek yerken eşortmanla yemeği sevmiyorum, yada misafir geliyor ben pijamalarımla duramıyorum, giyin çıkar bir ton dert geliyor.

* Mağaza mağaza dolanmayı sevmesemde, market alışverişlerine bayılırım ama :))). Eğer yanımda bir erkek yoksa ve elimde alınacak listesi de yoksa, zamanımda varsa; muhakkak pratik olan, dişime göre yeni bir şey bulurum. Özellikle dondurulmuş yiyecekler falan (mısır, kalamar), yeni çıkan bişiyler vs. hoşuma gider incelemesi.

Birinci bölüm' e buradan gidilir :)

2 Mart 2009 Pazartesi

Ben' e Dair / Mutluluk

Sevgili Melih benim nelerden mutlu olduğumu sormuştu. Bu konuda bir çok şey var yazacak, ama aklıma ilk gelenleri yazdım bende. Daha önceden de aramızda şu ufak diyalog geçmişti.
- "Peki mutluluk nedir sence?" diye.
- "Gülümseme" demiştim.

Mutluluk deyince aklıma ilk gelen gülümseme oluyor. Benim en güzel mutluluğum birine gülümsememdir ve ben gülünce karşımdaki de tebessüm ediyorya bayılıyorum o ana. Hatta bütün arkadaşlarımla falan konuşurken gülerim ben. Hemen yanaklarımda böyle top top oluverir. :) Gülümseme ile doldururum boşlukları. Benim için en güzel mutluluk; içten gelen bir gülümsenin, gözlerde yarattığı ışıltıda saklı. O nedenle çevremdeki herkezin gözünde farklı bir ışıltı vardır benim. Gidip gidip o tarz insanları bulurum ben. Yine o nedenle hep gülümseyen insanlara aşık olurum. İnsanların ses tonu bile değişir gülümseyerek konuşurken.

  • Onun dışında bana özel olduğunu hissettiğim ve içinde ben olan herşeyden mutlu olabilirim. Şaşırtılıp, zekice söylediklerimin arasından çıkıp gelmiş bir şey beni inanılmaz mutlu eder.

  • Birisini mutlu gördüğümde, mutluluğu duyumsarım. Bunuda en çok bir çocuk yüzünde görüyorsunuz muhtemelen.

  • Kişiye özel dedim ya; mesela yemek pişirmeyi çok sevememe rağmen, karşımdakinin seveceği bir şeyler yapmaya bayılırım. Melih gibi yemek yerkende çok mutlu olurum. Tören gibidir benim için yemek yemek, en son ben kalkarım. Masanın düzeni de güzelse, özenliyse takdir dolu bir sevinç eşlik eder bana.

  • Oda oyunlarını bitirdiğimde de mutlu oluyorum. Özellikle kendi başıma yaptığımda. Sudokuda da aynı şekilde hissediyorum. Hehehehe yaptım, ben başardım demek yeterince güzel.

  • Kendimi mutlu hissettiğim anlardan biri de yolculuk anlarıdır. Farklı yerler görmenin heyecanı ile çoşar dururum. Normal de konuşmayan ben, heyecanlanırsam, bıcır bıcır hepten susmam.

  • Biri bana sarıldığında ve beni kokladığında mutlu olurum. Aniden tutup öperse çok mutlu olurum.
  • Kuru yaprakların çıtırtısını duyduğumda, onlara bastığımda... yada bir odun çıtırtısında ısındığımda,

  • Zeytin ağacından zeytin topladığımda mutlu olurum ve narları ayıklayıp tabağa koyduğumda, sabır gerektiren bir işi bitirdiğimde mutlu olurum.

  • O an düşündüğüm konularda karşıma çıkan işaretler de, bu yönde olursa ani mutluluklarım olur. En son bir kitap sayfasında oldu bu misal...

  • Birde karşımdaki sevinçli ve iyi görmek içinde elinden geleni ardına koymayanlardanım. Kendimi bile hırpalamaktan çekinmem sevdiğim biriyse. Peki en son birini mutlu görmek adına ne yaptım diye düşündümde; kargo ile bir paket çikolata gönderdim Mardin' e. Üzerinde de hoş şeyler yazdım. 1 Gün sonra telefonda kızım ahahah, sen manyaksın hahahahha, deli yaaaa, Allah da seni güldürsün, vb. çığlıklar eşliğinde bende mutlu oldum. :) (Aynı şeyi daha Türkiye' de olmayan, Almanyadan hep siparişle getirttiğim içi çilek/çikolata parçacıklı bir çikolata içinse bende sevindirik oluyorum.)

