En güzeli olmalıyım seslerin...
15 Ekim 2010 Cuma
Akort
Arada akort etmeye ihtiyaç duyuyorum kendimi.
Başkaları bulmadan, kendi hatalı noktalarımı arıyorum.
Bu aralar yine akort edilmeye ihtiyacım var!
Belki...
Biraz daha sola çevrilmeye...
Yaslamalı birisi boynunu bana.
ve ben demeden anlamalı ne kadar çevrileceğimi...
yormamalı,
ve germemeli yaylarımı...
Çocuk oyuncağı gibi kendine göre de ayarlamamalı seslerimi
En güzeli olmalıyım seslerin...
Bugün sesim hüzünlü çıkmalı,
Yarın neşeli.
Bu aralar akort edilmeye ihtiyacım var...
Kendi sesimi en doğru notada bulmak için.
Kendime güzel gelsede sesim, dışarıdan farklı duyulduğunu keşfettim.
Anlaşılamadığımı anladığımda, kendimde kusur arayan bir insanım ben.
Biraz sağ, iki kere sola çevirmeli beni.
Sonra...
Kapat gözlerini... Ve çal beni...
* Yakında: "Kasımda İstanbulda bir Efsa..."
7 Ekim 2010 Perşembe
Yaşamaya Değer
Paloma: "Go' nun satrançla benzerliği yoktur. Satrançta, kazanmak için öldürürsünüz. Go' nun en önemli özelliklerinden biri, kazanmak için hayatta kalmanızın yanında, rakibinizi de yaşatmanız gerektiğidir. Hayat yada ölüm, hamlelerinizi ne kadar iyi yada kötü inşa ettiğiniz oranda belirlenir. Ve kazanan mümkün olan en iyi yapıyı inşa edebilendir."
Paloma, Bay Kakuro ile konuşurken...
"Bayan Michel' i bir kirpiye benzetiyorum. Dıştan bakınca dikenli, bir kale gibi korunaklı. Ama bana öyle geliyor ki, içini görebilsek aslında hiçte uyuşuk olmayan bir nevi şahsına münhasır, sadece göze batmaktan sakınan, son derece zarif yaratıklar gibi sanki..."
"Bizde bu hayatta hepimiz kirpiler gibiyiz. ama çoğu zaman zerafet yoksunu"
Paloma: "Çikolata neden bu kadar güzel? İçeriği yüzünden mi? Ya da dişimizin arasında çıtırdamasının hoşumuza gitmesi yüzünden mi? Ben en çok dilimin üzerinde eritmeyi seviyorum."
Renee: "Hakkın var. Yeme şeklini her değiştirdiğimizde, sanki onu yeniden keşfediyoruz."
Paloma: "Biraz huzur istiyorum sadece."
Renee: "Odanda huzur bulamıyor musun?"
Paloma: "Eskiden saklanırdım, ama artık beni buluyorlar"
Palomanın annesi kapıcı kadınla konuşuyorken, evin kedisi kapıya doğru yöneliyor. Küçük kızında elinde kamera var çekiyor bunları bir yandan. Kedi kapıya yöneldiğinde anne, kapıcıyı hafiften ittirip kendi ile birlikte dışarı çıkartıyor. Ve Palomanın ağzından burjuvayı anlatan en güzel cümle çıkıyor benim için.
Fısıltı ile: "Kedi çıkmasın, kapıcı girmesin"
* Dün akşam izlediğim ve tadı damağımda kalan enfes, sade, günlük yaşantımızın içinden çıkıp gelmiş gibi olan "Yaşamaya Değer" adlı filmden aklımda kalanlar cümleleri aktardım size... Uzun zamandır ilk kez bir film bana bu kadar içten geldi. Yok denecek kadar az bir abartıya sahip, kişilerin birbirlerine geçişleri birkaç yerde yarımlık duygusu verse de, hayatımızdaki insanların ardında saklanan gerçeklikleri anlatıyor. Sanılanın aksine "görünenin ardındakini" gibi... Küçük bir kızın yaşamını çevreleyen insanların yaşamlarına da dokunuyoruz.
