14 Mart 2010 Pazar
-Mış Tadında Bir Masal
Sahi vazgeç/de-n/meden de, geçebilirmiydim senden?
Masallarım bile mutlu sonla bitmeyecek kadar sen olmuşken...
Öyle bir masalmış bu, -mış tadında.
Ve ben o kadar batmışım ki; artık söyleyeceğim hiçbir kelime suni teneffüs yapamazmış, seninle boğulduğum bu aşkta.
Bir amnezi gibi yaşamak gibiymiş, başka her şeyin unutulduğu...
Masal tadında bir sen varmışsın. Dinledikçe, koynunda uykuya dalası gelirmiş insanın...
Belki de bu yüzden içinde sen olan bir sürü masallarım varmış benim. Bir var, bir yok olurlarmış. Var olmasını dileyen düş/ünce/lerimde...
Adı yalnızlık olan arabalarına atlayıp, kelimelerden kanatlar takınıp, konarlarmış üstüme. Girerlermiş benden izinsiz beynime.
Uyurmuşum, daha fazla büyümeden...
Külkedisi olurmuşum; saat yarım olunca başlarmış kelimelerle dansım sen yerine, tek ayak üzerinde.
Firavun oluyormuşsun düşlerimde. Binlerce yılı bensiz geçirme diye saçlarımla sarıp, mumyalarmışım bedenini özenle.
Böylece öp beni diye yalvaran bir kurbağa olmaktan vazgeçerdim belki de.
3 küçük domuzcukları sayar gibi; bugün tam üç kere seni dilemişim, lambada ki cinden.
Ekmek kırıntılarının yerine, kelimelerimi koymuşum kaybolmayayım diye.
Seni içmişim, boyumun ölçüsünü almışım. Ne uzamışım, ne kısalmışım.
Lanetlenmişim saçlarım uzamamış.
Yırtılmış elbiselerim, parçalarına kan lekesi sürülmüş.
İçimin güzelliği yüzüme vururmuş. Ama ben seni en çok çirkinken severmişim.
Bu masalın sonunu mutlu bitirmek için vursaymışım topuklarını, kırmızı ayakkabılarımın. Yeter miymiş acaba yanına gelmeye? Korkuluk aklını verirmiş, seninle kaybettiğim aklımın yerine. Teneke adam kalbini, Ya korkak aslan cesaretini?
Son olarak gökten elma yerine yeşil erik düşseymiş.
Bu masal nasıl bitecekmiş bilinmezmiş.
Tavşan yerine eski bir cümlenin izinden gitmişim. Bir masalı da böyle bitirmişim...
"Senaristim uyuyakalmış benim hikayemin yarısında... Bu yüzden mutlu son yok benim masalımda...!"
11 Mart 2010 Perşembe
Mektuplar / Kelimeler Üzerindeki Toz Zerrecikleri
Merhaba Sevgili,
Uzun zaman oldu sana yazmayalı değil mi?
Evet, gerçekten çok olmuş. Hatta yeri gelmiş bende bile tozlanmış bazı anılar. Zamanında kirlenmesinler diye çabaladığın iletişimin eksildiğini oturup tarttığında ve bu sonuçtan fazlası ile yorulmuş bir şekilde çıkınca anlarsın ya...
Tek taraflı mücadeleler bile bir yere kadar veriliyormuş. İçinden çıkan, aklından da çıkarmış...
Elbette bunca zamandır olmayışıma mazeretler üretmiyorum.
Emin olduğum tek şey! "Seni yaşamaktan ziyade, yazmayı tercih eden bir benliğimin oluşu idi". Ama ya sen? Birkaç hafta önce yapmaya çalıştığın neydi sahi? Kürkçü dükkanı gibi hissettirdiğinin farkında mıydın? Hani köprünün altından çok sular aktığını kanıtlarcasına bir geç kalmışlık hissi yaşamadığına eminim. Ama akmıştı sevgili.
Biliyor musun? Aslında senin yokluğun, varlığından daha güzel bundan emin olabilirsin. Ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşayabilmeni isterdim mesela. Sahi öyle bir şey olsa kendi yokluğuna ne yazardın? Gerçi sen kızardın bu duruma, benim olmalı tavırlarıyla. O kadar sabırlı bir insan değilsin çünkü. Ben de senin kadar geniş.
Ben zaaflıydım.
Sen kusurluydun sevgili.
Keşke senin kadar kusurlu olabilse idi sevgim de...