  • Hayatımda iki kez mutluluktan ağladım ben. Birincisinde ortaokuldaydım o zaman böyle bağcıkları çapraz geçmeli botlar çıkmıştı. Ama şimdiki evimizin taksitlerimiz vardı. Çok ciddi rakamlar ödüyorduk o zamanlar bu eve. Annemlere söyledim alamayız dediler. Ama içim içimi yiyor arkadaşlarımda görünce. Aradan 2 hafta mı ne geçmişti. Ben evde hep aynı yere otururum, oraya oturdum yastıga dayandım, elimin yastığın altına soktum, bişiy var. Bir çektim, çekmemle çığlık attım. İstediğim botlar elimdeydi ve ben konuşamadım :))).(sanki normalde çok konuşuyorum ya) Babama sarıldım, ağlıyorum, teşekkür ediyorum, hala ağlıyorum. Onlar benim ağlamama daha çok şaşırdılar. O sevincimi hiç unutmam.

  • İkinci kez ağladığımda ise; doğumhaneden çıktım, yatağıma yerleştim bebeğimi bekliyorum. Doğumda görebildiğim tek yeri kuşbakışı bir popo olmuştu, kızımın ilk tersten poposunu görmüştüm :) Neyse 5 dak geçmeden getirler. Onu kucağıma alır almaz ben bir başladım ağlamaya yine. Ama nasıl ağlıyorum herkez bana bakıyor. Birde hemşire gelmiş sorular soruyor :D Sanırım istatistiksel şeyler yapacaklar. Kadın soruyor neden ağlıyorsun diye. Ben hem gülüp, hem ağlıyorum. Orada ayaklarımı yere uzatmış yatağın ucunda otururken; kendi canımdan, kanımdan olan bir bebeğe, bebeğime bakıp şükrederek mutluluktan ağlıyordum. Üstelik bebeğim benim için çok güzel bir günde doğmuştu. Ertesi gün benim doğum günümdü. Bebeğim bir gün daha bekleseydi aynı gün doğacaktık. (Ama iyi ki beklememiş :) )

  • "Herkes bir Akrep olarak doğmayı isterdi inan bana. Güzel gözlerin, gururun, albeninin temel taşı Akrep. Senin kadar hayatına hakim, senin kadar yaptığı işin arkasında durabilen kaç kişi kaldı artık. (: ALLAH senin soyunu eksik etmesin. (Amin) Sen ki, bir bakışıyla buzları eritebilen, insana senin için Ferhat olup dağları delmeyi istettirebilen insan. Kim demişse sana fesat diye :))) onların hepsi . Neyse, yine açtıracaklar ağzımı. Senin güzel gözlerin bile yeter o kıskançlara. Sen görmezden, duymazdan gel o fesatlari"... bunu okuduğumda da pohpohlanıp anlık mutlu olabiliyorum meselaaa.

Son olarakta ufak bir mutlulukla ilgili bir paragraf eklemek istedim. Gerçi bunun bir benzerini yorum olarak da göndermiştim bir arkadaşımıza.

"Mutluluğunuzu alıp başka birisinin ellerine bırakacak olusanız er geç kırılacaktır. Mutluluğunuzu başka birisine verirseniz alıp götürebilir. Çünkü mutluluk yanlızca sizin içinizden gelebililir ve sevginizin sonucudur. Mutluluğunuzdan siz sorumlusunuz. Başka birisini hiçbir zaman kendi mutluluğumuzdan sorumlu kılamayız. Ama evlenirken ilk yaptığımız yüzükleri birbirimizin parmağına takmaktır. Onun sizi, sizin onu mutlu kılacağınız beklentisi ile yıldızlarımızı birbirimizin eline veririz. Birisini ne kadar çok severseniz sevin onun olmasını istediği kişi olamayacaksınız." Ustaca sevmek / Don Miguel Ruiz sayfa 42

22 Şubat 2009 Pazar

Nereye gidiyorsun?






Çocuk... !
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak.
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından.
Bakma yüzlerine hiç. Görme onları...
Çocuk!!!


Bu kez ağlama.
Bu kez git...!






Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş. Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının.
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş. Giderken bu kentten sakın ağlama SUS...






