18 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Sevgiyi İfade Biçimi


Sevgilim,
Sana yazacağımveya yazdığım tüm yazıların etiketine aşkı sakladım. Şu an hayatımda hiç ummayacağım bir biçimde aşkın her halini yaşıyorum ve bu aşkın doğru olduğunu hissediyorum. Her duygu zamanında ve özüne uygun hissediliyor gibi.

Biliyorum sevgiyi ifade edişlerimiz bazen birbirinden farklı olabiliyor. Ve ben her yeni günde seninle yeni bir şeyler öğreniyorum. Misal sevgiyi dile getirmekte bazen ne kadar yetersiz kaldığımı... Ama telefonun diğer ucunda söylediklerini bir sessiz direnişle ve kabullenmişlik edası ile dinlerken; inan içimden o anlarda çok farklı sesler yükseliyor. ama bir türlü bulundukları yerden bir türlü çıkamıyorlar. Sese dönüşemeyen bir çok kelime biriktiriyorum beynimde...

Sevgilim,
Senelerce sevgiyi anlamada ve ifade etmede dokunmayı kullanmış bir insanım ben. Ve şimdi karşımızda teknolojinin bize sunduğu ve nimet mi, lanet mi olduğunu tam anlamadığım bir iletişim yöntemi ile birbirimize ulaşmaya çalışıyoruz. Az önce içimden yükselen sesler farklı dedim ya! İşte bu sesler devreye girip "keşke" diyor, "görse şu an ki sözcüklerle ifade edilemeyen mimik ve hallerini." (Sana bakışlarımı gösterememek en büyük pişmanlığım oldu son zamanlarda.)

Aslında, seni uyurken izlemeyi çok özledim. Yanında huzurla durmayı, aynı masada bardağına çay koymayı, bana çatmanı, arabada giderken bir rüzgar esintisi ile kokunun burnuma dolmasını ve yüzümde gülücükler oluşturmasını öyle özledim ki...

Lütfen bize bu kadar yakışan bir şeyin hayatımızda hep var olmasını sağlayalım olur mu?

 
 
* Biraz uykusuz, biraz yorgun, biraz melankolik, biraz meraklı, biraz ağız ucuyla gülümseyen, biraz mutlu, birazcık acıkmış Efsa... :)
 
* Görsel

11 Haziran 2010 Cuma

Mektuplar / Bedel



Seni başkalarına anlatmak istedim, bağıran kelimelerle. İçimde biriken sen’ ler yüzünden, boğulmak üzereydim. Hafifletmeyi denemezsem ölecek gibiydim bu sıkışmadan.

(Aslında hep yeni insanlarla tanışma sebebim bile sendin. Her birine sil baştan, uzun uzun seni anlattığım geceler geçirdim. Sıkıldıkları an onları es geçip, başka insanlar buldum beni dinleyecek.)

Bilmiyorum seni bu kadar çok sevilebileceğini tahmin eder miydin? Bakma, bazen bana bile garip geliyor sana olan aşkımın bir noktası olmayışı. Sanki benim kaderim sende virgüllerle yazılmış! Kanser gibi kesildikçe yeniden hortluyorsun hücrelerimde.

(Aslında biliyor musun, hiçbir kelime yetmiyor seninle olan hikayemi mutlu sonla bitirmeye.)

Anlamanı beklemiyorum inan. Fakat sadece bil! Ben bu hayatta bir tek seni, her halinle sevmeyi becerebildim. Tüm bencilliğin, ertelenmişlerinle, başka kadınlara aşıkken, hatta tek gecelik sevişmelerinde bile sevdim ben seni.

(Aslında içimde bir apse vardı ve seninle açıldığını düşündüğüm yaralarımı kapatmak için başka insanları, sargı niyetine kullandım.)

Hayatımda, tamamlanması gereken bir eksiklikten ziyade; eksikliğini hissettireceklerini fark edip, senden vazgeçmeyi diledim. İşte sonunda bulmacam bitti. Beynimi kemiren kuşkularda! Sorularda…!

(Aslında şu an Cladius' a işlediği cinayeti, sahneleten Hamlet gibiyim. Oluşmasına izin verdiğin eserini ve bedellerini sana izlettim. Bitti. :) Şimdi yolum açık olsun sevgili...)

 
* Yarın çok güzel bir insanla buluşacak olan Efsa :)))
 

9 Haziran 2010 Çarşamba

Geniş zaman kelimeleri



"Kırmızım, kanım, saçlarım..."

Aslında bakmayın geniş zaman kelimelerime.
Hayatımı hep -mış tadında yaşadım


Mesela;
Bin bir ejderhanın alevi saklandı, her bir saç telime.
Bu yüzden ne zaman savursam!
Yaktım ortalığı bilinçsizce.


Ve bu yüzden,
Rapunzel bile halt etti yanımda.
Rüyalar gördüm -mış lı zamanlarda,


Medusa olmuştum,
Libya' nın çölünde yılana dönüşmüşüm bir ara.
Kesip bir telini Musa' ya,
Diğer telimi Kızıldeniz' e vermişim.
Boyamışım, saç rengim bundan akmış.