Geçtiğimiz yıllarda ihtimallerin arasında dolanırken ve umudun hala benimle olduğu anların hepsinde; sana kızıp - bağırmak, elimden gelen ne varsa ardıma koymak istemediğim geçmişimde; bana yazdığın tüm o güzel cümlelerin üzerinde oluşmuş tozlarını, balkondan aşağıya silkeleyip sokaktan geçenleri bile kirletmek istedim. Görmeliydi herkes, bu kayıtsızlığını. Söylediğin tüm sözcüklerinin artık umurunda olmadığını bilmek, kendimi en kötüsüne hazırlamama yol açıyordu. Ve ben buna katlanamıyordum.
Yokluğunda hayatımı anlamlandıracak şeyler bulmayı denerken; şimdi, ucundan tutarak kaldırdığım ve altına itelenecek tek bir harf kalmadı bile içimde.
Ben seninle birlikte sayılan 7. basamaktan ibarettim sadece... Bırak rakamları alfabe de bile.
4 Mart 2010 Perşembe
Kısa cümleler / Sevmek
* Sesini duyduğumda dağılmak, sonra sil baştan toparlanmaktı...
Seni sevmek!
* Ve beni, benim sevme biçimimde sevemeyeceğini kabullenip, “her şeye rağmen” demekti...
Seni sevmek!
* Kilometreler aşıp, sana gelmekti;
Seni sevmek!
* Seninle sevişmemeyi göze almaktı.
Seni sevmek!
* Boynumda sıcacık soluğunu duyumsamak, üşüdüğümde çıplak göğsüne yüzümü dayayıp, kollarına sığınmaktı;
Seni sevmek!
* Saçlarımın hınzırca burnuna, ağzına girmesi idi;
Seni sevmek!
Seni sevmek!
* Bazen sesinle nefesime etki etmendi;
Seni sevmek!
* Seni tadıp, Seni kusmaktı;
Seni sevmek!
* Olduğun yerde, mutlu olmanı dilemekti...
Seni Sevmek!
* Ve uzattığın eli, bir seçim yapıp tutmamaktı;
Seni sevmek!
* Birbirimize ikişer adım geleceğimizi sanırken, bir adım geride durmak değil!
Yana çekilip yol açmaktı bazen;
Seni sevmek!
* Ve yeri geldiğinde bir Yusuf olmaktı, kuyuya atılışıma rağmen affetmekti;
Seni sevmek...!
* Bazen Ophelia, bazen Hamlet olmaktı.
Ama en çok bir Shakspeare olup seni yazmaktı;
Seni sevmek...!
18 Şubat 2010 Perşembe
Mektuplar / Kapı
"Bir gün kapanan kapıları açmaya cesaret bulduğunda ben o evde seni bekliyor olacağım, ama sen hiç bilmeyeceksin" diye başlamıştı kız, geçmişte bir mektubunda... Şimdi yazdıklarına, bir yenisini daha eklerken; başını, elinin teriyle nemlenmiş sayfadan kaldırıp, odasının kapısına baktı. Görmekle bakmak arasında ki o çizgide, zihninde çağrışımlar birbirini kovalamaya başladı...
Hayatında yürürken teğet geçtiği…
Bazen kolaycacık açılan...
Bazense zorlasa da giremediği...
Başkaları tarafından daha önce girilip kapısı açık kalmış...
Veya kendi kararları ile kapatmış...
İçeride ne var diye eğilip baktığı...
Ve beklediği halde açılmamış kapıları düşündü.
İlk çıkış kapısını nasıl yaptığını bilemediği bir biçimde yaratmıştı. Çıkmaya ise çoktan cesareti ve hevesi vardı. Çıktığında gayet kalabalık, cıvıl cıvıl ve renkli bir koridorda bulmuştu kendisini. Alışkın olmadığı bu görüntü onu büyülemiş, hep özlemini çektiği bir dünyada var olduğunu zannetmesine sebep olmuştu. Zamanla bu dünyanın onu mutlu etmediğini ve orada ki insanlardan farklı olduğunu anlaması uzun sürmese de, kaçınılmaz bir biçimde onlar gibi olmuştu.