Kesinlikle izleyin demiyorum. Ama izlerseniz hoşuna gider ve ağzınızda hem neşeli, hem hüzünlü, hem düşündüren, hemde en önemlisi yaşam tadı bırakacak diyorum.
Filmin kısaca özeti şöyle:
Muriel Barbery'nin çok satan romanı "L'Elégance du Hérrison"dan uyarlanan film her biri kendi yalnızlığına gömülmüş karakterlerin bir apartmanda kesişen hayatlarını mizahi bir dille ele alıyor. Paloma Paris'te dış dünyanın hızlı temposundan uzak bir çevrede yaşayan 11 yaşında, oldukça zeki ve sıkkın br kızdır. 12.yaş gününde intihar etmeye karar veren Paloma, ölümle randevusunun yaklaşmasına yakın ketum ve yalnız apartman görevlisi Renée Michel ve gizemli olduğu kadar elegan Mösyö Kakuro Ozu gibi değişik karakterlerle tanışır. Böylece Paloma karamsar hayatını gözden geçirme şansı bulacaktır.
* Filmin içinde küçük kız çok hoş bir kart hazırlıyor Bayan Michel' e. Bir gün benim için çok değerli olan birkaç insana da böyle kartlar hazırlamam gerektiğini hissettim. :) Resimleri çizmeye başladım bile. :)
5 Ekim 2010 Salı
Sahne Değişir / Başarı Duygusu
Sahne değişir...
Babası arada kaçamak bakışlarla, ışıl ışıl bakan gözlerle kızını dinlemektedir. Kız ise sağ dizini, babasının sol dizine dayamış; kalbi anlattıklarının heyecanı ile gereğinden hızlı atarak oturmaktadır. Elinde son maçında kazandığı madalyasını tutup, sıraya dizdiği diğer madalyalara bakarak:
- "Baba, bir pano yaptıralım bence. Bak bu ilk altın madalyam en tepeye bunu koyarız. Gümüş ve bronzları da birbirinin altına. xxx abi çiviletmiş buna benzer bir şekilde" der. "Hatta baba, senin görevde iken aldığın nişanları da koyarız en tepesine"
Babası ise gülümseyerek öper ellerini kızın. Heyecanına ortak olduğu bellidir gözlerinden...
Annesi ise gülerek
-"bence bacağındaki morlukların birer fotoğrafını çekelim, panoya her birini asarız. Bu gidişle ten rengi diye bir şey kalmayacak kaval kemiklerinde" diye takılmaktadır ona.
Kız o an, şans faktörü dahil bir yere gelmek istiyorsan emek, özveri ve efor sarf etmen gerektiğini, ama sonunda elinde/yüreğinde o kanıtı tuttuğun an tüm bunlara değeceğini öğrenmiştir...
Ve sahne değişir...
22. doğum günüdür kızın... Yeni bir yaş, ona yeni bir hayat da kazandırmıştır. Hayatında sürekli ertelenecekler listesinde olan bir şey için bu kadar sabredip, bekleyip, acı çekip; sonunda bu kadar mutlu olacağını söyleseler inanamayacağı bir şey gerçekleşmiştir. Bir tatlı yorgunlukla gözleri kapanır... Uyandığında annesi yanı başındadır. 10 saat önce karnında olan bebeğiyse, şu an kucağında mışıl mışıl uyumaktadır. Kokusu bile öyle güzeldir ki. Kendi annesine bakıp gülümser, annesi de ona... Bebeğinin dudaklarında gezinirken parmaklarının kıvrımları, emmek için aranır çileği. Bezelyeden parmakları vardır sanki o çileğin...
Kız o an; hayatta hiçbir şeyin bu kadar başarı ve mucize dolu olduğu duygusunu veremez. Ne iş, ne eşi, ne kazandığı madalyalar, ne arkadaşlık... Hiçbiri bunun kadar mucizevi olamaz diye düşünür
Sahne değişir...