Koparmışım,
İki suyu karıştırmayan denizi, saç telim ayırmış.


Göklere,
Laleye,
Çınara,
Kumaşa,
Son bahara,
Onun dudaklarına
kızıllığımı vermişim.


Hiç bir şeyi sonlandırmamak adına
bu yazıyı da yarım bırakmışım.
Uzatmışım sonsuzluğa...


* Bu aralar üzerine bir miskinlik çöken Efsa... Öyle ki artık hazırcılığa kaçıp, hep önceki yazdığım yazıları yayımlıyorum.

4 Haziran 2010 Cuma

Düşler



Burnundan dudaklarına inen ter olmak istedim.
Birazda; bir kızılderilinin siyah örgülerine saklanmak.
Şamanların ellerinde,
Brahmanların eteğine saklanmak...

Tagore kalsın mezarından şimdi!
avaz avaz bağırıyorum işte.
uyansın!
düşümde, düşlerim düzüldü.
Düştüm,
Güveler yedi beynimi.

İçime bir liberal kaçtı.
Savunduklarını haykırıyor.
Gözleri sert esen rüzgarlardan yaşarmıyor.
Siyaha öyle bandırılmış ki; beyazlar kör edemiyor.

Çöz saçlarımın ucundaki kurdeleyi.
İçimdeki ağaç, yüzük parmağını uzatmış bekliyor,
Senin bağlayıp dilek dilemeni...




* Bugün bir can' ın doğum günü. Seni seviyorum Yesari.  Aramızdaki samimiyetin hep var olması dileği ile. Mutlu yıllar bir tanem. :)

* Görsel

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mektuplar / Hatırlananlar




Bana bir o kadar yakın ve bir o kadar da uzaktın ki, bunu anlamakta zorlanıyordum. Soluduğum havayı ellerimle dövmeye benziyordu bu. Oysa ben iz bırakmak istiyordum tüm kadınlığımla. Tutkuyu kullanarak yazan parmaklarımı kırıp, ikiye bölen olarak değil!

Ne çok isterdim kendine ördüğün duvarların tuğladan olmasını. Dokunduğumda yıkılmasını. Oysa senin duvarların tahtadandı sevgili. Depremlerimden sapasağlam çıkışına sinirleniyordum. Esnek, kırılmaz, çatlamaz… Hani demiştim ya kendimi suya benzetiyorum diye. İşte benim sende çok fazla yaş tahtaya basışımın nedeni. Ne üfleyince, ne dokununca, ne de bastırınca yıkıldın. Bir tek ayağımı çektiğim an benden uzaklaştın.

İstediğim ki şevkini kabartayım, öfkeni değil!!

Aklımda o kadar çok düşünce, o kadar çok sahne var ki. Hepsi saçma bir sıralamaya bürünmüş haldeler. Üstelik eskisi kadar önemsemediğim ve gerçekte olmanı istediğim hayale en yakın örnek sen bile farklı geliyorsun gözüme. Bir noktada sana hissettiğim (tam olarak sevgi diyemediğim) duyguyu hatırlamayı seviyorum. Yaşlı insanların eskileri anımsayıp yüzlerinde hoş bir gülümseme yaratması gibi bir şey, bu hissettiklerim. Geçmişe dönmeyi seviyorum. Şu anda ki hislerimle karşılaştırmayı. Meğer güzel anımsanacak ne çok duygum varmış...

Hani demiştin ya bir gün "sen ne kadar sevildiğini anlamayacak kadar salaksın" diye. O an idrak edememiş, telefonun diğer ucunda kitlenmiştim. Birşeyler çıkamamıştı ağzımdan. Keşke gerçekten sana inanabilseydim. Keşke sende birazcık daha üsteleyebilseydin. Hani insanların pişmanlıkla söylediği keşkelerden biri değil bu. Sadece bir parça merak fazlalığı. Yoksa değişen bir şey olamayacağını, uzun ayrılıkları bu ilişkinin kaldıramayacağını bir şekilde biliyordum.

Şimdi düşünüyorum da birbirimizi sevme biçimlerimiz ne kadar da farklıymış.
Biliyorsun, seni hiçbir şey suçlamıyorum, "bir neden" de aramıyorum artık olmayışlarına. Bazı şeylerin açıklaması yok. Mazereti yok. Öğreniyorsun zamanla. Sadece olmuyor bazen. Bazen bazı şeyleri oturtamıyorsun. Hayatımdaki tüm “O” ları sıfırlıyorum şimdi. Başta üzerimdeki mülkiyetini kaldıracağım. İçimdeki seni seven tüm kimliklerimle birlik olup, meşrutiyeti ilan edeceğim yeniden.

Seninle bende böyleydik işte.
Ne aynı adımları atabildik. Ne de öne çıkışlarla birbirimize yakınlaşabildik.

Hoş kal sevgili,
Şimdi bir devrim zamanı, geleceğe bir tarih atıyorum.


* Sınavlar bitince 6 ay sonra ilk kez eline bir kitap alan Efsa... :) Üzerimdeki sınav baskısı kalkınca böyle kendimi acayip özgür hissediyorum :))

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Harflerin Oyunu




Eski bir şubat akşamına istinaden...