Ama şimdi... Zihni oyunlar oynuyordu bugünlerde ona. Eğilip yazmayı denerken;
"Onlar gibi; başkasını kandırdığını düşünüp, aslında yalnız kendini kandırmak... Evet, tam tanım buydu işte! Geçmişten beri süregelenlerden biri. Defalarca açar gibi yapıp, kapattığı kapıları düşündü. Kendi bencilliğinin içinde hapsolup, bir çemberin içinde sıkışıp kaldığını anladığında ki, kurtulma çabalarını... Başkasının sevgileri ile ruhunu besleyip, kendi sevgisini yalnızca kendine sakladığını sanmıştı. Kimseyi buna değer bulmamıştı. Gerçeği anladığında ise, zor olmuştu tekrar bir çıkış kapısı yaratmak. Çözümün kendini affetmekle olacağını öğrenmek ve aynadaki aksiyle yüzleşmek çok sancılı günlerdi onun için."
Düşüncelerinden sıyrılıp; devam etmeye çalıştı, mektubuna kaldığı yerden...
Kapıdan çıkınca gördüğü koridor, ona hayatını anlatıyordu aslında. Aydınlık, ferah ve koyu gölgelerden uzak bir yerdi orası... Krem duvar kağıtlarının arasından adım adım ilerledikçe, kendine yaklaştığını görmüştü. Sırayla tüm kapılara dokunmak gelmişti içinden... Bazen kulplarına dokununca elleri yanıyordu, bazen gösterişli bir kapının ardındakileri merak ediyordu...
Adım adım yürürken; yanından geçtiği bir kapının önünde durdu kendiliğinden. Merakla, ürkekçe ve içeriden gelen seslerin tüm çekiliği ile uzattı başını. Baktığında tek görebildiği; kalabalıkların arasında sadece bakışları ile onu sımsıcak sarıveren ve bir anda büyüsüne kapılan bir adamın varlığıydı. Diğerleri gibi tüm neşe dolu görüntülerin içinde hüzün barındıran insanlardan olsa da, farklılığı ilk başta belli oluyordu adamın. Odayı sevmese de, adamı sevdi kadın. Ama "beraber kendilerine ait bir oda yaratalım" dedikçe uzaklaşıyorlardı birbirlerinden. Oyalandı bir müddet daha orada kadın. Sonra onun kapısı, onun odası olmadığını ve adamla kendilerine ait bir oda yaratamayacaklarını idrak ettiğinden beri; adamın varlığı pahasına çıkmak istedi, bu sahte neşeli ortamdan.
Koridorda kendisine eşlik eden o çok sevdiği Evrenin, Özlemin, Arzunun ve Ateşin rengarenk, çerçevesiz tablolarına baka baka devam etti yolunda. Yeni bir kapının eşiğinde daha durup duramayacağını merak ediyordu kendince. Bazen geliyor yürümekten usanıyor, bazen ise koridorda ki güzellikleri fark ediyordu.
Elinde bir anda beliriveren kalemle duvarlara yazılar yazmaya başladı.
Yazdıkça yürüdü... Yürüdükçe büyüdü...
Başka yazıların da tablolarına bakarken ve hala yazmaya devam ederken, yorulduğunu anlayıp oturmaya karar verdi. Aradan ne kadar an geçti bilmiyordu ama bir adam gelip, kendisine sormaya lüzum bile görmeden pat diye yanı başına oturunca; bir kaç hırlı, harlı, tatlı sohbet geçti aralarında. Sonra birden uzattığı bacaklarının üzerine elini koydu adam. Şaşırdı kadın onun bu arsızlığına. Adam elinden tutup: -"Gel" dedi. Kadın tutuşan ellerine ve adama bakıp korkmadan tutarak, yeni bir odaya doğru yürüdü yavaş yavaş...
Bu sefer acelesi yoktu
(noktası olmayan bir mektup yazmaya başladı)
* Bazen gereksiz kırılganlıkların pençesinden kurtulamayan ve fazla ince düşünebilen Efsa...
11 Şubat 2010 Perşembe
Gaflar Ve Sakarlıklar Bölüm Bilmemkaç...
* Arkadaşım:
xxxxxx bana da binlerce soru yollamış
hiçbirine yanıt vermedim
Ben:
o da verme dedi tanımadıklarına
Arkadaşım:
:D
akhsşfksbfşbşkbvg
o da verme dedi tanımadıklarına
tekrar oku yazdığını
Ben:
ahahahaha
tanıdıklara vereceğim bundan sonra
ahahahahahaa
koptum
Arkadaşım:
kendi kendime gülüyorum burdaaa
Ben:
sende tanımadıklarına verme tamam mı
:)))))))
benim gibi
Arkadaşım:
tamam apla
tamam manukyan
ahahahaha
~~~~~~~
Ben:
yalnız o inşallah azmaz
ayy yazmaz
ahahahahah
Arkadaşım:
puhahahahahaaahaaahhahahahahah
Ben:
gaflar serisi 15467431312.....