Bu geçen birinci aydır... İçinde sigarayı bırakma isteği olmadan bir inat uğruna bu kadar dayanmasına annesi mucize gözü ile bakmaktadır. İlk kez 14 yaşında tattığı bu tadı (annesinin tabiri ile zıkkımı), başlarda gençlik hevesi ile içmeye başlamış, ardından iş yaşamında da devam ettirmiştir.
Şimdi ise boşanmasının üzerinden bu kadar az bir süre geçmesine rağmen 10 yıllık bu hevesi bir anda bitirmesine herkes hayret etmiştir.
Kendiside gurur duymaktadır iradesi ile. Birgün öylesine, hiç aklında yokken "yarın öğlene kadar almayayım bakalım, dayanma sınırım neymiş" diye başlattığı bu oyun, sonunda o gün akşamına dek dayanmasına, sonrasında da tün gün, tüm hafta, tüm ayına yansımıştır. Ona yenilmeyeceğim ve kendimi yenilemek istiyorsam, ilk bundan başlamak kadar güzeli yok dediği bir irade savaşına dönüşmüştür. 3. yılına birkaç ay kala kendince başarı hikayelerine bir yenisini daha eklemiştir.
Düşünür kız... Kendi ellerimle kendimi öldürmeyi göze almışken, bazen öylesine yapılan en ufacık hareket ona hayata yeniden adım atma hevesi kazandırmıştır. Bir başarı diğerini tetiklemiştir. Önce iş, sonra sigara, sonra kendini toparlama evresi baş göstermiştir. Ve istemeyerek başladığı bu olay, inadı ve kararlılığı sayesinde sağlıklı bir çevreye sahip olmasını sağlamış, kızının insanlara "annem artık sigara içmiyor biliyor musunuz" övünmelerine sahne olmuştur.
* Bu aralar sürekli aksilikler olmasına rağmen, kendini mutlu hisseden Efsa...
* Görsel
1 Ekim 2010 Cuma
Mektuplar / Bir Gece ve Ardında Bıraktıkları...
Gelecek olana;
Merhaba adam,
Merhaba adam,
Bakma böyle mektuplarla seslendiğime, bazen insana en kolay içini dökme yada iletişim yolu buymuş gibi geliyor. senelerdir farklı insanlara, farklı zamanlarda, içlerinde bir çok konuyu barındıran mektuplar yazdım. İlk kez de sana bu kadar uzun yazıyorum. İlk defa bir insana ne şekilde hitap edeceğimi şaşırıyorum.. Sen dahil kimse ile konuşamayınca, "ama"lar ve "keşke"lerle birleşip anılmaya başlandı bende. Her "ama" bir jilet kesiği gibi, her "keşke" içimde patlamaya hazır birer çığlık sanki...
Hani hayat insanı ummadığı yerlerden alıp, ummadığı yerlere taşır ya.. Senin de benim hayatımda bambaşka bir rolde iken, bu kez farklı bir rolle karşımda olacağını söyleseler inanmazdım bile... Ama şimdi yapamıyorum. O geceden, sözlerinden, beni karşına alıp aralıksız 2 saat konuşmandan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamıyorum.
Bir ipin ucunda asılı kalmış gibiyim.
Bir yandan kendi kendime "atla işte ne olacak" diyorum.
"Sen bunu çoktan hak ettin. Kimin değer yargısına göre hareket ediyorsun ki, neyi bekliyorusun ki! Ölümcül bir günah işlemiyorsun. Başkaları ile bitmiş bir ilişkinin üzerine, yeni bir ilişki! kuran ilk sen değilsin. Düşünme, sadece o an içinden geçeni yap gitsin... Düşünme.."
Ama diğer yandan tüm doğru saydıklarım parmaklarımda oluşmuş bir kuvvete dönüşüyor.