Bezelye geliyor ve sarılışma öpüşme faslından sonra yine her akşam yaptığımız tiyatrosal kitap okuma seansına geçiyoruz. En sevdiği kitaplar sırası ile

• Vak vak ördek,
• Arkadaşını çok seven havhav köpek,
• Arı maya,
• Trafik kurallarını öğreniyorum,
• Rapunzel

(Ek olarak bir de ufak oyuncak bir laptopu var bezelyenin. Bazen de onu alıp dinlemeye başlıyor, kelime olarak veya kelimeyi heceliyor, harfleri tane tane söylüyor, rakamları sayıyor falan. Artı şarkılarda söylüyor bize)

Biz her akşam bunlardan kendi seçtiği bir tanesini alıyoruz ve başlıyoruz gösteriye. (Artık ezberimizde çünkü bütün kitaplar ikimizin de.) Yatağın içinde oturuyoruz sırtımızı yastıklarımıza dayayıp… Eğer vak vak ördeği okumamı istedi ise; sol elimin dört parmağını üstte tutup başparmağımla açıp kapayarak "vak vak" yapıyorum. Küçük ördekçikleri de bezelye söylüyor ya da hareketlerini yapıyor (onlarda vik vik sesi çıkarıyorlar). Böylece hem aynı kitabı okumaktan bıkmıyoruz, hem de taklit yeteneğimiz gelişiyor.

Dün gece bilgisayarını aldık, onunla oynamaya başladık. Eğer sesi bizi çok rahatsız ederse harfleri biz bedenen yapıyoruz. Bir o harf söylüyor ben yapıyorum, bir ben söylüyorum o yapıyor.

• O başlıyor ve "Ç" diyor. Yatakta yan yatıp kollarımı ve bacaklarımı uzatıyorum. Bir bacağımı kıvırıp Ç oluyorum.
• Sıra bende "S" diyorum. O da yan yatıyor. Kollarını uzatıyor, bedenini hafifçe büküp, ayaklarını geriye büküyor. S oluyor. "Aferin" diyorum, pratikliğine gülümseyerek.
"P" diyor. Oturur pozisyona geçip bedenimi öne büküyorum, ellerimi bacaklarıma koyuyorum. P olmuş oluyorum.
"İ" diyorum. Bu ı dan sonra, en kolay harf ve bezelye bunu yaparken çok sevimli oluyor. Bedenini düm düz tutuyor ve ellerini tepesinde yumruk yapıp duruyor.
"E" diyor. Sıkışıyorum... Yine oturur haldeyim. Kollarımı bacaklarımı uzatıyorum. En son kafamı öne eğiyorum. Küçük harf kullanmamız yasak oyunumuza göre. Olabildiğimce E oluyorum... Halime gülüyor bezelye.
"K" diyorum. Bedeni yan ve dik duruyor. Kollarını çapraz bir yukarı bir aşağı eğiyor. K oluyor hemencecik.
"J" diyor. Diz çöküyorum, kollarımı kaldırıp ellerimle tepede yumruk yapıyorum.

Bu harf oyunu tamamen bitiyor. En çok G lerde gülüyoruz. B leri yapamıyoruz. :))) ama çok çok gülüyoruz eğleniyoruz. O anlar paha biçilemez. Hem anne, hem arkadaş olduğumuz ender anlardan biri. Kızımı seviyorum tabii ki ama en çok hayranım ona.

 
* Bu yazı eski bir yazı ama nedense içimden geldi koymak istedim. :)) Çocuklarınızla güzel bir akşam yada hafta sonu geçirmek isterseniz idael bir oyun bence. Bu oyunu kendimiz bulduk, ama dilerseniz siz kendinizce geliştirip oynayabilirsiniz.



Sevgiler.
 
* Görsel

27 Mayıs 2010 Perşembe

İçim


Hangi türkünün ezgisiyim bilmiyorum.
Yada hangi salonda çalınan bir sonatım.
En güzel düğünlerdeki adımlardan biri değilim.
Aynanın karşısına geçip, duvağımı kaldırdığım an; kendi yüzgörümlüğümü takıyor gibiyim.

İçimdeki su cesedimi kıyıya taşıyor.

Bugün biraz umutsuzum.
Ve sözlerimi bir şiirin mısraları ile noktalıyorum...

"sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
acının acıya, nefretin nefrete
karanlığın karanlığa dönüştüğünü gördüm
beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm" *

* Tuğrul Tanyol




* Tüm derslerden geçip, İkdisat dersinden bir gaflete düşüp geçerse, kendini yerlerden kürekle temizleyeceğini düşünen Efsa...

* Yazı eski bir yazıdır, şu an ki ruh halimizle uzaktan yakından alakası yoktur. :))

* Tango derslerine bir de sporu ekleyen, sadece pazartesi günleri rahat bir nefes alan Efsa...

* Mersin Yeşilovacık Belediyesindeki bir ilköğretim okulumuza; "elimde fazla kitap var, ben gönderebilirim" diyen arkadaşlar sizi perde arkasına alabilir miyim lütfen?

* Görsel
Related Posts with Thumbnails

..