Unut, ne yaptı sana!
Unut, ne söyledi!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin...






Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahlar. Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Nereye gidiyorsun?








Yolları, duvarları geç yavaş yavaş... Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını.
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş... Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının.






Ve unut, ne yaptı sana!
Unut, neler anlattı!
Unut, ne varsa vazgeçtiğin!






Yüzünde korkularla. İçinde çığlıklarla. Kalbinde simsiyahla. Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla. Kıymetsiz dualarla. Utanmaz bir yağmurla. Yine mi gidiyorsun?








Çocuk...!
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği...
Ve her gözyaşının altında bir dua, kimsenin duymadığı...
Çevir gökyüzüne başını. Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte...
Hepsi bu.
Sadece bugün kendimi bu şarkıyla ifade etmek istedim. Cem Adrian

18 Şubat 2009 Çarşamba

Günlerden bugün

18 Şubat 2008. Tüm şehir bu mucizevi olaya tanık etmek için dışarıda. Üstelik yaş sınırı da yok, genci yaşlısı bu olayı izliyor. Gülüyor... Evet tüm şehir gülümsüyor. Trafik ışıkları bile yeşil yansa insanlar duruyor. Arabalarından iniyorlar, kışın camdan elini uzatıyorlar. Görüntüler birini kovalıyor. Herkezin elinde bir telefon, herkez birbirini çekiyor. Ağzı açık ayran budalaları gibi bakınıyoruz. Kendi şaşkınlığımıza kendimiz gülüyoruz. Msn lerde hep aynı ifade "Kar yağıyor"... Bende herkez gibiyim. O an doğa ile bütünleşiyorum sanki. Ellerimi uzatıyorum ve hissediyorum tanelerin dokunuşlarını. Yüzüm, gözüm, saçım, kirpiklerim bile, her tarafım kar tanelerine bürünüyor. Mutluyum, gülüyorum önceki geceme inat... Allah beni gördü diye düşünüyorum. Evren beni mutlu etmeye çalışıyor. Bir önceki gecemin sancılarını unutturuyor. Beni mucizelerle ödüllendiriyor, beni seviyor... Sanki gözyaşlarımı almış dondurmuş başımdan yağdırıyor gibi.

Elimi uzatıyorum bir daha. Düşen tanelerinin birini çok arsızca yiyorum. (: Dayanamıyorum bir daha yakalıyorum, tekrar ağzıma atıyorum. Çocuk gibiyim ve herkez çocuk gibi...

Tabiki o büyülü yarım saat geçiyor ve her şey eski haline bürünüyor. Şehir yine mavi oluyor, bir daha kar buralara uğramıyor. Zaten en son 15 yıl önce uğramıştı diyoruz üzgünce... Hiçbir şey olmamış gibi yerimize dönüyoruz; biri ışıkları açıyor, gösteri bitiyor çünkü. Trafik yeniden işlemeye başlıyor. Ama hepimizin suratında aynı ifade, yanaklarımız kızarmış.

Aradan 9 ay geçiyor,. Şehir yine bembeyaz. Ama bu kez çok sesli, herkez evinde, herkez sığınmış, Bu felaketin geçmesini bekler gibi. Şehir maviliğini sabahında kaybetmiş, grilerin egemenliğinde... Akşamına ise beyazların.

Dolular yağıyor bu kez. O kadar çok yağıyor ki korkutuyor o görüntü, o ses insanı. Karanlıklardan korkan çocuklar gibiyiz. Bitsin istiyorsun, bitmiyor. Yarım saat geçiyor, 1 saat geçiyor hala yağıyor...ve birden duruyor. Sanki birisi o görüntüyü alıyor yerine farklı bir gökyüzü bırakıyor, biri ışıkları açıyor.

Sokaklar dingin, yorgun, sessiz ve yanlız. Ağaçlar acı çekmiş, boynu bükük duruyor bakılınca. Ertesi gün uyanıyoruz. Sokaklarda hala gecenin eseri. Ağaç parçaları, cam kırıkları ve bunlara bakan insanlar. Bir dolu yağışı bütün bunlara sebep olabilrmi diyoruz içimizden. Kelimeler yetersiz.

Geçen sene bugün kar yağıyor tam da bu saatlerde. Ben karla oynaşıp yerime dönüyorum. En sevdiğim Türkçe şarkıyı koyuyorum msn iletime.
"Bir kar tanesi ol kon dilimin ucuna...."