"Bu zaman dek inandığım değerleri bir insan için böyle yerle bir edebileceksem, ne anlamı kalıyor ki yaşamanın.. Beni ben yapan bu değilse ne peki?" diyorum...
Aslında inandırılmak istiyorum! İkimizde çocuk değiliz, birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. İkimizde birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu biliyorum. Ama adım atmaya her ikimizde korkuyoruz. İkimizde geçmişimizden kaçamıyoruz ve gelecek için sözler vermeye çekiniyoruz değil mi? Tüm dünyaya birbirimiz için sırtımızı dönmüşken, "ya olmazsa" yı istese de çıkaramıyor insan aklından... Ne sen bunları göz ardı edebiliyorsun, ne de ben! biz bunları, sevgimizi taşıyacak kadar kuvvetli miyiz?
Benim için savaşacak kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ama ya yorulursan diye düşünmeden edemiyorum. O kadar ezberi bozulmuş durumdayım ki, gittiğinden beri düşüncelerimde saptığım tüm yollar sana çıkıyor. Her senden vazgeçmek istediğimde, hatta uzaklaşacak mazeretler üretmeyi denediğimde; enseme, saçlarıma düşen gözyaşıların aklıma geliyor.
(Neden o an sana yüzümü dönmeme izin vermedin? Omuzlarımı tutan ellerini, ellerimin arasına almak için çırpındığını neden fark etmedin? Neden sen ağlarken, o damlaları silmek, yok etmek istediğimi görmedin? Bana bunu neden yaptın? Kendine neden yaptın? Aslında nedenlerime mazeretler aramıyorum, bazı şeyler nedensiz geliştiğini bilecek kadar yaşadım hayatta.)
Ellerin o kadar ben gibiydi ki.. Sana dokunurken yabancılaşmadım, yabancılamadım seni. Bütün bir gün kokun boynuma ve ellerime sinmiş bir şekilde dolaştım. Kafamı hafif oynatsam saç tellerimin arasından bile sen fışkırdın sanki. Ya hayatımda her şey yolunda çok şükür, gülüyorum, mutluyum. ama bir tek sen eksiksin sanki... Birlikte olsaydık, biz güzel bir çift olurduk düşüncesini beynimden atamıyorum. Sevme biçimlerimiz aynı, düşüncelerimiz aynı, ama biz ayrıyız... Ve yok artık dedirten bir ilişkinin içerisine atılmaya ikimizde çekiniyoruz. Bir şekilde tutulup kalacağımızı, her an birlikte olmayacağımızı, mesafelerimizi, yaşayış biçimlerimizi hepsini bir tartıya koyunca dengeler şaşıyor çünkü...
Ah adam, şunu bil!
Bir gün bütün bu olanlar yaşanmasaydı, farklı şehirlerin, farklı kültürlerin, farklı insanların karşısına çıkmasaydık; doğru bir ilişkiye seninle adım atmayı çok isterdim, inan.
"Peki ya geç mi" diyor, içimdeki ses.
Sussun istiyorum!
Susmuyor...
* Bu aralar neredeyse tüm arkadaşlarım ev arıyorlar. Hepside bu şehire gel, iş bulalım sana da, birlikte kalırız söylemlerindeler. Verilecek her kararı beklemeye alan, Kasımdan sonraya erteleyen Efsa...
Dip not: Ve yazı yanlış anlaşılmalara müsaade etmemesi için ilham veren sayfayı aktarayım istedim...
* Görsel
27 Eylül 2010 Pazartesi
Bir Kırmızı Sonbahar Kadınına...
Bugün her daim hayatımda var olmasını dilediğim bir kadının doğum günü...
Hani yüzünü sık görüşmelerle olmasa da nadiren görürsünüz ya,
Veya karşılıklı her denemenizde denk gelemeseniz de asmazsınız ya suratınızı...
Onun hep yanınızda,
arkanızda,
sapasağlam,
En güç anlarınızda bir elinin omuzunuzda durduğunu hissedersiniz ya birisinin.
Benim için böyle bir insan işte o...
