
Sevgilim,
127 gündür yoksun…
Yok öyle el gibi durma gül biraz... Sana gülmeler yaraşır... Yok öyle güz gibi soğuk olma... Güz ayrılık taşır...

Sevgilim,
127 gündür yoksun…

Benim çoğunlukla battığım anlar, işte şunlar:
Çok iyi olmaya odaklanıyorum...
Çok güzel bir kadın,
Çok iyi bir eş/sevgili,
Çok iyi bir anne,
Çok iyi bir insan,
Çok iyi bir evlat,
Çok iyi bir kardeş,
Çok iyi bir arkadaş,
Çok iyi yemek yapan,
Çok iyi bir meslektaş,
Çok iyi sevişen bir kadın,
Çok düzenli bir insan;
Olursam;
Daha çok sevileceğim sanıyorum...!
Ha oluyor muyum?
Olduğum anlar elbette oluyor.
Ama sonra karşımdakinden de aynı özeni ve özverileri bekliyorum.
İşte bu noktada çamura batıyorum.
Sadece kafama takılan;
İnsan iyi bir evlat, anne, ev hanımı olmalı diyen bir annem var.
İnsan bir şeyde çok iyi olmalı diyen bir ablam var.
İnsan her şeyde iyi olmalı diyen bir beynim ve babam var.
İnsan çok çalışıp yavrusuna bakabilmeli, ona her defasında toleranslı davranabilmeli, yoksa neden bu dünyaya getirdi diyen bir yiğenim var.
Biz kocaman evde babamla konuşmadan anlaşırken, diğerleri ile çatışıyoruz.
İnsan sizce nasıl olmalı, kendi gibi olmanın dışında yani, karşıdakilerin beklentilerini, çevresel faktörleri veya maddiyatı da hesaba katarsak?
* Dün babasına işkembe çorbası yapıyorum, siz gelince yine yaparım derken; cevap olarak, “sizi çok özledim” diyen babasının sesinin tonunun titrediğini fark eden ve dünyada ikinci en büyük acının bir babanın ağlaması olduğunu düşünen Efsa…
* Annesi gelip, “dans kursu yetmedi de, bir de spor salonuna mı para vereceksin” demesine fırsat bırakmadan spor salonuna yazılan Efsa…


demiştim boşandıktan bir müddet sonra. İlk zamanlarda gerçekten çok üzülmüştüm. "Neden benim başıma geldi", "bunu hakedecek ne yaptım" demiştim. Kurban rolleri falan biçmiştim kendime. İşin sevgi yönüne baktığımda; bu kadar uyumu yakalamışken, üstelik kavga -tartışma-yüksek ses olmadan- saygıyı bozmadan ilerleyen bir evliliğim ve bebeğim varken, insanların bizi "-aaa efsa daha yenilerde omuzlarını, kollarını öperdi, nasıl yapar deyişleri" aklıma geliyordu. Yani "herkesin başına gelirdi de, bi benimkine gelmezdi" durumları! Ben hayatımın her zerresini dört dörtlük yaşamak isterken, tam tersi şekilde gelişmeye başlamıştı olaylar. Masalımın bu şekilde sonlanmasını hiç istemedim.
Ama insanın kendisine zaman ayırıp da düşünmesi halinde neler olduğunu, nasıl bu raddelere geldiğini anlaması biraz zahmetli... Bu zahmeti yüklenebilmek, onunla yüzleşebilmek de sancılı. Boşanmayı bir müddet (4 ay) kabullenemememin tek sebebi başarısızlığı kendime yedirememem-miş! Hissettiğim boşanacak olmamdan çok, evliliğimin (dolayısı ile benim) başarısızlığı idi. Nerede hata yapmıştım, yapmıştık!
Düşündüm...
Sonunda buldum.
Ben aslında son yıllarda, bu adamdan boşanmak istemiştim. Çünkü evlilik gibi yürümeyen, paylaşımın çok çok az olduğu bir evliliğim vardı. 5 yılda toplasan 2,5 yıl ancak görmüştüm eşimin yüzünü. Boşanmak için; sadece bunun için, ortalıkta bir nedenim yoktu. Aileme nasıl açıklayacaktım, kesin hayır mayır, durduk yere ayrılınılır mı? delimisin falan derlerdi. Üstelik ablamda eniştemden ayrıldığı için ailem; etraf ne derleri pek bir önemsiyordu. Nasıl direnecektim. Ama ben evliliğimin bu şekilde devamını istemiyordum. Yalnızdım. Tek başıma bir bebek büyüttüm, hamilelik geçirdim. Bundan sonrasında da o mahallede oturup çocuk büyütmek istemediğim için çıkış yolları arar olmuştum nicedir. Sonunda kapılar açıldı beklemediğim yerlerden... ve beklemediğim yerden yara aldım. (Tamam hatanın bende kalmadan bitmesini dilemiştim. Ama bu sırada kendi özgüvenimin de sarsılma ihtimalini hiç düşünmemiştim.)
Sonunda bitti. Yaralar bağladı. Kabukları eşelemeden iyileşmeyi, zamana bıraktım. Bunu ben istemiştim. Suçum olmadan bundan kurtulmayı ve nefes almayı...
İşin özü: bir umudu dilerken daha ayrıntılı dilemek gerektiğini anladım. :)
Sabah sabah şu reklamı hatırlayıp gülümseyen Efsa. (bu reklama bayılmıştım)

Geçmiş; "Sigaranı söndür, kalkabiliriz, On adım sonra yollarımız ayrılmalı, Sakın ağlama ve bir şey söyleme bana, İnsan ayrılırken bile büyük olmalı." Ü.Yaşar Oğuzcan / Ayrılırken.
2008; “Benim çiçeğim, bir aptalın düğme deliğinde cennetini arzulama!” R. Tagore
2009; "Bana yukarıdan bakarsanız aptalın tekini görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz. Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz." Charles Manson
2010; "Sizden öğüt isteyen, size akıl danışan kişilere elbette ki öğüt verebilirsiniz. Fakat eğer karşınızdaki kişi öğüt istememişse, sedece durumunu betimliyor, halini tasvir ediyorsa, lütfen ona akıl vermeyiniz. Sadece onu dinleyiniz, onunla empati kurmaya çalışınız. Böylece sıkıntısını paylaşmış olursunuz. 'Öğüt vermek' sıkıntıyı paylaşmak demek değildir." Üstün DÖKMEN