16 Şubat 2009 Pazartesi

Hikayeler / Başlar bir hikaye sonunu bekleyerek...

Başlar bir hikaye sonu belli bir yolculuğa alır götürür insanı...

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın derecesi hiç düşmeyen bir tonla, tüm can acımışlığının verdiği oranda anlatmaya başladı.


Her şey ilk kez yalnızlığımı duyumsadığımda başladı. Seninle konuşmak istediklerim, sana söylemek istediklerim hep boğazımda bir yarım kalmışlıkla tıkandı. Biliyordum dinlesen anlayacaktın, anlatsam kurtulacaktım, ama dinlemeyi hep ret ettin. Sana anlatacaklarım hep sıradan göründü gözüne. Bilmiyorsun. Karşındakinin susması dışında, birine kendini anlatmanın zorluğunu. Yoktum gözünde, değersizdim senin için, öyle hissettiriyordun bana... Bir bedende takılı kalmıştın sen, yokluğumu sadece bir yönde arıyordun.

Senelerce sığınmak istediğim yanlarım çoğaldı yanında. Kapanmayan bir boşluk vardı içimde. Çevremdekilerin farklı duygularıyla besleniyordum artık. Adı bazen tutku oluyordu, bazen şımartılmak, bazense şefkat... Bölük pörçük duygularla yaşamayı seviyordum. Bilirdin bendeki bu halleri. Ama hiçbir şey demezdin. Susardın. Bu suskunluk anları benim başkalarının sevgisine, ilgisine duyumsadığım hisleri bin kat artırıyordu. Anlamadın... Ben konuştukça, sen karşılıksızdın, susmaya devam ettin. Önceden suskunluklarımız bile anlamlı gelirdi. Sonraki yıllarda ise sadece öfke hissettirdi bana.

İstediğim tek şey özenindi. Tüm birlikteliğimiz senin yapmacık ve bir görevmiş gibi yaşattıklarından ibaret geliyordu gözüme. Senin beni gerçekten hissetmeni beklerken; içimdeki savunma içgüdüsü ile buna ihtiyacım yokmuş gibi davrandım. Şimdi sakın susmamı bekleme, çünkü senelerce içimdekileri kusmayı bekledim sana. Sana pişmanlıklarımı anlatmayı isterken hep dinlemeyi reddetti benliğin. Belki de duyacaklarından korktun kim bilir. Sevgisizliğinle bu kadar açıkça yüzleşme cesaretin yoktu. Hazır değildin duymaya, kendini tartmaya...

Sen konuşmayınca, kendimi dinlemekten usandım. Usandığımda farklı kaçışlar aradım. Ama bütün yollar sana çıkmamaya başladı geri dönüş zamanlarında. İflah olmaz bir duygu arsızı olmaya başlamıştım, doymuyorum. Senin boşalttığın anlarımı başka kimliklerde, başka resimlerde ve seslerde doldurmaya başladım. İşte bu noktada hissetmeye başladın belki de bir şeylerin ters gittiğini. Alışkanlıkla yaptığım yemeklerin bile tadı değişti senin için. Bu sefer değiştiremeyeceğin hislerin altında ezil istedim! Çünkü zamanla senin canını acıtmayı istedim. Acıtamadığımı, değişemeyeceğini anladığımda; ama en çok kendime kızdığımda başladım seni aldatmaya.

Başka bedenlere sen diye sığınmadım ve yaslanmadım asla başkasının göğsüne. Kimsenin kalp atışlarını duymadım senden başka. Ama aldatmaksa aldattım işte düşlerimde. Dokunmadan seviştim bazı bazı. Senin umursamazlıklarına hüzünle ve öfkeyle seslenirken, onlarla şehvetli tonlarda konuşuyordum. "Gel" desem geleceklerdi biliyordum ve "Gel" dediler, gitmedim. Kirletmeye kıyamayacak kadar çok seviyordun çünkü bedenimi. Tek sevdiğin olarak gördüğüm bedenime başka dokunuşları yüzeysel tattırmaya kıyamadım. Nasılsa aldatmıştım ya seni vicdanım daha fazla yükü kabul etmeyecekti belki de.

Şimdi bana "neden" diye mi soruyorsun?
"neden"...
"Çünkü senelerce sen diye baktığım her yerde yokluğunun izlerini bulmamla başladı ilk kez her şey."


Resim
Related Posts with Thumbnails

..