Hayatımda hep var olsun dediğim,
bunu dilediğim,
bunun için elimden gelen her şeyi yapacağımı bildiğim,
İstanbul' a uğradığım her an görmek için çırpındığım bir kadın o benim.
Tüm alengirli kelimelerin bile hafif kaldığı teşekkürlerimin sahibi.
Beni ben olduğum için seven,
Her içime kapanışlarımda açmak için çaba gösteren,
Susmak istediğimde benimle birlikte susan,
Bazen saçma gevezeliklerime eşlik eden,
Dertlenmelerimde beni sessiz bir şekilde dinleyen ve eşsiz bir empati yeteneği ile bana kendince doğru olanı değil, içimden geleni yapmam konusunda yönlendiren biri.
Hayatımın en güzel "iyi ki" lerinden biri...
İyi ki yolum, yolunla kesişmiş.
İyi ki kader bizi; kırk yılın başı geldiğim bir İstanbul akşamında taksimde görüştürüp, sabahında Kadıköy' ün arka sokaklarının birinde, birbirimizden habersiz yeniden karşılaştırmış...
İyi ki dünya küçükmüş ve biz bu karşılaşmayı ömrümüz boyunca yüzümüzde hoş bir gülümseme olarak anacağız.
Seni bir kardeş ablasını nasıl severse öyle seviyorum.
Ve hep ama hep mutlu, bol gülümsemeli bir ömür geçirmeni içtenlikle diliyorum.
Şans seninle olsun sonbahar kadını. :)
Seni ilk tanıdığım günlere kelimelerine vurulduğum bir cümlenle sonlandırmak değilde, "şimdilik" diyebileceğim bir tonda bitsin bu yazı...
* Tüm şımarıklığı ve arsızlığıyla "şeyyy yazı giricem de" şeklinde bir ifadeyle, doğum günü kızından resmini koymak için izin isteyen Efsa... :)))
İşte böyle birşey aramızdaki bu dostluk, "acaba yanlış anlar mı?" diye düşünmemek...
* Görsel mörsel izinli işte... :)))
22 Eylül 2010 Çarşamba
Bir Sokak Köşesi
Az sonra ben o sokağın öteki ucundan, yeni bir sokağa döneceğim.
İnsanlara, kokulara, ağaçlara...
Evlerin duvarlarını sümbül yerine, yaseminler sarmış olacak belki de..
Kurabiye kokan anne, az sonra okuldan gelecek çocuğunu kucaklayacak.
Parmakları nasır tutmuş bir adam, karısına yeni bir yazma alacak.
Saat 7 yi 14 geçecek mesela,
Akşam ezanı okunacak.
Ben az sonra seninle dopdolu geçen o kaldırımlarda son adımımı da atacağım.
Kelimelerden oluşturduğum insan kalabalığını, temizlemekten vazgeçeceğim.
Sokağın kirlenecek!
Bir köpek havlayacak.
Sokak lambaları yanacak,
Kaldırımlar bir arnavut yumuşaklığında basılacak...
Ben az sonra köşedeki yavruağzı evin duvarına son kez parmaklarımı sürüp, döneceğim köşeden.
Emanet bırakacak çiçeklerim olmayacak.
Senin yüzünü yansıtan çocukları özleyeceğim en çok.
Ama bakmayacağım ardıma.
Az sonra gideceğim ya, adımlarımın sesi bile duyulmayacak.
Görkemli bir girişin, sessiz gidişlerini yaşayacağım.
Güneşin batışı karışacak saçlarımın kızılına
Bu kez savrulmadan, savuracağım...
Ben az sonra o sokağın öteki ucundan döneceğim.
Akıllarda son görüntüyü, köşeyi dönerken rüzgarla ayaklanan elbisemin ucu yaratacak.
Seni iyi hatırlamayacağım,
Bir zamanlar sana kaptırdığım elimi sallamak için, kolumu yormayacağım.
* Biraz kafası karışık Efsa...