Arkadaşım:
ahahahaah
Ben:
bunları not alamam lazım benim
baya biriktiler
Arkadaşım:
azmaması mümkün değil
hahahahaha
~~~~~~~
* Ben:
ayyy bir gün
ilk tek başına çıkışımda
fırtınaya denk geldim
şans işte
ama bendeniz şaşkın
şeyini çekili unut
böyle 5 km falan git
O:
neyini el freni sanırım :)
Ben:
arabadan gıcır gıcır ses geliyor
evet el freni
:))))))
of yaaa
~~~~~~~~
* İş yerimiz yeni yapılan bir iş merkezi. Hali ile henüz katların çoğu boş. Her şey yeni ve boya kokuyor. Beni uzun süredir okuyanlar bilir, tuvalet maceralarım çoktur. Yine böyle bir olayın beni bulması kaçınılmazdı sanırım :))
- İlk hafta: ben tuvalette iken sular kesildi
- İkinci hafta: ben tuvalette iken kapının kulpu elimde kaldı, diğer kulp ve vida kapının dışından aşağıya düştü. Ben içeride mahsur kaldım. :))) Allah tan kapının karşısında mutfak vardı da beni duydular. Şimdi her girişimde elimde cep telefonumla giriyorum tuvalete...
~~~~~~~
* Son olarak geçenlerde oturduğum sandalyeden düştüm. :) Olay şöyle gelişti. Sandalyeden ayaklarım sandalyenin bacaklarında iken kasaya doğru usp yi takmak için eğildim. Taktım ama o sırada önde fazla ağır basmış olacağım ki düşer gibi oldum. Düşmeyeyim diye elimde telefonla sehpaya tutunmaya çalışırken kasa kablodan dolayı üzerime geldi. Onu ittim, kendimi dengeledim. Oh bitti şükür, ucuz atlattım derken... Sen kafayı kaldırmamla masanın altına vurmam bir oldu.
Masanın altından elimde kablo, kafamı vurmuş, nefes nefes bir ben olarak tek parça çıkmayı becerdim. :)))
Allah koruyor...
* Kendi hali ile dalga geçip, kıkırdayan Efsa :)
9 Şubat 2010 Salı
Sıradan Bir Pazar Günüydü...
İnsanlık için sıradan bir pazardı
ve ben en son
bir havaalanında görmüştüm yüzünü.
ve sıyrılıp,
kaçıp gitmek istercesine ayrılmıştım kollarının arasından.
Kalırsam ağlayacaktım.
Sıradan bir pazardı...
Ben sana aşıktım.
Bilmem kaç şehir uzaklığındaydım sana.
Kaç şehir gözüm kapalı yaklaşmıştım.
Bugün yine sıradan bir gün
ve ben şu an
seninle yapmadığım bir şeyi yapmak isterdim
Aynı masada oturmak mesela!
Yanyana bardaklar
Aynı tabaktan yemek yemek gibi...
Ya da kahvaltı hazırlamak belki sana...
Yoksun
Yokluğunla bile anlamlanmıyor bir çok şey.
Yalnız senin anlayabileceğin bir dille konuşmak istiyorum sana.
Ama yalnız benim anlayabileceğim bir dille anlat değil.
Sıradan bir günde, sıradan insanlığa ilan etmek, belki istediğim
kraliçeliğimi.
İstediğim
Sıradan bir gün gidişini izlemek belki...
Geleceğini bilerek...
* Yoğun günlerin, bezelyenin karnesinin, gözümün hala tam iyileşememesinin, ailenin memlekete gidiş gelişinin, ders çalışma zorunluluğunun ertelenmesinin ardından; bir müddet eski yazıları yayımlayan Efsa...
4 Şubat 2010 Perşembe
Topuk Sesi
Anlamaz erkekler
Kadınlığın simgesidir yeri geldiğinde
Hayran kaldırır...
Cesurdur,
Oynaktır,
Baktırır...
Gücün kanıtıdır,
Özgüveni tavan yaptırır,
Taptırır...
Özletir,
Düşletir,
Saydırır...
Hırçındır,
Delidir,
Üstte olunca acıtır...
Aşktır,
Sevişmektir,
Kaybolmaktır...
* Her kadının bir topuklu ayakkabısı mutlaka olmalıdır...! :)) En sevilen ve en nefret edilen; su sesi, para sesi, kadın sesine bir de topuk sesi eklenmeli bence...
* Gözündeki mikropla uğraşan Efsa :).
* Resim alıntı.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)