* Görsel
17 Eylül 2010 Cuma
Bir Çınarın Ardından...
İnsan ne kadar hazırlıklı olsa da, ilk duyulan şokun ardından her saniye daha da fazlalaşıyor o ölüm acısı.
Bugün anneannemi kaybettik.
Hani bazılarımızın hayatlarında güçlü kadın imajı olur ya; gerek anneannemin annesi, gerekse anneannem şu dik duruşlu ve kendi parasını kendi kazanan kadınlardı. Ufak bir ilin ufak bir ilçesinde doğmuştu. Annesinin savaştan sonra evlendiği kocasına ve onun okula gitmesini engellemek için söylediği "okula gönderip orospu mu yapacaksın kızını" tarzı sözlerine karşı durarak, köy enstitüsüne gitmiş, burada dedemle tanışmış ve ikisi de nişanlı olmalarına rağmen onlardan ayrılıp kavuşmuşlardı.
Şöyle bir düşündüğümde onunla ilgili ilk aklıma gelenler:
* Doğduğum ilin ilk öğretmenlerinden biri olduğunu..
* Hatta öyle nam salmıştı ki, aile adı yada lakabımızla anılmayıp, ben .... öğretmenin torunuyum dememin yeterliliğini..
* Yatağa düşmesine 1 ay kala bulmaca çözmesini..
* Hacı hoca takımına inanmayıp, hacca gittikten sonra 65 yaşında Kuran-ı Kerim ve sureleri öğrenmesini..
* Her zaman dik, inat ve sağlam duruşlu bir kadın olduğunu..
* Torununun torunlarını gördüğünü..
* ve 1926 doğumlu olup, Atatürkü gördüğünü..
* Geceleri rüyalarını unutmamak için başucunda kağıt, kalem bulundurduğunu..
* Her gün temizlik yaptığını..
* Babamla birbirlerine sürekli çattıklarını..
* Çok küfürlü ve edepsiz şakalar, el kol hareketleri yaptığını.. ve bizim kıkırdayıp, yüzümüz kızararak yanından kaçıştığımızı..
* Her ziyaretimizde "fiil nedir, sıfat nedir, çarpım tablosunu" 8 yaşımızdan beri bunları ezbere bildiğimiz fakat her halükarda sorular soran olduğunu..
* Hamileliğimde ya bende ikiz doğurursam diye korktuğumu..
* Dedem öldüğünde tüm çocuklarına burma bilezikler dağıttığını..
* Dedemle severek evlenmelerine rağmen sonraki süreçte hep lanet herif diye anımsadığını..
* Balayı zamanında yaptığı yemeği sokağa döken dedeme bir tane yapıştırdığını..
* Disiplin ve görev bilincini anneme nasıl aşıladığını, bana gösteren bir insandı..
Dün üst üste birkaç kötü haber aldım. Hem sağlık , hemde işimle ilgili sorunların üzerine bugün bunu duymak şok yaşattı diyebilirim. Şu an gözümde ne iş, ne de kızımın ve benim sağlık sorunlarımız var.
Kendisi 1 yıldır rahatsızdı, tuvaletini tutmakta zorlanıyor, aklı gidip geliyordu. 5 aydır ise sürekli yatıyordu. 1 aydır konuşamıyordu. 5 gündür gözlerini açamıyordu. Beklemediğimiz bir ölüm değildi. ama yine de şoka girebiliyor insan. Her an, her saniye acısı katlanıyormuş gibi. Hiçbir şey düşünmeden durup, anlamsızca ekrana bakıyorum sabahtan beri. Bu kadar yakın olmamıza rağmen, hazırlıklı bir ölüm olmasına rağmen yine de bu derece etkileneceğimi düşünmemiştim.
Üzgünüm.
Tek söylenebilecek şey Allah' ın rahmetinin üzerinde olması ve nur içinde yatması temennisi...
* Biraz durgun, biraz yorgun, telefonda babasının ağlayan sesine üzülen Efsa...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)







